Hit (5692) M-1893

Fazlur Rahman ve Yaşayan Sünnet Kavramı

Yazar Adı : İlim Dalı : Hadis
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Çeviri Makale
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-02-05 Güncelleyen : /0000-00-00

Fazlur Rahman ve Yaşayan Sünnet Kavramı

GIRIS

Hadis literatüründe “Sünnet”, “Hadis”, “Rasûlullah’in Sünneti”, “Nebevî Sünnet”, “Sahabenin Sünneti”, “Kavlî Sünnet” “Fiilî Sünnet”, “Takrirî Sünnet” gibi kavramlar bulunmasina karsin, “Nebevî Sünnet” ve “Yasayan Sünnet” seklinde bir ayirima rastlanmamaktadir. Ne var ki, müstesrikler arasinda ilk olarak Schacht’in (ö.1969) bu ayirimi ihsas ettiren “Yasayan Gelenek” (living tradition) tabirini kullandigi görülmektedir. Müslüman ilim adamlari arasinda ise Fazlur Rahman (ö.1988), klasik tasnifin aksine, bu gruplandirmaya benzer bir sekilde “Nebevî Sünnet” ve “Yasayan Sünnet” (living sünna) kavramlarini gündeme getirmistir.

Sünnet, kelime olarak ister övülmüs isterse yerilmis olsun takip edilen yol anlamindadir. Muhaddislerin istilahinda, “Hz. Peygamber’den söz, fiil, takrir, yaratilisa ve ahlaka dair sifatlar olarak sudur etmis davranistir.” Fikihçilara göre, “Farz ve vâcib disinda Hz. Peygamber’den sudur etmis dinî hususlarda uyulmasi gereken her seydir.” Usulcülerin tanimina göre ise, “Hz. Peygamber’in Kur’an disindaki ser’î bir hükme delil teskil eden söz, fiil ve takrirleridir.” Daha genel anlamda tarif edilecek olursa Sünnet: Allah Rasûlü’nün, ümmetine örnek olmak üzere ortaya koydugu uygulama, dini dogru anlama ve yasamada örnek alinacak davranislar bütünüdür.

Fazlur Rahman ise, kelime olarak Sünneti “çignenmis yol”, istilahta ise, “sözlü rivayetlerin giderek tatbikata dogru degisen bir süreci sonucu ortaya çikan ve daha çok takriri veya yasayan gelenek seklinde tezahür eden uygulama” olarak tanimlamaktadir. O, Sünneti sürekli olarak yeni unsurlari özümseyen bir nehir yatagina benzetmektedir. Onun bu tanimi Schacht’in tanimina çok benzemektedir. Schacht’a göre Sünnet: eski fikih ekollerinin anladigi “Yasayan Gelenek” (living tradition) demektir. Bu yasayan Sünnet ise, “gelenek” veya üzerinde ittifak edilen amel (amel, el-emru’l-muctema aleyh) demektir. Bu kavramin Peygamber’in hayat tarzi ile hiç alâkasi yoktur.

Öte yandan Fazlur Rahman, Sünneti ikiye ayirmaktadir: birincisi “Mutlak Sünnet” ya da “Nebevî Sünnet”, ikincisi, “Yasayan Sünnet”tir. “Nebevî Sünnet” bizzat Peygamberimizin davranislaridir. Bir baska degerlendirmesinde de Sünneti, “Ideal Sünnet” ve “Yasayan Sünnet” seklinde ikiye ayirmistir. Ideal Sünnet, bizzat Hz. Peygamber’in söz ve davranislarinin kendisi, Yasayan Sünnet ise, Islâm toplumunun Ideal Sünnet çerçevesinde uygulama alanina çikardigi Sünnettir.

1. Nebevî Sünnet

Fazlur Rahman Nebevî Sünnet’i, özel bir muhtevâ ile dolu olmayan genel bir semsiye kavram olarak görmektedir. Ona göre belirli bir konuda Peygamber’in özel bir davranisi sözkonusu olmasa bile, yine de o konuyla ilgili Peygamber Sünneti’nden bahsetmek mümkündür. Nebevî Sünnet, Islâm toplumunun karsilastigi yeni faktörleri ve etkileri karsilamak için cemaatin “Yasayan Sünnet”i dogrultusunda yaratici bir biçimde ele alinip yorumlandigi zaman, cemaatin ilk dönemi ile ilgili tarihinde bizler için güçlü yol gösterici ilkeler mevcuttur.

Fazlur Rahman, Margoliout (ö.1940), Lammens (ö.1937) ve Schacht gibi müstesriklerin, Peygamber’in Sünneti kavraminin daha sonraki Müslümanlar tarafindan ortaya atildigi iddialarinin aksine, Nebevî Sünnetin daha ilk dönemden itibaren yerini aldigini savunmakta ve sunlari söylemektedir:

“Peygamber’in Sünneti” daha baslangiçtan beri geçerli ve etkili olan bir kavramdi ve sonralari da öyle kalmisti. Hz. Peygamber tarafindan birakilan Sünnet’in muhtevasi sayi olarak çok zengin degildi ve kesin olarak özel bir anlam ifade etmiyordu. Sünnet kavrami, Hz. Peygamber’in döneminden sonra, sadece bizzat Peygamber’in Sünnet’ini degil, ayni zamanda Nebevî Sünnetin yorumlarini da içeriyordu. Bu son anlamiyla Sünnet, esas itibariyle sürekli bir gelisme süreci olan Ümmet’in Icmâ’sinin bir uzantisi olup onu da içermektedir. Genis kapsamli hadis hareketinden sonra, Sünnet, Içtihad ve Icmâ arasindaki organik baglar yok olmustur. Bir kere, bir çok haber vardir ki, bunlar Nebevî Sünnet’in içeriginin tarihi oldugunu ortaya koymaktadir. Meselâ namaz, zekat, oruç, hacc vb. ibadetler, detayli sekildeki uygulamalariyla öylesine nebevîdirler ki, bu gerçege sadece dürüst olmayan, ya da deli biri inkar edebilir.

Diger taraftan Fazlur Rahman, Hz. Peygamber’in adeta bir teyp gibi görülmesini de tamamen anlamsiz kabul etmektedir. Ona göre, Ebû Yusuf’un Kitâbu’l-Harac’inda Hz. Ömer’in “Hz. Peygamber’in Sünneti”nin ögretilmesi için emir verdigini bildirmesi de, Nebevî Sünnet’in yaptirim gücünü anlatmaktadir

2. Yasayan Sünnet

Fazlur Rahman’a göre, hadis, Sünnet malzemesini, Sünnet ise bu malzemeden tefekkür yoluyla çikarilan çözüm yollarini ifade etmektedir. Bu anlamda Sünnet, hadis malzemesinden akil yoluyla pratik normlar çikarilmasidir. Hem yasayan (fiilî) Sünnet, hem de sayica çok az olan rivayet (hadis) vasitasiyla Hz. Peygamber’den nakledilen hususlarin sahsî yorumlarindan üçüncü bir Sünnet anlami ortaya çikti ki, bu da Sünnetin içerik bakimindan anlamidir. Asagidaki örnekler bunu kanitlamaktadir:

Abdurrahman b. Mehdî’nin (ö. 198/813) söyle dedigi rivayet olunmustur: Süfyan Sevrî Sünnet konusunda degil, fakat hadis konusunda bir otorite (imam) idi; Evzaî (ö.157/774) için ise aksi sözkonusu idi. Imam Malik (ö.179/795) ise bu iki özelligi sahsinda mükemmel bir biçimde bir araya getirmistir. Ebû Dâvûd (ö. 275/888) “Bu hadiste bes Sünnet bulunmaktadir. Yani amelî kurallar niteligindeki bes husus bu hadisten çikarilabilir demektedir.

Imam Mâlik’in, “Bu ayni zamanda bizde olan Sünnettir”, “Fakat bizde olan Sünnet sudur” ya da sikça bizim uygulamamiz (emr veya amel) sudur.” ya da “üzerinde görüs birligine vardigimiz uygulama (emru’l-müctema aleyh) sudur.” Bazan, “yerlesmis olan Sünnet budur (kad medat es-Sünnetü) sözlerinden Fazlur Rahman, o siradaki (Medine’deki) uygulamalarin Sünnet kapsaminda degerlendirildigini anlamaktadir.

Fazlur Rahman’a göre, hadis ilimlerinin altin çagi olarak nitelendirilen dönemdeki faaliyetlerin (hadis hareketlerinin) ortadan kaldirmayi hedefledigi Sünnet bu ikinci kisimdir. Hadis hareketinin birçok zararlari olmustur. Ilk önce içtihad hareketlerini baltalayarak Islam düsüncesini donuklastirmistir. Zira muhaddisler, hadisi mutlak anlamda kullaniyor ve yorum yapmiyorlardi. Halbuki insan davranislari benzerlik arzetse bile, hiç bir zaman ayni olamazlar.

Ebû Hanife ve Imam Mâlik’in sünnet anlayislarini kendisine daha yakin buldugu anlasilan Fazlurrahman, Safiî’nin içtihad ilkesi yerine hadisi monte etmesini, yeni yorumlara mani olmasi sebebiyle elestirmekte ve bu konuda sunlari söylemektedir:

Hadisi, yasayan Sünnetin yerine, içtihad ilkesi olarak yerlestiren Safiî’dir (ö.205/820) Genel olarak söylemek gerekirse büyük ölçüde içtihada dayanan eski hukuk ekollerinin “yasayan gelenegi” (living tradition) ilk olarak ortaya çikti; ikinci merhalede sahabîlerin himayesine sokuldu; hicrî ikinci yüzyilin ortalarina dogru hadisçilerce yayilan hadisler bu “yasayan gelenegi” sarsarak etkiledi ve yalnizca Safiî hadislere üstün bir mevki sagladi. Böylece daha sonraki fukaha, daha kati bir tutum içerisine girerek Sünneti de mutlak olarak yorumlamaya baslamislardir. Genis ölçüde Safiî’nin çabalarindan ötürü sözlü gelenek (Sünnet) ya da hadis, Hz. Peygamber’in Sünnetinin bir vasitasi olarak “yasayan gelenegin” bir anda yerini almis, hadislerin tedvin edilmesiyle birlikte yaratici yorum faaliyeti hemen hemen sona ermistir.

Fazlur Rahman, yasayan Sünnetin hadislerden daha önce oldugunu, hadislerin yasayan Sünnetin ardindan yazildigini savunmaktadir. Onun düsüncesine göre Sünnet, herhangi bir sözlü malzemeye atifta bulunmaksizin atifta bulunulan seydi. Yasayan bir gelenek halindeydi. Daha sonra bu, hadisçilerin müdahalesiyle metinler haline döndü, yani yasanan bir sey olmaktan çikip birer metin haline geldi.

Fazlur Rahman’a göre, ilk zamanlarda olusturdugu isabetli kararlarla Ehl-i Sünnet, hem sosyo-politik düzeyde, hem de ahlâkî ve fikrî düzeyde topluma bir canlilik kazandirmis ancak hemen bir asir içerisinde Ehl-i Sünnet’in görüsleri, Kur’an ve Sünnet gibi degismez, sabit ilkeler olarak Müslümanlarin zihinlerinde yer etmeye baslamistir. Böylece donuk bir fikrî ve sosyo-politik sistem haline gelmistir. Bu durum önce ahlâkî donuklasmaya yol açmis; ahlâkî donuklasma, ahlâkî bozulmaya ve bu da sirasiyla dinî, içtimâî, iktisâdi ve ilmî alanlarda gerilemeye yol açmistir. Halbuki Hz. Peygamber’in Sünneti’nden baslayan Sünnet (kavrami) devamli bir yaratici yorum ve gelistirme süreci haline gelmis ve dolayisiyla sonuçta icmâ onayina mazhar olmustur. Ancak Yasayan Sünnet hadis sekline sokulup Hz. Peygamber’e isnat edilmeye baslayinca bu yaratici süreç kisa bir duraklama döneminden sonra tamamen durmustur.

Sünnet, yani cemaatin canli uygulamasi Safiî sonrasi ögretinin iddia ettigi gibi sadece Hz. Peygamber’in eseri degil, fakat ayni zamanda, Müslümanlarin kararlari ve eylemleri sonucu ortaya çikan düsünce sürecinin sonucudur. Eger herhangi bir hadis, Nebevî Sünnetin tasiyicisi olarak varolmussa, mutlaka pratik gayeler için, yani cemaat içinde ortaya çikmis problemleri çözmek için varolmustur. Iste bu sebepledir ki, yöneticiler ve hakimler tarafindan mevcut duruma göre serbestçe yorumlanmistir. Böylece zaman içinde “Yasayan Sünnet” olarak niteledigimiz bir sey ortaya çikmistir. Ancak ilk asrin üçüncü ve dördüncü çeyreklerinde, Yasayan Sünnet, mevcut uygulama lehindeki bu yorumlama süreci sonucunda Islâm Imparatorlugunun çesitli bölgelerinde çok büyük ölçüde yayilmasi neticesinde fikhî konularda ve ser’î uygulamalarda ihtilaflar çogalmis, bu ihtilaflari önlemek amaciyla hadis, resmî bir disipline dönüstürülmeye baslanmistir.

Fazlur Rahman, ilk dönemin kadi, fakih, teorisyen ve siyasilerinin Nebevî Model’i (Sünnet), Müslümanlarin ihtiyaçlarini göz önünde bulundurarak yorumladiklarini, böylece her nesilde ortaya çikan malzemenin Yasayan Sünneti olusturdugunu ifade etmekte, bununla birlikte Yasayan Sünnet’in sadece Nebevî Model’i degil, ayni zamanda bu modelin sürekli içtihad ve icmâ faaliyeti sayesinde bölgelere göre degisiklik arzeden yorumlarini da içerdigini belirtmektedir. Ona göre Yasayan Sünnet’te birçok farkliliklarin ortaya çikis sebebi budur.

Fazlur Rahman, geçmiste verilen hükümlerin ve yapilan yorumlarin o günü bagladigini, bugün için artik ayni hükümleri geçerli kabul etmenin mümkün olamayacagini, yeni olaylar için yeni yorumlar yaparak yeniden hüküm verilmesi gerektigini su sözleriyle ifade etmektedir:

Her ne kadar geçmisteki atalarimizin “Yasayan Sünnet”i, Kur’an’in ve Hz. Peygamber’in ilk dönemlerde cemaat içinde gerçeklestirdigi faaliyetlerin saglikli ve basarili bir yorumu, bizler için dersler içerse de, kesinlikle aynen tekrarlanamaz. Çünkü tarih, toplumlar ve yapilari sözkonusu olunca asla tekrarlanmaz. Bununla birlikte eski tarihimiz sadece bir anlamda tekrarlanabilir ve hatta bu anlamda, eger ilerici Müslümanlar olarak yasamak istiyorsak, tekrarlanmasi da gerekir: Nasil ki, eski nesiller Kur’an’i ve Hz. Peygamber’in Sünneti’ni özgürce yorumlamak, yani ideali ve ilkeleri vurgulamak ve onlari kendi zamanlarinin yeni yapisi içinde somutlastirmak suretiyle kendi sorunlarini uygun bir sekilde halletmis iseler, bizim de ayni seyleri kendi çabamizla kendimizin için yapmamiz gerekir.” “Su halde bu, geçmiste uyguladiklari sekilde tekrar Kur’an’a ve Sünnet’e dönmek degil, fakat onlari dogru bir sekilde anlamak demektir. Çünkü bugün bize yol göstermeleri ancak dogru bir sekilde anlasilmalarina baglidir. Sadece geçmise bir dönüs, mezarlara dönüsten baska bir sey degildir.”

Yasayan Sünnet bir uydurma degil, fakat Nebevî Sünnet’in sürekli bir biçimde yorumlanmasi ve ifade edilmesidir. Su anda bizim yapmak istedigimiz, hadisi tarihi yorumla yeniden Yasayan Sünnet’in terimlerine dönüstürmektir; ta ki, uygun bir etik teori ve bu teorinin fikha yeniden uygulanmasi sayesinde ondan bizzat kendimiz için normlar çikarabilelim.

Fazlur Rahman, Yasayan Sünnet terimi yerine bazan baska isimler de koymaktadir. Bunlardan biri de “Cemaatin Sünneti” tabiridir. O söyle demektedir:

Cemaatin Sünneti, Hz. Peygamber’in Sünnetine dayanmis ve kaynagini ondan almistir. Cemaatin icmâsi, ilim adamlarinin içtihadi ile siyasi otoritelerin devleti gün be gün yönetirken yaptiklari içtihadlari da “Yasayan Sünnet” kapsaminda degerlendirilebilir... Ancak Ebû Yusuf’un (ö. 182/798) ifadelerine göre bir hakimin ya da siyasî bir liderin karari degil, fikihta derinlesmis üstün bir zeka sahibi kimselerin “Yasayan Sünnet”i genisletme hakkina sahip olabileceklerini ortaya koymaktir.”

Fazlur Rahman, hadis ile Yasayan Sünnet arasindaki farki su sözleriyle açiklamaktadir: “Ilk nesillerin Yasayan Sünnet ile hadis ifadesi arasindaki belirgin fark sudur: Yasayan Sünnet, yasayan ve devam edegelen bir süreç oldugu halde, hadis kesindir ve yaklasik ilk üç asirlik Yasayan Sünnet sentezine mutlak devamlilik vermeyi amaçlamistir. Hiç süphe yoktur ki bu, o an için bir gereksinim idi. Çünkü belli bazi formalitelere bagli kalmadan devam eden bir süreç, su veya bu zaman içinde özünü yitirecegi için, sürekliligini devam ettirmeme tehlikesiyle karsi karsiya bulunmaktadir. Ancak hadis hareketi, sonuçta belli bazi formalitelerin de ötesinde tam bir belirlemeye yol açmistir. Kuskusuz simdiki gereksinim ise, bu formalizmi gevsetmek ve ise Yasayan Sünnet’in kendisini hadis barajina istekli bir sekilde bosalttigi noktadan yeniden baslamaktir.

Hadis ve sünnetin yeniden yorumlanmasi gerektigine inanan ve bu baglamda yasayan sünnetin yol göstericiliginden istifade edilmesi gerektigini öneren Fazlur Rahman, bir baska çikis noktasi olarak da hadis ve sünnet alanin yeniden yorumlanamayacak kadar problemlerle dolu oldugunu, bu safhadan sonra artik bunlarla ugrasma yerine, hadis ve sünneti tamamen gözardi ederek çözüme gidilmesini söyle ifade etmektedir:

Iste tam bu anda bir ses söyle fisildamaktadir.: “Hadis ve Sünnet tedavisi mümkün olmayan gericiliktir; ilerlemek istiyorsaniz onlari tamamen terk edin.” Yoksa bu, ümitsizlik karsisinda duyulan ümit sesi midir?”

SONUÇ

Hadisler, aslinda Nebevî Sünnet’in serbestçe yorumlanmasi sonucu olusturulan ve canli/dinamik bir yapi arzeden Yasayan Sünnet’in önüne senet zinciri eklenmek suretiyle Hz. Peygamber’e isnat edilmis formülasyondan baska bir sey degildir. Büyük çapli hadis hareketinin baslamasindan sonra, Sünnet, içtihad ve icmâ arasindaki organik bag tahrip edilmistir, diyen Fazlur Rahman, bu görüsleriyle yaklasik olarak Schacht’la ayni kanaati paylasmaktadir. Nitekim, Sachacht’a göre de; Hz. Peygamber’in Sünnetlerinden önce “Yasayan Sünnet” mevcuttur. Hadislere gelince onlar, dini mezhepler ve muhaddisler arasindaki iç kavganin ve münakasalarin sonucu II. yüzyilda uydurulmaya baslanmistir. Dahasi hadislerin yayginlasmasi “Yasayan Gelenegi” örtbas etmistir.

Fazlur Rahman’in kullandigi “Yasayan Sünnet” kavrami ilk bakista Schacht’in “Yasayan Gelenek” (living tradition) terimini çagristirmaktadir. Nitekim, Schacht bu konuda sunlari söylemektedir:

Medinelilerin yasayan Sünnetindeki uygulamanin yapisi, “amel”, “el-amelü’l-müctemâ aleyh” (üzerinde ittifak edilen amel), “el-emru indenâ” (bizim uygulamamiz) gibi terimlerle ifade edilmektedir. Binaenaleyh; Medine ameli önceden mevcuttu. Peygamber’den ve diger sahabîlerden gelen Sünnetler sonradan ortaya çikti. Medineliler aralarindaki farki görmek için “amel”i Sünnetlerle mukayese ettiler. “Amel” Medine’lilerin kabul ettigi bu Sünnetlere tamamen benzerdi. Medine ameli sadece güncel gelenegi yansitmamakta ayni zamanda teorik ya da ideal yapiyi ihtiva etmektedir. Bazan degisen sartlar muvacehesinde mezhep görüsündeki degisiklikleri ileri sürmek için bir araç olarak kullanildi.

Halbuki Imam Malik’in bu tür ifadeleri, Medine’de Islâm öncesinden beri varolan ve Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in Sünneti’nden bagimsiz gelisen bir hukukî gelenege degil, (Irak, Suriye gibi) diger beldelerde aralarindaki fikhî ihtilafa isaret eden tabirlerdir. Ayrica devam etmekte olan uygulamayla desteklenmis Sünnet, uygulama ile ilisigi olmayandan daha kuvvetli kabul edilmistir. Bu yüzden Medine ameli daha bir ayricalik kazanmistir. Diger yandan Malik’in kabul ettigi hadisler incelendiginde, Hz. Peygamber’den ve sahabîlerden gelen Sünnetleri, Medine Ameli’ne basvurmadan kabul ettigine dair pek çok örnek görülmektedir.

Fazlur Rahman’in sözlerinden Ebû Yusuf’un da “Yasayan Sünnet”i ön plana çikardigi izlenimi dogmaktadir. Halbuki Ebû Yusuf, Evzaî’ye yaptigi tenkitte sunlari söylemektedir:

Hiç bir kimse haram ve helâl meselesinde, ‘insanlar devamli bunu yapmaktalar’ diyerek karar vermemelidirler. Çünkü insanlarin devamli yaptigi seylerin çoguna zaten izin verilmemekte ve terk edilmesi gerekmektedir. Zikredebilecegim öyle durumlar vardir ki, bu yerlerde büyük çogunluk, Hz. Peygamber’in yasak emrine aykiri hareket etmektedirler. Iste bu gibi hallerde bir kimse Peygamber’in Sünnetinden ve ashabinin ileri gelenlerinin ve fakihlerinin fetvalarindaki bilgiyi elde etmek, emri uygulamak zorundadir”.

Fazlurahman’in “Yasayan Sünnet” anlayisindan, basta sahabîler olamak üzere ilk asirlardaki Müslümanlarin Kur’an ve Sünnetin tarihi arka planini çok iyi bildikleri için, Sünneti degisen sartlarda uygulanabilir kilmakta son derece basarili olduklari sonucunu çikarmamiz mümkündür. Günümüzde ise, Sünnet, yasayan bir gelenek degil, kitaplardan okunan tarihi bir malzeme konumundadir. Öte yandan Peygamber döneminden itibaren geçen bu kadar uzun süre çok büyük degisimlere sahne olmustur. Bu durumda yeniden yasanan bir olgu olmasi saglanmalidir.

Süphesiz bugün Islâm dünyasinin gelisen dünya sartlarinda bir çok yeni problemle karsi karsiya olduklari inkar edilemez. Bu problemlere Kur’an ve Sünnet çerçevesinde yeni çözümler bulmak kaçinilmazdir. Ne var ki, Sünnetin bilgi, kültür, düsünce ve medeniyete kaynaklik edebilmesinin önündeki engellerden biri de hadis ve Sünneti anlayabilme (semantik) ve yorumlayabilme (hermenötik) problemidir. Gerçi zaman zaman bu konulara temas edilmektedir. Ancak degisen sart ve zamanlar için köklü bir çözüm üretildigini söylemek güçtür.

Bütün bu arayislar içerisinde dün oldugu gibi modern çagda da biz, kendine has özellikleri ve nitelikleriyle, kisaca model ve metodoloji olarak onu kavramaya ve yasamaya muhtaciz. Yasamakta oldugumuz hizli degisim ve yeniden yapilanma sürecinde, Islâm’in fikrî, kültürel ve sosyal yapi olarak üstün bir konuma getirilmesi Sünnet verilerinin model ve metodoloji olarak yeniden ele alinmasi ve yorumlanmasiyla mümkündür.

Müslümanlarin önünü aydinlatacak ve gelecekleri için yeni projeler üretecek düsünce ve fikir adamlarina son derece ihtiyaç bulunmaktadir. Yeni ilim ve fikir adamlarini yetistirebilmenin belki de ilk yolu, düsünen insanlara fikirlerini açiklayabilme hürriyeti vermektir. Dolayisiyla Fazlur Rahman’in da müspet niyetle hareket ettigini varsaymak ve seçmeci bir yaklasimla fikirlerinden istifade etmek gerektigi kanaatini tasimaktayiz. Müstesriklerin fikirleriyle ayni istikamette olan pek çok görüsüne ragmen süphesiz o, Müslümanlarin içinde bulunduklari durumdan ancak fikir planinda radikal devrimler yapmak suretiyle kurtulabileceginin farkindadir.

Hadis, Sünnet malzemesini, Sünnet ise bu malzemeden tefekkür yoluyla çikarilan çözüm yollarini ifade etmektedir. Bu anlamda Sünnet, hadis malzemesinden akil yoluyla pratik normlar çikarilmasidir. Hem yasayan (fiilî) Sünnet, hem de sayica çok az olan rivayet (hadis) vasitasiyla Hz. Peygamber’den nakledilen hususlarin sahsî yorumlarindan üçüncü bir Sünnet anlami ortaya çikti ki, bu da Sünnetin içerik bakimindan anlamidir.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.mustafakaratas.com/makale_oku.do?id=6