Hit (4136) M-1906

Monologdan Diyaloğa Çağdaş Hıristiyan Düşüncesinde Hıristiyan Müslüman Diyaloğu

Yazar Adı : İlim Dalı : Kitap Hakkında
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-02-06 Güncelleyen : /0000-00-00

Monologdan Diyaloğa Çağdaş Hıristiyan Düşüncesinde Hıristiyan- Müslüman Diyaloğu


Mahmut AYDIN

Monologdan Diyaloga

Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001, 303.


Dinlerarası diyalog, kavram olarak hıristiyan bir çevre ve kültüre ait bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Hıristiyanlar bu kavramı geçtiğimiz asrın ikinci yarısından itibaren dinlerarası ilişkilere uygulamaya girişmişlerdir. Şaşırtıcı bir biçimde ilk kez ökümenik (dolayısıyla protestan) çevrelerde ele alınan, farklı dinlere mensup insanların birbirleriyle ilişkilerinin mahiyetinin teolojik açıdan değerlendirilmesi fikri, diyalog gibi kelimeyle somut ve bizzat isim verilerek roma katolik kilisesinin inisiyatifiyle dinlerarası ilişkilere sokulmuş bir teolojik kavramdır. Bu kavram aynı zamanda II. Vatikan Konsili (Ekim 1962-Aralık 1965) sonrası öteki din mensuplarına yönelik katoliklerin genel ve resmi tavrı olarak karşımıza çıkmaktadır. Şu gayet açıktır ki günümüzde hıristiyanlar, öteki din mensupları içinde en fazla müslümanlarla yoğun ilişki içine girmektedirler. Bu durumun hem tarihi, hem teolojik hem de coğrafi açıdan izahlarının yapılması mümkündür.

19 Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihçilerinden Doç. Dr. Mahmut Aydın tarafından kaleme alınan eser, hıristiyan dünyanın müslümanlarla girdiği diyaloğ faaliyetlerinin başta tarihi arkaplanı olmak üzere teolojik, sosyolojik yönlerden paradigmalarını işlemektedir. Eser bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Eserin sonuna hıristiyan olmayanlara dair önemli bir katolik vesikası olan Nostra Aetate’nin çevirisi ilave edilmiştir.

Giriş bölümünde, Aydın, çağımızda dünyanın gittikçe “ küresel bir köye” dönüştüğünü bu ortamda farklı din mensuplarının birbirleriyle daha kolay ve sıkı ilişki içine girdiklerini özetlemektedir. O, bu duruma yol açan faktörleri, teknolojik imkanların bolluğu neticesinde insanlar arasındaki uzaklıkların ortadan kalkması; son iki yüzyıldan beri bilimsel araştırmaların başlaması neticesinde farklı din mensuplarına yönelik daha sağlıklı, doğru ve tarafsız bilgilerin elde edilmeye başlaması; XX. yüzyılın ilk yarısından itibaren entelektüel alanda görülen gelişmelerin bilhassa hıristiyan düşünürlerin dinî çoğulculuk hakkındaki olumlu tutumlarının tabii sonucu olarak oluşan yapıcı ortamın etkisi; II. Dünya Savaşı sonrası oluşan siyasi ortamın sonucunda Batı’ya giden müslüman göçmenlerin hıristiyanlar üzerinde bıraktığı etkiler olarak saymaktadır. (s.12-15).

Aydın, diyalog düşünürlerinden Leonard Swidler’den alıntı yaparak, hıristiyan düşüncesinde mutlak hakikat anlayışından diyaloğa giden kronolojik safhaları, hakikate dair ifadelerin tarih bağlamında incelenmesi anlamında tarihselcilik, tarihselleştirilen bilginin niyete göre yorumlanması anlamında niyetsellik, hakikat ifade eden bilginin, geliştiği kültür, sınıf, zaman vs. bağlamında değerlendirilmesi anlamında bilgi sosyolojisi; hakikati ifade eden bir vasıta olarak dilin sınırları; kutsal metinleri ve sonuçta hakikatle ilgili bilgileri yorumlanmış hakikat ve yorumlanmış bilgi olarak sunan hermenötik ve en nihayet hakikatin öğrenildiği ve sunulduğu uygun bir ortam olarak diyalog şeklinde listelemektedir.(s., 15-16) bu anlamda hakikatin mutlak bir anlamı yoktur zira hakikat izafidir ve etki altında kalan bir bilgi ağıyla ilintilidir. (s. 15). Yazar bu eseri ortaya koyarken güttüğü üç temel hedeften şöyle bahsetmektedir; 1970’li yıllardan itibaren diyaloğa giren müslümanların hıristiyan muhataplarının ne tür bir diyalog anlayışına sahip oldukları konusunda yeterli araştırma içine girmemeleri, ikincisi dinler arasında tesis edilecek barışa ve müslüman-hıristiyan diyaloğuna katkı sağlamak, son olarak da Avrupa Birliği’ girme arifesinde olan Türkiye’nin Batı hıristiyanlarının sahip olduğu diyalog anlayışından haberdar olması.( s. 19-21).

Kitabın Birinci Bölüm olarak ayrıldığı kısım 20. Yüzyıla kadar Hıristiyanların İslam’a ve Müslümanlara Bakışı başlığı altında değerlendirilmektedir. Bu bölümde ilk dönem hıristiyanların genel anlamda “ öteki” din mensuplarına bakışları tarihi bir bilgi olarak sunulmakta ve İslam’a kadar olan dönemde öteki din mensuplarına yönelik genel hıristiyan tavrının olumsuz oluşuna dikkat çekilmektedir. Yazara göre hıristiyan düşünürler kendi dinsel gelenekleri dışındaki tüm inançları reddetmektedirler. (s. 27-33). Yazar, bundan sonra İslam’ın tahrip edilmiş imajı başlığı altında müslümanlara yönelik ortaçağ hıristiyan algısından örnekler (mesela, Yahya ed-Dimeşki, Theodore Ebu Qurra Nesturi Katolikosu Timothy gibi ilk dönem “yerli” hıristiyan polemikçilerinin yanı sıra Bizanslı Nicitas gibi “dışarıdan” yazan polemikçiler) vererek bahsetmektedir.(s. 37-44).

Bundan sonra sonraki dönemlerde ortaya çıkan siyasi ve askeri bir problem olarak Haçlı seferlerine dikkat çekilmekte ve Haçlı seferlerinin, batılıların müslümanlara karşı gösterdiği somut bir hoşgörüsüzlük örneği olarak müslümanların zihninde hıristiyanlara karşı güvensizliklerin oluşmasına yol açmış olduğu ve bu yok edici acımasız tavır, günümüze kadar süren bir şüpheci tavrın zihinlere nakşolmasına sebebiyet verdiği belirtilmektedir.( s. 47).

Aydın’a göre bilhassa gerek Endülüs devletinin etkisi gerekse haçlı seferlerinin doğal bir sonucu olarak yakın ilişki kurulması neticesinde müslümanlarla ve onların eserleriyle tanışan Avrupa hıristiyanları, İslam hakkında daha yoğun bilgi akışı ihtiyacını duymaya başlamışlardır. Ortaçağ dünyasında müspet yönde müslümanlara yaklaşan ilim adamlarının sömürgecilik öncesi bu hakim hıristiyan tavrına, derin olmayan ama ilgi yoğunlaştırıcı etkilerinin olduğu kesindir. Yine de yazar İslam’a yönelik bu olumlu havayı dışlamacı tutumdan kapsayıcı tutuma giden ilk müspet sinyaller olarak değerlendirmektedir.(s. 48-60)

Sömürge döneminde misyonerlerin sömürgecilerle yakın ilişkiler içine girerek onlarla birlikte müslüman topraklara girdikleri bilinmektedir. William Montgomery Watt’ın hocası William Muir’den ve ünlü protestan polemikçi Pfander’den alıntılar yapan Aydın misyonerlerin bu gibi şahıslardan ilham alarak müslümanları ve İslam’ı karalama cihetine gittiklerini anlatmaktadır. Kitapta diyalog öncesi genel hıristiyan tavrını belirleyen son unsur olarak oryantalistlerin akademik faaliyetlerine yer vermektedir. (s. 64-69)

Kitabın İkinci Bölümü bizim için katolik diyalog anlayışını ele alması açısından önem kazanmaktadır. II. Vatikan Konsili öncesi katolik dünyasının hıristiyan olmayan öteki din mensuplarına yönelik genel tavrını anahatlarıyla verilerek başlanan bu bölümde tarih boyunca Roma Katolik Kilisesinin genel tavrının “ kilise dışında kurtuluş yoktur” (extra ecclesiam nulla salus) şeklinde değişmez dogmayla özetlendiği belirtilmektedir. Roma katolik kilisesinin bu seviyeye aşamalı olarak geldiği; bu öğretinin önceleri ilk dönem hıristiyan babaları tarafından hizipçi/ayrılıkçı hıristiyan mezhepleri için kullanıldığı III. Yüzyıldan itibaren Aziz Agustine’le birlikte kapsamın genişletilerek kilise üyesi olmayanları da içine alacak şekle dönüştürüldüğü ve son aşama da coğrafi keşiflerle birlikte kısmen öğreti hafifletilmeye başlanarak vaftiz olma arzusu vurgulanmaya ve teşvik edilmeye çalışıldığı anlatılmaktadır. Yazar, Katolik kilisesinin son asır içindeki tavrının kapsayıcı (inclusivist) bir kimliğe büründüğünü, bunda da Karl Rahner, L. Massignon gibi kilise teologların büyük etkisinin olduğunu belirtmektedir. (s. 75-96)

II. Vatikan Konsili’nin başta diyalog anayasası kabul edilen Nostra Aetate olmak üzere temel diyalog vesikalarını değerlendiren Aydın’a göre bu vesikalar yine de eksik ve yetersizdir zira; kilise, kapsayıcı bir tavırla hem öteki dinlerin bünyelerinde hakikat, inayet, doğru, iyi dini ve beşeri unsurların varlığını kabul etmekte hem de tarih içindeki dışlayıcı tavrını koruyarak İsa Mesih’in tek yol, tek hakikat ve tek hayat (via, vera, vita) oluşunu ilan etmektedir. Bu açık bir çelişki olarak görülebilir. Yine konsil dökümanları, öteki dinleri bir nevi İncil’e hazırlık (prepation evangelica) görmekte ve sonuçta katolik kilisesi, konsilin himayesinde, diğer dinlerdeki ahlaki, manevi, sosyal ve kültürel unsurların savunucusu olarak sunulmaktadır. Aydın’a göre yine de II. Vatikan Konsili müslüman-hıristiyan ilişkilerinde önemli bir katkı sağlayarak düşmanlıkların bir yana bırakılıp nesnel araştırmalar yapmayı ve dinî gelenekleri içinde bulunan engin unsurları geliştirmeye teşvik etmektedir.(s. 112-120).

Kitabın Üçüncü Bölümü II. Vatikan Konsili sonrası Roma katolik kilisesindeki gelişmelere ayrılmıştır. Konsilin en önemli somut atılımının şimdi Papalık Dinlerarası Diyalog Konsili olarak faaliyet gösteren önemli diyalog kurumunun Mayıs 1964 yılında kurulmasıdır. Aydın, o dönemde ismi Hıristiyan Olmayan Dinler Sekreterliği olan söz konusu kurumun bilhassa 1970’li yıllardan itibaren müslümanlarla diyalog faaliyetlerine girdiğini, mesela 1976’da Libya’da yapılan diyalog toplantının yanı sıra Müslüman- Hıristiyan Araştırma Grubu gibi birlikteliklerin somut olarak oluşturulmasında önayak olduğunu belirtmektedir. Papalığa ait diyalog konsilinin başkanlarının yaptığı faaliyetler anlatıldıktan sonra devrin önemli papaları VI. Paul ve II. John Paul’un diyaloğa dair resmi söylemleri incelenmiştir. Bu papalık vesikaları da temelde II. Vatikan Konsili vesikalarına dayandığı ve öteye geçmeden bazen geri bile kaldığı belirtilmektedir. Bilhassa II. John Paul’un sosyal konularda oldukça yumuşak bir üslup kullandığı ama teolojik konularda İsa Mesih’in mutlak kurtuluş kaynağı olduğunu vurguladığı ifade edilmektedir.(s. 121-156).

1980’lerin ortalarından itibaren Roma katolik kilisesinin diyalog ve misyon arasındaki ilişkiyi belirlemek için bir çaba içine girdiği bilinmektedir. Diyalog ve Misyon, Diyalog ve Davet gibi iki önemli diyalog vesikası yayımlayan kilise, bu konuda girdiği açmazdan kurtulmaya çalışmaktadır. Bu tür çalışmaların asıl amacı, hem diyaloğa genel misyon teolojisi içindeki yerini sabitlemek hem de bu misyon içinde öteki din mensuplarının teolojik durumunu berraklaştırmaktır. Özde bu vesikaların muhtevası, kilise mensuplarına, öteki din mensuplara İncil’i götürmek için diyaloğa girmeleri tavsiyesi üzerine kuruludur. Böylece Aydın da kabul etmektedir ki kilise misyoner kimliğini terk etmemiş ve bilakis diyaloğu misyonun entegral bir parçası ve bir tür bir vasıtası olarak görmüştür. Bu durum bir anlamda katolik diyalog anlayışının yumuşak karnı olup başta müslümanlar olmak üzere öteki din mensuplarında derin endişeler yaratmaktadır.( s. 157-172).

Kitabın Dördüncü Bölümü, çoğunluğu protestan olan ve bazı ortodoks kiliselerini de bünyesinde toplayan Dünya Kiliseler Birliği (WCC)’nin diyalog faaliyetlerine ayrılmıştır. Protestanlar, 1948 tarihinde bu kurumu kurmadan önce uzun yıllar ökümenik hareket konferansları altında birlikte hareket etmekteydiler. Bu konferanslardan dinlerarası ilişkiler açısından en önemlileri arasında, dinlerarası ilişkileri ilk kez bir teolojik problem olarak ortaya koyan 1910 Edinburgh konferansı, Karl Barth’ın dışlayıcı tavrının egemen olarak hissedildiği 1938 Tambaram konferansı ve diyaloğu protestan kiliselere resmen öneren ve toplanma gayesini diyaloğa yoğunlaştıran 1967 Kandy konferansı sayılabilir. Kandy konferansının sonuç bildirisinde diyalog “farklı dinsel geleneklerin taraftarlarının karşılıklı olarak kanaatlerinin farkında olmaları ve birbirlerine yaptıkları tebliğ yoluyla hakikat hakkında daha derin bir anlayışa varmak için sarf ettikleri olumlu bir çaba” olarak değerlendirilmektedir. Yine bu konferansta diyalog ve dini davet arasındaki ilişki de ele alınmıştır buna göre “diyalog ve İsa’nın tüm insanlığa ilan edilmesi özdeş değil ancak birbirleriyle alakalıdırlar. Her hangi bir yer ve zamanda diyalog sürecinde İncil’i tebliğ etme anlarına yer verilebilir. ..... ilan, diyalog yanında diğer şekillerle de olur. Ancak her ne yolla olursa olsun muhakkak diyalog duygusu dahilinde olmalıdır. Diğer taraftan diyalog ilan ihtiva edebilir. Zira o her zaman güzel haberlerini diğerleriyle paylaşmayı arzu eden kişilerin duygusu dahilinde yürütülmelidir”.(s. 177-194).

WCC’nin 1971 Addis Ababa toplantısı diyalog açısından dönüm noktası olarak sayılabilir. Aydın’a göre bu toplantı sonrasında protestan kiliselerde geri dönülemez bir ivmeyle diyalog faaliyetleri hızlanmıştır. Aıca bu toplantıda alınan tavsiye kararı neticesinde tıpkı papalık diyalog kurumu gibi birlik içinde diyaloğla ilgili bir birimin kurulması gündeme gelmiş ve nitekim Yaşayan İnançlar ve İdeolojilerle Diyalog Birimi adıyla bir diyalog kurumu tesis edilmiştir. Bu kurumun amaçları iki temele dayanıyordu; diğer dinler ve ideolojilerle diyalog toplantıları düzenlemek, diyaloğun teolojik temellerini ortaya çıkarmak. WCC’nin dinlerarası diyalogla doğrudan ilgisi olan sonraki önemli toplantıları arasında 1975 Nairobi Toplantısı, 1976 Chambesy Toplantısı, 1977 ChiangMai Toplantısı sayılabilir.

Esere göre tüm bu faaliyetlerden WCC’nin diyalog anlayışı şöyle özetlenebilir; Diyalog ancak farklı din ve kanaat ve kültürlere mensup insanların bir araya gelmesiyle mümkün olur. Diyalog farklı inanç sistemleriyle değil bu sistemlere inanan insanlar arasında meydana gelir. Diyalog tarafların sahip oldukları ortak insanî vasıflar ve değerler üzerine oturtulmalıdır. Diyalog sürecinde karşılıklı saygı ve anlayış mutlak surette gereklidir ve taraflar birbirlerinin samimiyetine güvenmeli asla bu konuda şüphe içinde olmamalıdırlar. Diyalog sürecinde tarafların kendi kanaatlerini kendi terimleriyle ifade edebilmesi sağlanmalı ve bu konuda eşit fırsat verilmelidir. Taraflar iyi bir birlikte yaşam ortamını birlikte tesis edebilmeli ve bu konuda ortak çalışma yapabilmelidirler. Taraflar birbirlerini can kulağıyla dinlemeli ve birbirlerinden öğrenmeye ve öğrendiklerine paralel olarak değişme ve gelişmeye açık olmalıdırlar.(s. 225-228).

Sonuçta Dünya Kiliseler Konseyi (WCC), her ne kadar katolikler gibi bir konsensüs halinde kabul edecekleri kesinlikte bir diyalog vesikasına sahip olmasa da diyaloğu hemen hemen katoliklerle aynı tarihler içinde teolojik sözlüklerine almayı başarmışlardır. Bu kurumun diyalog anlayışı- katoliklerin aksine- hayatın anlamı ve teolojik değeri üzerine değil genel olarak farklı dinlere mensup insanların farklılıklar içinde birlikte yaşayabildikleri evrensel bir dünya toplumunu tesis etmeye çalışmak üzerine yoğunlaşmıştır.(s. 212-245).

Eserin son bölümü olan değerlendirme kısmında Aydın, diyalog çabalarının hem müslümanlara hem de hıristiyanlara bir takım yeni fırsatlar sunduğunu söylemekte ve bunları şöyle sıralamaktadır; 1. Artık her iki taraf, geri dönülmez bir süreç içine girmiş olduklarının farkında olarak hareket etmelidirler. 2. Diyalog sadece basit bir iletişim aracı değil aynı zamanda karşı tarafı onun anladığı şekliyle anlama ve takdir etme yoludur. Mesela hıristiyanlar İslam’ı müslümanların anladığı şekliyle anlamaya çalışmalıdırlar. 3. Diyalog bununla da kalmamalı ve değişip gelişmeye ve öğrenmeye açık olan bir süreç olmalıdır. 4. Diyaloğun bir misyonerlik veya hıristiyanlaştırma vasıtası olarak kullanılmasına izin verilmemelidir.

Aydın’a göre diyalog süreci temel olarak şu prensiplerden oluşmalıdır. Karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde karşılıklı konuşma, karşılıklı dinleme, karşılıklı öğrenme, karşılıklı öğretme ve karşılıklı tebliğ. Aydın hıristiyanlar kadar teolojik paradigmalar üretememiş olan müslümanlara bir takım öneriler sunmaktadır. 1. Müslümanlar gerek ulusal gerekse uluslar arası çapta kendi diyalog kurumlarını bir an önce tesis etmelidirler. 2. Gerek tesis edilecek bu gibi kurumlarda gerekse İlahiyat Fakültelerinde konuyla ilgili araştırmalar yapabilecek bilim adamlarının yetiştirilmesi elzemdir. 3. Yine diyaloğa giren kurum ve kişilere yardımcı olacak olan diyaloğun mahiyetine dair resmi bir yönerge hazırlanmalıdır.(s. 248-265). Eser kısmen analitik olmayı başarmış olsa da zaman zaman tarihsel metodu da kullanmaktadır. Yine olayların silsileleri arasındaki bağı kurmakta zorlanmasına rağmen eser konusu itibarıyla örnek bir kitap olarak Türk okuyucusu için uzman bir bakış açısı sunmaktadır. Ancak yine de tüm Müslüman yazarlarda gözlemlenen iyi analiz etme ama paradigma üreteme kusuru bu çalışmada bariz olarak bulunmaktadır.

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.dinlertarihi.com/dosyalar/Kitap/alici.htm