Hit (3377) M-2189

el Futuhatul Mekkiyye

Yazar Adı : İlim Dalı : Tasavvuf
Konusu : Dili :
Özelliği : Makale Türü : Kitap Eleştirisi
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2015-04-18 Güncelleyen : /0000-00-00

el-Fütûhâtü’l -Mekkiyye
Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) tasavvufî görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseri.

Kısaca el-Fütûhât olarak da anılan eserin tam adı el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî ma’rifeti’l-esrâri’l-mâlikiyye ve’l-mülkiyye’dir. Sözlükte “açmak, yardım etmek; zafer” gibi mânalara gelen feth kelimesi (çoğulu fütûh, bunun da çoğulu fütûhât) tasavvufta “Allah’ın rızık gibi maddî, ilim ve marifet gibi mânevî lütuflarını kuluna açması” anlamına gelir (Kâşânî, s. 135). İbnü’l-Arabî feth ve fütûhât kelimeleriyle, keşf kabiliyeti açılan kalbin ilâhî feyze nâil olması ve ilham almasını kastederek peygamberlerin ve velîlerin Allah hakkında akıl ve fikir yoluyla oluşturulan bir bilgiye sahip bulunmadıklarını, Allah’ın onları bundan uzak tuttuğunu ve keşflerinin açılmasıyla (fütûhu’l-mükâşefe) Hakk’ın bilgisini elde ettiklerini söyler (el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye [nşr. Osman Yahyâ], III, 116). İlham ürünü olan bilgiler kendisine Mekke’de geldiği ve eseri burada yazmaya başladığı için bu kitaba el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye adını verir. Kitabın bu özelliğini çeşitli vesilelerle vurgulayan İbnü’l-Arabî, noktasına varıncaya kadar eserdeki bütün bilgilerin ilâhî ilham (ilka-i rabbânî ve imlâ-i ilâhî) mahsulü olduğunu ileri sürer (III, 477). İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Medeniyye ve et-Tenezzülâtü’l-Mevsıliyye gibi eserlerini de bu fetih ilhamlarının kendisine geldiği yerlerle irtibat-landırarak isimlendirmiştir.

İbnü’l-Arabî, Filistin’de Halîl şehrindeki Hz. İbrâhim’in makamını ve Kudüs’te Mescid-i Aksâ’yı ziyaret ettikten sonra hac ve umre maksadıyla yola çıktı, Medine’de Hz. Peygamber’in türbesini ziyaret edip 598’de (1201) Mekke’ye gitti. Bu sırada otuz yedi yaşında olan müellife eserin ilk fetihleri burada gelmeye başladı. Mânevî varlık ve olayları geniş ölçüde maddî sembollerle tasvir eden İbnü’l-Arabî tavaf esnasında, “Kabe’nin hakikati” olduğunu söyleyen bir gencin Hacerülesved tarafından kendisinin bulunduğu yere doğru geldiğini, kendini “konuşan-susan, mürekkeb-basit” gibi bazı zıt sıfatlarla tarif eden ve aslında “imâm-ı mübîn’in (Yâsîn 36/ 12) veya “levh-i mahfûz”un (el-Bürûc 85/22) tecessüm etmiş bir şekli olan bu gencin ondan kendisini okumasını istediğini ve, “Bende ne görüyorsan onu eserine geçir ve istidat sahiplerine öğret” dediğini nakleder. İbnü’l-Arabî, engin bir nura benzettiği bu gencin kendisinde gizli olan bilgileri gözleri önüne serdiğini, bunları okuyup el-Fütûhât’ın ikinci cüzünü meydana getirdiğini, bir başka yerde de yazıya geçirmeden önce eseri mânen kendisinden okuduğunu söyler. İbnü’l-Arabî bu zattan, sahip olduğu sırlardan bazılarını kendisine açmasını rica ettiğini, onun da, “Ayak izlerimi takip ederek benimle beraber tavaf et” dediğini, birlikte yedi tavaf yaptıklarını, bu sırada genç adamın kendisine, “Bu görmüş olduğun ev (Kâbe) zatımı, yaptığımız yedi tavaf da yedi aslî sıfatımı temsil eder” dediğini (I, 47-51) ve her tavafta el-Fütûhât’ın bir faslını okuduğunu nakleder. Bu ifadeden, eserin ihtiva ettiği bütün bilgileri müellifin bu görüşme sırasında -özet olarak- ondan aldığı anlaşılmaktadır. Bunların yazıya geçirilmesi otuz bir yıl sürmüş ve eser 629 yılının Safer ayında (Aralık 1231) yine Mekke’de tamamlanmıştır. İbnü’l-Arabî’nin, daha sonra Mekke şerifi Yûnus b. Yûsuf’un kızı Fâtma’dan doğan oğlu İmâdüddin Muhammed el-Kebîr’e verdiği bu ilk nüshayı tamamlayınca ciltsiz ve cüzler halinde Kâbe’nin damına koyduğu, bir yıl boyunca orada kalan esere yağmur ve fırtınaya rağmen hiçbir şey olmadığı rivayet edilir (Şa‘rânî, el-Yevâkit ve’l-cevâhir, s. 12; Karî el-Bağdâdî, s. 57). Bu nüsha bugün mevcut değildir. Müellif yaklaşık üç yıl sonra (632/1234) Şam’da eseri baştan sona gözden geçirmeye başlamış, üçte bir oranında ilâve ve bazı çıkarmalar yaptıktan sonra nihaî şeklini verdiği el-Fütûhât’ın bu ikinci nüshasını bizzat kendi eliyle yazıp ölümünden iki yıl önce 24 Rebîülevvel 636 (4 Kasım 1238) tarihinde bitirmiştir. Bu sebeple şeyhin en mütekâmil fikirlerinin bu eserinde toplanmış olduğu söylenebilir. Bu nüsha bir süre İbnü’l-Arabî’nin Şam’daki türbesinde muhafaza edildikten sonra üvey oğlu Sadreddin Konevî’ye intikal etmiş, XX. yüzyılın başlarına kadar da onun Konya’daki zaviye kütüphanesinde özenle korunmuştur. Bu nüsha bugün İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir (nr. 1845-1881).

Muhtevası. el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, müellifin “sifr” adını verdiği otuz yedi kitaptan meydana gelir. Bunlar cüzlere, fasıllara, bablara ve meselelere bölünmüştür. Ancak eser ana şema olarak altı fasla, fasıllar da 560 baba ayrılmıştır. Müellifin doğum tarihiyle (560/1165) Feth sûresinin kelimelerinin toplamının da 560 olması dikkat çekicidir (Chodkiewicz, An Ocean Without Shore, s. 22). Eserin bazı bölümleri bir iki sayfa, bazıları da müstakil bir kitap hacmindedir. 559. bölüm hacim itibariyle en geniş bölümdür. İlk yazılan “fetih” eserin bir şeması mahiyetinde olan ikinci cüzdür ki müellif bu kısmı 560 bölümün içerisinde saymaz. Eserin sonlarında yer alan bazı bölümler tarih olarak daha önce yazılmıştır. Meselâ 121. bölüm 633 (1235-36) yılında, 191. bölüm 627 (1229-30) yılında, 295. bölüm 634 (1236-37) yılında kaleme alınmıştır. Öte yandan eserin muhtevası da belli bir plana uymaz. Nitekim müellifin kendisi de, “Diğer eserlerim gibi bu eserim de mâhir yazarların kitap yazım kurallarıyla kaleme alınmamıştır” (el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, I, 59); “Bu kitabın bölümlerinin sırasının böyle olması kendi elimde değildir; (Kur’an’da) talâk, iddet ve nikâhla ilgili âyetlerin arasında, ‘Namazları ve orta namazı muhafaza ediniz’ (el-Bakara 2/238) meâlindeki âyetin gelmesi gibi bu da bir emr-i ilâhîdir” (a.e., I, 60); “Bana kalsa usulden bahseden 88. bölümün mantıkî olarak 68-72. bölümlerden önce gelmesi gerekirdi, fakat bu kendi irademle olmadı” (a.e., II, 163) diyerek eserin tertibinde görülen düzensizlik konusunda meydana gelebilecek tereddütlere bir açıklama getirmektedir. Bu yönüyle eserin Aristocu mantık silsilesini değil âdeta Stoacı mantığı andırdığı ileri sürülmüştür (Corbin, s. 74).

el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin ilk cüzü “Hutbetü’l-kitâb” başlığını taşıyan bir önsözle başlar. İbnü’l-Arabî burada “hakîkat-i vücûdiyye” ve “hakîkat-i Muhammediyye” kavramlarıyla varlığın yaratılışı konusuna temas ettikten sonra eseri kendisinden feyiz aldığını söylediği Şeyh Abdülazîz el-Mehdevî’ye, talebesi Abdullah Bedr el-Habeşî’ye ve onların şahsında bütün safiyet sahiplerine, muhakkik sûfîlere, velî dostlarına ve zeki kardeşlerine ithaf ettiğini söyler. İkinci cüzde 560 bölümün adları tek tek sıralanmıştır. İlim mertebelerinin anlatıldığı üçüncü cüz eserin mukaddimesini oluşturur; dördüncü cüzden itibaren birinci faslın konularına geçilir.

Eserin “maârif”ten bahseden birinci faslı yetmiş üç bölüme ayrılmıştır. İbnü’l-Arabî mârifet konularının avamın, havassın ve havâssü’l-havâssın anlayışlarına göre üç ayrı seviyede ele alınabileceğini, havâssü’l-havâssın bu konuları algılayış tarzını anlamanın kolay olmadığını göz önünde bulundurarak konulan çeşitli bölümlere dağıttığını, eseri ancak Allah’ın anlama kabiliyetini nasip ettiği kişilerin anlayabileceğini söyleyip meseleleri havas ve havâssü’l-havâs düzeyinde ele aldığına dikkat çeker. Bu faslın ilk bölümlerinde harflerin mertebeleriyle varlık mertebeleri arasındaki irtibatlar gösterildikten sonra âlemin zuhuru, besmelenin sırları, ruhların, bedenlerin ve arzın yaratılışı, arş ve taşıyıcıları, kürsî, dört büyük melek ve kutuplar anlatılmış, ilâhî ilimlerdeki olağan dışı hususlara işaret edilmiştir. Daha sonra zamanın metafiziği yapılmış, ilham ilimlerinin nasıl öğrenileceği gösterilmiştir. Unsurlar âlemi, nefis, ulvî ve süflî âlemler, ba‘s, kıyamet, cennet, cehennem, berzah ve bunların sırları, şeriatın zâhirî ve bâtınî sırları anlatıldıktan sonra velâyet konusuna temas edilerek Ehl-i beyt’in sırrı üzerinde açıklamalar yapılmıştır. Bu faslın son bölümlerinde kelime-i tevhîd, tahâret, namaz, zekât, oruç ve haccın sırları üzerinde genişçe durulmuştur. Bu ilk fasıl, bütün eserin etrafında örüldüğü fikrî bir yumak gibidir. Sâlik bu nazarî temeller üzerinde kemale erecektir.

Eserin ikinci faslında ilk fasıldaki nazarî açıklamaların uygulamalarına yer verilerek tövbe, mücâhede, halvet, uzlet, firar, takvâ, farzlar, sünnetler, nâfileler, zühd, cömertlik, havf ve recâ, hüzün, açlık, şehvet, irade, uyku, uyanıklık, huşu, nefse muhalefet yolları, haset, kibir, gıybet, kanaat, hırs, tevekkül, şükür, sabır, yakîn, murakabe, rızâ, istikamet, ubûdet, ihlâs, sıdk, hayâ, hürriyet, zikir, fikir, fütüvvet, firâset, hulk, gayret, velâyet, nübüvvet, risâlet, fakr, tasavvuf makamı, tahkik makamı, hikmet makamı, kimyâ-i saâdet makamı, tevhid makamı, edep, sohbet, sefer, mârifet, ölüm, muhabbet, şevk ve iştiyak, semâ, kerâmet, harku’l-âdât, mûcize, rüya ve mübeşşirât, sâlikin sûreti gibi konu ve kavramlarla bunların sırları anlatılır. Bu fasıl eserin 74-189. bölümlerini ihtiva eder.

Sâlikin ahvalinin anlatıldığı üçüncü fasıl seksen bölüme ayrılmıştır. Bu fasılda sefer ve müsâferet, tarik, hal, makam, mekân, şath, tavâli‘, nefes, sır, visâl, fisâl, riyâzet, tecellî, müşâhede, mükâşefe, telvîn, gayret, hayret, letâif, fevâtih, vesm ve resm, kabz, bast, fenâ, beka, cem‘, tefrika, murad, mürid, himmet, gurbet, mekr, rağbet, vecd, tevâcüd, vücûd, vakt, heybet, üns, celâl, cemâl, kemal, gaybet, huzur, sekr, sahv, zevk, re’y, mahv, isbat, setr, kurb, bu‘d, şeriat, hakikat, havâtır, vârid, şâhid, nefs, ruh, ilme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin gibi konular ve bunların sırları anlatılır.

Dördüncü fasılda kutub ve onun iki yanında bulunan iki imamın menzilleri, tenzih, teberrâ, havz, ülfet, tecellî-i semedânî, tilâvetü’l-evveliyye, ilmü’l-ümmî, gayb ve şehâdet âlemleri, zamanın sadrı ve dördüncü felek, şehâdet âleminin varlık sebebi, gayb âleminin zuhur sebebi, saadet ve şekavet ehli, ulvî âlemin inkisam sebebi, ulvî âlemin süflî âlem üzerine gelişinin sebebi, melâmet, evliyanın kalbine vahyin inişi ve şeytanın bundan uzak oluşu, nebîler, velîler ve meleklerin dereceleri ve farkları, azabın neden gerektiği, ibtilâ, Muhammedî şeriatın ve diğer şeriatların nefsânî garazlarla nasıl neshedildiği, âlem-i gayb ile âlem-i şehâdetin arasını ayıran menzil, büşrâ, mübeşşer-mübeşşer bih, ricâl ve nisânın bazı ilâhî mavtınlarda beraberliği, Kur’an menzili, mürekkeb ve basit, terakkî ve tedenni, “Ben eşyayı senin için, seni de benim için yarattım” menzili, uhuvvet, nebâtâtın kutba biati, Hz. Muhammed’in menzili ve âlemler, İhlâsın sırrı, bazı âriflerin sıdklarının sırları, Allah indinde ilk saf, Hayber fethi ve o gün inen sırlar, ebvâbın fethi ve kapanması, sıfatlarda ruhlar ve nefislerin beraberliği, mânalardan perdenin kaldırılması, Ehl-i beyt’ten olmayanın Ehl-i beyt’e ilhakı, Hak ve takdir, iki secde (küllî ve cüz’î) ve sırları, arif ve onun kendi altındakileri eğitmesi, ekvânda hali ve makamı gizli olanlar, âhir zaman mehdîsi ve vezirleri, şehâdet âleminin gayb âlemi üzerine olan tesirleri, hakikatler âlemi ve imtizac, “Ulemâ enbiyanın vârisleridir” menzili, tevhid ve cem‘ konularıyla bunların sırları anlatılmıştır. Bu fasıl eserin 270-383. bablarını ihtiva eder.

Beşinci fasılda zillet ve fakr ile ulaşılabilecek haller (münâzelât) incelenmiştir. Eserin 384-461. bablarını içine alan bu fasılda, “Allah insan ile ancak vahyetmekle veya hicabın ardından konuşur” (eş-Şûrâ 42/51) meâlindeki âyetin sırları anlatıldıktan sonra, “Kim hakir görülürse galip gelir, kim de hakir görürse mağlûp olur”; “Merhamet edene merhamet edilir”; “Edepli olan vâsıl da olur”; “Kuluma tapan kulum değildir”; “İsimler sana hicaptır, eğer onları açabilirsen bana vâsıl olursun”; “Ben senin zamanınım, sen de benim zamanımsın”; “Benim fiilimi bana iade eden bana hakkımı vermiş olur”; “Deliller ve burhanlarla bana vâsıl olmak isteyenler hiçbir zaman bana vâsıl olamazlar” gibi hikmetli sözlerin açıklamaları yapılmıştır. Daha sonra şahdamarı ve beraberliğin mahalli, kulun kalbi, irfanî keşfin gerekliliği, kabe kavseyn ve kabe kavseyn-i sânî, İslâm, iman ve ihsan mertebeleri ve sırları anlatılmıştır.

Eserin 462-558. bablarını ihtiva eden altıncı faslında makamâtla ilgili konular ele alınmıştır. Bu fasılda Muhammedi kutuplar ve bunların menzilleri, âlemin feleklerinin devrini sağlayan on iki kutub, menzili “lâilâhe illallah” olan Muhammedî kutuplar kutbunun hali, menzili “Allahüekber” olan kutub, menzili “sübhânallah” olan kutub, menzili “elhamdülillâh” olan kutbun halleri anlatıldıktan sonra sırasıyla her birinin menzili bir âyete tekabül eden kutublardan söz edilir. İbnü’l-Arabî daha sonra, kendi zamanından kıyamete kadar gelecek kutubların adlarını zikretmesine engel olan sebepleri sıralamış ve hatmü’l-evliyâ konusuna temas etmiştir. Bu faslın son bölümünde Allah’ın isimlerinin bilinmesi keyfiyeti ve bunlardan hangisinin telaffuzunun câiz ve hangilerinin câiz olmadığı anlatılmıştır.

559. bölüm eserin bir özeti mahiyetindedir. 560. bölüm ise bir sonsöz niteliğinde olup İbnü’l-Arabî’nin hem müridlere hem de vâsıl olan kişilere hitaben yazdığı ilâhî, şer‘î ve hikemî vasiyetlerini ihtiva eder.

el-Fütûhât esas itibariyle mensur bir eser olmakla birlikte içerisinde bir hayli şiir bulunur. Bu şiirlerin sayısı İbnü’l-Arabî’nin divanında yer alan şiirlerin yaklaşık beş katına ulaşır. Müellif ayrıca bu şiirleri Nazmü’l-Fütûhi’l-Mekkî adıyla bir eserde toplamıştır (Halep, Ahmediye Ktp., nr. 774). Genellikle her bölüm bir şiirle başlar. Müellif bu şiirlerin o bölümün âdeta birer özeti olduğunu, bunların kendilerine özgü mânaları bulunduğunu vurgular.

Eserde nakledilen âyet ve hadislerin sayısı da oldukça fazladır. el-Fütûhât’ta tefsir ve te’vili yapılan bu âyetler Mahmûd Gurâb tarafından derlenerek Rahmetün mine’r-rahmân fî tefsiri’l-Kur’ân adıyla dört ciltten oluşan bir eser meydana getirilmiştir (Şam 1989).

Sûfîlerin varlık ve bilgi nazariyesi, kozmolojisi ve metafizik anlayışlarının yanı sıra nübüvvet, risâlet, velâyet, melekiyyât, mebde ve meâd, tefsir ve te’vil gibi hem zâhirî hem de bâtınî yönleri olan birçok konu hakkında özgün bilgiler ihtiva eden el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin müellifin diğer önemli eseri Fusûsü’l-hikem’in bir şerhi olduğu söylenebilir. Nitekim Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Muhammed Pârsâ, “Fusûs can, Fütûhât gönüldür” sözüyle eserin bu niteliğini vurgulamak istemiştir, el-Fütûhât’ın özellikle II. cildinin 357-377. sayfaları arasındaki kısmın bir Fusûsü’l-hikem özeti olduğu hissedilmektedir. Öte yandan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sini el-Fütûhât’ın Farsça versiyonu olarak değerlendirenler de vardır. İbnü’l-Arabî, Mısırlı sûfî İbnü’l-Fârız’dan et-Tâ’iyyetü’1-kübrâ’sını şerhetmesini istediğinde onun, “Senin el-Fütûhât’ın onun şerhidir” dediği rivayet edilir. Müellifin 400’ü aşkın eserinin her biri el-Fütûhât’ın bir bölümüne yazılmış birer zeyil olarak değerlendirilebilir. Meselâ Kitâbü’t-Tecelliyyât el-Fütûhât’ın 382. bölümünün, Kitâbü’l-Menzilü’l-menâzil de 22. bölümün birer zeyli gibidir, el-Fütûhat’ın diğer bir önemli özelliği de nakledilen bir sûre veya âyetin, eserin hem kendi iç bölümleri arasında, hem de el-Fütûhât ile başka bir eseri arasında fikrî bağlantı kurmada anahtar rol oynamasıdır. İbnü’l-Arabî bütün eserlerinin Kur’an’ın hazinelerinden olduğunu, kendisine Kur’an’ın fehminin ve nusretinin bahsedildiğini sık sık söyler. Bundan dolayı el-Fütûhât’a tasavvufî bir Kur’an tefsiri demek de mümkündür.

İbnü’l-Arabî, eserlerinin kendisi tarafından yapılmış birer listesi olan el-Fihrist ve el-İcâze adlı kitaplarında el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’yi 50. sırada zikreder. Fusûsü’l-hikem’in dört yerinde ve diğer bazı eserlerinde de bu eserden söz eder.

Pek çok kitap okuduğunu, ancak el-Fütûhât’tan daha kapsamlı bir eser görmediğini söyleyen Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’ye göre bu eserde şeriatın sır ve hikmetlerine, müctehidlerin ictihadlarını ortaya koyarken dayandıkları esaslara geniş yer verilmiştir. Bir müctehid bu eseri inceleyecek olursa bilgisi artar, daha önce bilmediği istidlâl şekillerini ve bunların sırlarını öğrenir, isabetli bir şekilde gerekçe tesbit etme imkânını kazanır. Bir müfessir, bir hadis yorumcusu, bir kelâma, bir dil veya kıraat âlimi, hatta bir rüya tabircisi bu eserden kendi alanıyla ilgili pek çok yeni şey öğrenir. Bir tabip, bir mühendis, bir mantıkçı, bir kimyacı ve bir tabiat âlimi için de aynı şeyi söylemek mümkündür (el-Kibrîtü’l-ahmer, s. 3).

Çeşitli vesilelerle tefsir, hadis, fıkıh ve kelâmla ilgili pek çok meseleye temas eden ve bunlara dikkate değer açıklamalar getiren İbnü’l-Arabî’nin bu hacimli eseri yazıldığı tarihten itibaren pek çok âlimin dikkatini çekmiş, defalarca istinsah edilmiş, şerh ve ihtisar şeklinde bazı çalışmalara konu olmuştur.

Nüshaları. Sadece İstanbul kütüphanelerinde birçok yazma nüshası bulunan eserin 1238 yılında tamamlanmış müellif hattı nüshası İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndedir (nr. 1845-1881). Konya nüshası olarak bilinen ve otuz yedi ciltten meydana gelen bu nüsha itinalı bir mağrib neshiyle yazılmıştır. Sonunda, eser kaleme alınırken ve tamamlandıktan sonra yetmiş bir defa müellifle mukabelesinin yapıldığına, kendisine okunduğuna dair okuyucu ve dinleyicilerin isimlerini de ihtiva eden semâ kaydı bulunmaktadır. Müellifin eserleri üzerinde geniş bir çalışma hazırlayan Osman Yahyâ el-Fütûhât nüshaları hakkında bilgi verirken bu yetmiş bir semâ kaydının senedlerini tek tek sıralar (Histoire et classification de l’ceuvre d’Ibn Arabi, I, 205-231). Müellifin yazdığı bugün mevcut olmayan ilk nüshadan istinsah edilen Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki el-Fütûhât nüshası (nr. 3743-3746) dört cilt halindedir. Bu nüsha yukarıda tanıtılan nüsha ile bazı farklılıklar göstermektedir. “Beyazıt nüshası” olarak tanınan eser 683 (1284) yılından önce istinsah edilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin İsmâil b. Sevdekîn en-Nûrî adlı talebesi tarafından ilk nüshadan istinsah edilen Fâtih nüshası eserin XVIII-XXVII. ciltlerini ihtiva eder (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 275). Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr. 1752) ve Nuruosmaniye (nr. 2506-2507) kütüphanelerindeki nüshalar da oldukça eski tarihli olup sonlarında semâ kayıtları vardır.

Tarih boyunca el-Fütûhât’a verilen önem, onu en usta hattat ve müzehhiplerin istinsah edip süsledikleri bir eser haline getirmiştir. Bunlardan, Mehmed Ali Ayni’nin, “Yenicami Kütüphanesi kitapları arasında bir Fütûhât-ı Mekkiyye vardır ki görülmeye şâyestedir... Hattatının hiç olmazsa iki sene mütemâdiyen çalışması lâzım geleceğini tahmin ediyorum” (Şeyh-i Ekberi Niçin Severim, s. 169) dediği nüshanın zahriyesi nefis bir tezhiple bezenmiş olup bölüm başlıkları ve sayfalar altın yaldız çerçevelidir. Molla Fenârî’nin oğlu hattat Celâleddin Efendi tarafından istinsah edilen bu nüsha bugün Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Turhan Vâlide Sultan, nr. 187). Ayrıca yine Süleymaniye (Antalya [Tekelioğlu], nr. 388; Mehmed Ağa Camii, nr. 125) ve Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 98) kütüphanelerinde nefis tezhipli el-Fütûhât nüshaları bulunmaktadır.

el-Fütûhât’ın yazma nüshalarında bazı tahrifler yapıldığı iddiası Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’den kaynaklanmaktadır. Şa‘rânî, el-Fütûhât’ı özetlemeyi amaçladığı el-Yevâkit ve’l-cevâhir adlı eser üzerinde çalışırken kullandığı nüshada İbnü’l-Arabî’nin görüşlerine aykırı bazı ifadelere rastladığını, bunları eserine almadığını, yıllar sonra Konya’da el-Fütûhât müstensihlerinden Şemseddin el-Medenî’ye rastladığını, onun istinsah ettiği nüshayı incelediğini, kendisinin el-Yevâkit ve’l-cevâhir’e almadığı birçok meselenin bu nüshada bulunmadığını görünce Mısır’daki bazı nüshalarda tahrifat yapıldığı kanaatine vardığını söyler (el-Yevâkit ve’l-cevâhir, s. 3-10). Şa‘rânî’nin bu iddiayı ileri sürerken hangi nüshaları kastettiği belli değildir. İbnü’l-Arabî uzmanlarından Ebü’l-Alâ el-Afîfî el-Fütûhât’ın Bulak baskısını baştan sona taradığını, Şeyh-i Ekber’in fikirlerine aykırı bir şey görmediğini söyleyerek Şa‘rânî’nin bu konudaki kaygısını yersiz bulduğunu bildirir (Tİ, I, 163).

Eser ilk olarak Emîr Abdülkadir el-Cezâirî tarafından Mısır’da neşredilmiştir (Bulak 1297). Bu basımda Konya nüshasının esas alındığı söyleniyorsa da bu nüsha yukarıda tanıtılan müellif nüshasının dışında başka bir nüsha olmalıdır. Eser 1876 ve 1911’de tekrar basılmış, bu son baskının Beyrut’ta birçok tıpkıbasımı yapılmıştır (Beyrut, ts. [Dârü’s-Sadr]). Üçüncü basımda önceki baskılara göre bazı farklılıklar ve baskı hataları bulunduğundan ilk baskı daha muteber sayılır. Eserin son bölümü olan “Vesâyâ” ayrı bir kitap olarak el-Vesâyâ adıyla birkaç defa basılmıştır (meselâ bk. Beyrut 1408/1988).

el-Fütûhât’ın ilmî neşrine 1972 yılında Osman Yahyâ tarafından Mısır’da başlanmıştır. Çok tafsilâtlı bir tahkik ve tahrîc yapılması planlanan bu çalışmada Konya, Beyazıt, Fâtih nüshaları ile Bulak baskısı esas alınmakta, her cildin önsözünde o cildin muhtevası hakkında bilgi verilmektedir. V. cildin başında eserin kullanımını kolaylaştıran bir makale bulunmaktadır. Mısır Kültür Bakanlığı ve Sorbonne Üniversitesi’nin üstlendiği bu projeye XII. ciltten itibaren UNESCO tarafından da destek verilmektedir. Otuz yedi cilt halinde yayımlanması planlanan eserin şimdiye kadar (1995) on dört cildi çıkmıştır. el-Fütûhât’ın yayımı Mısır’da ilginç tartışmalara yol açmıştır. 23 Şubat 1979’da Mısır Parlamentosu’nda eserin basılıp basılamayacağı tartışılmış, alınan bir kararla yayımı durdurulmuş ve neşredilen ciltlerin dağıtımı yasaklanmıştır. 1981’de yasağın kalkması üzerine neşir faaliyeti yeniden başlamıştır. Ezher hocalarından Kemâl Ahmed Avn’in Kitâbü’l-Fütûhâti’l-Mekkiyye ve mâ verâ’ühû min ‘iyâźi’l-hafiyye (1989) adlı broşürü konuyu tekrar gündeme getirmiştir. Muhammed Gazâlî Liva’ü’l-İslâm dergisinde (Mart ve Temmuz 1990) yayım kararını şiddetle eleştirmiş, Enver el-Cündî de en-Nûr dergisinde (29 Temmuz 1990) bu konuda bir yazı yazarak kendisine katılmıştır.

Şerhleri ve Muhtasarları. el-Fütûhât’ın tam bir şerhi yoktur. Abdülkerîm el-Cîlî’nin Şerhu müşkilâti’l-Fütûhâti’l-Mekkiyye adlı eseri 559. bölüm üzerine bazı açıklamalardan ibarettir. Hint ulemâsından Muhibbullah Allahâbâdî’nin belirli bir sıra takip etmeden yazdığı Farsça bir şerhin sadece II. cildi günümüze ulaşmıştır (Chittick, MW, s. 228-241). Eserin bazı güç bölümlerini Mîr Seyyid Abdülevvel’in şerhettiği rivayet edilir (S. A. A. Rizvi, II, 57). Muhammed el-Bâlî el-Eş‘arî mukaddimedeki birkaç sözünü (Berlin Königlichen Bibliothek, nr. 2875), Abdullah Bosnevî, Risâle fî neş’eti’l-insâniyye adıyla el-Fütûhât’ın 6. bölümünü (İÜ Ktp., AY, nr. 3164, vr. 16b-19b) ve Enfesü’l-vâridât adıyla da ilk cümlesi olan “el-hamdü li’llâhi’lleźî evcede’l-eşyâ’e ‘an ‘ademihî” ibaresini (Süleymaniye Ktp., Yahyâ Efendi, nr. 2864, s. 38-54) şerhetmiştir. Şeyh Ömer Gürânî Şerh-i Müntehabât-ı Fütûhât-ı Mekkî adıyla eserin bazı bölümlerini Türkçe, kısmen de Arapça olarak şerhetmiş, Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin bu şerhi istinsah ederken yer yer derkenara hâşiyeler düşmüştür (İÜ Ktp., AY, nr. 7469). Sarı Abdullah Efendi, el-Fütûhât’ın esas olarak 309. bölümünde ve diğer bazı bölümlerinde yer alan melâmete dair konuları Mir’âtü’l-asfiyâ’ fî sıfâti melâmiyyeti’l-ahfiyâ’ adıyla şerhetmiş, bu eser Mirkatü’l-evliyâ adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Seyyid Nigârî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ye Tavzîhât adlı Türkçe bir kitabı olduğu söyleniyorsa da (İbnülemin, IV, 1209) bugüne kadar böyle bir esere rastlanmamıştır. İsmâil Hakkı Bursevî’ye veya Niyâzî-i Mısrî’ye atfedilen Lübbü’l-lüb adlı risâle el-Fütûhât’ın “hazerât-ı hams” ile ilgili bölümlerinin tercüme ve şerhinden ibarettir. el-Fütûhât’ın “Hutbetü’l-kitâb” adlı ilk cüzü Emîr Abdülkadir el-Cezâirî tarafından şerhedilmiştir (DTCF Ktp., İsmail Saib Sencer, nr. 5147). Mevlevi şeyhi Alemî Dede’nin de el-Fütûhât’ın bazı yerlerine şerh yazdığı rivayet edilmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 49). Ayrıca Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr. 1815, 1821, 3231) ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (İsmail Saib Sencer, nr. 1601) kütüphanelerinde el-Fütûhât’ın bazı bölümlerine yapılmış kısmî şerhler vardır. Yakın dönemde Nihat Keklik eserdeki konuları felsefî açıdan tahlil eden geniş bir çalışma yapmıştır (Bir Misdak Olarak el-Futuhâtu’l-Mekkiyye, I-II, 2. bs., Ankara 1991). İbnü’l-Arabî’nin havassü’l-havassın akidesini anlattığı bölümde pek tafsilat vermediğini söyleyen çağdaş Mısır meşâyihinden Şeyh Muhyiddin et-Tugnî bu kısma altmış bölümlük bir tekmile yazmıştır (Tekmiletü Fütuhâti’l-Mekkiyye, I-II, Beyrut 1994).

Bunların yanı sıra eserde yer alan birçok şiir müstakil şerhlere konu olmuştur. Meselâ, “Künnâ hurûfen ‘âliyen” ile başlayan beyit Cendî, Molla Fenârî, Abdurrahman el-Bistâmî, Celâleddin ed-Devvânî, Ulvân el-Hamevî gibi âlimler tarafından şerhedilmiştir. “Bi-kuvveti ‘ayni’ş-şühûd” ibaresiyle başlayan beyti Dâvûd-i Kayserî, “Huźtü lüccete bahre’l-enbiyâ’” ibaresiyle başlayan beyti Celâleddin ed-Devvânî, “Lenâ min emrihî rûhun ve cismün” ibaresiyle başlayan beyti Tecelliyât-ı Berkıyye adıyla Osman Fazlı Atpazarî, “Subhâne men ezhere’l-eşyâ’e” ibaresiyle başlayan beyti (Ali el-Karî’nin İbnü’l-Arabî’yi tekfir ettiği beyit) Miftâh-ı Vücûd adıyla Selâhî Efendi, “er-Rabbü Hakkun ve’l-’abdü Hakkun” ibaresiyle başlayan beyti Risâletü’l-fethi’l-mübîn adıyla Abdullah el-Hâlidî, yine aynı beyit Cemâl-i Halvetî ve ismi bilinmeyen bir kişi tarafından, “Zanentü zunûnen” ve “Felevlâhu felevlânâ” ibareleri ise Muhammed Nûr el-Arabî tarafından şerhedilmiştir.

el-Fütûhât’ın şerhinden ziyade ihtisarları yapılmıştır. Çeşitli kütüphanelerde Kıŧa’ât mine’l-Fütûhât veya Müntehabât mine’l-Fütûhât adı altında kayıtlı pek çok seçme vardır. Bunların en meşhurları Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin el-Yevâkit ve’l-cevâhir’i ve bunun da ihtisarı olan el-Kibritü’l-ahmer’idir. Yine aynı müellif Levâkıhu’l-envâri’l-kudsiyye adını verdiği bir ihtisar çalışması daha yapmıştır. Hüseyin el-Beytimânî Mülahhasu ‘ulûmi’l-Fütûhât, Abdülmuhsin b. Muhammed el-Müntehab mine’l-Fütûhât adıyla birer muhtasar eser hazırlamışlardır. Abdülganî en-Nablusî de Sevâŧı’u’l-envâri’l-kudsiyye adını verdiği bir ihtisar çalışması yapmıştır. Nakşî şeyhlerinden Hüseyin Hâmid Efendi’nin Safvetü’l-Fütûhatı’l-Mekkiyye adıyla bir telhisi vardır (İÜ Ktp., AY, nr. 3173). Şeyh Ömer Gürânî’nin Şerh-i Müntehabât-ı Fütûhât-ı Mekkî adlı eseri aynı zamanda bir telhis sayılır. Gürânî’nin Vâridât adlı eserinde de el-Fütûhât’tan bazı parçaların tercümeleri yer almaktadır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3010). Ahmed Diyarbekrî adlı bir kişi el-Fütûhât’a bir indeks hazırlama teşebbüsünde bulunmuştur (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 329).

Tercümeleri. el-Fütûhât’ın mecaz ve istiarelerle örülü sembolik bir dile sahip olması ve muhtevasının fikrî yoğunluğu sebebiyle tercüme edilmesi oldukça güçtür. Bazı dillere kısmî tercümeleri yapılmışsa da henüz eserin tamamının çevirisi bulunmamaktadır. Bir Batı dilinde tam bir bölüm tercümesi ilk defa Michel Valsan (Mustafa Abdülazîz) tarafından Fransızca olarak yapılmış ve on bir parçadan ibaret bu tercüme 1953-1966 yılları arasında Etudes traditionnelles (Paris) dergisinin çeşitli sayılarında yayımlanmıştır. Daha sonra Valsan’ın talebelerinden Charles-Andre Gilis (Abdürrezzâk Yahyâ), “Hac ve Sırları” adlı 72. bölümü La Doctrine initiatique du pelerinage (Paris 1982), “Rahmânî Nefes ve Sırları” adlı 198. bölümü Le Coran et la fonction d’Hermes (Paris 1984) adıyla tercüme etmiştir. Muhabbete dair 178. bölüm Maurice Gloton tarafından Traite de l’amour (Paris 1986), “Kimyâ-i Saadet” adlı 167. bölüm S. Ruspoli tarafından L’Alchimie du bonheur parfait (Paris 1980) adıyla Fransızca’ya çevrilmiştir. İbnü’l-Arabî üzerine araştırmalarıyla tanınan Michel (Ali) Chodkiewicz’in başkanlığında bir heyetin el-Fütûhât’tan Fransızca’ya ve İngilizce’ye yaptıkları tercümeler Chodkiewicz’in önemli notlar ihtiva eden uzunca bir mukaddimesiyle birlikte yayımlanmıştır (Les Illuminations de la Mecque, Paris 1988). Yine Chodkiewicz’in el-Fütûhât üzerine olan yorumlarından oluşmuş makaleleri Un ocean sans rivage adıyla yayımlanmıştır (Paris 1992). Eserin firâsetle ilgili 148. bölümü M. J. Viguera tarafından İspanyolca’ya tercüme edilmiştir (Madrid 1977). M. Asin Palacios el-Fütûhât’ın bazı bölümleriyle Dante’nin (ö. 1321) İlâhî Komedya’sı arasındaki benzerlikleri gösteren bir çalışma yapmıştır (La Escatologia musulmána en la Divina Comedia, Madrid 1919). W. Chittick’in The Sufi Path of Knowledge (New York 1989) adlı eseri el-Fütûhât’tan nakiller ihtiva eden önemli bir çalışmadır. S. Hirtenstein ve M. Tiernan tarafından yayıma hazırlanan Muhyiddin Ibn ‘Arabi: A Commemorative Volume (London 1993) adlı derlemede el-Fütûhât’ın bazı bölümlerinden seçmeler yer almaktadır. el-Fütûhât’ın birkaç bölümü Deh Risâle-i Mütercem-i İbn ‘Arabî adıyla Farsça’ya çevrilmiştir (Tahran 1987). Eserin Carlo Monte adlı bir kişi tarafından 1424 yılında İspanyolca’ya tercüme edildiği rivayet edilir.

el-Fütûhât’tan en fazla tercümenin yapıldığı dil Türkçe’dir. Eserin 53. bölümünün (müridin bir üstat bulmadan önce yapması gereken şeyler) mütercimi meçhul bir tercümesi Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Tâhir Ağa Tekkesi, nr. 772), 65. bölümün (cennet ve menzilleri) yine mütercimi meçhul bir çevirisi de İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı’ndadır (Osman Ergin, nr. 72). Şeyh Mustafa Efendi adlı bir kişi tarafından yapılan, üstatlara saygı gösterme ve onların kalplerine girme konusuna dair 181. bölümün tercümesi basılmıştır (İstanbul 1285). 148. bölümün (firâset ilmi ve sırları) tercümesi Şâkir b. Hüseyin (İstanbul 1276), 178. bölümün (muhabbet makamı ve sırları) tercümesi Ömer Lutfi Efendi tarafından Neb‘a-i Muhabbet adıyla yapılmıştır (İstanbul Belediyesi Atatürk Ktp., Osman Ergin, nr. 169). Atatürk Kitaplığı’nın Osman Ergin bölümünde (nr. 69, 74) el-Fütûhât’tan yapılmış çeşitli bölüm tercümeleri bulunmaktadır. 560. bölümün (vasiyetler) Kaymakam Osman Bey tarafından yapılan tercümesi yayımlanmıştır (İstanbul 1867). Bu bölümün yeni bir çevirisini Naim Erdoğan yapmıştır (Fütûhâtü’l-Mekkiye’den Altın Sayfalar, İstanbul 1993). Bu tercümede şiirler de nesir halinde çevrilmiştir. Son devir meşâyihinden Hüseyin Şemsi (Ergüneş) Efendi’nin el-Fütûhât’tan tercüme ettiği esmâ-i hüsnâ şerhi, insân-ı kâmil ve kunut bölümlerinin tercümesi henüz basılmamıştır. İbrahim Aşkî Tanık, Tasavvuf adlı kitabında (İstanbul 1955) başta “Mârifet” bölümü olmak üzere birkaç kısa bölümün tercümesini vermiştir. Mahmut Sadettin Bilginer’in Ahadiyyet Risâlesi ve Fütûhât-ı Mekkiyye’den Seçilmiş Tasavvufa Dair Bölümler (İstanbul 1983), Selahattin Alpay’ın Fütûhât-ı Mekkiyye (İstanbul 1978) adlı eserlerinde bazı parçalar yer almaktadır. Mahmut Kanık 178. bölümü İlâhî Aşk adıyla tercüme etmiş (İstanbul 1992), ayrıca eserin bazı bölümlerinden seçtiği metinlerin çevirisini de Mârifet ve Hikmet adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1995).

Tesirleri. el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye İslâm tarihi boyunca lehte ve aleyhte çeşitli görüşlere konu olmuş, birçok âlim eserden övgüyle söz ederken bazıları da ehl-i kıbleden olan hiçbir kimseye kesinlikle küfür isnat edilmemesi gerektiğini söyleyen (el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, IV, 554) müellifine tekfire kadar varan ağır tenkitler yöneltmişlerdir. Sûfî çevrelerinde, yaygın anlayışa uyan ve uymayan pek çok hususu ihtiva eden eserin nasıl anlaşılması gerektiği müzakere edilirken zâhir ulemâsı onu okumanın câiz olup olmadığını tartışmıştır. Molla Câmî, Ubeydullah Ahrâr’a bu kitaptan bir yeri göstererek anlayamadığını söyleyince Ubeydullah’ın ona kitabı kapatarak kendisini dinlemesini söylediğini, konuşması bitince aynı yeri bir daha okumasını istediğini, bundan sonra metnin kendisine açıldığını söyler (Kâşifî, I, 249-250). el-Fütûhât’ın anlaşılmasıyla ilgili olarak buna benzer pek çok olay rivayet edilir. Bazı müellifler, İbnü’l-Arabî’nin diğer eserleri gibi el-Fütûhât’ın da ancak sülûk gördükten ve merâtib tanındıktan sonra anlaşılabileceğini, hatta bunun için müellifle mânevi bir bağın kurulması gerektiğini de söylemişlerdir (Haydar el-Âmülî, s. 33). Meŝnevî ve Fusûsü’l-hikem şârihi Ahmet Avni Konuk’un ihvanından Tahsin Bey’in el-Fütûhât’ı birkaç defa hatmettiğini, zaman zaman mânasını anlamakta güçlük çektiği metinleri rüyasında müellifin kendisine açıkladığını ifade etmesi (Ergin, s. 212) bu görüşü destekler mahiyettedir. Hüseyin Vassâf ise zamanının meşhur bir âlimiyle görüşmesi esnasında onun kendisine el-Fütûhât’ı medrese tahsilinden sonra okumaya başladığını, fıkıhçıların ve hadisçilerin görüşlerine aykırı bazı mütalaalar yürütüldüğünü görünce okumayı sürdürmekten korktuğunu, eserin daha yüksek bir zevk mertebesinde anlaşılacağına kanaat getirerek, “el-Fütûhât’ı öptüm, rafa koydum” dediğini nakleder (Sefîne, I, 76). Yemenli sûfî Ebû Bekir el-Ayderûsî, talebelik yıllarında elin

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort