Yazar Adı : | İlim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-14 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Büyük Türk Bestekârı Dede Efendi I
M.Cahit Atasoy
Hamamizade İsmail Dede Efendî, Türk Mûsikîsinin gelmiş geçmiş en büyük bestekârlarından biridir.17 77’de doğduğu ve İkiyüzüncü doğum yıldönümüne pek bir şey kalmadığı; 1846 da ölüm tarihi olduğuna göre demek ki şimdi de yüzyirmibeşinci ölüm yıldönümü içinde bulunuyoruz.
Babası, Vezir Ahmet Paşa'ya mühürdarlık yaparken sonradan istifa edip istanbul'a yerleşmiş olan ve geçimini sağlamak üzere Şehzâdebaşı'nda bir hamam satın alarak kendisinin bundan dolayı "Hamâmî" diye anıldığı Süleyman Ağa adında biridir.
Süleyman Ağa, bu arada, Rukiye adında bir kadınla evlenmiştir ve ondan, oturdukları Şehzâdebaşı'ndaki bir evde, 1777 yılı kurban bayramının birinci günü doğduğu için adını İsmail koydukları yegâne çocuğu dünyâya gelmiştir.
Sabasına "Hamâmî" denilmesinden ötürü, bestekârımız da ilk zamanlar "Hamâmîzâde İsmail" diye çağrılıyordu.
Hamâmîzâde İsmail daha üç - dört yaşında iken babası, sahibi olduğu Şehzâde-başı'ndaki Acemoğlu Hamamı'nı satmış ve Altı Mermer'de Kurusebil mahallesinde Çavuş Hamamı'nı ve bu evin yakınındaki bir evi satın alarak oraya taşınmışlardır. Küçük İsmail burada sekiz yaşına gelince Hekimoğlu Ali Paşa Camiî bitişiğindeki (Çamaşırcı) ilk mektebine devama başlamış ve ilk öğrenimini bu mektepte tamamlamıştır. Mektepte sesinin güzelliği ve söylemekteki kabiliyeti yüzünden bilhassa çocukların yeniden mektebe başladıkları günlerde ilâhiler söylendiği sırada onu ilâhici-başı yapmışlardır. Yine böyle merasim yapıldığı bir günde, çocuklarından birini mektebe başlatmak üzere orada bulunan devrin musikî üstadlarından biri olan Uncuzâde Anadolu kesedarı Mehmet Emin Efendi bizim ilâhicibaşı İsmail'in yaradılışındaki musikî kabiliyetini farkederek onu öğrencileri arasına almış ve daha o yaşta çocuğa bir çok nefis eser meşketmeye başlamıştır. İlk musikî hocası olan Uncuzade'den böylece yedi yıl müddetle musikî öğrenmeye devam etmiş ve bu arada yine onun aracılığıyle Başdefterdarlık Muhasebe Kalemine kâtip olmuştur. Bu işlerinin yanısıra da onun Pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere haftada iki gün Yenikapı Mevlevîhânesine gittiğini görüyoruz.
Hamâmîzâde İsmail ikinci musiki hocası olan, o tarihlerde dergâhın postnişini Ali Nutki Dede'den burada Türk Musikîsinin inceliklerini öğrenmeye koyulmuştur. İlk zamanlar dergâha yalnız musikî dersleri için gidip gelen Hamâmîzâde daha sonra mukabelelere de iştirak etmeye başlamıştır. Bu devam edişler sırasında mevlevî tarikatine karşı pek içten bir bağlılık duyarak
nihayet çile çekip derviş olmaya karar vermiştir. Derviş olmasını istemeyen anne babasını ikna edince de defterdarlıktaki işinden ayrılıp çile çekmek üzere dergâha dahil olmuştur. Az sonra babası ölen Hamâmîzâde İsmail, çilesini çektiği sırada "Zülfündedir benim baht-ı siyahım" şaheser buselik şarkısını bestelemiştir. Bu beste derhal bütün musikî muhitlerine yayılarak Hamâmîzâde İsmail'e ilk şöhretini sağlamıştır. Musikî çevreleri arasında saray fasıl heyeti de bu şarkıyı meşketmiş ve devrin padişahı III. Selim huzurunda icra etmiştir. Sultan Selim ilk defa duyduğu bu güzel eserin Yenikapı Mevlevîhanesinden Hamâmîzâdeye ait olduğunu öğrenince, onu saraya davet ederek huzurunda bir kere de kendisinden dinlemiş ve bestekâra ihsanlarda bulunmuştur.
Bundan sonra bestekârımız dergâhtaki çilesini doldurup "Dede" unvanını alınca, ismine bu sıfatının da eklenmesiyle artık "Hamâmîzâde İsmail Dede"olmuştur. Dede olup hücreden çıkınca geleni gideni çok artan üstadınkendisinden istifadeetmek isteyenlere musikiyi bütün mevcudiyetiyle öğrettiği görülür. Onun varmış olduğu bu devresinde yeni yeni güzel eserler bestelemekte olduğu da göz çarpar. Bu cümleden olarak "ey çeşm-i âhu" güfteli Hicaz nakış yürük semâî'sinin yine derhal musikî muhitlerine yayıldığını ve Sultan Selim tarafından dinlenip beğenildiğini; akabinde de Hamâmîzâde İsmailDede'nintekrardan sarayaçağrıldığını görüyoruz.Yeniden ihsanlara boğulan Hamâmîzâde, padişahın iradesiyle,Yenikapı Mevlevîhanesinden ayrılmadan bu defa haftada iki gün yapılan huzur fasıllarına devama başlamıştır.Bir müddet geçince de kendisine musahibi şehriyârilik ve arkasındanbaş müezzinlik vazifeleriverilmiştir.Bilindiği gibi,saraydaki musikî faaliyetlerine katılanlar sâdecefasıl vemehtergibitopluluklardayeraldıklarızamanisimlerinebir "Ağa", eklenmesiyle meselâ "ŞakirAğa ", "BenliHasanAğa", "ZekiMehmetAğa" diyeanılmaesasına tabiolmuşlardır.Bu arada saraydadînimusikîyiiçine alangörevlerdebulundukları zaman da " Efendi" unvanını almışlardır. Bestekârımızın da dinî görevler yüklendikten sonra o güne kadar taşıdığı ismin sonuna gelen yeni sıfatiyle artık "Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî" olduğunu görüyoruz.
Hamâmîzâde ismail Dede Efendî 1802 yılının ilk aylarında evlenerek oturmakta olduğu Yenikapı Mevlevîhanesinden ayrılıp Ahırkapı civarında şimdiki Akbıyık karakolunun bulunduğu bina diye söylenen bir eve yerleşmiştir. Bu sırada O yalnız mukabele günleri dergâha giderek orada talebelerine dersler vermiş ve yine sarayda enderundaki hocalıkla fasıl heyetindeki işlerine devam etmiştir. 24 yaşında evlenmiş olan Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî'nin ikisi erkek ve üçü kız beş çocuğu dünyaya gelmiştir. Erkek çocukları küçük yaşlarda ölen Hamâmîzadenin üç kızından biri Enderundan yetişmiş olan ve orada tanbur çalan Arif Mehmet Ağa (tanburî, şirin, keçi) ile evlenmiştir. Bu evlilikten ise şarkı bestekârı Miralay Rifat Bey ve üç kız kardeşi olmuştur. Bu üç kızdan birinin oğlu ise 1964 senesinde ölen bestekâr Mustafa Nezih Albayrak'tır.
Hamâmîzâdenin ikinci kızı Pertevniyal Valide Sultanın cariyelerinin musikî hocası olup bundan da mızıka-i hümayun başçavuşlarından hanende Şevki Bey dünyaya gelmiştir.
Çoouklarını, hocası Ali Nutki Dede'yi, koruyucusu III. Selim'i ve annesini kaybettikten sonra, bir de II. Mahmut'un tahta çıktığı sıralar karışık olan memleket işleriyle uğraşması yüzünden Saraydan uzaklaşıp üzgün bir şekilde dergâhındaki köşesine çekilen Dede Efendi, bir müddet sonra yeniden eski yerine getirilmiştir. Sıkıntılı günler esnasında Ali Nutki Dede'nin yerine geçen onun kardeşi Abdülbaki Dede'den ney öğrenmeye başlayan İsmail Dede Efendî, II. Sultan Mahmut'un ölümüne kadar yine III. Selim zamanındaki gibi ilgiye kavuşmuştur. Sultan Mahmut ölünce daha bir yedi sene Sarayda yerini ve gösterilen yakınlığı muhafaza eden bestekâr, ne yazık ki, Sultan Mecidin batı musikisine yakınlığından dolayı, kendisine ve Türk musikîsine alâkasını sırf babasının hatırından dolayı esirgemediğine şahit olmuş ve bundan son derece üzülerek bu arada sarayın bu havasından uzaklaşmış olmak için de hacca gitmeye karar vermiştir. Talebelerinden Dellâlzâde İsmail, Mutafzâde Ahmet Efendî ve Çilingirzâde ile hacca giden Dede Efendî kurban bayramının ilk günü doğduğu gibi yine aynı gün Mînâ "da ölmüş ve hazreti Hatice" nin ayak ucuna gömülmüştür.
Hamâmîzâde İsmail Dede Efendî tavaf esnasında derviş Yûnus'un;
Yürük değirmenler gibi dönerler, El ele vermişler Hakka giderler, Gönül kâbesini tavaf ederler...
güfteli şehnaz ilâhisini bestelemiş olduğundan, hemen orada kendisinden bu eseri geçen talebeleri, ondan yadigâr olarak İstanbul'a sadece bu ilâhiyi getirmişlerdir.