Hit (5106) M-1938

İslami Yazmalar Farsça Yazmalar

Yazar Adı : İlim Dalı : Yazma eserler
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-02-25 Güncelleyen : /0000-00-00

İslamî Yazmalar, Farsça Yazmalar

İslam medeniyeti her şeyden önce bir kitap medeniyetidir. Kitap kutsaldır. Hürmet edilmesi gereken bir şeydir. Kur’an’la başlayan, kısa zamanda çok geniş sahaya yayılan bu medeniyet, medeni liderliğin bayrağını asırlarca taşımıştır. Kur’an-ı Kerim ile Arapça’nın bu medeniyetin gelişmesindeki rolü büyüktür.

İslam dünyasında o zaman aktüel olan her edebiyat sahasında eser verilmiş, kısa zamanda muazzam bir yazılı literatür meydana getirilmiştir. İslam alimleri ilimleri İslami ilimler, eskilerin ilimleri diye ikiye ayırırlar. İslamî ilimler dil ilimleri, edebiyat, tarih, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, tarih gibi ilimlerdir. Bunları Müslümanlar diğer medeniyetlerden almamış, kendileri ortaya koymuştur. Eskilerin ilimleri ise felsefe, mantık, matematik, astronomi, fizik, kimya, botanik, zooloji, tıp, coğrafya gibi eski medeniyetlerden tercüme edilip sonra geliştirilen ilimlerdir.

İslam medeniyeti eski medeniyetler içinde en çok yazma kitaba sahip olandır. Bunda ilme verilen ehemmiyet yanında matbaanın İslam dünyasına geç girişi de etkili olmuştur. Bu yazmalar sadece ilmî ve edebi malumat ihtiva etmezler. Aynı zamanda sanat bakımından değerlidirler. Hat, süsleme, resim, minyatür, cilt sanatları için önemli kaynaktırlar.

İslamî yazmalar dünyanın her tarafına yayılmış vaziyettedir. Şeyh Zeki Yemânî tarafından Londra’da tesis edilen al-Furqan Vakfı dünya çapında İslamî yazmaların bir taramasını yaptırmış, sonuçlarını World Survey of Islamic Manuscripts adıyla 1992-1994 yıllarında 4 cilt halinde yayınlamıştır. Bu araştırmadan çıkan sonuca göre İslamî yazma bulunmayan ülke sayısı pek azdır.

İslamî yazmalar Arapça, Türkçe, Farsça, az sayıda Urduca’dır. Dünya üzerinde 1000000 cilt civarında İslamî yazma olduğu tahmin ediliyor. Bunların dörtte biri Türkiye’dedir. Üstelik Türkiye’deki yazmaların ilim, sanat değeri yüksektir. Çok sayıda eski yazma vardır. Türkiye’den başka Mısır, İran, Hindistan, İngiltere, Suriye, Fas, Fransa, Almanya vs. ülkelerde kıymetli ve zengin yazma koleksiyonları bulunmaktadır. Bahsedilen yazmaların yüzde yetmişine yakını Arapça, yüzde otuzuna yakını Türkçe, Farsça’dır. Diğer dillerdeki yazmalar yüzde bir civarındadır.

Türkiye’de bulunan 250000 cilt civarındaki yazmanın 145000 cilt kadarı İstanbul’da, kalanı Anadolu şehirleri ve Edirne’dedir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde 115 civarında koleksiyon, 70000 cilt civarında yazma bulunur. Bu miktarın 12000 cilt kadarı Türkçe, 3700 cilt kadarı Farsça’dır. Kalanı ise Arapça’dır. Diğer koleksiyonlarda da durum farklı değildir. Diğer farklı bir örnek İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin durumudur. Bu kütüphanede 9941 cilt Türkçe, 6963 cilt Arapça, 1615 cilt Türkçe yazma vardır. Türkçe, Farsça yazma bakımından zengindir. Farsça yazmalar İran, Hindistan gibi ülkelerde daha fazla bulunur.

XIX. asırdan beri araştırmacılar Türkiye’deki koleksiyonlardan faydalanmaktadır. Çoğundaki kitaplar literatüre geçmiştir. Numaraları üzerinde oynama yapılamaz. Bir kısmının ise kataloğu çeşitli kişiler tarafından, bir kısmının ki ise TÜYATOK serisinde yayınlanmıştır. Çoğunun kataloğu henüz neşredilmemiş haldedir. Tesbit fişleri vasıtasıyla faydalanılmaktadır. Ahmed Ateş, Fehmi Karatay, Tevfik Sübhânî-Hüsameddin Subaşı gibi araştırmacılar bazı koleksiyonlardaki Farsça kitaplarının kataloglarını neşretmişlerdir. Bilhassa Tevfik Sübhânî son senelerde İstanbul Üniversitesi, Manisa, Bursa, Türkiye kütüphanelerindeki Farsça yazmaların dört ayrı kataloğunu yayınlamıştır. Bir çok koleksiyonun kataloğunun hazırlanması ise hamiyet sahibi kişilerin gayretlerini beklemektedir.


KANUNÎ DEVRİNDE İSTANBUL’DA FARSÇA ESER VEREN EDİB VE ÂLİMLER

Prof.Dr. Ahmet Suphi FURAT

Kanunî Sultan Süleyman’ın 1520’den 1566 yılına kadarki kırk altı yıllık hükümdarlığı, Osmanlı Devleti’nin XVI. asırdaki yükselişinin en parlak devresidir. Bu devrede Şark’ta Doğu Anadolu, Güney’de Kuzey Afrika ve Batı’da da Macaristan fethedilerek Osmanlı devletinin sınırları genişletilmiştir. Osmanlılar, bu siyasî, içtimaî ve iktisadî gelişmelerini XVI. asrın son çeyreğine kadar devam ettirmişlerdir.

Söz konusu bu başarılar, imparatorlukta refah ve serveti arttırmış, her şehirde camiler, medreseler ve tekkeler kurularak kültür merkezleri yayılmıştır. Bu müspet gelişmeden en fazla etkilenen şüphesiz İmparatorluğun merkezi olan İstanbul şehri olmuştur. Burada, ilim ve sanat hareketlerini himaye eden Kanuni Sultan Süleyman’ın rolü pek büyüktür. Şair olan ve Muhibbî mahlası ile bir divan tertip eden sultan, bu tür faaliyetlere öncülük etmiştir. Şehzadeler, vezirler, paşalar ve diğer devlet ricali de sultanı örnek almışlar; camiler, medreseler ve kütüphaneler gibi eğitim müesseseleri kurmuşlar; ayrıca kendi muhitlerinde edebî mahfiller düzenlemişlerdir. Bu tebliğde, Kanunî Sultan Süleyman devrinde Farsça eser veren edib ve âlimler tanıtılacaktır.


TARİHSEL İRAN TÜRKÇESİNE AİT BİR YAZMA: ‘AKĀYİD-İ EVLİYĀ’-İ SEB‘A

Doç.Dr. Gülşen Seyhan ALIŞIK

Bu bildiride birçok bilinmezi olan tarihsel dönem İran Türkçesinin kullanımına ve özelliklerine ışık tutacağına inandığımız bir yazmayı tanıtmağa çalışacağız. Araştırmamıza konu olan yazmanın adı: ‘Akāyid-i Evliyā’-i Seb‘a’dır. Eserin müellifi Sultān Mahmūd bin Sultān Burhāneddîn Geylāní olarak kaydedilmiştir. Yaklaşık 46 yaprak ve 13×23 cm boyutlarında olan eserde her yaprakta 14 satır bulunmaktadır.

