Hit (2917) M-1811

İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebu Hanifenin Usul Anlayışında Sünnet

Yazar Adı : İlim Dalı : Söyleşi
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Kitap Eleştirisi
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-12-17 Güncelleyen : /0000-00-00

İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebu Hanîfe'nin Usûl Anlayışında Sünnet

Metin Yiğit’le İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebu Hanîfe'nin Usûl Anlayışında Sünnet adlı kitabını konuştuk.

Metin Yiğit 1971'de Diyarbakır'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bingöl'de tamamladı. Bingöl, Palu, Elazığ, Muş ve Konya gibi Doğu ve Orta Anadolu şehirlerinde çeşitli hocalardan özel dersler aldı. 1997 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. Kısa bir süre öğretmenlikten sonra 1998'de Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2000 yılında "Lafzî ve Gâî Yorum" adlı çalışmayla yüksek lisans tezini bitirdi. 2007 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku dalında doktorasını tamamladı. Halen Dicle Üniversitesindeki görevine devam etmektedir. Metin Yiğit'le İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebu Hanîfe'nin Usûl Anlayışında Sünnet adlı kitabını konuştuk.

-Ebû Hanîfe'nin Sünnet anlayışı, geçmişten bu yana güncelliğini koruyan bir konudur. Öncelikle Ebu Hanîfe'nin Usûl Anlayışında Sünnet adıyla yayımlanan çalışmanızın oluşum sürecinden söz edelim. Niçin bu konuyu ele alma gereği duydunuz?

Endülüs alimlerinden İbn Abdilberr'in bir ifadesi var: "İnsanların büyüklüğünün bir ölçüsü onlar hakkındaki çelişik değerlendirmelerdir." Ebu Hanife de böyle bir şahsiyettir. Hakkında çok farklı hatta birbirine zıt değerlendirmeler bulunmaktadır. Ben daha ziyade usûl çalıştığım için eskiden beri Hanefi usulcülerin Sünnete ilişkin değerlendirmeleri dikkatimi çekiyordu. Öte yandan Sünnet/hadis alanına dair tüm çevreler ileri sürdükleri tezi Ebu Hanife'ye dayandırmakta idiler. Hadis karşıtları da Ebu Hanife'yi referans veriyorlardı, hadis savunucuları da. Bu algıların hepsi doğru olamazdı. Bir gün arkadaşlardan birinin usul-i fıkıh kitaplarındaki açıklamalardan hareketle Ebu Hanife'nin hadis hakkındaki görüşlerini çok sivri bulduğunu belirtmesi üzerine bu konunun birçok zihinde ukde oluşturduğunu düşündüm ve bu konuyu inceleme gereğini duydum.

Hanefi usulcülerin yaklaşımları Ebu Hanife'nin görüşlerini mi yansıtıyordu yoksa daha sonraları belli şartlarda oluşturulmuş özel bir usul muydu? Bunu en evvel kendi zihnimde çözmek sonra da ilim talipleriyle paylaşmak istedim.

-Hanefî usûlü ve Sünnete ilişkin literatürün özellikleri desek…

Hanefi usulü genel kabule göre sonradan Ebu Hanife'nin fer'î içtihadlarından istihraç yoluyla çıkarılmış bir usuldür. En azından mevcut literatür göz önüne alınarak konuşulduğunda bu alandaki ilk örneklerin Ebu Hanife ve birinci dereceden öğrencilerine kadar ulaşmadığı, İsa b. Ebân, Cessâs ve Debbûsî'ye dayandığı söylenebilir. Hanefi usûl tarihinde en etkin isim İsa b. Ebân'dır. İsa b. Ebân'ın usule dair iki kitabından söz edilmektedir: Kitabu'l-Huceci'l-Kebîr, Kitâbu'l-Huceci's-Sağîr. Bu iki eser günümüze ulaşmamıştır. Ancak Hanefî usûlü alanında bu gün elimizde bulunan en eski yazılı kaynak olma özelliğini taşıyan el-Fusûl adlı eserinde Cessas, bunları kısmen özetlemiş kısmen de olduğu gibi alıntılamıştır. Cessas, bu eserinde büyük oranda İsâ b. Ebân'ın etkisinde hareket etmiştir. Aynı etki Cessas'tan sonra da Debûsî ve onun iki öğrencisi; Serahsî ve Pezdevî'nin eserlerinde de devam etmiştir. İsâ b. Ebân'la başlayan bu usûlün en bariz vasfı tahrîce dayalı olup değişik eğilimlerdeki alimler tarafından oluşturulan karma bir usûl olmasıdır. Fıkıhta Hanefî ancak kelamî bakımdan farklı tercihleri bulunan çok sayıda alim olmuştur. Bu alimler Hanefî mezhebindeki usûl boşluğunu kısmen tahrîç, kısmen de sebest içtihatlarla doldurmaya çalışmışlardır. Günümüzde Hanefî usûlü olarak bilinen bu mecmua esas itibariyle çoğu kez Ebû Hanife'ye ve onun ilk öğrencilerine ait gibi algılanmaktadır. Ancak bu doğru değildir. Mevcut Hanefî usûlünde Ebû Hanife'ye ait görüşler olduğu gibi ona ait olmayan görüşler de bulunmaktadır. Bunun en bariz örneği usûlün temel konularından biri olan Sünnete ilişkin usûlî açıklamalardır.

Sünnete ilişkin Hanefi literatürüne gelince, benim tespitime göre bu konudaki çalışmalar bizzat Ebu Hanife ve onun öğrencilerine kadar uzanmaktadır. Zaten işin tabiatı da bunu gerektirmektedir. Herhangi bir müçtehidin hadisle iştiğal etmeden ve Sünnete başvurmadan içtihatta bulunması mümkün değildir. Ebu Hanife'nin başvurduğu hadislerin geneli daha ziyade kendisinden sonra öğrencileri tarafından derlenmiştir. Bununla beraber bizzat kendisi tarafından derlenen eserlerin olduğu da bilinmektedir. Mesela Ebu Yusuf ve İmam Muhammed tarafından rivayet edilen Kitabu'l-Asar'ın temelde Ebu Hanife'ye ait olduğu ancak rivayet ve ilave gibi nedenlerle öğrencilerine nisbet edildiği belirtilmektedir. Ebu Hanife'nin içtihadlarında başvurduğu hadislere ilişkin daha sonraki dönemlerde de önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar daha ziyade Müsned ismi taşımaktadır. Hicrî 665'te vefat eden Hârezmî, bunları Camiu'l-Mesânîd ismiyle toplamış, Murtaza ez-Zebidî de bunlardan bir derleme yaparak Ukudu'l-Cevahirul Munife isimli bir eser telif etmiştir. Hanefi alimlerin hadisle iştiğali mezhep imamından tevarüs ettikleri muktesabatla sınırlı kalmamış diğer hadis kaynaklarından da yararlanmışlardır. Bir örnek vermek gerekirse İmam Muhammed'in İmam Mâlik'ten rivayet ettiği Muvatta'ı zikredebiliriz. Özetle belirtmek gerekirse Hanefî alimler mezhebî kanalla elde ettikleri hadislerin yanı sıra genel anlamda ehl-i hadisin eserleriyle (mesela Kutub-i Sitte) de iştiğal etmişlerdir. Mesela Buharî'nin en önemli iki şerhinden biri Hanefi olan Bedruddîn Aynî'ye aittir. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler Kevseri'nin Fıkhu Ehli'l-Irak ve Hadisuhum adlı eserine başvurabilirler.

-Ebû Hanîfe'yle ilgili olarak son yüzyılda çok sayıda çalışma yapıldığından da söz ediyorsunuz. Bu çalışmalara nasıl bakıyorsunuz?

Son yüzyılda Ebû Hanîfe'yi değişik yönlerden çalışanlar olmuştur. Ben sadece Ebû Hanîfe'nin usûl anlayışına ve bu cümleden olarak Sünnet anlayışına dair yazılanlarla ilgili değerlendirmede bulunmak istedim. Bu çalışmaların hiçbiri –cüzî bazı teşebbüsler hariç- konuyu ilk dönem Hanefî kaynaklarıyla irtibatlandırarak işlememiştir. Bunlar, usûlî prensipleri yer yer Ebû Hanîfe veya onun birinci dereceden öğrencilerinin açıklamalarıyla irtibatlandırmaya çalışmışlarsa da genellikle ya sistematik dönem usûl eserlerine, ya da tabakat ve menakıb kitaplarına dayanmışlardır. Öte yanda büyük şahsiyetlerin konjonktür doğrultusunda yorumlanması gibi genel bir durum da vardır. Ebu Hanife'yle ilgili yazılanlarda zaman zaman bunun örneklerine rastlamak da mümkündür. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, piyasadaki mevcut çalışmalar arasında bütün eksikliklerine rağmen kanaatimce en güzel çalışma Muhammed Ebu Zehra'nın Ebu Hanife adlı kitabıdır.

-Peki bu çalışmaların konuları ilk dönem Hanefî kaynaklarıyla irtibatlandırarak işlememiş olmalarını çalışmanız bağlamında değerlendirmenizi istesek neler söylersiniz?

Mevcut çalışmalar daha ziyade sonradan yazılan ve tahrice dayalı usul eserlerinden beslenmektedir. Bundan dolayı mevcut çalışmaların Ebu Hanife'nin Sünnet anlayışını kısmen eksik kısmen yanlış olarak yansıttığını düşünüyorum.

-Çok tartışmalı bir konu olan "Ebû Hanîfe'nin eserleri" konusunda sizin kanaatiniz nedir?

Ebu Hanife'nin eserleri konusunu üç başlık altında incelemek mümkün: Kelam, hadis ve fıkıh. Fıkha dair doğrudan Ebu Hanife'den aktarılan bir eser bulunmamaktadır. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed gibi birinci dereceden öğrencilerin tedris halkasında tuttuğu notlardan oluşan kitaplar vardır. Bu notlar, öğrencileri tarafından özellikle Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasan tarafından farklı suretlerle kitaplaştırılmış ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaştırılmıştır. Ana iskeletini Zâhiru'r-Rivâye dediğimiz eserlerin oluşturduğu bu mecmuanın naklinde cüz'î bazı rivayet farklılıkları haricinde bir sıkıntı olmamıştır.

Hadise gelince, Ebû Hanîfe'nin hadise ilişkin eserlerinden bazıları bizzat kendisine ait olup öğrencileri tarafından rivayet edilmiş ancak rivayetteki kısmî tasarruflarından dolayı bu eserler bazen öğrencilerine nisbet edilmiştir. Erken dönem eserlerinde kitabın râvîye nisbet edilmesi yaygın bir gelenektir. Tespit ettiğimiz kadarıyla doğrudan Ebû Hanîfe'den aktarılan sekiz müsned bulunmaktadır. Bunlar, aynı kitabın (el-Âsâr) farklı rivayetlerinden oluştukları için büyük oranda müşterek hadisler içermektedirler. Bir kısmı sadece hadislerden oluşurken bir kısmı da hadislerin yanı sıra râvîlere ait ilave bilgi ve yorumlar içermektedir. Bu sekiz müsnedin haricindeki âsâr ve müsnedler daha sonraki dönemlerde ulemanın yaptığı derlemeye dayanmaktadır. Hanefî muhaddisler, Ebû Hanîfe'den aktarılan ve Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed gibi ilk öğrencilerin eserlerinde dağınık halde bulunan rivayetleri derleyerek değişik müsnedler oluşturmuşlardır.

Kelamî eserlere gelince bunlardan Osman el-Bettî'ye gönderilen Risâle hariç diğerlerinin imlâ eseri olduğu kanaati hakimdir. Bu eserlerin gerek isim gerekse muhteva olarak erken dönemden itibaren literatürde anılmaya başlandığı, içerik olarak Ebû Hanîfe'ye aidiyeti kesin olan görüşlerle örtüştüğü ve tarih boyunca büyük Hanefî otoriteler tarafından esas alınıp izah edildiği inkar edilemeyecek bir gerçektir. İlk dönem Hanefîlerinden itibaren ve bir-iki vasıtayla onlardan aktarımda bulunan Mâturîdî ve Tahâvî'ye kadar geçen süreçte Hanefî camiada hakim olan görüşte başka bir ifadeyle kuşaktan kuşağa devralınan genel telakkide ve bu telakkinin yansıması olan literatürde bu eserlerin içeriğini nakzeden bir şey bulunmamaktadır. Bilakis literatürde mevcut olan yansımalar bunların aidiyetini teyid etmektedir. Kitap râvîlerinin tenkide maruz kalmış olması da hususî bazı sebeplere binaen olmuş olabilir. Hanefî otoritelerin sika gördüğü bazı râvîlerin başkaları tarafından cerh edilmiş olması tabiidir. Cerh ve tadîl uzmanları bu nevi tenkitleri ihtiyatla karşılamak gerektiğini belirtmektedirler. Sonuç olarak söz konusu edilen kelamî eserlerin ekseriyetle imlâya dayandığını ancak temelde Ebû Hanîfe'ye ait eserler olduğunu düşünüyorum.

-Yerleşik Hanefî usûlünde sunulan Sünnet telakkisiyle erken dönem Hanefî kaynaklarında yer alan sünnete dair usûlî bilgiler karşılaştırıldığında nasıl bir durumla karşılaşırız?

Yerleşik Hanefî usulüne göre, ahad haberler (tevatür ve şöhret düzeyine ulaşmayan hadisler) Kur'an'ın umumî ve hususî ifadelerini beyan edemez, fakih olmayan raviden aktarılan kıyasa aykırı haberler ve genel konulara ilişkin ahad hadisler kabul edilemez. Ancak ilk dönem Hanefî kaynakları incelendiğinde bu anlayışın Ebû Hanîfe'ye ait olmadığı ve bunun İsa b. Ebân gibi daha sonraki Hanefî usulcülerin formülasyonuna dayandığı anlaşılmaktadır. Ebû Hanîfe'ye doğrudan öğrencilik yapan Ebu Yûsuf ve İmam Muhammed gibi müçtehidlerin aktarımına göre, Ebû Hanîfe'nin de cumhur gibi Sünnet'e dayanarak Kur'an'daki umumî ve hususî ifadeleri açıklayıp, Sünneti meşhur-âhâd ayrımı yapmadan esas aldığı anlaşılmaktadır.

-Ebû Hanîfe'nin tutumu ile yerleşik Hanefî usûlü arasında bir mesafe olduğunu ortaya koyan isimler denildiğinde kimler akla gelir?

Tahâvî, Maturîdî, Dehlevî ve Keşmîrî gibi alimler akla gelmelidir. Bu alimlerin aktarım ve açıklamaları mevcut Hanefî usulündeki genel yaklaşımın Ebû Hanîfe'ye nisbet edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, bu alimlerin temsil ettiği usul anlayışı, Hanefî usûlü tarihinde yerleşik usûlden farklı ve Ebû Hanîfe'nin içtihadlarıyla daha uyumludur. Ancak tarihi süreç içerisinde bu yaklaşım gölgede kalmış, bunun yerine sistematik yönü ağır basan, ve daha rahat öğretilebilen İsa b. Ebân, Cessâs ve Debûsî çizgisi öne çıkmıştır.

-Peki Ebû Hanîfe'nin içtihatlarının dayandırıldığı usûlün bize doğrudan değil dolaylı ulaştığını ifade ediyorsunuz. Ebû Hanîfe ve birinci dereceden öğrencilerinin usûle dair müstakil bir eser vermemiş olmalarını nasıl açıklıyorsunuz?

Genel kabule göre Ebu Hanife ve birinci dereceden öğrencileri usule dair müstakil bir eser vermemişlerdir. Bu, ilimlerin gelişimde izlediği tabiî seyirle ilgili bir durumdur. İlimlerin tedvini zaman içerisinde ve tedrici bir surette gerçekleşmiştir. Ebu Hanife ve ilk öğrencileri çok erken bir dönemde yaşadıklarından böyle bir eser geriye bırakmamışlardır. Ancak kitapta da belirtildiği gibi bu durum, onların bir usul anlayışına sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Zira usûle dair müstakil eseri olsun olmasın her müçtehid, yaptığı içtihatta zorunlu olarak bir usûl takip eder. Bu, tıpkı belli bir düzen içerisinde konuşan ve yazan bir insanın zihnindeki gramatik malumata değinmeden ama ona uygun konuşup yazmasına benzer. Kişi ifade etmese de kurduğu cümlelerde gramer kurallarına uyar. Sarfedilen cümleler ve kullanılan ifadeler altında saklı kurallar yer alır.

-Ebû Hanîfe Sünnet'i hangi anlamları verir?

Sünnet, kullanıldığı bağlama ve alana göre farklı manalar taşıyan bir kelimedir. Muhatapları "itaata teşvik" etme bağlamında ya da "bidat karşıtı" olarak kullanıldığı zaman "dinde izlenen yol" manasına gelmektedir. Bu anlamdaki Sünnet, başta Kur'ân olmak üzere dinî herhangi bir delile dayanan bütün uygulamaları kapsamaktadır. Ancak usûlî anlamda yani istidlâl sadedinde ve delil türlerini sıralama bağlamında kullanılan Sünnet kelimesi, Kur'an haricinde Peygamber (s.a.v)'den sadır olan söz, fiil ve takrîrleri ifade etmektedir.

Tespit ettiğimiz kadarıyla Ebû Hanîfe Sünnet'i her iki manada da kullanmıştır. Bunun haricinde onun Peygamber, Sahâbe ve Tabiûn'a ait söz ve uygulamalar için Sünnet yerine bazen eser ve hadis kelimelerini kullandığı da görülmektedir.

-Onun kaynak tasavvuru ve kaynaklar hiyerarşisi içinde Sünnet'in konumu nedir?

Değişik vesilelerle Ebû Hanife'den nakledilen açıklamalara bakıldığında şöyle bir hiyerarşi ortaya çıkmaktadır: Kitab, Sünnet, İhtilafsız Sahâbe Telakkisi, Sahâbe Kavli, Kıyas, İstihsan ve Örf. Osman el-Betti'ye gönderdiği risalede şunlar kayıtlıdır: "İnsanların uydurup icad ettikleri şeylerde kendisiyle hidayet bulunacak bir husus yoktur. Hidayet, Kur'ân'ın getirdiği ve Peygamber (sav)'in çağırdığı ve Sahâbenin insanlar tefrikaya düşmeden üzerinde bulunduğu yoldur. Bunun dışındakiler ise uydurmadır." Aynı muhteva gerek Ebu Yusuf ve Muhammed'in kitaplarındaki aktarımlarda gerekse tabakât ve ricâl kitaplarındaki müsned ifadelerde tekrar edilmektedir.

İhticac edilen hadisin itikad veya amele ilişkin olması, mütevâtir olup olmaması durumu değiştirmez. Ebû Hanife'nin itikadî konularda da tevatür seviyesine ulaşmayan hadislerle amel ettiğine dair birçok örnek bulunmaktadır. İtikadi konulara tahsis edilen beş risâle ve bunların dolaylı bir şerhi mesabesinde olan Mâturîdî ve Tahavî'nin itikada ilişkin eserleri de temelde haber-i vâhide dayanan örneklerle doludur.

-Peki Haber-i vâhidin bilgi değeri ve delil oluşu noktasında ilk dönem kaynakları ile sonraki kaynaklar arasında bir fark var mı?

Haber-i vahid terim olarak Ebu Hanife döneminde mevcut değildir. Bu gruba giren hadislerin haber-i vâhid ünvanıyla terimleşmesi daha sonraki dönemlere rastlamaktadır. Ancak muhteva olarak ahad-ahad olmayan ayrımının var olduğu anlaşılmaktadır. Haber-i vahid gurubuna giren hadislerin ifade ettiği bilgi konusunda bariz bir fark görünmemektedir. İlk kaynaklarda bu bilgi, kanaat, ekberu'r-re'y, ekberu'z-zan, re'y ve zan kelimeleriyle ifade edilmiştir. Sistematik dönem eserlerinde ise bu mana amel, zann, re'yi gâlib kalıbıyla ifade edilmiştir. Kısacası farklı da olsa bu kelimelerle anlatılmak istenen mana aynıdır. Yani mütevâtir haberlerin kesin bilgi ifade ettiği; tevatür ve şöhret düzeyine çıkmayan haberlerin ise yüzde elliyi aşan ama yüzde yüze varmayan oranda bir bilgi ve kanaat verdiği belirtilmek istenmiştir.

Haber-i vahidin delil oluşu meselesine gelince Ebu Hanife'nin ve birinci dereceden öğrencilerinin gerek itikat gerekse ameli konularda haber-i vahid gurubuna giren hadislerle amel ettiğini yukarıda belirttik. Sistematik dönemde ise Ebu Hanife ve öğrencileri döneminde olmayan bazı şartlar ileri sürülmüştür. Mesela fıkhu'r-ravi, umumu'l-belva ve kıyasa uygunluk gibi şartlardan bahsedilmiş haber-i vahidin Kuran'ın umumunu tahsis edemeyeceği, bunun nassa ilavede bulunmak ve ayeti neshetmek anlamına geldiği belirtilmiştir.

-Ebû Hanîfe'nin bütün nebevi emir ve tasarrufları aynı kategoride ele almadığı bazısını farz, bazısını vacip ve bazısını da müstehab olarak değerlendirdiğini gösteren pek çok örnek bulunmaktadır, diyorsunuz. Onun bu ayrımları yapma gerekçesi nedir?

Dini gerekliliklerin bir kısmı, sübût ve delalet açısından katî delillere dayanırken bir kısmı da zannî delillere dayanır. Mesela ezan-kamet arasında kılınan nafile namazla vitir namazı eşit ağırlıkta değildir. Ezanla kamet arasındaki nafile namazı emreden hadiste "dileyen, ezanla kamet arasında namaz kılsın" şeklinde bir ifade geçmektedir. Hadisteki "dileyen…" kelimesi bunun vacip olmadığını göstermektedir. Ancak vitri anlatan hadislerdeki ifadeler kesin ve bağlayıcı bir üslupla irad edilmiştir. Fakihler de bu tür ayrımlardan hareketle her iki namazın hüküm bakımından farklı olduğunu bildirmiştir. Aynı ayrım, Kuran ayetlerinde de söz konusudur. Mesela meşru bir alışveriş akdinde karşılıklı rızanın gerekliliği ile şahidin gerekliliği aynı mesabede değildir. Karşılıklı rızanın gerekliliği Kur'ân'da açık ve bağlayıcı bir biçimde yer alırken (Nisa, 29) şahitlik emrinin (Bakara, 282) tavsiye ve irşad amaçlı olduğu belirtilmiştir. Zira Hz. Peygamber (sallâllahu aleyhi ve âlihi ve sellem)'in şahit tutmadan alışveriş yaptığı zamanlar olmuştur. Bu da ayetteki emrin vucubî değil irşadî olduğunu göstermektedir. Usulcüler mezkur ayrımı yaparken bu tür karinelerden hareket etmektedirler.

-Hanefî mezhebinde arzın mefhumunda ve örnekleri konusunda bir görüş birliğinin olmadığı anlaşılmaktadır, diyorsunuz. Peki, bu noktada Ebû Hanîfe'nin yaklaşımı nedir?

İlk dönem kaynakları ışığında vardığımız sonuca göre Ebû Hanife'nin muhtevayle ilgili olarak ileri sürdüğü tek şart adem-i şuzûzdur. Yani haber-i vahidin, Kur'an'ın mana ve delâletine ve hakkında ittifak edilen Sünnet'e veya meşhur ve Marûf Sünnet'e aykırı olmaması gerekir. Ebu Hanife'nin arz yönteminde kıstas, sadece Kuranın zahirî delaleti değildir. O hem Kuran'a hem maruf sünnete vurguda bulunur. Bu vurgular daha ziyade parçalar halindedir. Ancak bir bütünlük içerisinde ele alındığında onun arz ameliyesinde her iki kaynağı esas aldığı anlaşılmaktadır. Aynı hadisle ilgili farklı yerlerde bazen Kitab'a bazen Sünnet'e atıfta bulunur. Dolayısıyla Ebu Hanife'nin arz yöntemini uygulamada sadece Kuranın zahiriyle yetindiğini söylemek isabetli değildir. Bunun yerine hadislerin kısmen Kur'ân ve Marûf Sünnet'e kısmen de sadece Marûf Sünnet'e arz edildiğini söylemek, yer yer de teâruz-tercih veya tevakkuf kapsamında ele alındığını söylemek daha doğru görünmektedir.

-Ulaştığınız sonuçları genel olarak özetlediğinizde neler söylersiniz?

Yerleşik Hanefi usulünde yer alan, cumhurla Hanefiler arasındaki ihtilafların geneli Ebu Hanifeye ve onun ilk öğrencilerine dayanmamaktadır. Özellikle sünnete ilişkin açıklamalar daha sonraki Hanefi usulcülerin yaptığı tahriçlere ve içtihadlara dayanmaktadır. Dolayısıyla sabit ve sahih sünnete karşı çıkarken Hanefi usülünü referans veren Müslüman akademisyenlerin ve Şafiî'nin usul ve Sünnetin mucidi olduğunu şarkiyatçıların tezlerini gözden geçirmeleri gerekmektedir.

-Kitabınızın son paragrafı:"Ulaştığımız bu sonuçlar, usûl tarihi hakkında –özellikle batılı araştırmacılar tarafından- ileri sürülen bazı tezlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi genelde şarkiyatçılar, Şâfiî'nin usûl tarihinde son derece etkili ve belirleyici olduğunu ileri sürmektedirler. Bundan hareketle bir çok yazar, Ebû Hanîfe usûlünün ve bu cümleden olarak Sünnet anlayışının Şâfiî'nin çıkışıyla inkıtaa uğradığını ve Müslüman toplumlarda hala hâkim olan usûlün Şâfiî'nin eseri olduğunu iddia etmektedir. Bu çalışmada ortaya konan sonuçlar, Şâfiî veya cumhura ait usûlle Ebû Hanîfe usûlü arasında büyük bir mesafenin olmadığını göstermektedir."Bunu biraz açar mısınız?

Bundan yaklaşık bir buçuk asır önce (1884'de) yayımladığı Zahiriler adlı eserinde Goldziher (1850-1921) şöyle demektedir: "Şafii, Kitap ve Sünnet'in imtiyazına halel getirmeksizin, yeni ileri sürülen hukuk kaynaklarından istifadeyi disiplin altına almak ve koyacağı hukuk usulü ile onların serbest ve keyfi tatbikini tahdid etmek yolunda elinden gayreti gösterdi. Bu iş, aynı zamanda Şafiî tarafından kurulan ve ona nisbet edilen usul-i fıkhın gayesi ve neticesiydi. Şafiî'nin aynı zamanda İslam fıkıh ilminde reform yapan ve gerçek manada ilk defa ilimler arasında yer alan bu yeni disiplini kurduğunu tespit edecek bir inceleme ortaya koyabilseydik, bu araştırma, kıyasın tek taraflılığına karşı hadisçiliğin arz ettiği muhalefet içerisindeki yerini en ince teferruatına kadar anlamak isteyecek İslam fikriyat tarihi araştırıcılarına büyük hizmet etmiş olurdu." Goldziher bu açıklamalarıyla, kısaca: Şafiî'nin usûlu icat ettiğini ve bu işi hukuk kaynaklarından yani Kuran ve Sünnetten istifadeyi zaptu rapt altına alıp onların keyfi tatbikini sınırlama amacıyla yaptığını ve kıyas karşıtı olan hadisçilik cephesinde esaslı bir role sahip olduğunu söylemektedir. Aynı zamanda bu sonuçları ispatlayacak çalışmaların yapılması gerektiğini söyleyerek bir manada kendisinden sonraki şarkiyatçılara de hedef göstermektedir. Goldziher'den sonra gelen Schact bu iddiaları daha açık bir şekilde dile getirmiştir. Schact'a göre Şafiî, kendisinden önce gelenek halinde bulunan indî görüşleri ve re'ye dayanan hükümleri (rey ve istihsanı) reddetmiş sadece kıyasa dayanan ictihadı kabul etmiştir. Ona göre Şafiî, Sünneti hadise indirgemiş ve bu yeni Sünnet kavramını eski ekollerin yaşayan gelenek şeklinde tanımladığı Sünnetin yerine ikame etmiştir. Ona göre Şafiî'nin bu teşebbüsü, şahsi görüş mahsulü olan serbest tatbikata yer bırakmamıştır. Usulün kökeni ve Sünnetin mahiyetine ilişkin bu değerlendirmeler daha sonra İslam Dünyasındaki bazı yazarlarca da kabul gördü. Fazlurrahman gibi bazı yazarlar bu yaklaşımı benimseyip Sünnet, İcma, Kıyas, Örf ve İstihsanın yerleşik usulde anlatılan şeklinden çok farklı olduğunu ileri sürdüler. Fazlurrahmana göre Şafii öncesinde bu konuda bir serbestlik bulunuyordu. Şafii o sırada mevcut olan metodolojiye karşı çıkmış ve yüzyılın ortalarında sahneye çıkan geniş hadis malzemesinin kabulü için güçlü bir çağrıda bulunmuştur. Aynı iddia Cabirî, Ebu Zeyd ve ülkemizdeki bazı ilahiyatçılar tarafından da gündeme getirilmiştir. Görüldüğü gibi 19. Yüzyılın yarısından itibaren dile getiren bir tez var. Bu teze göre Şafiî serbest içtihat yönteminin inkıta uğramasında ve Sünnet algısının değişmesinde çok esaslı bir rol oynamış ve Ebu Hanife'nin tutumu da dahil kendisinden önceki serbest yöntemleri bloke etmiştir. Benim bu çalışmada vardığım sonuç ise Şafii'yle başladığı söylenen ölçü ve anlayışın daha önceden de var olduğu hatta bunun –ufak bir takım farklılıklarla- Ebu Hanife ve ilk öğrencileri tarafından savunulduğu şeklindedir. Dolayısıyla oryantalist iddianın aksine Şafiî usulün ve yerleşik sünnet telakkisinin mucidi değil, kendisinden önce varolan bir anlayışın takipçisidir. Onu farklı kılan ise bu anlayışı bazı argümanlarla zenginleştirmek ve sistematize etmek olmuştur.

-Söyleşi için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim

Röportaj: ASIM ÖZ

Haksöz-Haber

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://haksozhaber.net/news_detail.php?id=7891
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort