Yazar Adı : | İlim Dalı : Kelam |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2012-03-11 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Ehl-i Kitab'ın Kur'ân'a Karşı Tutumları
Kur'ân, bütün insanları olduğu gibi Kitap Ehlini de Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'a inanmaya çağırır: "Ey Kitap Ehli! Biz, birtakım yüzleri dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları (cumartesiye saygı göstermeyen Yahudiler) gibi lânetlemeden önce, elinizdeki kitabı tasdik edici olarak indirdiğimiz (Kur'ân)'a imân edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" (Nisâ',4/47). Bu âyetten önceki âyette de Yahudilerin, inkârcılıkları sebebiyle Allah'ın onları lanetlediği bildiriliyor: "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler; dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak, İşittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası, râinâ derler. Eğer onlar, işittik, itâat ettik, dinle ve bizi gözet' deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek azı inanırlar" (Nisâ', 4/46).
Ehl-i Kitapla ilgili şu âyetler de dikkat çekicidir: "Ehl-i Kitapdan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Fakat onlar, sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varamazlar. Ey Ehl-i Kitap! (Tevrat ve İncil'de) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? Ey Ehl-i Kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Kitap Ehlinden bir grup, 'Mü'minlere indirilmiş olana (Kur'ân'a), sabahleyin (görünüşte) inanın, akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (dinlerinden) dönerler' dedi" (Âl-i İmrân, 3/69-72).
Bu âyetler, Kitap Ehlinden bir kısmının, kendileri sapık ve kâfir oldukları halde bununla yetinmeyip mü'minlerin de sapmasını, kâfir olmasını istediklerini ve mü'minleri imândan döndürmek için çalıştıklarını, Kur'ân'a ve Muhammed'e inanmadıklarını, hakkı bâtıla karıştırdıklarını bildiriyor.
"Ehl-i Kitapdan bir grup, okuduklarını kitapdan sanasınız diye Kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitapdan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, 'Bu, Allah katındandır' derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ederler" (Âl-i İmrân, 3/78). İbn Abbâs'ın bildirdiğine göre, bunlar, Yahudilerdir ki Tevrat'ta tahrifât yapmışlar, Hz. Muhammed'in Tevrat'taki zikredilen vasıflarını değiştirmişlerdir.
2. Ehl-i Kitap Cennete Girecek mi?
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşıldı ki Ehl-i Kitap, İslâm dinine göre, mü'min sayılmaz. Çünkü mü'min sayılmak için Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmanın yanında Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'a inanmak gerekmektedir. İmân esaslarından bazısını inkâr, tamamını inkâr sayılır. İslâm dinini insanlara getirip bildiren, Hz. Peygamber olduğu için imân, önce O'nun peygamberliğine inanmakla başlar. Peygamberi reddedince artık orada bir imândan, İslâm'dan ve cennetten bahsetmek imkânsızdır. Kur'ân'da pek çok âyet Allah'a ve Peygambere imân ve itâat edilmesini emretmekte, Allah'a ve Peygamberine itâat edenlerin cennetlere gireceği bildirilmektedir. Mesela Nisâ' sûresinde şöyle buyurulur: "Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azab vardır" (Nisâ 4/13-14).
Yüce Allah Ehl-i Kitab'a hitap ederek onları, Kur'ân'a imâna davet etmektedir.Kur'ân'ın tümünü veya bir kısmını inkâr edenlerin, kâfir oldukları ve ateşte azab edilecekleri bildirilir.
Kur'ân-ı Kerimin pek çok âyetinde, Allah'ın cenneti mü'minler için hazırladığı bildirilir. Yüce Allah, müşriklere cenneti haram kıldığını bildirir. Kur'ân, Ehl-i Kitab'ın, Kur'ân'ın, gerçekten Allah tarafından indirildiğini bildiklerini, fakat Allah'ın âyetlerini (Kur'âni) inkâr ederek kâfir olduklarını haber veriyor. Kur'ân, kâfirlerin cehenneme gireceklerini ve ateşte azab olunacaklarını bildiriyor.
Bu açıklamalardan sonra Bakara sûresi 62. âyetinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım: "Şüphesiz imân edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp da sâlih amel işleyenlerin Rabları katında ecirleri vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" (Bakara, 2/62. Benzeri bir âyet için bk. Mâide, 5/69). Bu âyetin tefsirinde Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları söylüyor: "İmân edenler, Hz. Muhammed'in dinine görünürde imân etmiş olanlar, yani İslâm dinini kabul ettiklerini söyledikleri için insanlar arasında Müslüman sayılanlar, Musa'nın dinine bağlanmış olan Yahudiler, İsa'nın dinine bağlı Hıristiyanlar ve bu üç dinin dışında kalan Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe kesin olarak inanan, aynı zamanda diğer imân esaslarına da inananlar ve bu imâna uygun sâlih amel işleyenlerin ecir ve mükâfatları Rableri katındadır. Bunlara korku yoktur ve bunlar mahzûn da olacak değillerdir.
İnsanlar, Hz. Âdem'in sulbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah, kendilerine, 'Artık ne zaman size Benden bir hidâyet gelir de, kim Benim hidâyetime uyarsa onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzûn olacaklardır' (Bakara, 2/ 38) diye herhangi bir zamanda gelen hidâyetine uymaları şartıyla bunu va'detmemiş miydi? İşte, Adem'in tevbesinin meyvesi olan o ilâhî va'd, sonsuza dek yürürlükte olan böyle genel bir kanundur. Bu âyet, o kanunun bir açılımıdır.
Dolayısıyla Yahudiler gibi horluk ve yoksulluğa düşenler ve İlâhî gazaba uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve âhiret gününe cidden imân ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidâyete uyar ve ona göre sâlih amel işlerse o gazabdan kurtulur ve Allah katında ecir ve mükâfâtını bulur. 'Onlar için ne bir korku vardır ve ne de mahzun olacaklardır' (Bakara, 2/38) sırrına kavuşur.
Fakat bu meyveye kavuşmak için görünüşte, yani yalnız insanlar arasında mü'min ve Müslüman olmak yeterli değildir. Hatta bir zaman için sâlih bir mü'min olarak yaşamış olmak da yeterli değildir. Onda sebat edip güzel bir sonla gitmek ve Allah'a, İmân ve amel ile kavuşmak da lazımdır.
Bu sûrenin baş tarafında, "İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır" (Bakara, 2/5) müjdesinin kimlere ayrılmış olduğu bilinmekteydi. Bunda meselâ "Ve (yine) onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere imân ederler" (Bakara, 2/4) şartı vardır. Aynı zamanda "Âhirete de kesin bir bilgi ile inanırlar" (Bakara, 2/4) buyrulmuş olduğu için âhirete imân, sağlam ve doğru bir bilgi, bütün peygamberler ile beraber Hz. Muhammed (sav)'e ve O'na indirilene imân edenlere mahsus olduğu tebliğ edilmişti. Dolayısıyla burada 'Allah'a ve âhiret gününe imân eder, sâlih amelde bulunursa' (Bakara, 2/62) cümlesiyle belirtilen hakikî imânın Hz, Muhammed (sav)'in gönderilişinden sonra, o şekilde tefsir edilmiş olduğunda şüphe yoktur. Zaten bu âyetin, bilhassa bu bakımdan İsrailoğullarına hitap mevkiinde bir özet olup, bütün bu açıklamaların İslâm dinine davet sadedinde ve "Yakınınızda olan (Tevrat)'ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'ân'a) imân edin, onu inkar edenlerin ilki siz olmayın" (Bakara, 2/41) yüce emrinin pekiştirilmesi için sevk edildiğinde de şüpheye yer yoktur.
Hz. Muhammed (sav)'in gönderilişinden önce Allah'a ve âhiret gününe imân eden ve sâlih amel işleyenler bile Tevrat ve İncil'in hükmünce geleceğin büyük peygamberine imân ile yükümlüydüler. Buna işaret olarak, 'Ahdime bağlı kalın' (Bakara, 2/40) buyrulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed (sav)'in gönderilişinden sonra O'nu inkâr edenler arasında, hakikî imân sahibi tasavvuruna imkân kalır mı? Allah'a ve cezâ gününe imânı bulunan ve bu imân ile orantılı olarak sâlih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmelerinin mümkün olduğu düşünülebilir mi?
Tarihin şehâdet sayfalarında Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden daha açık ve daha belirgin hangi peygamberlik vardır? Dolayısıyla gökteki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah'a karşı imânlarında ciddiyet ve ihlas tasavvur etmek, Hak düşüncesiyle asla bağdaştırılmayan bir çelişki oluşturur. Dikkate değer bir durumdur ki bu âyette imân; biri insanlara göre zâhirî, diğeri Allah katında hakikî olmak üzere iki defa zikredilmiş ve öncelikle 'imân edenler', Yahudilere, Hıristiyanlara ve Sâbiîlere karşılık tutulmuştur.
Demek ki bu üçü, Kur'ân'ın söz konusu ettiği imândan mutlak anlamda hariçtirler. Bununla beraber zâhirî imân sahipleri, bunlarla akran tutulmuş ve hepsinin hakikî selâmeti, tam bir imân ve sâlih bir amel şartına bağlanmıştır. Demek ki gerek zâhirî mü'min olan Müslümanlar ve gerek bunların dışında bulunan Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğerleri, Kur'ân'da istendiği şekilde Allah'a ve âhiret gününe (bütün imân esaslarına) iç ve dışlarıyla imân eder ve sâlih amel işlerler (dînî emirleri yapıp yasaklardan kaçınırlar) ve bunda sebat ederlerse o zaman "Onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzun olacaklardır" (Bakara, 2/38) sırrına kavuşacaklardır. Bunda da İslâm dininin, davet ve hidâyeti herkese yönelik olan genel bir din olduğu ortaya çıkar."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın bu açıklamasına ben şu kadarlık bir ilavede bulunacağım. Bu âyetin ve Mâide sûresinin 69. âyetinin anlamı -Allah bilir şöyledir: Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği İslâm diniyle karşılaşanlar, bundan önce ister münâfık, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Sabiî, ister ateist olsunlar önceki inançları ne olursa olsun, Hz. Muhammed'in bu hak dini (İslâm dini)'ne girerlerse ve bu dinin prensiplerine bağlı bir hayatı ömürlerinin sonuna kadar sürdürürlerse, cehenneme girip azab çekme ve üzülme endişesi taşımasınlar. Allah bunları cennetine koyar ve nimetler içinde yaşatır. Yoksa, bu âyetlere bakıp da imân esaslarından sadece "Allah'a ve âhirete inanıp da sâlih amel işleyenler cennete girecektir" diye anlamak İslâm'ı ve Kur'ân'ı iyi ve doğru bir şekilde anlamamaktır.
"İslâm, hoşgörü dinidir. Biz, Yahudi ve Hıristiyanlara cennet kapısını açık tutalım. Onların cennete girmesi ile bizim bir kaybımız olmaz. Cennet geniştir, orada herkese yer bulunur, varsın girsinler" gibi centilmence bir düşünce için şunu söyleyebiliriz: Bir insanın cennete girmesi veya girmemesi Allah'a ait bir hükümdür. Bize düşen sadece Allah'ın koyduğu hükmü açıklamaktır. Kanaatimce, Kur'ân âyetlerinden zikrettiğimizden başka türlü bir hüküm çıkarmamız mümkün değildir. Bize düşen sadece hükmün tesbitinden ibarettir. Kur'ân'a zıt olarak, Ehl-i Kitab'ın cennete gireceğine dair verilecek bir hüküm, onların hidâyetini engelleyeceği için yanlış olduğu kadar aynı zamanda sakıncalıdır. Kur'ân'da, "Allah katında hak din, İslâm'dır" (Al-i İmrân, 3/19), "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirete ziyan edenlerden olacaktır" (Âl-i İmrân, 3/85) Duyurulur. İslâm; kendisinden önceki bütün dinleri nesh etmiştir. Esasen her yeni din (şeriat), bir önceki dini nesh eder. Bu, herkesin bilebileceği basit bir kâidedir. Bunu bilmek için derin İslâmî bilgi şart değildir.
Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in nefsi kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene imân etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur."
II. EHL-İ KİTAPLA EVLENME VE KESTİKLERİNİ YEME
Bundan önceki açıklamalarımızdan anlaşıldı ki İslâm nazarında Ehl-i Kitap kâfirdir. Yine İslâm'a göre bir Müslüman erkek, kâfir bir kadınla evlenemez; Müslüman bir kadın da kâfir bir erkekle evlenemez. Eti yenen hayvanlar, dinin belirlediği ölçüler çerçevesinde ve Allah'ın adı anılarak kesilirse, bunların etlerinden yemek helal olur, yoksa helal olmaz. Bu açıdan bakılınca Ehl-i Kitapla evlenilmemesi ve kestiklerinin yenilmemesi gerekir. Ama İslâm, diğer din mensuplarına ve inançsızlara göre Ehl-i Kitab'a bir ayrıcalık tanımış, Kitâbî kadınlarla Müslüman erkeklerin evlenmesini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi helal ve mübah kabul etmiştir. Bu konuyu biraz sonra ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Şimdi müşriklerle evlenme yasağı üzerinde duralım:
A- MÜŞRİKLERLE EVLENME YASAĞI
Nisâ sûresinin 23. âyeti, mü'minlerin evlenmeleri sürekli olarak yasak olan akrabayı ve evlenmeleri caiz olanları bildirir. Bakara sûresinin 221. âyeti ise mü'minlerin müşriklerle evlenmesini yasaklar: "(Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan (müşrik) kadınlarla, onlar imân edinceye kadar evlenmeyin. İmân eden bir câriye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar imân edinceye kadar, (mü'min kadınları) nikâhlamayın. Mü'min bir köle, müşrikten, -o, sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise, kendi iradesiyle, cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Ta ki iyice düşünüp ibret alsınlar" (Bakara, 2/221). Bu âyet, mü'min kadınların müşrik erkeklerle, mü'min erkeklerin de müşrik kadınlarla evlenmelerini yasaklıyor. Ama onlar imân edip mü'min olurlarsa evlenme engeli elbette ortadan kalkar.
