Hit (6097) M-67

Büyük Türk Bestekarı Dede Efendi I

Yazar Adı : İlim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-14 Güncelleyen : /0000-00-00

Büyük Türk Bestekârı Dede Efendi I

M.Cahit Atasoy

Hamamizade İsmail Dede Efendî, Türk Mûsikîsinin gelmiş geçmiş en büyük bestekârların­dan biridir.17 77’de doğduğu ve İkiyüzüncü doğum yıldönü­müne pek bir şey kalmadığı; 1846 da ölüm tarihi olduğuna göre demek ki şimdi de yüzyirmibeşinci ölüm yıldönümü içinde bulunuyoruz.

Babası, Vezir Ahmet Paşa'ya mühürdarlık yaparken sonradan istifa edip is­tanbul'a yerleşmiş olan ve geçimini sağlamak üzere Şehzâdebaşı'nda bir hamam satın ala­rak kendisinin bundan dolayı "Hamâmî" diye anıldığı Süleyman Ağa adında biridir.

Süleyman Ağa, bu arada, Rukiye adın­da bir kadınla evlenmiştir ve ondan, otur­dukları Şehzâdebaşı'ndaki bir evde, 1777 yılı kurban bayramının birinci günü doğ­duğu için adını İsmail koydukları yegâne çocuğu dünyâya gelmiştir.

Sabasına "Hamâmî" denilmesinden ötü­rü, bestekârımız da ilk zamanlar "Hamâmîzâde İsmail" diye çağrılıyordu.

Hamâmîzâde İsmail daha üç - dört ya­şında iken babası, sahibi olduğu Şehzâde-başı'ndaki Acemoğlu Hamamı'nı satmış ve Altı Mermer'de Kurusebil mahallesinde Ça­vuş Hamamı'nı ve bu evin yakınındaki bir evi satın alarak oraya taşınmışlardır. Küçük İsmail burada sekiz yaşına gelince Hekimoğlu Ali Paşa Camiî bitişiğindeki (Ça­maşırcı) ilk mektebine devama başlamış ve ilk öğrenimini bu mektepte tamamla­mıştır. Mektepte sesinin güzelliği ve söyle­mekteki kabiliyeti yüzünden bilhassa ço­cukların yeniden mektebe başladıkları gün­lerde ilâhiler söylendiği sırada onu ilâhici-başı yapmışlardır. Yine böyle merasim ya­pıldığı bir günde, çocuklarından birini mek­tebe başlatmak üzere orada bulunan devrin musikî üstadlarından biri olan Uncuzâde Anadolu kesedarı Mehmet Emin Efendi bizim ilâhicibaşı İsmail'in yaradılışındaki musikî kabiliyetini farkederek onu öğren­cileri arasına almış ve daha o yaşta ço­cuğa bir çok nefis eser meşketmeye baş­lamıştır. İlk musikî hocası olan Uncuzade'den böylece yedi yıl müddetle musikî öğrenmeye devam etmiş ve bu arada yine onun aracılığıyle Başdefterdarlık Muhasebe Kalemine kâtip olmuştur. Bu işlerinin yanısıra da onun Pazartesi ve Perşembe gün­leri olmak üzere haftada iki gün Yenikapı Mevlevîhânesine gittiğini görüyoruz.

Hamâmîzâde İsmail ikinci musiki ho­cası olan, o tarihlerde dergâhın postnişini Ali Nutki Dede'den burada Türk Musikî­sinin inceliklerini öğrenmeye koyulmuştur. İlk zamanlar dergâha yalnız musikî dersleri için gidip gelen Hamâmîzâde daha sonra mukabelelere de iştirak etmeye başlamıştır. Bu devam edişler sırasında mevlevî tarikatine karşı pek içten bir bağlılık duyarak

nihayet çile çekip derviş olmaya karar ver­miştir. Derviş olmasını istemeyen anne ba­basını ikna edince de defterdarlıktaki işin­den ayrılıp çile çekmek üzere dergâha dahil olmuştur. Az sonra babası ölen Hamâmîzâde İsmail, çilesini çektiği sırada "Zülfündedir benim baht-ı siyahım" şaheser buselik şar­kısını bestelemiştir. Bu beste derhal bütün musikî muhitlerine yayılarak Hamâmîzâde İsmail'e ilk şöhretini sağlamıştır. Musikî çevreleri arasında saray fasıl heyeti de bu şarkıyı meşketmiş ve devrin padişahı III. Selim huzurunda icra etmiştir. Sultan Selim ilk defa duyduğu bu güzel eserin Yenikapı Mevlevîhanesinden Hamâmîzâdeye ait oldu­ğunu öğrenince, onu saraya davet ederek huzurunda bir kere de kendisinden dinlemiş ve bestekâra ihsanlarda bulunmuştur.

Bundan sonra bestekârımız dergâhtaki çilesini doldurup "Dede" unvanını alınca, is­mine bu sıfatının da eklen­mesiyle artık "Hamâmîzâde İsmail Dede"olmuştur. Dede olup hücreden çıkınca geleni gideni çok artan üstadınkendisinden istifadeetmek isteyen­lere musikiyi bütün mevcudiyetiyle öğrettiği görülür. Onun varmış olduğu bu devresinde yeni yeni güzel eserler bestelemekte olduğu da göz çarpar. Bu cümleden olarak "ey çeşm-i âhu" güfteli Hicaz nakış yürük semâî'sinin yine derhal musikî muhitlerine yayıldığını ve Sultan Selim tarafından dinle­nip beğenildiğini; akabinde de Hamâmîzâde İsmailDede'nintekrardan sarayaçağrıldı­ğını görüyoruz.Yeniden ihsanlara boğulan Hamâmîzâde, padişahın iradesiyle,Yenikapı Mevlevîhanesinden ayrılmadan bu defa haftada iki gün yapılan huzur fasıllarına devama başlamıştır.Bir müddet geçince de kendisine musahibi şehriyârilik ve arkasındanbaş müezzinlik vazifeleriverilmiştir.Bilindiği gibi,saraydaki musikî faaliyetlerine katı­lanlar sâdecefasıl vemehtergibitopluluk­lardayeraldıklarızamanisimlerinebir "Ağa", eklenmesiyle meselâ "ŞakirAğa ", "BenliHasanAğa", "ZekiMehmetAğa" diyeanılmaesasına tabiolmuşlardır.Bu arada saraydadînimusikîyiiçine alangö­revlerdebulundukları zaman da " Efendi" unvanını almışlardır. Bestekârımızın da dinî görevler yüklendikten sonra o güne kadar taşıdığı ismin sonuna gelen yeni sıfatiyle artık "Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî" olduğunu görüyoruz.

Hamâmîzâde ismail Dede Efendî 1802 yılının ilk aylarında evlenerek oturmakta olduğu Yenikapı Mevlevîhanesinden ayrılıp Ahırkapı civarında şimdiki Akbıyık karako­lunun bulunduğu bina diye söylenen bir eve yerleşmiştir. Bu sırada O yalnız muka­bele günleri dergâha giderek orada talebe­lerine dersler vermiş ve yine sarayda enderundaki hocalıkla fasıl heyetindeki işlerine devam etmiştir. 24 yaşında evlenmiş olan Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî'nin ikisi erkek ve üçü kız beş çocuğu dünyaya gel­miştir. Erkek çocukları küçük yaşlarda ölen Hamâmîzadenin üç kızından biri Enderundan yetişmiş olan ve orada tanbur çalan Arif Mehmet Ağa (tanburî, şirin, keçi) ile ev­lenmiştir. Bu evlilikten ise şarkı bestekârı Miralay Rifat Bey ve üç kız kardeşi olmuş­tur. Bu üç kızdan birinin oğlu ise 1964 senesinde ölen bestekâr Mustafa Nezih Albayrak'tır.

Hamâmîzâdenin ikinci kızı Pertevniyal Valide Sultanın cariyelerinin musikî hocası olup bundan da mızıka-i hümayun başça­vuşlarından hanende Şevki Bey dünyaya gelmiştir.

Çoouklarını, hocası Ali Nutki Dede'yi, koruyucusu III. Selim'i ve annesini kaybet­tikten sonra, bir de II. Mahmut'un tahta çıktığı sıralar karışık olan memleket işleriyle uğraşması yüzünden Saraydan uzaklaşıp üzgün bir şekilde dergâhındaki köşesine çekilen Dede Efendi, bir müddet sonra yeni­den eski yerine getirilmiştir. Sıkıntılı günler esnasında Ali Nutki Dede'nin yerine geçen onun kardeşi Abdülbaki Dede'den ney öğ­renmeye başlayan İsmail Dede Efendî, II. Sultan Mahmut'un ölümüne kadar yine III. Selim zamanındaki gibi ilgiye kavuşmuştur. Sultan Mahmut ölünce daha bir yedi sene Sarayda yerini ve gösterilen yakınlığı mu­hafaza eden bestekâr, ne yazık ki, Sultan Mecidin batı musikisine yakınlığından dolayı, kendisine ve Türk musikîsine alâkasını sırf babasının hatırından dolayı esirgemediğine şahit olmuş ve bundan son derece üzülerek bu arada sarayın bu havasından uzaklaşmış olmak için de hacca gitmeye karar vermiş­tir. Talebelerinden Dellâlzâde İsmail, Mutafzâde Ahmet Efendî ve Çilingirzâde ile hacca giden Dede Efendî kurban bayramı­nın ilk günü doğduğu gibi yine aynı gün Mînâ "da ölmüş ve hazreti Hatice" nin ayak ucuna gömülmüştür.

Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî tavaf esnasında derviş Yûnus'un;

Yürük değirmenler gibi dönerler, El ele vermişler Hakka giderler, Gönül kâbesini tavaf ederler...

güfteli şehnaz ilâhisini bestelemiş oldu­ğundan, hemen orada kendisinden bu eseri geçen talebeleri, ondan yadigâr olarak İs­tanbul'a sadece bu ilâhiyi getirmişlerdir.

Yayınlandığı Kaynak : 1972-01-01
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :