Yazar Adı : | İlim Dalı : Genel |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-11-08 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
"Kan Davaları"nda Akan Kanı Durdurmak
Bütün kötülüklerin temelinde olduğu gibi¸ kan davası gibi bir büyük problemin temelinde de İslâmiyeti bilmemek¸ yaşamamak ve hakkıyla yaşatmamak vardır. Çünkü İslam Dininin özünde güzellik¸ selamet¸ huzur ve saadet vardır. Emirlerinde ve yasaklarında fert ve toplum açısından¸ dünyevî ve uhrevî birçok maslahat vardır. Hakkıyla yaşayabildiğimiz ölçüde¸ bu maslahatlara mazhar oluruz. İslâmiyeti yaşamanın en kısa ve güvenli yolu ise¸ Hz. Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesine tabi olmaktır. O ne güzel rehberdir¸ ona tabi olana ne mutlu!
Kısaca kan davası¸ iki aile veya aşiret¸ kabile¸ köy¸ millet arasındaki öldürme silsilesi olarak tanımlanabilir. Kan davasında silsileyi başlatan¸ diğer bir ifadeyle ilk katil kim olursa olsun¸ katile karşı sürekli katil çıkar¸ yıllarca¸ on yıllarca bu silsile devam eder gider. Kan davası meselesinde esas temel yanlışlık¸ hukuk kuralları içinde cezalandırmayı kabul etmeyip¸ cezalandırmayı kendi elleriyle yapan kişilerin davasıdır. Namus ve töre cinayetleri ile karışıktır ve siyasal¸ mezhepsel¸ bölgesel kan davaları da görülmektedir.
Türkiye'de aşiret geleneği daha çok doğu bölgelerinde bulunduğu için¸ kan davaları da bu bölgelerimizde devam etmektedir. Ancak halk arasında dinî yaşantının yaşanma oranı diğer bölgelere nazaran bu bölgelerde daha fazla olduğu halde kan davasının fazla olması büyük bir çelişki olarak görülmektedir. Çünkü özellikle İslâm Dininin yaşandığı yerlerde kan davası gibi büyük bir günahın devam etmesi akıldışı görünmektedir.
Kutsal Dinimizin temel esaslarından biri¸ başkasına tanınan hayat hakkına atfedilen değerdir. Zira Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyrulmaktadır: "Kim bir mümini kasten öldürürse¸ cezası¸ içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş¸ lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (4/Nisa¸93) "Kim¸ bir insanı¸ bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…" (5/Maide¸32).
Öldürmeyi bu kadar büyük günah sayan¸ hayat bahşetmeyi de bu kadar hayır sayan; yani bir kişinin hayatını tüm insanlara eş tutun başka bir din yoktur. Böyle olduğu halde¸ İslâm Dininin yaşandığı bir yerde kan davasının çok rahat devam etmesi bizler açısından çok vahim bir hadisedir maalesef. Ve hep bunu düşündükçe âcizane nedenini bulamıyordum. Sırf bunun için kan davasının çok olduğunu duyduğum bir ilimize gittim. Bununla ilgili çok kısa birkaç soruşturmada gerçek anlaşıldı: Kur'an'daki kısas emrinin fert olarak uygulanabileceğine dair yaygın bir inanış. Ve bunun böyle olabileceğini kabul eden birçok din görevlisi. Yani yapılan cinayetlerin ve kan davalarının din kisvesine büründürülmesi. Daha ötesi halk arasında şöyle bir inanış mevcut maalesef: Öldüren kişiyi¸ öldürdüğü aynı aletle öldürmek sevaptır¸ o kişi öldürülmediği sürece maktulun birinci dereceden yakınları günahkâr olarak gezmiş olacaklardır. Açıkçası¸ Kur'an'ın devlete verdiği cezalandırma vazifesini maktulün ailesi sahiplenmiş durumda.
Bu kadar çarpık bir anlayış¸ hem de din eksenli gibi devam ettiği sürece¸ dinin az da olsa yaşandığı bir bölgede devam etmesi kaçınılmazdır. Bu yanlışın düzeltilmesi elbette kolay değildir¸ ancak imkânsız da değildir. Dinin yanlış anlaşılması ve yorumlanmasından gelenek haline gelen¸ "kanın yerde kaldığı sürece başın dik gezmemelisin" şeklindeki toplum baskısı ancak yine dinin doğru anlatılmasıyla kaldırılabilir. Çünkü dinde suçluları cezalandırmak bir zorunluluktur¸ (maktulün tarafı vazgeçmediği sürece). Bu vazifeyi¸ yanlış bir yorumla fertler üzerine alınca¸ sanki öldürmek kendi üzerine farzdır gibi yanlış bir anlayış ortaya çıkmıştır.
Kanaatimizce kan davalarında bu tespitimizin rolü büyüktür. Ancak kan davalarıyla ilgili yapılan birçok çalışma¸ nedense işin dinî boyutuna pek yaklaşmamaktadır. Bunun temelinde ise¸ bilim adamlarının bilimsellik (!) adına mümkün oldukça dinden uzak durmak isteklerinden kaynaklanmaktadır. Eğitim açısından bu da ayrı bir handikaptır. Bu bölgelerdeki kan davalarının bizzat dinden kaynaklandığını iddia edenlerin yanlışları ise tamamen İslam Dini hakkındaki cehalet ve ön yargılarından kaynaklanmaktadır. Öyleyse her halükarda¸ milletin ihyası ve yanlışlardan kurtulması İslam Dininin doğru yaşanmasına bağlıdır. Bu ise başta imamlar olmak üzere¸ İslam Dinini doğru anlatmak ve yaşatmaktır.
Çünkü; "Din hayatın hayatı¸ hem ruhu hem esası
İhyay-ı din ile olur¸ bu milletin ihyası"
düsturuyla hareket edilmedikçe¸ millet olarak¸ devlet olarak¸ fert olarak¸ toplum olarak saadete erme imkânımız yoktur. Özellikle İslamiyet'i anlatan insanlarımızın kan davasında ilgili kişilerin geleceğine dair psikolojik durumlarından istifadeyle¸ dinî duygularını ve inançlarını ön planda tutacak şekilde davranmaları lazımdır. Şöyle bir telkinde bulunulabilir:
Sizi hem dünya azabından¸ hem âhiret azabından kurtaracak bir gerçeği birlikte düşünelim. Meselâ: Birisi birisinin kardeşini veya akrabasını öldürmüş. Bir dakika o hiddet yüzünden milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı¸ hem hapis azabını çeker. Ve maktulün akrabası da intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle¸ hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku¸ hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var: O da¸ Kur'an'ın emrettiği hak ve hakikat¸ maslahat¸ insâniyet ve İslâmiyetin iktiza ve teşvik ettikleri olanı barışmaktır.
Çünkü: Ecel birdir¸ değişmez. O maktul¸ herhalde ecel geldiğinden daha dünyada kalmayacaktı¸ diye düşünmeli. Çünkü geri gelme imkânı yoktur. O katil ise¸ o kaza-i İlâhiyeye vasıta olmuş. Bu da onun kaderi diye bilmeli. Eğer barışmak olmazsa¸ iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekerler. Onun içindir ki¸ "Üç günden fazla bir mü'min diğer bir mümine küsmemeyi" İslâmiyet emrediyor. Eğer o katl¸ bir düşmanlıktan ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münafık o fitneye vesile olmuş ise; barışmak daha çok lazımdır. Yoksa o tek musibet büyük olur¸ devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktule her vakit dua etse¸ o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel¸ birkaç dindar kardeşleri kazanır. Kazâ ve kader-i İlâhîye teslim olup düşmanını affeder.
Bütün kötülüklerin temelinde olduğu gibi¸ kan davası gibi bir büyük problemin temelinde de İslâmiyeti bilmemek¸ yaşamamak ve hakkıyla yaşatmamak vardır. Çünkü İslam Dininin özünde güzellik¸ selamet¸ huzur ve saadet vardır. Emirlerinde ve yasaklarında fert ve toplum açısından¸ dünyevî ve uhrevî birçok maslahat vardır. Hakkıyla yaşayabildiğimiz ölçüde¸ bu maslahatlara mazhar oluruz. İslâmiyeti yaşamanın en kısa ve güvenli yolu ise¸ Hz. Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesine tabi olmaktır. O ne güzel rehberdir¸ ona tabi olana ne mutlu!