Yazar Adı : | İlim Dalı : Kitap Hakkında |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-05 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Mücâhid Toma’nın Kitabı
Giriş
1945 yılında Yukarı Mısır'da Luksor harâbelerinin 50-
Havârî Yahûda Toma'nın Urfa civârında, Süryânice konuşan bir ilk dönem hıristiyan topluluğu nezdindeki i'tibârı büyüktür. Pekçok bilim adamı Toma'ya Göre İncîl'in1, Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın ve Toma'nın İşleri başlıklı yazıların hepsinin de bu topluluktan çıkmış olduğuna inanmaktadırlar. İlgili bilim adamları arasında, Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın III. yüzyılın ortalarında yazılmış olduğu kanaati ağır basmaktadır. Kitabın aslı sâdece 7,5 sayfada 318 satırdan ibârettir. Kitabın ismi İngilizce'de "The Book of Thomas the Contender", Fransızca'da "Le Livre de Thomas l'Athlète", Almanca'da "Das Thomasbuch" ve İtalyanca'da ise "Il libro di Tommaso l'Atleta" diye geçmektedir2.
Mücâhid Toma’nın Kitabı’nın elde bulunan nüshası Kıptîce'nin Sahidî lehçesinde yazılmıştır. Bununla beraber bu nüshanın aslı Süryânice olan bir nüshadan Kıptîce'ye tercümesi olması ihtimâli de yüksektir. Kitabın, şu âna kadar, bizim ulaşabildiğimiz tercümeleri, biri İngilizce'ye3 ve diğeri de de Fransızca'ya4 olmak üzere iki tercümedir. Kitabın İngilizce ve de ilk tercümesi hâlen A.B.D.nde Nebraska Üniversitesi Eski Eserler ve Dinî İncelemeler Bölümü’nde öğretim üyesi bulunan Prof.Dr. John D. Turner’in doktora tezinin temelini teşkil etmektedir. Fransızca'ya tercüme ise Fribourg/İsviçre'de "École de Foi et des Ministères"de hoca olan Râhip Raymond Kuntzmann tarafından yapılmıştır. Bizim tercümemiz ise bu her iki tercümeye dayanmaktadır. Kitabın Internet'te Roald Zellweger tarafından yapılmış bir Almanca tercümesine5 rasladıysak da bizde, bunun Kıptîce'den Almanca'ya değil de Turner'inkinden Almanca'ya hemen hemen kelimesi kelimesine yapılmış bir tercüme olduğu intibaı uyandı; ve bundan pek istifâde edemedik.
R. Kuntzmann adı geçen kitabında yaptığı tercüme için yararlandığı eserleri de zikrederken bunların: 1) J.M. Robinson, Interim Collations in Codex II and the Gospel of Thomas, Mélanges d'Histoire des Religions Offerts à Henri-Charles Puech, Paris 1974, s. 379-392; 2) H.M Schenke, Sprachliche und exegetische Probleme in den beiden letzten Schriften des Codex II von Nag Hammadi, Orientalische Literaturzeitung cild: 70, s. 5-13, 1975; ve 3) J.E.Ménard'ın kendisine verdiği özel notları gibi "mukāyeseli kritik yazılar" ile: 1) J.D. Turner, Book of Thomas the Contender, from Codex II of the Cairo gnostic library from Nag Hammadi (CG II, 7): the Coptic text, with translation, introduction and commentary, Society of Biblical Literature: Distributed by Scholars Press, University of Montana, Missoula, Montana.: ISBN: 0891300171, (1975); 2) M. Krause, Das Thomasbuch, Die Gnosis (Edit. W. Foerster), 2. Cild: Koptische und mandaeische Quellen, s. 136-148, Zürich-Stuttgart, (1971); ve 3) D. Kirchner, Das Buch des Thomas. Die siebte Schrift aus Nag-Hammadi Codex II, Theologische Literaturzeitung, cild: 109 (1977), s. 793-804, gibi kitaplardaki biri İngilizce'ye ve diğer ikisi de Almanca'ya tercüme olduğunu bildirmektedir. Ayrıca, gene Kuntzmann'ın kelime kelime işâret ettiğine göre kitapta Kıptîce'nin yanında Grekçe'den doğrudan doğruya alınmış pekçok kelime de bulunmaktadır.
1977-1986 arasında Collège de France'da "İslam Öncesi Doğuda Hıristiyanlık ve Gnostik Akımlar Kürsüsü" sâhibi olan A. Guillaumont'un (1915-2000), kendi kürsüsünde, 1973-1974'de bir yıl süren "Le Livre de Thomas l'Athlète et l'Exégèse sur l'Âme: Mücâhid Toma'nın Kitabı ve Nefs Hakkında Yorum" başlıklı bir seminerde bu kitabı incelemiş ve yorumunu yapmış olduğu Collège de France'ın web sitesinde kayıtlıdır. Ne yazık ki bu seminerin muhtevâsı basılmamış ve Guillaumont'un notlarına erişmemiz de, tıpkı M. Krause'nin ve D. Kirchner'in tercümeleri gibi, maalesef mümkün olmamıştır.
Bize göre Mücâhid Toma'nın Kitabı muhtevâ, uslûb ve uzunluk bakımından farklı beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm
"Bunlar Halâskâr'ın6 Yahûda Toma'ya söylediği ve, ben Mattias'ın7, yürürken onların biribirleriyle konuşmalarını dinleyip kaydetmiş olduğum gizli sözleridir."
şeklindeki kısa bir dibâcedir.
İkinci bölüm Hz. İsâ ile Toma arasında nefse, nefse hâkim olanların sorumluluklarına, hevâ ve hevesine mağlûb olanların bu Dünyâ'daki ve Âhiret'teki ahvâline odaklanmış sorulu-cevaplı diyalog tipinde bir konuşmadır.
Üçüncü bölüm Hz. İsâ'nın nefsine mağlûb olanlara yönelttiği ve her seferinde "Yazıklar olsun sizlere!" diye eseflerini beyân ettiği monolog tipinde cezbe dolu bir suçlamadır.
Nisbeten kısa olan dördüncü bölüm gene Hz. İsâ'nın âriflere ve haiz oldukları irfân dolayısıyla bu Dünyâ'da horlananlara "Ne mutlu sizlere!" diye başlayan müjdeler içeren gene monolog tipinde cezbeli bir beyânıdır.
Beşinci son bölüm ise, yalnızca:
"Kâmillere yazan Mücâhid Toma"nın Kitabı
* * *
Dualarınızda beni de hatırlayınız kardeşlerim!
Evliyâullāh'a ve Rûhânîler'e
Selâm ola!
ibârelerinden ibârettir.
Dibâce ile bu sonuncu bölümün muhtevâları karşılaştırıldığında kitabın yazarının Mattias mı, Toma mı olduğu konusunda doğal olarak bir tereddüt hâsıl olmaktadır. Eğer kitabın tümü gerçekten de Hz. İsâ ile Toma arasındaki konuşmaları işitip de kaydeden Mattias tarafından yazılmışsa o zaman Toma'nın bir başka vasfının da "Kâmillere mektuplar yazmak" olduğu anlaşılmalıdır. Bu takdirde dua bekleyip Evliyâullāh'a ve Rûhânîler'e selâm gönderen de Mattias'dır. Uslûb farkı dolayısıyla kitabın I. ve II. bölümlerinin Mattias'ın tuttuğu notlara karşılık diğer bölümlerinin Toma tarafından kaleme alınmış ve daha sonra bu iki müellifin Hz. İsâ'dan nakillerinin Toma ya da başka biri tarafından birleştirilip tâdil edilerek Mücâhid Toma'nın Kitabı'nın son şeklinin ortaya çıkmış olması da muhtemeldir.
Kitabın orijinal metni zamanın tahribâtına uğramış, okunması mümkün olmayan silik bâzı kısımlar ihtivâ etmektedir. Turner bu kısımları tercümesinde ya olduğu gibi boş bırakmış ya da kendi telâkkisine göre doldurmuştur. Hem Toma'ya Göre İncîl'in ortaya koymuş olduğu perspektifden ve hem de bu incîlde Hz. İsâ'nın davranış özelliklerinden faydalanarak, ve ayrıca metnin muhtevâsının siyâk ve sibâkını8 göz önünde tutarak bâzı boşlukların metnini ihyâ etmemiz ve Turner'inkileri ile Kuntzmann'ınkilerini de tâdil etmemiz mümkün oldu. Bu gibi ibâreleri tercümede {} şeklindeki kıvrık parantezlerin içinde gösterdik. {….} şeklindeki parantezler ise metindeki, uygun bir şekilde ihyâ etmemizin mümkün olmamış olduğu silik yerleri göstermektedir. Ayrıca tercümenin daha anlaşılır olabilmesi için bâzı yerlere de [] şeklindeki köşeli parantezler içinde bâzı açıklayıcı ifâdeler ekledik. Her iki cins parantezler içindeki bu iki ayrı türden eklemeleri de hep italik olarak gösterdik.
Ayrıca Turner ile Kuntzmann'ın tercümelerinde bâzı belirli yerlerde mânâya tesir eden önemli farklar olduğunu gördük. Meselâ: Turner'in; "What is your opinion?" yâni "Senin düşüncen nedir?" diye tercüme ettiğini Kuntzmann: "Ce qui t'es manifesté, tu les possèdes" yâni "Sana izhâr edilmiş olanı sen çok iyi bilirsin" diye tercüme etmektedir.
İşin ilginç yanı, Kuntzmann'ın ayrıca bu ibârenin M. Krause tarafından: "Sen sana ifşâ edilene sâhipsin", H.M. Schenke tarafından: "Sana zâhir olan nedir?", D. Kirchner tarafından: "Sana âşikâr görünen nedir?", ve J.E. Ménard tarafından da: "Sana ifşâ olunanı iyice hazmettin mi?" şeklinde tercüme edilmiş olduğunu belirtmesidir9. Bu tek bir misâlden de görülmekte olduğu gibi kitabın Kıptîce'den tercümeleri oldukça problematiktir. Bunun: 1) metnin ifâde tarzının yalın olmasından, 2) III. yüzyılda konuşulan Kıptîce'nin Sahidî Diyalektiği'ne ait vokabülerin semantik açısından muğlâk olmasından, ve 3) tercümanların da bu metni XX. yüzyıl insanına anlaşılabilir kılmak için kendi telâkkilerine göre yorum yapmak zorunda kalmış olmalarından ileri geldiği anlaşılmaktadır.
Gāyemiz Turner ile Kuntzmann'ın (ve diğerlerinin) içinde yetişmiş oldukları grek-yahudi-hıristiyan medeniyetinin kendilerine empoze ettiği paradigmalar çerçevesinde değil fakat Hz İsâ'nın Kur'ân'da tazîz edilmiş büyük bir peygamber olması hasebiyle, Toma'ya Göre İncîl'de de izlemiş olduğumuz gibi, İslâm medeniyetine has paradigmalar çerçevesinde ve bu medeniyete has terminoloji içinde bu kitabın ne anlatmak istediğinin ortaya konulması olmuştur. Hiç kuşkusuz, bu da ayrı bir yorumdur.
"Mücâhid Toma'nın Kitabı"nın Türkçe'ye Tercümesi
I. [Bunlar] Halâskâr'ın Yahûda Toma'ya söylediği ve, ben Mattias'ın, yürürken onların biribirleriyle konuşmalarını dinleyip kaydetmiş olduğum gizli sözleri[dir].
II.1. Halâskâr dedi ki: "Kardeşim Toma, mâdem ki bu âlemde imkânın var, dinle beni de derûnunda uzun uzun düşündüğün şeyleri sana açıklayayım.
Ve mâdem ki senin, benim [mânevî] ikizim ve sâdık ihvânım olduğunu10 söylüyorlar, o hâlde sen de nefsini bir incele de kim olduğunu, ne yollu var olduğunu, ve gelecekte ne olacağını öğren! Sana benim kardeşim denildiğinden ötürü de, senin nefsinden câhil olman yakışık almaz. Ne demek istediğimi anladığını biliyorum; çünkü daha önce de sen benim "Hakîkat’ın Bilgisi" olduğumu idrâk etmiştin. Bana refâkat ettiğin sürece, anlamasan bile sonunda [artık] bilmeye başladın; ve bundan böyle senin mahlâsın "Nefsini Ârif" olacak. Gerçekten de nefsini bilmeyen hiçbir şey bilmemiş olur; ama nefsini bilen her şey hakkında derinliğine bilgi sâhibi [yâni Râsih] olur. Dolayısıyla, kardeşim Toma; insanlara nelerin setredilmiş olduğunu, yâni [insanların] bunların karşısında nasıl câhilce tökezlendiklerini sen de [artık] pekālâ bilmektesin".
II.2. Bunun üzerine, Toma Efendi'sine dedi ki: "Ben de bunun için Mi'râc'ından önce sana sormuş olduğumu açıklamanı istirhâm ediyorum. [Gayb Âlemi'ne ait olan] bâtınî şeyleri senden duyduğum zaman onlar hakkında konuşmam mümkün oluyor. İnsanların önünde Hakîkat’ten söz etmenin ne kadar zor olduğunu [da] çok iyi bilmekteyim".
Halâskâr cevâben dedi ki: "Eğer [Şehâdet Âlemi'nde] sizlere izhâr edilenler sizlere hâlâ muğlâk ise, [Gayb Âlemi'nde olup da] sizlere izhâr olunmayanlardan nasıl haber alacaksınız ki? Eğer Hakîkat'ın [bu] Âlem'de görünmekte olan umûruna uygun davranmak sizler için zor ise, bu takdirde İlliyyîn'e11 ait olandan nasıl söz edecek ve bâtınî umûra uygun olarak nasıl davranacaksınız? Ve nasıl olur da sizlere cehd-ü gayret sâhibi denilebilir? Sizler bu bakımdan müptedîlersiniz; ve kemâlin bâlâsına12 [da] henüz mazhar olmuş değilsiniz".
II.3. Toma, buna cevap olarak, Halâskâr’a dedi ki: "Bâtınî olduğunu söylediğin [ve] bizlere gizli [olan] bu umûrdan söz etsene!"
Halâskâr dedi ki: "{Bütün} bedenler {...} [biliniz ki] nefs[ânî vasıfların] sebebidir... Bu tıpkı {....} [ağaçların gövdelerinden zuhur eden meyvalar kadar] âşikâr[dır]. {Buna karşılık} Âlî nesneler{in mâhiyeti ise} görünen nesneler{den farklıdır}, ama bunlar kökleri {i'tibâriyle kendilerini} izhâr ederler ve onları besleyen de meyveleridir. Fakat [bütün] bu zâhirî bedenler kendilerine benzeyen mahlûkātı yutarak hayatlarını sürdürürler. Bunun sonucu olarak da bedenler değişime uğramış olur. Şu hâlde, bu hayvânî bir vücûd olduğundan bu değişen [de] bozulup yok olacak; ve o andan i'tibâren de [bunun] yaşama ümidi olmayacaktır. Hayvanların bedenleri nasıl yok olup giderse bu tesviye olmuş bedenler de öyle yok olup gideceklerdir. Bunlar da hayvanlarinki gibi [bir tür] birleşmeden türemekte değiller midir? Eğer bu da cinsî ilişkiden türüyorsa nasıl olur da bu, hayvanlardan farklı bir şeye sebeb olur? İşte bundan ötürüdür ki sizler kâmil oluncayadek bebeklerden başka bir şey olamazsınız.
II.4. Ve Toma dedi ki: "Şu hâlde size derim ki, Efendim, Bâtın'a ait ve açıklaması zor olan umûr hakkında söz edenler tıpkı geceleyin bir hedefe oklarını atanlar gibidir. Hiç kuşkusuz bunlar oklarını, hedefe, herhangi bir kimsenin yapmış olacağı gibi fırlatmaktadırlar ama bu hedef görünür değildir ki. Sonunda, nûr etrafı aydınlatıp da karanlığı sırladığında herkesin umûru da ortaya çıkmış olacaktır. Ama bizlerin Nûr'u [olan] sen, ey [benim] Efendim, [bizleri sen] nûrlandırıyorsun!"
İsâ dedi ki: "[Bilin ki] nûr [ancak] Nûr’da var olur"13.
II.5. Toma dedi ki: "E{fendim}, insanlardan dolayı tecellî edip de parlayan bu nûr niçin bir görünüp bir kaybolur?"
Halâskâr dedi ki: "Ey azîz Toma! Bu görünen nûr hiç kuşkusuz, sizler burada kalasınız diye değil ama daha çok sizler buradan çıkasınız diye sizden dolayı parlamıştır. Buna karşılık her Seçilmiş, nefsini terkettiği zaman bu nûr da Aslî Cevher'ine ref olunur ve o kimse iyi bir kul olduğu için de Aslî Cevher onu [yâni bu nûru] kendine mezceder."14
Bundan sonra Halâskâr, [sözlerine] devamla, dedi ki: "Ey [bu] Nûr'a karşı duyulan, idrâk ve ihâtâ edilmesi mümkün olmayan aşk! Ey insanların bedenlerinde ve iliklerinde parlayan, onları gece ve g{ündüz} tutuşturan, insanın kollarını bacaklarını yakan, zihinlerini uyuşuk {kılan} ve [onlardaki] nefisleri alt-üst eden, erkeklerde de kadınlarda da {gece ve gündüz} gizli ve de âşikâr bir şekilde {bu Dünyâ hayatına düşkünlüğü} tahrîk eden ihtirâs ateşinin acılığı! Zîrâ erkekler {kadınlara} ve kadınlar da erkeklere {düşkündürler}. [Bundan ötürü] denilmiştir ki: "Kim ki Hakîkat’ı gerçek Hikmet’in nezdinde arar o, insanların nefsini kavuran şehvetten kaçmak üzere kendisine kanatlar takan kimse gibi olur". Ve o, nefsânî tecellîlerden kaçmak için [de] kendisini kanatlı kılar.
II.6. Ve Toma dedi ki: "Efendim, senin ifâdenle, senin bizlere [bir] lûtuf olduğunu anladığım andanberi benim sana sormakta olduğum da tamı tamına budur".
Halâskâr gene cevap vererek dedi ki: "Bu, kâmillere has bir öğreti olduğundan sizlerle bu konuyu konuşmak da bundan dolayı bize artık farz oldu. Eğer sizler de kâmil olmak istiyorsanız bunlara riâyet edeceksiniz; eğer bunlara riâyet etmezseniz isminiz "Câhil" olacaktır. Zîrâ akıllı bir kimsenin meczûbun tekiyle düşüp kalkması muhâldir; çünkü akıllı adam hikmet açısından da kâmildir. Hâlbuki, meczûb için hayr da şer de aynıdır15. Gerçekten de hikmet sâhibi kişi, gıdâsını Hakîkat'tan alır ve "tıpkı bir akarsuyun kıyısına dikilmiş bir ağaç gibi16" olur. Ve o, her ne kadar kanatları olsa bile [gene de] Hakîkat’ten uzak olan zevâhire tehâlükle koşan bâzı kimselerin olduğunu da teşhis eder. Çünkü bunları [yâni bu kabil zevâhir tutsaklarını] gütmekte olan yakıcı [hevâ ve heves] ateş[i] onlara bir hakîkat yanılsamasından başka bir şey sağlamadığı gibi onları teshir edip karanlık bir lezzete hapsederek kendine has bir zevkin [de] esîri kılar. Ve bu, bu kişileri tatmîn edilemeyen bir şehvetin esîri kılarak körleştirip nefislerini de cayır cayır yakan, onlar {iç}in kalplerine saplanmış ve aslā söküp atamadıkları bir kazık olur. Ve [bu şehvet] onları, tıpkı ağızlarına vurulmuş bir gem misâli, kendi keyfince güder durur.
Ve [bu yakıcı hevâ ve heves ateşi] onları kendi zincirleriyle prangalamış ve, sürekli bozulup değişen zevâhire karşı duydukları şehvetin [aşağılayıcı] köleliğinin acı tadıyla da bütün âzâlarını sımsıkı bağlamıştır. Onlar zâten oldum olası esfel-i sâfiliyn tarafından cezbedilmişler, [orada] ölümü tatmışlar ve de bu fânî âlemin bütün hayvanlarına benzemişlerdir17."
II.7. Toma cevâben dedi ki: "Çoğu kere ifâde edilmiş olduğu gibi, âşikârdır ki {pekçok kimsenin Hikmet’ten nasîbi yoktur; ve bundan dolayı da} bunların nefsi[n esrârını] tanıması mümkün değildir".
Ve {Halâskâr da} dedi ki: "{Ne mutlu o} bilge kişiye ki {Hikmet’in peşinden koşar da O'nu} bulduğunda, ebediyyen O’na dayanır ve kendisine huzursuzluk vermek istemiş olanlardan artık korkmaz!"
II.8. Toma cevâben dedi ki: "Efendim! Bizim [de yalnızca] kendimize ait olana18 dayanmamız bizim için yararlı olur mu?"
Halâskâr dedi ki: "Evet, yararlı olur. [Bu takdirde] insanlarda tecellî etmiş olan [şeyler de] ortadan kalkmış olacağından, sizler için hayrlıdır da. Zîrâ [nefislerine hâkim olamamış olanların] nefislerinin kabı da dağılıp gidecek ve [fakat] o [beden] yok olduğu zaman [gene de] mezâhirin [yâni görünen nesnelerin] arasında yer alacaktır. Ve daha sonra onların görecekleri ateş, daha önce sâhib oldukları [nefislerine] îtimada karşı duydukları sevgiden dolayı onlara acı verecektir. Onlar tekrar, mezâhir ile bir araya toplanacaklardır. Buna karşılık, ilk muhabbet19 olmaksızın görülmesi mümkün olmayan Bâtın'ı görenler [ise] hayat ve yakıcı ateş endîşesiyle fânî olacaklardır. Yalnızca az bir süre sonra, mezâhir yok olup gidecektir. Bundan sonra da şekilsiz gölgeler ortaya çıkacak, ve bunlar kabirlerde ızdırab içinde ve nefisleri de ifsâd hâlinde olan cesetlerin üzerinde duracaklardır.
II.9. Toma cevap vererek dedi ki: "Bütün bunların karşısında bizim ne dememiz gerekir? Gözü kör olan insanlara ne demeliyiz? Şu: 'Bizler hayr işlemeye geldik, şerre değil' deyip de: 'Eğer bu bedene bağlı olarak yaratılmış olmasaydık [günahı da] tanımayacaktık' [iddiasında bulunan] şu s{efil} fânîlere karşı hangi bir öğretiyi beyân etmeliyiz?"
Halâskâr dedi ki: "Gerçekten de bu gibi {kimseler} söz konusu olduğunda onları insanlar gibi değerlendirmeyin! Ama, onlara hay{vanlarmış gözüyle} bakın! Zîrâ tıpkı hayvanların biribirlerini parçalayıp yutmaları gibi bu kabil insanlar da biribirlerini parçalayıp yutmaktadırlar. Aksine onlar, yakıcı ihtirâsın lezzetini sevdiklerinden ve ölümün hizmetkârları olduklarından20 ve kezâ bozgunculuk ettiklerinden ötürü {Melekût'tan da} mahrûmdurlar. Bunlar atalarının nefsâniyetine uygun işler yapmaktadırlar. Bunlar Cehennem'e atılacaklar ve, kötü tabîatlarının acı kaderinin gereği olarak da, şiddetli azabla cezâlandırılacaklardır. Bundan dolayı, nereye olduğunu bilmeseler bile, [yapmış olduklarından] geri dönsünler diye kamçılanacaklar ve uzuvlarını sabır izhâr ederek değil, fakat üzüntü{yle kaybedeceklerdir}. [Bunlar] akılsızlık ve bozgunculuk {karşısında} düğün bayram edenlerdir . [Üstelik bunlar kendi akılsızlıklarının farkında bile olmaksızın] kendilerinin bilge oldukların[a inanarak] bu bozgunculuklarını sürdürenlerdir. {Bunlar} kendi nefislerini {ilâh edinenlerdir}. Düşünceleri [yalnızca] kendi işleri ile meşgūl olduğundan zihinleri [de hep] kendi nefislerine yönelik olanlardır. Ama onları yakan da işte bu ateştir."
II.10. Toma da cevâben dedi ki: "Efendim; onlar[ın yanın]a atılmış olan biri ne yapacaktır? Ben bunlara gerçekten de çok üzülüyorum. Zîrâ bunlara karşı cihâd açmış olan pekçok kişi var."
Halâskâr cevâben dedi ki: "Sana izhâr edilmiş olanı sen çok iyi bilirsin."
II.11. Toma diye de anılan Yahûda dedi ki: " Efendim bu konuda, senin beyân etmen, benim de dinlemem [daha] uygun olur."
Halâskâr cevap olarak: "Şimdi sana söyleyeceğimi dinle ve Hakîkat'a imân et! [Nifak] tohum[u] eken de ekilen de onların ateşinde, ateşte ve suda, telef olup gidecekler ve zulmetin kabirlerinde gizleneceklerdir. Uzun bir zaman sonra hayvanların ve insanların ağızları aracılığıyla cezâlandırılmış ve öldürülmüş iken, yağmurların ve rüzgârların ve havanın ve yukarıda parlayan nûr'un etkisiyle şer ağaçlarının meyvası olarak ortaya çıkacaklardır."
II.12. Toma cevâben dedi ki: "Efendim, bizi kesin olarak iknâ ettin. [Sözlerini] gönlümüzde lâyıkıyla idrâk ediyoruz ve âşikârdır ki {bu böyledir}; ve senin sözün [bizim için] yeterlidir. Ama bizlere ifâde etiğin bu sözler yanlış anlaşıldıklarından, âleme [hem] saçma ve [hem de] nefreti mûcib gelecektir. Bizim [ise] bu âlemde bir i'tibârımız [olmadığına] göre, biz bunları gidip de nasıl va'z u nasîhat konusu edebiliriz?"
Halâskâr cevâben dedi ki: "Gerçekten de sizlere derim ki: kim ki {benim21} sözü[mü] duyar da yüzünü çevirir ya da [bu sözü] küçümserse ya da bunlara yılışık yılışık sırıtırsa; gerçekten de derim ki Kādir sıfatıyla O her şeyin üzerinde hükümrân olan ve bütün güçlere hükmeden [Semâ'daki] Rabb'a teslim edilecek, ve O da onu evirip çevirerek [kendilerine] Cennet [g
Yayınlandığı Kaynak : 2005-03-01 |
Yayınlandığı Dergi : |
Sanal Dergi : |
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=103&Itemid=57 |
E-Dosya : |
Kitap Link : Link bağlantısına ulaşmak için tıklayınız. |