Müşrik; "Allah'a eş koşan; zat, sıfat ve fiillerinde Allah'ın ortağı, benzeri olduğuna inanan kimseye" denir. Şirk, tevhidin zıddı olup, "ortaklık" demektir. Birden fazla yaratıcı tanımak şirk olduğu gibi; Allah'ın eşi, oğlu, kızı vb. olduğunu söylemek ve böylece inanmak da şirktir.
Küfür; "Allah'ı inkar etmek, Hz. Muhammed'i yalanlamaktır." Küfür, imânın zıddıdır. İmân, Allah'ı ve haber verdiği şeylerde Hz. Muhammed'in doğruluğunu kabul etmektir. Küfür de, bunları yalanlamaktır.
Allah'a inanmamak küfür olduğu gibi, bazen küfre alâmet olan şeylere de küfür denir. Yıldızlara, putlara, ateşe ibâdet etmek, peygamber öldürmek; haramı helal, helali haram saymak da küfür alâmeti kabul edilmiş ve bunları yapanlar kâfir sayılmıştır.
Şirk ve küfür, birbirine yakın iki kavramdır. Küfür, daha genel; şirk, daha özeldir. İnanç esaslarından birini veya birkaçını inkâr, küfürdür; birden fazla ilâha inanmak ise, şirktir. Her şirk, aynı zamanda küfürdür.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, müşrikle ilgili şunları söylemektedir: "Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir biri zâhirî, diğeri hakikîdir. Zâhirî anlamda müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birçok ilâhın varlığına inanandır. Bu anlama göre, Ehl-i Kitaba müşrik denmez. Hakikî müşrik de, hakikaten tevhidi ve İslâm dinini inkâr eden yani mü'min olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da müşriktir. Zira bunlar, görünüşte tevhid iddialarına rağmen hakikatte Allah'a çocuk isnad ederler. Hıristiyanlar, "teslis" (üçleme) düşüncesine sahiptirler ve "Mesih, Allah'ın oğludur" derler. Yahudiler de, "Üzeyr, Allah'ın oğludur" derler. Böyle demekle beraber tevhid iddiasında da bulunurlar. Dolayısıyla her ikisi de görünüşte müşrik değilselerde, hakikatte müşriktirler."
"Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin" (Bakara, 2/221) âyetinin benzeri, "Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, 60/10) âyetidir. Bu âyetler, Müslümanların kâfirlerle ve müşriklerle evlenemeyeceklerine ve onların kestiklerinin helal olmadığına açıkça delâlet etmektedir. Âyette "müşrikler" zikredilmişse de İslâm fıkıhçıları "müşrik" teriminin bütün kâfirleri, puta tapanları, ateşe tapanları, dinsizleri, zındıkları, mürtedleri; güneşe, aya, yıldızlara tapanları, materyalistleri vb. kapsadığını söylemişlerdir.
Genellikle erkekler, kadınlara hâkim durumdadırlar. Koca, hangi dindense, çoğunlukla karısını da kendi dinine çağırır. Kadınlar genellikle erkeklere uyarlar, onlardan etkilenirler. Onları dinlerinde de taklid ederler. Böylece, mü'min kadının, küfre düşmesinden korkulur. Âyette; "Onlar (müşrikler), ateşe çağırırlar" (Bakara, 2/221) buyrulur. Müşrikler, küfre çağırırlar. Küfür, ateşi gerektirdiğinden, küfre davet, ateşe davet demektir. Müslüman kadının kâfirle evlenmesi, bu sebepten haramdır. Karı-koca arasındaki inanç farklılığı, endişeye, ızdıraba, karşılıklı nefrete sebep olup evliliği sarsacağından, bu evlilik haram kılınmıştır. İnançsızlık, kadının hıyanetini artırır, fesada yol açar. Emânet, doğruluk, hayır vb. ulvî düşünceler zihinden kalkar. Hurafe ve vehimlere inanan, heva ve arzularının kölesi olur.
Müşrikler, gerçek bir dine intisabdan uzak olup tamamen bâtıl bir dine mensupturlar. Hakikî dinlere düşmandırlar. Bunlarla hakikî bir din mensubu arasında uyuşma, anlaşma pek beklenemez. Müşrik anne, çocuğunu kendisi gibi yetiştireceğinden dolayı İslâm'da müşriklerle evlenmek yasaktır.
B- İSLÂM'IN EHL-İ KİTABA MÜSAMAHASI
Mâide sûresinin 5. âyeti, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman erkeklerin evlenmelerini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi mübah kılar. Mâide sûresi, Medine'de en son inen sûrelerdendir. Bu sırada Mekke fetholunmuş, müşrikler (puta tapanlar) bertaraf edilmiş, artık semavî kitap sahipleriyle iyi ilişkiler kurma zamanı gelmişti.
Kitâbîlerle evlenmenin mübah kılınması; onların -İslâm'a göre doğru olmasa da- imân esaslarına inanmalarından ve Müslüman olmalarının umulmasındandır. Kitâbîler, müşriklere nisbetle hakîkî bir dini kabule daha müsaittirler. Kadın çabuk etkilenen bir varlık olduğu için Müslüman kocasından etkilenerek Müslüman olması umulur. Bundan dolayı Müslüman kadının Kitâbî erkekle evlenmesine izin verilmez. Müslüman kadın varken Kitâbî kadınlarla evlenmek mekruh görülmüştür. Çünkü Müslüman erkek Kitâbî kadını şarap içmekten, domuz eti yemekten, kiliseye gitmekten menedemez.
İslâm'ın Kitâbî kadınlarla evlenmeye izin vermesi, kerâhetle caizdir. Bu ruhsat, Ehl-i Kitapla iyi ilişkiler kurulması ve onların İslâma ısındırılması hedefine yöneliktir. "De ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz: Allah'dan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, 'Bizim Müslüman olduğumuza şâhitler olun' deyiniz" (âl-i İmrân, 3/64) âyeti, İslâm'ın Ehl-i Kitapla diyalog kurma isteğine delâlet etmektedir. Haktan taviz vermemek şartıyla diyalog her zaman iyidir.
Müslüman erkeğin evlenecek Müslüman bir kadın bulamaması ve zinaya düşme tehlikesi olursa Kitâbî kadınlarla evlenme hususunda herhangi bir sakınca yoktur. Bu gün öğrenim, ticaret, görev vb. çok çeşitli sebeplerle Avrupa'ya, Amerika'ya ve diğer ülkelere giden çok sayıda Müslümanın zinaya düşme tehlikesine karşı bu, İslâm'ın bahşettiği güzel bir ruhsattır. Bu evlenmeler vesilesiyle nice Kitâbîler İslâm'ı tanıma fırsatı buluyorlar ve bunlardan büyük bir kısmı Müslüman oluyorlar.
C- EHL-İ KİTAB'IN KADINLARIYLA EVLENME
Bazı İslâm âlimleri, "İmân etmedikçe müşriklerle evlenmeyin" (Bakara, 2/221) ifadesinin, bir Müslümanın hiçbir gayr-i müslimle evlenemeyeceğine delâlet ettiğini söyleyerek Ehl-i Kitab'ı da bu gruba dahil etmişlerdir. İbn Ömer, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Zeydiyye imamlarından Hâdî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman bir erkeğin evlenmesinin haram olduğu görüşündedirler.
Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğu ise, Müslüman bir erkeğin Ehl-i Kitap'dan bir kadınla evlenebileceği görüşündedirler.
İslâm âlimlerinin çoğunluğunun Ehl-i Kitap kadınlarıyla evlenmeyi ve Ehl-i Kitab'ın kestiklerini yemeyi caiz görmeleri şu âyete dayanır: "Bu gün size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) yiyeceği (boğazladıkları) sizin için helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere, mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir. Kim imânı tanımayıp kâfir olursa, onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette ziyana uğrayanlardandır" (Mâide, 5/5) âyeti, İbn Abbas'a göre, "Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir" (Mâide, 5/5) âyeti, "İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin" (Bakara, 2/221) âyetini neshetmiştir. Ancak bazı âlimler bu âyetin neshini kabul etmezler. Bunlara göre Mâide sûresi 5. âyeti, Bakara sûresi 221. âyetini tahsis etmiştir. Yani müşriklerle evlenme ve kestiklerini yeme yasağı süreklidir. Ama yüce Allah Ehl-i Kitab'ı kadınlarıyla evlenme ve kestiklerini yeme hususunda istisnâ etmiştir. Saîd b. Cübeyr ve Katâde, "Müşrikleri nikahlamayın" (Bakara, 2/221) âyetinin umumî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi mübah kılan âyetin (Mâide. 5/5) hususî olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler de âyetteki "müşrik" lafzının Ehl-i Kitab'ı içermediğini söylemiştir.
Bazı âlimler, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi, onların imân etmeleri şartına bağlamıştır. Hz. Ömer de, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi yasaklamıştı. Ancak Hz. Ömer'in bu yasaklaması, onlarla evlenmenin haram olduğuna inandığı için değildir. Nitekim Hz. Ömer, Ashâb'dan Kitâbî kadınlarla evli olanlara, hanımlarını boşamalarını emretti, onlar da boşadılar. Fakat, bir Yahudi kadınla evli olan Huzeyfe, buna itiraz etti. Hz. Ömer'e, "Haram olduğuna mı inanıyorsun?" dedi. Hz. Ömer, "Hayır, fakat endişeleniyorum" diye karşılık verdi.
Ashâb-ı Kirâm içerisinde, Huzeyfe'den başka Hz. Osman da Nâile binti el-Ferâfise adlı Hıristiyan bir kadınla evliydi. Sonra bu kadın Müslüman oldu.
Ömer, Osman, Talha, Huzeyfe, Selmân, Câbir, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin caiz olduğu görüşündedirler.
Sünnî Mezheplerin Görüşleri
Sünnî mezheplerin bu husustaki görüşlerini açıklamaya geçmeden önce, bunların Ehl-i Kitap tabiriyle neyi anladıklarını kısaca hatırlatalım. Çoğunluğa göre, Ehl-i Kitap terimi ile Yahudi ve Hıristiyanlar kasdedilir. Hz. İbrahim'in ve Şit'in sahifelerine inananların Ehl-i Kitap'dan sayılıp sayılamayacakları ihtilaflıdır. Hanefiler, bunları Ehl-i Kitap'dan saymışlardır. Hanefilere göre, semavî bir dine inanan herkes. Ehl-i Kitap'dan sayılır. Nikahları helaldir, kestikleri yenir. Bazı Hanefî âlimler, Uzeyr'i ve İsa'yı tanrı sayanların nikahlarını ve kestiklerinin yenilmesini caiz görmez, bazı Hanefî âlimleri caiz görür.
Hanbelî ve Şâfiîler ise Hz. İbrahim'in ve Şit'in sahifeleriyle Hz. Davud'un Zebur'unda ahkâm bulunmadığını, bunların öğüt ve mesel kitapları olduğunu ileri sürerek bunlara inananları Ehl-i Kitap saymazlar. Dolayısıyla onlarla evlenmeyi ve kestiklerini yemeyi haram görürler.
a) Hanefîlere göre; Kitâbî olan kadının dâr-ı harbde (küfür memleketinde) bulunması durumunda bununla evlenmek, tahrîmen mekruh veya haramdır. Çünkü böyle bir nikah fitne kapısını açar. Birçok fesâda sebep olabilir. Kitâbî kadın, çocuklarını ifsad edebilir, kocasına itaat etmeyebilir, onu zor duruma sokabilir. Ama Kitâbî kadın zimmî olursa, İslâm kaidelerine boyun eğmesi umulduğundan onunla evlenmek tenzihen mekruhtur.
b) Mâlikîlere göre; ister harbî, ister zimmî olsun Kitâbî kadınlarla evlenmek mekruhtur. Ama dâr-ı harpte kerâhet daha şiddetlidir. Kitâbî kadına kiliseye gitmesi, şarap içmesi, domuz eti yemesi haram kılınamaz. Kadın da çocuklarını bunlarla gıdalandırır, istediği gibi yetiştirir. Bu bakımdan mekruhtur.
c) Şâfiîlere göre; dâr-ı İslâm'da Kitâbî kadınla evlenmek caiz, ama mekruhtur. Dâr-ı harpte bu kerâhet daha şiddetlidir. Ama bir Müslüman, Kitâbî kadının Müslüman olmasını umarsa, evlenebilecek sâliha Müslüman bir kadın bulamazsa, Kitâbî kadınla evlenmediği takdirde zinadan korkarsa, Kitâbî ile evlenme keraheti kalkar; bu, sünnet olur.
d) Hanbelîlere göre; Kitâbî kadının nikahı kerâhetsiz caizdir. Ama evlâ olan Kitâbî ile evlenmemektir.
Hz. Ali de harbî olan Kitâbî kadınla evlenmeyi kerih görürdü.
İslâm âlimleri, mü'min bir kadının, Kitâbî bir erkekle evlenemeyeceğinde ittifak etmişlerdir.
D- MECÛSÎ, SÂBİÎ VE SÂMİRÎLERLE EVLENME
1) Mecûsîlerle Evlenilebilir mi?
Mecûsîler, ateşe tapanlardır. Bunların kadınlarıyla evlenme; Ebû Hanife, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre caiz değildir, haramdır. Ahmed b. Hanbel ve diğer âlimler, Mecûsilerin kitabı olmadığından nikahlarını ye kestiklerini yemeyi caiz görmezler. İbn Hazm ve Ebû Sevr, Mecûsîleri Ehl-i Kitap'dan saymış, nikahlarının ve kestiklerinin helal olduğunu söylemiştir.
Mecûsîlerin kadınlarıyla evlenmeyi ve kestiklerini yemeyi caiz görmeyenler Hz. Peygamberden, 'Kadınlarıyla evlenmeksizin ve kestiklerini yemeksizin Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapın" tarzındaki bir rivayete dayanırlar. Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapılması; onlardan cizye kabul edilmesidir.
2) Sâbiî ve Sâmirîlerle Evlenilebilir mi?
Sâbiîler ve Sâmirîlerle evlenme konusunda ihtilaf edilmiştir. Bu ihtilaf, bunların kimler olduğu hakkındaki ihtilaftan kaynaklanmaktadır. Bazıları, Sâbiîlerin Hıristiyanlardan bir topluluk, Sâmirîlerin de Yahudilerden bir topluluk olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre Sâbiîler, ilâhî bir kitaba ve peygambere inanır, Zebur okurlar, yıldızlara tapmazlar. Sadece yıldızlara tazim ederler. Bu bakımdan Ebû Hanife'ye ve Hanbelîlere göre bunlar, Ehl-i Kitap'dan olup nikahları ve kestikleri helaldir.
Ebû Hanife'nin talebeleri Ebû Yusuf ve Muhammed, Sâbiîlerin yıldızlara tapan bir topluluk olduğunu söyleyerek nikahlarını ve kestiklerini yemeyi caiz görmez. Bu konudaki kâide şudur; Eğer Sâbiî, bir peygambere ve ilâhî kitaba inanıyorsa, Ehl-i Kitap'dan sayılır; nikahı ve kestiği helal olur. Eğer yıldızlara tapıyorsa, helal olmaz.
E- KİTABÎLERİN KESTİKLERİNİN YENİLMESİ
Yüce Allah, "Allah'dan başkası adına boğazlanan... size haram kılındı." (Mâide, 5/3), ''Üzerine, Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan (onların etlerinden) yemeyin" (En'âm, 6/121) buyurarak Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemeyi yasakladı. Bu âyetler hükmünce, kâfirin, müşrikin, puta tapanın, mürtedin, dinsizin vb. kestiği yenilmez. Ama Müslümanın ve Ehl-i Kitab'ın, Allah'ın adını anarak kestikleri, helaldir.
Mâide sûresinin 5. âyeti; Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin helal olduğunu bildirdiği gibi aynı zamanda Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin helal olduğunu da bildirir: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir" (Mâide, 5/5). Bu âyetteki "taam = yiyecek"i, İslâm âlimleri "kestikleri" diye tefsir etmişlerdir. Hz. Ali, İbn Abbas, Ebû Ümâme, Mücâhid, Saîd b. Cübeyr, İkrime, Atâ, Hasan, Mekhûl, İbrahim Nehâî, Süddî, Mukâtil b. Hayyân.. bu görüştedir. Bu hususta âlimlerin ittifakı vardır. Bütün İslâm mezhepleri bunu mübah görmüştür. Âyetteki "taam = yiyecek'in "kestikleri" diye tefsir olunması, yiyeceklerin dinle ilgisi olmadığındandır. Bütün yiyecekler, kime ait olursa olsun, bunları kim yaparsa veya yetiştirirse yetiştirsin, helaldir. Ekmek, zeytinyağı gibi el emeği ile hazırlananlarda aynı şekilde helaldir.
Sünnî Mezheplerin Görüşleri
Eti yenen hayvanı, Müslüman ve Kitâbî keserken Allah'ın adını anarsa, kestiği yenir. Keserken Allah'ın adını anmayı unutursa yine mübahtır, yenir. Keserken Allah'ın adı kasden anılmazsa, yenilmez. Allah'tan başkası adına kesilenler de yenilmez. Bu konuda mezheplerin görüşleri şöyledir:
a) Hanefîlere göre; Kitâbî, Allah'ın adıyla keserse, helaldir. Allah'dan başkası adına keserse, helal değildir. Haç'ın, Mesih'in, Uzeyr'in adını anarak kesse, haram olur. Müslüman, Kitâbînin nasıl kestiğini bilmezse, onun, Allah'ın adını anarak kestiğini farzederek, yer. Evlâ olan, zaruret olmadıkça, yememektir. Kiliseleri için kestiklerini yemek, mekruhtur.
b) Şâfiîlere göre; Allah'ın adını ansınlar ya da anmasınlar Ehl-i Kitab'ın kestiği yenir. Ama Haç'ın Mesih'in, Uzeyr'in adını anarak kestikleri ve kiliseleri için kestikleri haramdır, yenmez.
c) Hanbelîlere göre; Kitâbî, Allah'ın adını anarak keserse, helaldir. Kasden Allah'ın adını terk ederse veya Mesih gibi Allah'dan başkasının adına keserse, yenmez. Allah'ın adını anıp anmadığı bilinmezse, -andığı kabul edilerek- yenir. Bayram veya kilise için kestiğini, Allah'ın adını anarak keserse, yenir.
d) Mâlikîlere göre; Kitâbînin kestiği yenir, helaldir, ama mekruhtur. Kitâbî, Haç'ın, putun, İsa'nın adını anarak kesse, haram olur. Allah'ın adını anmadan kesse, caiz olur. Yahudiler kendi dinlerince haram olan hayvanları (deve, kaz, ördek, zürafa vb.) kestikleri takdirde, bunları yemek Müslümanlara da haram olur.
Hz. Âişe diyor ki: Bir topluluk Rasûlullaha gelerek şöyle der: "Yâ Rasûlallah! Bize bir topluluk et getiriyor, ama biz onların bu hayvanları keserken Allah'ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz." Rasûlullah buyurdu ki: "Besmele çekin ve yiyin".
Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin helal olması, kendi şeriatlarında kendileri için helal olduğuna inandıkları ve bizim şeriatımızda da helal olan hayvanlar içindir. Yahudilerce deve eti yemek haram olduğundan Yahudi deve kesse, bu, yenmez. Bizim dinimizde haram olduğundan Hıristiyanın kestiği domuz da yenmez. Yahudinin, Uzeyr adına; Hıristiyanın da İsa adına kestiği de yenmez. Ehl-i Kitab'ın kestikleri, Müslümanların kesim şartlarına uygun olduğu takdirde helal olur. Ancak Mâlikîler, bu şekilde kesilenlerin, haram değil, mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Kurtubî, Ehl-i Kitab'ın, Uzeyr ve İsa adına kestiklerinin de caiz olduğunu, çünkü bunların adlarını ibadet tankıyla anmadıklarını, onlara hürmeten andıklarını söylüyor. Kamil Miras da bu konuda şunları söylüyor: "Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah adından başka bir isme boğazlamayı haram itikad ederler. Zebihalarına muhakkak Allah'ın adını anarlar. Her ne kadar Allah hakkında, Allah'ın münezzeh olduğu bazı şeylere itikad ederlerse de". Beyhakî de Halîmî'den naklen şu açıklamayı kaydetmiştir: "Ehl-i Kitap, hayvanlarını, Allah adına keserler. Dinlerinde ibâdeti esasen Allah'a yaparlar. Başka bir şey için yapmazlar. Asıl itibariyle kasıtları bu olunca, kestikleri, helal olur." Kitâbî, harbî olsun zimmî olsun, kestiği yenir. Bu hususta kadın, erkek, çocuk, hür, köle, deli, sarhoş.. fark etmez, yani hepsinin kestikleri yenir.
Özetleyecek olursak; Kitâbî, eti yenen bir hayvanı, Allah'ın adını anarak keserse, bunu yemek helaldir. Keserken Allah'ın adını anma alışkanlığı olduğu takdirde, unutması halinde, kestiği yine yenir. Ama Allah'dan başkasının adını anarak keserse veya Allah'dan başkası adına keserse bunu yemek helal olmaz.
F- MECÛSÎ, SÂBİÎ VE SÂMİRÎLERİN KESTİKLERİ
1) Mecûsînin Kestiği Yenir mi?
İbn Hazm, Mecûsîyi Kitâbî kabul ettiği için "kestiği yenir" diyor. ibn-i Hazm'ın dışındaki İslâm âlimleri Mecûsîyi, Kitâbî kabul etmediklerinden, kestiğinin yenmediği görüşündedirler.
2) Sâbiî ve Sâmirînin Kestiği Yenir mi?
Sâmirî, Hz. Musa'nın kitabı (Tevrat) ile amel ettiğinden Yahudilere tâbidir ve kestiği yenir.
Sâbiîyi Ebû Hanife, Ehl-i Kitap'dan sayar. Çünkü Ebû Hanife'ye göre Sâbiî, bir peygambere ve semavî bir kitaba inanır. Onun için kestiği yenir. Mâlikîlere, Şâfiîlere ve Hanefîlerden Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, Sâbiî; yıldızlara tapanlardır, dolayısıyla kestikleri yenmez. Bu hususta kâide şudur: Akideleri Ehl-i Kitab'a uyan Sâbiîler, Kitâbî sayılır, uymayanlar sayılmaz.
Müslüman birisinin kestiği varken Kitâbînin kestiğini yemek, mekruhtur. İslâm'ın, Ehl-i Kitab'ın kestiğini mübah kılması, özellikle zamanımızda çeşitli vesilelerle Ehl-i Kitap ülkelerinde bulunan Müslümanlar için büyük bir kolaylıktır.
Kâfirlerin kaplarını kullanmada bir sakınca yoktur. Onların kaplarından yemek yenir, su içilir. Ancak yıkanması uygun görülmüştür. Bu konuda Hz. Peygamber, "Ehl-i Kitab'ın kaplarından başka bulabilirseniz, onlarınkinden yemeyin. Bula