Yazar Adı : | İlim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-12-04 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Bitmez Bir Aşkın Serencamı
Tâ arşa çıkar her gece âşıkların âhı
Medheyleyen âhlâkını Kur’ân’dır Efendim
Ali Ulvi Kurucu
Türk milleti İslâmiyet’i kabûlünden bu yana, Allah’ın elçisi ve rasûlü Hz. Peygamber’e derin bir sevgi ve saygı beslemiş, Kur’ân-ı Kerîm’de ifadesini bulan “Onu sevmek ve ona uymayı Allâh’a itaat” [1] olarak algılamış ve hayatını da bu yönde tanzîm etmiştir. Bu husus Türk müellif ve edipleri tarafından ortaya konulan ilk edebî mahsullerden başlamak üzere günümüze kadar devam etmiş ve gelecekte de devam edecektir.
Hz. Peygamber sevgisi, oluşturulan edebî mahsullerde, ister nesir (düz yazı) ister nazım (şiir) formatında olsun, en çok işlenen konulardan biri olmuştur. Müellif, edip ve şâirler, Hz. Peygamber ile ilgili şeyleri yazmayı hem bir edebî gelenek olarak hem de bir ibâdet aşkı ve Hz. Peygamber’den şefâat ümidiyle devam ettirmişler ve bu hususta kayda değer birçok eser ortaya koymuşlardır. Çeşitli müellif ve şâirler tarafından ortaya konan Siyer-i Nebî, Mu’cizât-ı Nebî, Mevlid, Mi’râciyye, Hilye, Şemâil, Na’t v.b. türdeki eserler, Türk İslâm edebiyatının başlıca konuları arasındadır.
Bu eserlerden na’tlar, [2] her beyti, hatta her mısraı ile Hz. Peygamber’den bahsediyor olmaları ve edebî değer olarak yüksek bir konum işgal etmeleri dolayısıyla ayrı bir öneme sahiptirler. Na’tlar çeşitli nazım şekillerinde kaleme alınmışlardır ve Hz. Peygamber dışındaki birtakım İslâm büyükleri için de yazılabiliyor olmalarına karşın, daha çok Hz. Peygamber’in övgüsünü ifade eden nazım türü olarak kabul görmüşlerdir.
Hz. Peygamber’in çeşitli yönlerinin övgüyle dile getirildiği na’tlarda şâirin aczi, günahkâr oluşu, isyan hâli içinde bulunuşu, bu nedenle ağlayışı, Hz. Peygamber’den şefâat ümidi ve cehennemden kurtuluş ve cennete nâiliyyet isteği gibi konular da ön plana çıkan temalar arasındadır. Hz. Peygamber aşkının en edebî ifadelerini muhtevî na’tlar, edebiyat tarihimizde genellikle erkek şâirler tarafından dile getirilmiş olsa da divan edebiyatı geleneği içerisinde aynı formları kullanarak yazan kadın şâirlerimiz de mevcuttur. Bu kadın şâirlerimizden, uzun müddet Mısır kadılığında bulunmuş kendisi de bir şâir olan Mehmed Nebil Bey’in kızı ve Mevlevî tarîkatı müntesibi Şeref Hanım (1809-1861)’ın [3] bir na’tını şerh ederek şâirlerimizin Hz. Peygamber sevgisi hakkında bir örnek sunmak niyetindeyim. Şeref Hanım na’tına aşağıdaki matla beyti ile başlamıştır:
Enbiyâ müştâk-ı vech-i tâbdârındır senin
Evliyâ uşşâk-ı bî-sabr u karârındır senin
Peygamberler senin parlak yüzünü görmek arzusundadırlar. Velîler ise; sabır ve kararlarını yitirmiş âşıkların hükmündedirler.
İslam kültür ve medeniyetinde Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğuna inanılır. Bunda Hz. Peygamber’in Mi’râc hâdisesinde bütün peygamberlere imamlık etmesi, ilk yaratılan insan oluşu, son peygamber oluşu, Allâh’ın sevgilisi olması…v.b. gibi olguların etkisi vardır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in diğer peygamberler arasındaki üstün yeri na’tlarda sık sık dile getirilir. Diğer peygamberlerin Hz. Peygamber karşısındaki durumu bu olunca; bir nevî Hz. Peygamber’in mirasçısı kabul edilen velîlerin durumu daha iyi anlaşılır. Onlar da Hz. Peygamber’i çılgınlık derecesine varacak şekilde sevmiş, onun aşkıyla kendilerinden geçmişlerdir.
On sekiz bin âlemi îcâddan maksûd-ı Hakk
Nâsa ancak arz-ı şân u itibârındır senin
Allâh Teâlâ’nın on sekiz bin âlemi yaratmasından maksat, ancak insanlara senin şân ve itibarını anlatabilmektir.
Kâinatta yaratılmış on sekiz bin âlemden bahsedilmektedir. Fakat bu âlemlerin her birini insanların hakkıyla bilip anlaması şuana kadar mümkün olamamıştır. Hz. Peygamber sadece insanların peygamberi değil “âlemlere rahmet olarak gönderilmiş” [4] bir elçidir. Allâh Teâlâ bir kutsî hadîste “Sen olmasaydın! Sen olmasaydın! Felekleri yaratmazdım…” [5] buyurmuştur. Dolayısıyla Hz. Peygamber’e karşı sevgi, saygı ve hürmet hisleri sadece dünyadaki insanlara mahsûs değildir. Bu dünya dışındaki yaratılmış tüm varlıklar, Hz. Muhammed’in ümmeti ve birer âşığı konumundadır. Şâir bu beyitte on sekiz bin âlemin yaratılış sebebini Hz. Peygamber’in şan ve itibarını insanlara göstermek olarak dile getirerek hüsn-i ta’lîl sanatı yapmış ve Allâh resûlünün büyüklüğünü ve yüceliğini ortaya koymuştur.
Yâ Resûlallâh Bû Bekr ü Ömer Osmân Ali
Efdal-i nâs olmasın mı çâr-yârındır senin
Ey Allâh’ın resûlü Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, senin dört dostun oldukları için insanların en hayırlıları olmuşlardır.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Hz. Peygamber’in hayatındaki en yakın kimselerdendir. Zîrâ Hz. Ebû Bekir, Hz. Âişe annemizin babası olmak cihetiyle efendimizin kayınpederi; Hz. Ömer, İslâm’a girişiyle Hz. Peygamber’i sevindiren ve hicret esnâsında yâr-ı gârı yani mağara arkadaşı; Hz. Osman, zi’n-nûreyn lakabını almasına vesîle olan Hz. Peygamber’in iki kızını evlendirdiği dâmâdı ve Hz. Ali, amcası Ebû Tâlib’in oğlu, Fâtımâ vâlidemizin eşi ve onun dâmâdıdır. Bu dört dost, O vefat ettikten sonra hilâfet makâmında bulunmuşlar ve onu temsîl etmişlerdir. Bu nedenle bu dört halîfeye çâr-yâr-i güzîn (seçilmiş dört dost) veya hulefâ-i râşidîn gibi isimler verilmiştir. Bu dört şahıs, Hz. Peygamber’e saygı ve hürmette hiçbir zaman kusur etmedikleri gibi ona uymayı bir ibâdet telakkî etmişler ve her türlü fiil ve davranışlarını buna göre tanzîm etmeye çalışmışlardır. Onların Müslüman milletler nazarındaki itibarı diğer tüm sahabeden üstündür. İşte onları insanların en hayırlıları haline getiren şey, bu özellikleri ve Hz. Peygamber’in onlara değer vermesidir.
Etmesin mi kudsiyâna haşre dek arz-ı vakar
Zât-ı Cibrîl-i emîn hizmet-güzârındır senin
Cebrâil (as) senin hizmetçin olmak ile övünüp, mahşer gününe kadar melekler arasında bu övünç ve vakarla dolaşmasın mı?
Cebrâil (as) dört büyük melekten biridir. Allâh’tan aldığı vahyi hiçbir değişikliğe uğratmadan Hz. Peygamber’e iletir. Bu nedenle kendisine vahiy meleği de denilmiştir. Diğer taraftan Türk İslâm edebiyatında Hz. Cebrâil, Cibrîl, Rûhu’l-kuds, Cebreil…v.b. adlarla anılır ve daha çok Hz. Peygamber’in hizmetçisi, kapıcısı veya mi’râc hâdisesinde Burak adlı biniti getirmesi dolayısıyla seyisi gibi isimler alır. [6] Şâire göre Cebrâil (as) da Hz. Peygamberle olan bu ilişkisinden dolayı iftihâr etmekte, diğer melekler indinde üstün bir mevki kazanmaktadır.
Mevlevî gibi semâda pertev-i şevkin ile
Mihr ü meh ser-geşte-i leyl ü nehârındır senin
Güneş ve ay gece gündüz, sana olan aşkları nedeniyle, Mevlevîlerin semâ edişleri gibi dönüp durmaktadırlar.
Şâir bu beyitte de hüsn-i ta’lîl sanatı yaparak gece ayın, gündüz güneşin doğup batışını ve bu hâdisenin her gün birbiri ardınca tekrar edip duruşunu Hz. Peygamber’in aşkınının etkisine bağlamıştır. Yani aslında güneş ve ay Hz. Peygamber’e olan aşklarından deliye döndükleri için böyle dönüp durmaktadırlar. Diğer taraftan ay ve dünyanın hem kendi hem de güneş etrafında dönüşleri, semâ yapılan bir Mevlevî âyinine; güneş Mevlevî dedeye, dünya ve ay Mevlevî müritlere teşbîh edilmiş ve teşhîs sanatı yapılmıştır. Şüphesiz bu benzetmede şâir Şeref Hanım’ın Mevlevî tarîkatı ile olan münâsebeti de etkili olmuştur.
Düşüren âhûları sahrâlara bî-ihtiyâr
Mutlaka te’sîr-i bûy-ı müşg-bârındır senin
Senin etrafa misk saçan kokunun te’sîri nedeniyle âhûlar, gayr-ı ihtiyârî çöllere düştüler. Kokuyu, dolayısıyla seni aramaya koyuldular.
Hz. Peygamber, “dünyadan güzel koku bana sevdirildi” [7] buyurmuşlardır. Bu nedenle kendisinin güzel koku kullandığı bilinmektedir. Klasik edebiyatımızda çeşitli vesîlelerle Hz. Peygamber’in kokusunun gül kokusu olduğu ifade edilmiştir. Bu beyitte şâir bu hususa bir telmîh yapmaktadır. Diğer taraftan “müşg” veya “misk” olarak ifade edilen kokunun Hıtâ, Hoten, Çin ve Afganistan taraflarında yetişen ve daha çok çöllerde yaşayan misk âhûsu (ceylan, geyik veya karaca) olarak adlandırılan hayvanın göbeğinden elde edilen nâfeden çıkarıldığı da rivâyet edilmektedir. [8] Dolayısıyla beyitte bu duruma bir telmîh ve âhû, sahrâ, koku ve misk kelimelerinden örülü bir mazmûn ve tenâsüp vardır. Beyitin asıl ifade etmek istediği mânâ ise; Hz. Peygamber’in kokusunun, kendisinden misk elde edilen âhûları bile kendine meftûn ettiğidir. Bana göre gazelin tac beyti (en güzel beyiti) bu beyittir.
Bülbül ü pervâneyi nâlân u sûzân eyleyen
Arzû-yı nûr-ı zâtın gül-izârındır senin
Bülbülü ağlatıp inleten, pervâneyi yakıp yıkan, senin nurlu zâtının arzûsu ve gül yüzündür.
Klasik edebiyatımızda bülbül ve pervâne, aşkın bedelini hayatları ile ödeyen âşığın prototipleridir. Beyitteki kullanım bu forma uygundur. Şâirin ilk beyitten itibaren ifade etmekte olduğu ve Hz. Peygamber’e sevgileri ile ön plana çıkardığı nebîler, velîler, dört halîfe, melekler, güneş, ay ve ceylanların yanı sıra bu beyitte de bülbül ve pervânenin Hz. Peygamber’e olan aşkını ifade etmektedir. Bülbül nasıl gülün aşkıyla, goncanın açılması için gül dalına konup gece gündüz ağlayıp inleyerek kendini bu uğurda fedâ etmişse; pervâne nasıl mumun aşkıyla, mum etrafında dönerken kanatlarını ateşe kaptırıp kendini yok etmişse, âşıklar da Hz. Peygamber’in gül yüzüne meftûn bir bülbül gibi, zâtının nûruna hayrân bir pervâne gibi onun etrafında döner dururlar. Bu uğurda çekecekleri hiçbir cefâ, eziyet ve zahmetten çekinmezler. Beyitte bülbül, nâlân ve gül kelimeleri ile pervâne, sûzân ve nûr kelimeleri arasında tenâsüp vardır.
Âbid ü zâhid günahkâr u tebahkâr ümmetin
Cümlesi muhtâc-ı lûtf-ı bî-şumârındır senin
Ey Allâh resûlü ümmetin, âbidleri (çok ibâdet eden) ve zâhidleri (zühd hayatı yaşayan) dâhil olmak üzere, günahkârdır ve mahvolmuştur. Cümlesi senin sonsuz lûtfuna muhtaçtırlar.
Allâh resûlü âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Onun rahmeti ve merhameti sonsuzdur. Zîrâ o mahşer gününde herkesin kendi derdine düştüğü bir ortamda “ümmetim ümmetim” diyerek ümmetine şefâat edecektir. İnsanoğlu sürekli nefsiyle ve şeytanla bir savaş içindedir ve günah işlemeye meyyâldir. Dolayısıyla günahsız ve kusursuz insan yoktur. Şâir bu düşüncelerle çok ibâdet eden âbidlerin ve zühd hayatı yaşan zâhidlerin de zaman zaman günaha düştüklerini, dolayısıyla bütün insanlığın onun lûtfuna, rahmetine ve şefâatına muhtâç olduğunu ifade etmektedir.
El-meded hîn-i şefâat kıl Şeref zârı da yâd
Mücrimîne merhamet etmek şiârındır senin
Ey Allâh resûlü meded kıl, şefâat zamânı bu inleyen Şeref kulunu da yâd etmeyi unutma. Mücrimlere, günahkârlara merhamet etmek senin şiârındır.
Yukarıda da belirttiğim gibi şâirler na’tlarını genellikle Hz. Peygamber’den şefâat ümidi ile bitirirler. Bu son beyitte de şâir Şeref Hanım, Allâh resûlünden şefâat istemektedir. Beyit gazelin son beyti olması hasebiyle maktâ beyti; şâirin mahlasını kullandığı beyit olması dolayısıyla da mahlas beyti olarak isimlendirilebilir.
Şâir Şeref Hanım, gazel nazım şekliyle ve aruz kalıplarından Remel bahrinin Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün kalıbıyla yazdığı bu na’tında, tamamen klasik edebiyatımızın mazmûn ve ifadelerine yer vermiş ve şiirini Hz. Peygamber aşkı ekseninde inşâ etmiştir. Kelime konteksi bakımından her biri bizi ayrı bir dünyaya taşıyan beyitleri, günümüz okuyucusuyla buluşturmak kolay değildir. Manzûmede kullanılan kelimelerin büyülü dünyası içine girebilmek, ancak o kültür ve medeniyet ikliminde yaşamak ve kelimeleri duyumsamak ile mümkün olacaktır. Öte taraftan terkip ve tamlamaları bihakkın ifade edebilmek de oldukça güçtür. Örneğin müştâk-ı vech-i tâbdâr veya uşşâk-ı bî-sabr u karâr ifâdeleri tarafımızdan açıklanmaya çalışılmış olsa da o günkü ifade ettiği mânâyı tamamen yansıtmış olduğunu iddia etmek doğru değildir.
Şiirde Hz. Peygamber ile bir şekilde ilişkisi olan kişi, nesne ve varlıklar ilk beyitten son beyte kadar bir sıra halinde dile getirilmiştir. Bu sıranın başında nebîler vardır. Arkasından velîler, Dört halîfe, Cebrâil (as), güneş ve ay, âhû, bülbül, pervâne gelir. Mahlas beytinden önceki beyitte yukarıda sayılan şeyler ümmet kavramı içine sokulmuş, son beyitte de şâir, Hz. Peygamber ile kendisini ilişkilendirmiş, ondan hem kendisi hem de ümmet için şefâat dilemiştir. Bu ilişkide Hz. Peygamber merkez kişidir ve onun çeşitli yönleri bu vesîle ile dile getirilmiştir. Bu yönüyle gazel kendi içinde bütünlüğü olan yek-âhenk bir gazeldir.
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân 3 / 31
[2] Emine Yeniterzi, Türk Edebiyatında Na’tlar (Antoloji), TDV. Yay., Ankara 1993.
[3] Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB. Yay., İstanbul 1998, II, 841.
[4] Enbiyâ 21 / 107.
[5] Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-hafâ ve muzîlü’l-ilbâs ‘amme’ş-tehara mine’l-ehâdîs ‘alâ elsineti’n-nâs, Dâr-ı İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1352 /
[6] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ötüken Yay., İstanbul 1998, s. 80.
[7] Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, 73.
[8] Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, MEB. Yay., İstanbul 2004, ss. 91-94.