Yazar Adı : | İlim Dalı : Edebiyat |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : /2015-06-11 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Türk Edebiyatında Hilâl
Divan şiirinde hilâlle ilgili zengin mazmunlar teşekkül ettiği gibi hilâl çeşitli teşbihlerin de konusu olmuştur. Bâkî’nin, “Ne hoş yaraştı sipihre kevâkib içre hilâl / Takındı pâyine gûyâ ki cevherî halhal” beytiyle başlayan kasidesinin uzun nesîb bölümü hemen tamamen hilâlin görünmesiyle ilgili söz oyunlarından ibarettir. Ayrıca harflerle hilâl arasında edebî ve tasavvufî yönden münasebetler kurularak bazı yorumlar yapılmıştır. Harflerin hilâlle münasebeti daha çok imlâ yönündendir. Meselâ Allah kelimesi (الله) hilâl (هلال) ve lâle (لاله) kelimeleriyle aynı harfleri ihtiva eder. Lafza-i celâl elifle başladığı ve elif hilâle benzediği için eski şiirde hilâlin Allah’ı telmih ettiği kabul edilmiştir. Âşık aşk yükü ve ıstırabıyla, ihtiyar da ömür ve kahır yüküyle iki büklüm olup dâl (د) harfine dönmüş ve bu haliyle hilâle benzetilmiştir. Dâl kelimesi aynı zamanda “delâlet eden, delil olan” mânasına gelir. Gökyüzü sayfasında Hakk’ın varlığına delâleten yazılmış dâl harfiyle kastedilen de yeni aydır. Yay çekilirken okçunun boynu eğilir, dâle benzer; hilâl de felek yayını çeke çeke dâle dönmüştür. Sevgilinin kaşı ile hilâl arasındaki çok yaygın benzetme âşığın dertten belinin bükülmesi imajıyla beraber kullanılmıştır: “Yine bir kaşı hilâlin sitemi çerh gibi / Kaddimi kıldı kemer tâkatimi eyledi tâk” (Bâkî). Kaş-hilâl-yay ilişkisi içinde kaşlar ve hilâl râ (ر) harfine benzetilir. Hz. Peygamber’in, eline kalem almadığı halde felek levhasına iki râ (رر) harfi yazdığı söylenerek inşikāku’l-kamer mûcizesine telmih yapılır. Receb ayının ilk harfi olan “râ”nın hilâle benzemesiyle üç ayların başladığına da işaret edilmiştir. Hilâlin doğması ve görünmesi, gökyüzü kâtibinin gökyüzü levhasına güneşin altın suyu ile bir lâm (ل) harfi yazması şeklinde düşünülmüştür. Lâm harfi de “dâl” gibi beli bükük âşığı veya ihtiyarı temsil eder. Ebced hesabına göre lâm harfi otuz sayısına tekabül ettiği için “lâm”a benzetilen hilâl de otuz sayısını, yani otuz günlük zaman dilimi olan ayı sembolize etmiş olmaktadır. Nûn (ن) harfi de şekil bakımından yeni aya benzetilir; noktası ise yıldızdır. Diğerlerinde olduğu gibi bazan bu harfin de kâtibi güneştir. Hilâl ters yazılmış nûn da olabilir. Bâkî’nin, “Ya nûndur görünür âhirinde şa‘bânın / Ya râdır ol ramazan evveline olmuş dâl” beyti bunu anlatır. Diğer taraftan hilâlin görünmesiyle başlayan ay başlarında sevgilinin kaşlarına benzeyen hilâli görünce âşığın derdi artar. Yine hilâl-kaş ilişkisinde çatık veya eğri kaşa benzetilen hilâl ile “çatık kaş”, “kaş eğmek” sözleri Hakk’ın celâl ve kahhâr isimlerine delâlet eder. Hilâl aynı zamanda işlemeli gök seccadesine secde eden bir mümindir.
Hilâl (mâh-ı nev) gökyüzünün kulağı, ağzı veya dudağıdır: “Âteş-i âhım Hayâlî yakmaya çarhı deyü / Encüm ile mâh-ı nev oldu felekte göz kulak” (Hayâlî Bey). Bazan da hayretle açılmış bir ağza benzetilir. Nitekim şaşırmayı veya takdiri ifade eden “ağzı açık kalmak”, “parmağını ısırmak”, “hayret parmağı” deyimlerinde ağız ve parmak hilâli ifade eder. Hayâlî Bey’in, “Berk-ı âhım âsümâna şöyle hayret verdi kim / Dişledi dendân-ı pervîn mâh-ı nev barmağını” beyti bu anlayışı aksettirir. Hilâl gökyüzünün parmağını oynatmasıdır. Altın bağışlayan güneş zenginine karşı hilâl el açan bir yoksuldur. Beş hilâl ile beş parmağa işaret edilir. Sevgilinin parmağından kesilen tırnak da hilâl gibidir. Şeyh Galib’in, “Ay yenisi gökte ne ülker satar / Değmeyicek kestiği tırnağını” beyti bunu anlatır. Bulutlar arasında kalan hilâl ise sevgilinin pamuk içinde saklanan tırnağıdır. Güzelin ufuk misali yakasından görünen göğsü ve beli de hilâle benzetilmiştir.
Gökyüzü ve gök cisimleriyle hayvan veya hayvanla ilgili unsurlar arasında çeşitli tasavvur ve tahayyülleri görmek mümkündür. Bunlardan göklerin dönmesiyle at arasında ilgi kurularak hilâl gümüş veya altın bir eyere, üzengiye (rikâb) ve nala, yıldızlar da nal çivisine benzetilir. Eski bir gelenek olarak düşmanı şaşırtmak için bazan atın ayağına nal ters çakılırdı. Hilâlin ters çakılmış nala teşbihi bundan dolayıdır. Rengârenk görünmesi, beş vakitte ötmesiyle horoz-zaman ilişkisi içerisinde gökyüzü horoza benzetilmekte, hilâl de bu horozun ibiği veya kuyruğu olmaktadır. Hilâl, iki ucu kanada benzetilerek gökte uçan beyaz bir güvercin şeklinde tasavvur edilir. Güvercinler haberleşmede kullanıldığından hilâl de her ayın başlangıcını haber veren bir güvercin gibidir. Gökyüzü kumru olarak düşünüldüğünde hilâl gagasına, hâle de boynundaki siyah halkaya benzetilir. Bu halka aynı zamanda kulluğa, âşıklığa ve esarete işarettir.
Hilâl, gökyüzü denizinin ufuk sahillerinde görünen bir gümüş balığıdır. Kazâ ve kader oklarının atıldığı bir yay veya okçuların parmaklarına taktıkları kemikten yapılmış bir çeşit yüzük olan zihgirdir. Gökyüzüne asılmış kılıç veya hançerdir: Bâkî’nin, “Heman bu hançer-i zerringılâf-ı pâşâdır / Ki tâk-ı arşa asıldı bu şeb hilâl-misâl” beytiyle Fuzûlî’nin, “Adû-yı câhının kat‘-ı hayâtıyçün çeker her ay / Gılâf-ı lâciverdîden hilâl-i âsmân hançer” beyti bunu ifade eder. Hançer veya kılıç benzetmesiyle gök çarkı hilâli bileyip keskinleştirirken çıkan kıvılcımlar da yıldızları teşkil eder.
Hilâl, gök sofrasının veya Tanrı sofrasının dilimlenmiş ekmeğidir. Ramazanın başlamasını, orucun bitmesini, yiyip içmeye ve eğlenceye başlanılmasını telmihen hilâlin en çok benzetildiği unsurlardan biri de kadehtir. Hilâl kadeh olunca şafak şaraba, yıldızlar mezeye, devamlı döndüğü için felek de sâkîye benzetilir. Cer kâsesi denilen dilenci keşkülü, çaydanlık demliğine benzeyen eski tip çocuk emziği ve kürdan yeni aya teşbih edilirken dolunay da nurdan bir tabağa, gümüşten bir kâseye, iki kefeli bir teraziye veya ölçeğe benzetilir.
Nakil vasıtaları bakımından en çok hilâl-gemi veya kayık münasebetleri kullanılmaktadır: “Mâh-ı nevden Dicle’de gösterdi zevraklar misâl / Kim görüptür kim ola bir âsümânda bin hilâl” (Fuzûlî). Gökyüzü engin bir deniz, ufuklar sahil, hilâl de bu sahillerde dolanan veya kan deryasına benzeyen şafak vakitlerinde bu deryaya batan bir gemidir. “Kara” kelimesi “arazi” ve “siyah” mânasınadır. Kara görününce geminin karaya, sahile süratle yaklaşması gibi hilâl gemisi de ufka yönelir veya hilâl dümenini kıran yeni ay ecel teknesi, ölüm gemisi yani tabut olarak da tahayyül edilir.
İnşaî unsurlar bakımından hilâl mehçeye (alem), kapı halkasına, yıldız mücevherlerini koruyan gökyüzü hazinesinin gümüşten kilidine ve anahtarına, gök sarayının kemerine, gök deryası üzerinde bir köprüye, yıldız tanelerini ihtiva eden bir tuzağa ve beşiğe benzetilmiştir.
Türk folklorunda da hilâlle ilgili çeşitli inanışlar mevcuttur. Hilâlin ilk günü gebe kalan kadının çocuğu güzel olur. Hilâlin ağzı yukarıda görünürse ucuzluğa, ucu yukarıda olursa o yıl kışın şiddetli geçeceğine, sırt üstü olursa zelzeleye ve belâya işaret sayılması bunlardandır (ayrıca bk. AY).
Halk edebiyatında hilâl divan şiirinde olduğu kadar zengin mazmun ve teşbihlerle kullanılmamıştır. Karacaoğlan’ın, “Çeşit çeşit bağlamışsın başını / Uydurmuşsun zülfe hilâl kaşını” mısralarında olduğu gibi sadece sevgilinin kaşının benzetildiği teşbih veya istiâre olarak değişik motiflerle tekrarı oldukça yaygındır. Cumhuriyet döneminde halk edebiyatı şekil ve motiflerinden faydalanılarak yazılmış bazı şiirlerde de hilâle bu anlamıyla yer verilmiştir: “Gel ey hilâl kaşlım dizim üstüne / Ay bir yandan sen bir yandan sar beni” (Sabahattin Ali).
Tanzimat’tan sonra değişen ve toplum meselelerine açılan yeni Türk edebiyatında hilâl, divan şiirindeki mazmunların hemen hiçbiriyle ifade edilmemiştir. Şinâsi’nin, “Vaktâ ki felek şekl-i hilâlin kamer eyler / Gün geçtiğini ömr-i beşerden haber eyler” beytinde olduğu gibi zamanın geçişinin sembolü olan hilâl, bunun dışında pek az örnekte de tabiattaki gerçek varlığıyla ortaya çıkar ve çok defa şairin bulunduğu ruh haliyle özdeşleşir. Recâizâde Mahmud Ekrem’in “Hilâl-i Seher”, Tevfik Fikret’in “Ufuk ve Hilâl”, Ahmed Hâşim’in “Hilâl-i Semen” adlı şiirleri bu çeşit kullanımın birkaç örneğidir. Buna karşılık bayraktaki hilâl dolayısıyla daha zengin çağrışımlara açıldığı görülen ifadelere rastlanır. Çerkezşeyhizâde Halil Hâlid’in Hilâl ve Salib Münâzaası (Kahire 1325) adlı kitabında olduğu gibi fikrî eserlerde Hıristiyanlığın sembolü olan salibe karşılık hilâl İslâm’ı temsil eder. Nâmık Kemal’in “Hilâl-i Osmânî” manzumesiyle Yahya Saim’in (Ozanoğlu) Hilâlin Gölgesinde: Çanakkale-Kūtü’l-emâre Zafer Destânı adlı şiir kitabı bu semboller etrafında kaleme alınmıştır. Mehmed Âkif’in şiirleri arasında Âsım’da, “Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor”; “İstiklâl Marşı”nda, “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl” ve “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl” mısraları, bayrak dolayısıyla hilâlin dinî ve millî bir sembol olarak ifadesinin en hamasî-lirik örneklerini teşkil eder. Ahmet Cemil Akıncı’nın Hilâllerin Gölgesinde (İstanbul 1967), Sevinç Çokum’un Hilâl Görününce (İstanbul 1988) adlı romanlarında aynı sembol tema olarak işlenmiştir.
Hilâl aynı zamanda, kemik ve şimşir gibi sert ağaçtan yapılmış, kulak ve diş temizliğinde kullanılan bir ucu sivri, diğer ucu kaşık gibi enli bir aletin adıdır. Bu alet Sâbit’in, “Kimsenin kurcalama aybını mânend-i hilâl / Belki setr etmede hemhâsıyyet-i misvâk ol” beytiyle edebiyata da girmiştir. Mahalle mekteplerinde çocukların harfleri göstermede, hecelemede veya satır takibinde kullandıkları, bir iplikle kitabın arasında bağlı duran gümüş veya tunçtan yapılmış alete de hilâl denir. Bâkî’nin, “Sarındı meh yine bir hûb Yûsufî destâr / Sokundu farkına bir tâne ince sîm hilâl” beyti buna işarettir. Bu incelikte bir borudan akan su miktarına da hilâl denilmiştir. Konak veya hamamlara verilen suyun bedelinin tesbitinde hilâle bağlı olarak şu ölçü birimleri kullanılmıştır: 2 hilâl = 1 çuvaldız, 2 çuvaldız = 1 ikili, 4 çuvaldız = 1 masura, 2 masura = 1 kamış, 4 masura = 1 lüle, 3 lüle = 1 salma (Pakalın, ilgili maddeler; ayrıca bk. S‘). Hilâle benzeyen bir çeşit kadeh ise “hilâlî” olarak adlandırılmaktaydı.