Talik hatla kaleme alınmış olan ‘Akāyid-i Evliyā’-i Seb‘a günümüzde Meşhed’de Âstân-i Kuds Kütüphanesi, Yazma Hikmet Kitapları arasında, 204 numara altında kayıtlı bulunmaktadır. Yazmadaki kayda göre bu eser Nadir Şah Afşar tarafından H. 1145/ M. 1732 tarihinde vakfedilmiştir. Eserin telif ya da istinsah tarihi hakkında yazmada her hangi bir bilgi bulunmamaktadır. Yaptığımız araştırmada yazmanın başka bir nüshasına da rastlayamadığımız için yazılış tarihi konusunda ancak müellifin hayatından hareketle yaklaşık bir bilgi verebiliriz. Müellif, eserin 2b yaprağında kendi soyu ile ilgili ayrıntılı bilgi vermektedir. Şeyh Safiyeddin’in (1252-1334) kayınpederi ve yazarın büyükbabasının babası olan Şeyh Zâhid Geylânî’nin 1305 yılında Güney Azerbaycan’ın Geylan yöresinde vefat etmiş olduğu bilgisinden hareketle müellifin XIV. yüzyılın ikinci çeyreğinden sonra yaşamış olduğu ve eseri oğlu Şeyhzâde Melik Tayfûr’un isteği üzerine XIV. yüzyılın sonlarında (en geç XV. yüzyılın başında) takrir ve tahrir ettiği anlaşılmaktadır. Elimizdeki nüshanın istinsah tarihi de belirsizdir.

Bu bilinmezlere rağmen eserin dil özellikleri bize Türk dili tarihi açısından son derece önemli bilgiler vermektedir. Özellikle İran coğrafyasında tarihsel dönemlerde Türkçenin kullanımı ile ilgili fazla eser bulunmadığı ya da daha doğru bir yaklaşımla kütüphanelerdeki mevcut eserler henüz gün yüzüne çıkmadığı için bu döneme ait nesir ya da nazım, edebi değeri olan ya da olmayan, dini ya da din dışı her tür eser üzerinde dil bilimsel çalışmalar yapılmasının bu alandaki bilgi bulanıklığını gidermeğe yardımcı olacağı kanaatindeyiz.


“KEBİKEÇ”İN ELYAZMALARINDAKİ ÖNEMİ

Dr. Seyyid Mahmud Mar‘aşî-yi Necefî

Kütüphane veya halk arasında saklanmış bazı el yazmalarında başlangıç ve son sayfalarında değişik notlar bulunmaktadır. Bunlar çok önemli olup sihirli kelimeler olan kebikeçdir. Genellikle nida kelimesi olan “yâ” ile tekrarlanmıştır. Örnek olarak “yâ hâfızâ” veya davamı olan “yâ hâfiz” dır.

Bu kelime lügatlerde yazıldığı gibi “alale-i âsyâ-yi” anlamındadır. Bu bir nevi panzehir olan yabani maydanoza benzer. Bazı kaynaklarda ona “teleke-i müvekkel” sürüngenler veya Hindistan’da haşerelerin sultanı denir. Bu iş efsane olarak şöyle geçmektedir. Eğer haşerelerin sultanına saygı duyulmazsa, onlar da el yazmalarına zarar vereceklerdir. Diğer kaynaklarda “bitki kebikeci” şeklinde anılır. Veya bir cinin adıdır. Eğer o adı anarsan kitaplar kurtlardan ve kemirgenlerden korunacaktır. Bazı lügatlerde “kebikeg” denilmiştir. Haşerelerin onun kokusundan kaçtığına inanılmıştır. Bitki biliminde “kebikec” alaleler ailesindendir. “Alale” çeşidi 400’ün üzerindedir. Bazıları çok zehirlidir. Elyazmalarında tamir edilişinde kullanılan bal, nişasta ve yapıştırıcı bazı haşerelerin gelmesine neden olur. Çünkü bunlar onların sevdikleri malzemelerdir. “Kebileç” zararlı böcekleri defetmesi için kitaplarda yazılır. Makalenin sonunda “kebileç” in lügat ve tıbbi anlamı detaylı olarak verilmektedir. Çünkü kimyasal analizi yapılmadan kebileçin işe yaradığını söylemek zordur.


YAZMA ESERLERİN ŞİFRELERİ

Prof.Dr. Orhan BİLGİN

İslâm medeniyetinin özellikle ilk dönemlerinde yazılan kitaplarda, başta Kur’an olmak üzere, bir takım işaretler kullanılmıştır. Her faaliyet bir ihtiyaçtan doğduğuna göre, bu işaret ve remizlerin de mutlaka belli fonksiyonları vardı. Kur’an’ın yazılması sırasında başvurulan bu ameliye, sonradan doğup gelişen öteki İslâmî ilimlere de tatbik edilmiştir. O kadar ki, zaman geçtikçe her müstakil disiplinin kendine özgü bazı işaretleri zuhur etmiştir. İslâm’ın kısa zamanda çok geniş bir coğrafyaya yayılması sonucu olarak, bu dini kabul etmiş olan milletlerin edebiyatlarında da bu gibi hususiyetler kendini göstermiştir. Bu tebliğde, yazma eserlerde göze çarpan “şifre” mahiyetindeki bir takım remizler îzah edilmeye çalışılacaktır.


YAZMA VE ESKİ BASMA ESER KATALOGLARININYENİLENMESİ VE İHTİSAS KATALOGLARININ HAZIRLANMASI

Prof. Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU

Günümüzde yazma ve eski basma eserlerin korunması ve bilim çevrelerinin yararlanmasına açık tutulması için yeni gelişmelere şahit olmaktayız. Gerek İran ve gerekse Türkiye kütüphaneciliğinde önemli gelişmeler söz konusudur. Bu çabaların yanında yeni arayışlar içerisinde olmak da gereklidir. Hâlen kütüphane depolarında veya şahısların ellerinde kayıtlara geçmemiş yazma ve eski basma eserler bulunabilmekte, diğer yandan kütüphane fişlerinde ve kataloglarda yanıltıcı bilgilerle karşılaşılabilmektedir. Bu bildiride kütüphane fişlerinde veya kataloglarda karşılaşılan bazı sorunlara ve çözüm yollarına işaret edilmeye çalışılacaktır.

Kütüphanelerdeki yazma eserlerin yanlış veya eksik fişlenmesi, yeni katalog fişleriyle eskilerin uyumsuzluğu, eserlere farklı zamanlarda numara verilmiş olması gibi nedenlerle araştırmacılar kimi zaman esere veya eserle ilgili yeterli bilgilere ulaşamamaktadır.

Örnek olarak Mevlana ile ilgili eserlerin yazmaları ve eski basmaları hakkında farklı, eksik veya yanlış bilgilere tesadüf edilmektedir. Türkiye kütüphanelerinde çok sayıda Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr yazması mevcuttur. Bilindiği üzere son asırda bu eserlerin üzerinde tenkitli neşir çalışmaları yapılmıştır. Ancak mevcut yazmaların tespiti ve tetkiki için atılabilecek adımlar bugün de vardır. Yarım asır kadar önce H. Ritter, N. Çetin, A. Gölpınarlı ve M. Önder tarafından derlenen bilgiler ile yazma eserlerin kütüphane kayıtları, zaman zaman yeterli olmamaktadır. Benzer güçlükler eski basma eserler için de geçerlidir. Örnek olarak İsmail-i Ankaravî’nin Mesnevî şerhi’nin basmalarının kütüphanelerimizdeki kayıtları arasında farklılık ve yanlışlıklar görülmektedir. Bu durum doğrudan bilimsel yayınlara yansımıştır.

Bir yandan yazma eser kütüphanelerindeki eski tasnif ve tavsiflerin gözden geçirilmesi, diğer yandan karşılaştırmalı ve yardımlaşmaya dayalı ihtisas kataloglarının hazırlanması, galiba lüzumludur. Zira çağımızda varlıklarıyla güven duyduğumuz Mevlana, Sa’dî, Hâfız gibi şahsiyetlerin eserlerinin ve onlarla ilgili telif edilmiş olan kitapların yazmalarının ve eski basmalarının karşılaştırmalı katalogları bugün için daha yararlı olacaktır.


İSTANBUL KÜTÜPHANELERİNDE BULUNAN ŞEYH SAFÎU’D-DÎN-İ ERDEBÎLÎ’NİN TÜRBESİNE AİT BAZI YAZMALAR

Doç.Dr. Osman G. ÖZGÜDENLİ

Türkiye kütüphanelerindeki toplam 250.000 cilt civarındaki elyazmasından yaklaşık 146.000 cilt kadarı İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu rakamlara göre İstanbul, bugün dünyada en çok İslâmî elyazmasının bulunduğu şehir durumundadır. İstanbul kütüphanelerinde bulunan yazmalar sadece konusu ve mahiyeti ile değil, aynı zamanda tarihî süreç içerisinde geçirdiği serüven ile de oldukça ilgi çekicidir. Tebliğde, Safevî hükümdarı Şâh I. Abbâs tarafından 1017/1608-1609 yılında Safevî hanedanının ceddi Şeyh Safîu’d-dîn-i Erdebîlî’nin Erdebîl şehrinde bulunan türbesine vakfedildiği halde sonradan Osmanlı coğrafyasına ulaşan ve bugün Süleymaniye (Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 725), Türk ve İslâm Eserleri Müzesi (nr. 2061), Topkapı Sarayı Müzesi (Hazine, nr. 1496) ve İstanbul Üniversitesi (FY 1410) kütüphanelerinde muhafaza edilen dört farklı yazma tanıtılarak, bu yazmaların İstanbul kütüphanelerine ne şekilde ulaştığı incelenecektir.


BİLİMSEL ARAŞTIRMALARDA YAZMA ESER KÜTÜPHANELERİNDEKİ MECMUALARIN ÖNEMİ

Prof.Dr. Ali GÜZELYÜZ

Yazma eser kütüphanelerinde günümüze kadar tasnif edilen tanıtım fişleri ve hazırlanan kataloglarda mecmua halindeki eserler hep göz ardı edilmiştir. Bu yazmalar tanıtılırken ya sadece şiir mecmuası veya ilk bakışta göze çarpan birkaç risale belirtilmiştir. Hâlbuki çok önemli ve alanına katkılar yapmış olan risalelerin/eserlerin mecmua içinde yer aldığı bilinmektedir. Örneğin neşredildiği tarihe kadar kaynaklarda Ferruhi’ye isnat edilen Tercümanü’l-Belaga, Ahmet Ateş tarafından Fatih kitapları arasında bir mecmua içinde tesadüfen bulunmuştur.


CÂMİ‘Ü’T-TEVÂRÎH’İN MANZUM BİR MUHTASARI: ŞEHNÂME-İ CENGİZÎ

Dr. Mustafa UYAR

Şehnâme-i Cengizî, asıl ismi Ta’rîh-i Gazan Han olan ve şair Şemseddin Muhammed b. ‘Ali Kâşânî tarafından kaleme alınan manzum bir eserdir. Olcaytu Han zamanına kadar gelen ve Câmi‘ü’t-Tevârîh’in bir muhtasarı niteliğindeki eserin iyi durumdaki bir nüshası, Türk İslam Eserleri Müzesi’nde, 1953 numara ile kayıtlı bulunmaktadır. Muhammed ‘Ali tarafından istinsah edilen bu nüsha, 207 varağı havi olup 25x17,5cm ebadında, 19 satırlık talik yazıyla kaleme alınmıştır ve içinde 24 adet minyatür vardır.

Bildirimizde, söz konusu bu eser, fiziksel özellikleri yanında verdiği tarihî kıymeti havi malumat, telif sebebi ve koşulları ile içerdiği görsel öğeler itibariyle, ana hatlarıyla dinleyiciye arz edilecektir. Mümkün olduğu takdirde, slayt veya projektör yardımıyla eserdeki bazı kısımlar, dinleyiciye görsel olarak da sunulacaktır.


MECMU‘A-Yİ MEKÂTİB’TE TİMUR’A AİT MEKTUPLAR

Doç.Dr. Hayrunnisa ALAN

Tarih araştırmaları için çok önemli malzemeler barındırabilen yazılı kaynaklar arasında Münşeat mecmualarının ayrı bir yeri vardır. Münşeatlar kimi zaman şahıslara ait mektupları, kimi zaman hükümdarlara ait siyasi ve idari mahiyetteki mektupları bazen de münşilere inşa sanatını öğretmek, teknikleri görebilecekleri örnekler sunmak amacıyla oluşturulan deneme ve derlemeleri barındıran eserlerdir. İstanbul’da yazma koleksiyonları barındıran kütüphanelerimizde çok sayıda Farsça münşeat mecmuası bulunmasına rağmen bunlar üzerinde ciddi bir çalışma maalesef yapılmamıştır. Biz bu bildirimizde bu mecmualardan biri olan ve Süleymaniye Kütüphanesi Hafid Efendi 326 da kayıtlı Mecmu‘a-yi Mekâtib hakkında bilgi verilecek, yazmanın tanıtımını müteakip bu mecmua bünyesinde Timur’a ait olan mektupların değerlendirmesini yapacağız.


İRAN’DA KİTAP SÜSLEME SANATI

Dr. Habîbullâh AZÎMÎ

Fars dilindeki elyazması eserler İran’da hicri II.-IV. yüzyıllar arasında ortaya çıkmıştır. İranlılar’ın, İslâmiyet’ten önce resim sanatındaki tecrübelerinden dolayı, İslâm’ın zuhurundan sonra da sanat eserlerinin meydana getirilmesinde ve İslâm medeniyetinin yükselişinde çok büyük rolleri olmuştur. Minyatür ve süslü belgeler (elyazmaları) gibi sanat eserleri ortaya çıkararak İslâm medeniyetinde sanatın gelişmesinde oldukça etkili olmuşlardır. Resimli kitaplar ve İran’ın dinî elyazmalarında zarafet ve incelikleri görmek, bu eserlere ayrı bir cazibe katmıştır. Teship sanatında, resimde, İslâmî figürlerde, hattatlıkta ve güzel yazı yazma sanatlarında kendilerini ortaya çıkartmışlardır. Bu çalışmalar, İran ve İslâm medeniyetine pek çok paha biçilmez elyazması kitap ve Kur’an-ı Kerim kazandırmıştır. Bu tebliğde, İran’daki el sanatlarında, yazmalarda ve kitaplarda kullanılan hat ve süsleme sanatlarını tanıtılmaya çalışılacaktır.


ÂSTÂN-İ KODS-İ REZEVÎ KÜTÜPHANESİNDEKİ YETMİŞ BİN YAZMA KİTAPTAN TÜRKÇE YAZMALARIN FİHRİSTİ

Muhammed Vefâdâr-i MURÂDÎ

Tarih boyunca, doğu ve batıda, Türk dilindeki ilim, edebiyat, irfan, lügat alanında yazmalarının telifi oldukça gelişmiştir. Bunlara paralel olarak, Arapça, Farsça ve Urduca gibi İslâm dünyasının diğer dilleri de gündeme gelmiştir. Bu da bilim adamları ve araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Telif tarihinin yazılabilmesi, kitapların düzenlemesi ve Türkçe kaleme alınan yazmaların tanıtılması için “Bahrı zakhar”ı ve dünya yazmalarının mevcut nüshalarını tanımak zorundayız. Bu makalede, Türkçe yazmaların fihristini, Meşhed’deki Âstân-i Kods-i Rezevî Kütüphanesi ile ona bağlı kütüphanelerde bulmanın mümkün olduğu anlatılmaktadır. Bu tebliğ, İslâm tarihinde, Türkçe yazma sanatının tarihinin anlatımına bir önsöz mahiyetindedir.


KİTAP İLE OKUYUCU ARASINDA KATALOG

Yard.Doç.Dr. Ebubekir S. ŞAHİN

Yazma eserler, tarihî, ilmî, edebî değerleri ve her birinin kâğıdından mürekkebine, yazı çeşidinden istinsah tarihine kadar taşıdıkları önem dolayısıyla sair eserlerden daha fazla korunmaya muhtaçtırlar. Ancak bu korunma ihtiyacı, yazılış amaçlarının aksine, onların çoğu zaman okuyucudan da uzak kalmasına sebep olmaktadır.

Bu bildiride amaç, yüzyıllar öncesinden birer hatıra olmalarıylaövündüğümüz ama yıllarca kapağı açılmadığı içindramatik bir bekleyişin sembolü olan kitaplarımıza ulaşmada karşılaşılan zorluklara dikkat çekmek ve bir “proje” olarak katalog hazırlamanın cazibesinden ziyade risklerini göstermektir. Bir başka deyişle amaç, “ekip işi kataloglar” ile “gönül işi kataloglar” arasındaki farka dikkat çekmektir.

Okuyucuyu kitapla buluşturma mekânı olan kütüphaneler ile kütüphane katalogları, bu buluşma süresini kısaltmaları oranında başarılı sayılırlar. Kütüphaneyi kitap deposundan farklı kılan da budur. Eksik ve yanlış bilgilerle hazırlanmış bir katalog da en az anlayışsız ve ilgisiz bir kütüphane memuru kadar kitaba ulaşmayı zorlaştırabilir.

Bu bildiride, yazma eserler ekseninde kitap–kütüphaneci–katalog–okuyucu ilişkisi ele alınacak ve Türkiye Kütüphanelerinde karşılaşılan örneklerden hareketle katalog hazırlamanın zorlukları ve katalog aracılığıyla kitaba ulaşmada dikkat edilmesi gereken hususlar ele alınacaktır.


İRAN TARİHİNİN ARAŞTIRILMASINDA OSMANLI KAYNAKLARININ ROLÜ

Seyyid Ali MÛCÂNÎ

Tarihin mesajı ibretlerle doludur. Ancak, hükümdarları ve halkı, tarihten ders almayan pek çok millet vardır. Onlar ömür boyunca elde ettiklerini bir anda kaybetmişlerdir. İran’daki tarih araştırmacıları, olayların incelenmesi ve tefsirinden ziyade, genellikle olayların hikayesi şekliyle karşımıza çıkmaktadır.

İran ve doğu âleminde tarih daha çok anlatıma dayanırken, batıda araştırmaya dayanmaktadır. Kaynakların karşılaştırılmasının zorunluluğu en iyi kaynak olan elyazmalarını ön plana çıkartmaktadır. Kısaca bu tür araştırmalar için elyazmalarına, divan defterlerine, dönemin belge ve kaynaklarına bir geri dönüş yaşanmaktadır. Batılı tarihçilerin, yaptıkları araştırmalarında, oldukça yaygın olarak ana kaynaklara ve belgelere önem verdiklerini görmekteyiz. Böylece onlar daha gerçekçi bir şekilde yorumlarını kaleme almaktadırlar.

İran’ın ekonomik, sosyal ve siyasî tarihinin yapılanmasında veya İran’ın dinî eğitim merkezleri ve medreseleri ve 300 yılı aşkın dinî hareketlerinin boyutlarını incelediğimizde, yalnız İran’daki belgelere dayanmanın yetersiz olduğunu görmekteyiz. Sadece inceleme ve tahkikata dair belgelerin içindeki bilgileri anlatmak değil, son dönemlerde görüldüğü gibi tarihi belgenin kesin olup olmadığının da incelenmesi gerekir. Aksi takdirde bunlar hiçbir surette belge değeri taşımayacaktır. Çünkü bu hususlar, tarihî hadiselerde elyazmaları ve belgelerin doğruluğu konusunda bir nevi hakemlik görevi yapar. Olaya eğer bu yönden bakacak olursak, başkalarının bizi nasıl değerlendireceğini düşünmeden ortaya sunulan kaynaklar, değere ve ehemmiyete haizdir.

İran ve İranlıların tarihinin yazımında din, düşünce, mezhep, siyaset ve toplum anlamı etkendir. Anadolu’daki Türk devletleriyle olan ilişkilerde ve Osmanlı Devleti’nin idarî merkezinde çok değerli ve özel bilgiler bulunmaktadır. Zira İran’ın hareketlerini ve değişimlerini kontrol etmek Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun’un sürekli görevlerinden biriydi. Örneğin Türk kaynaklarına baktığımızda, Feth Ali-şah döneminde, iki büyükelçinin değişik görevlerle karşılıklı olarak Kacar Devleti’nin başkenti Tebriz’den Osmanlı başkentine gittiğini görüyoruz. Bunu sadece İran hükümeti tarafından yorumlandığı şekilde incelemek doğru değildir. Bu nedenden dolayı, olayların mahiyetini ortaya koyduğu için, belgelere büyük özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu makalede, yazar, belge ve kaynakları inceleyerek İran ve Osmanlı devletleri arasındaki ilişkilerin son 300 yılına ışık tutmaya çalışacaktır.

free abortion pill questions about abortion pro life abortion
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :