Hit (4178) M-1847

Türk Müzik Kültüründe Bağlamanın Serüveni ve Alevi Bektaşi Müziğindeki Yeri

Yazar Adı : İlim Dalı : Müzik
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-01-13 Güncelleyen : /0000-00-00

Türk Müzik Kültüründe Bağlamanın Serüveni Ve Alevî-Bektaşî Müziğindeki Yeri

(Bu makale 25-27 Mayıs 2006 tarihinde Cem Vakfı tarafından düzenlenen Uluslararası GAP Bölgesinde Alevi-Bektaşi Yerleşmeleri ... Sempozyumunda tebliğ olarak sunulmuştur.)

GİRİŞ

Bazı duygu ve düşüncelerin ifade edilmesinde önemli bir vasıta olarak kullanılan müzik, özellikle dînî duygu, düşünce ve mesajların iletilmesinde de etkili bir şekilde kullanılmıştır. Dünya üzerinde yaşayan her dînî inancın kendini ifade etmesinde müziği aktif bir şekilde kullandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu anlamda, Müslüman toplumlarda da kendi kültür anlayışları çerçevesinde ve ibadet hayatlarında mûsikî ön plana çıkarılmıştır.

Anadolu coğrafyasında dînî inançlarını ifade etmede ve ortaya koymada farklı bir anlayış oluşturan Alevî-Bektaşî gurupları çoğunlukla, halk kültürü ve edebiyatına dayalı bir tasavvufî halk müziği oluşturmuştur. Türk Müziği Literatüründe ‘Nefes’ diye isimlendirilen bu tür, gerek güfte, gerek beste gerekse icra şekli ve kullanılan enstrümanlar bakımından bazı özellikler arz eder. XI-XII yüzyıllarda şekillenmeye başlayan Anadolu’daki tasavvufî hayat, beraberinde tasavvuf edebiyatını ve şairlerini de oluşturmaya başlayarak Türk Tasavvuf Mûsikîsi’nin güfte kaynağı ortaya çıkmıştır.

Dini anlama ve yorumlamada bazı farklı görüşlerin neticesinde, Alevî-Bektaşî şairleri de kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmeye başlayarak, XV. Yüzyıldan itibaren Kaygusuz Abdal ile başlayan bir Alevî-Bektaşî Edebiyatı oluşmaya başlamıştır. Büyük ölçüde Yunus Emre’den etkilenerek şekillenen bu edebiyat, Kaygusuz Abdal, Hatâyî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi güçlü şairler yetiştirmiştir. Bu anlayışın yetiştirdiği şairlerin üslûbunda canlılık, hayat sevgisi ve insânî görüş ağır basar. Ayrıca Kul Himmet ve onun çağdaşı Hüseynî de Pir Sultan’a yaklaşan şairlerdendir.[1]

Bu şairlerin şiirleri, dînî duyguların ifadesinde mûsikî eşliğinde icra edilmeye başlanmıştır. Bu icraların bir ibadet hassasiyeti içerisinde algılanması, Alevî-Bektaşî zümrelerinde din ve ibadet anlayışının vazgeçilmez değerleri arasında derin bir kültürel geçmişi olan bağlamayı ön plana çıkarılmıştır. Bağlamanın ön plana çıkmasının en önemli sebebin altında, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihi süreç içerisindeki kopuz ile başlayan ve bağlama ile devam eden kültüre bağlılık anlayışı yatmaktadır. Geçmişten günümüze uzanan tarihi süreçde Türk insanın gündelik hayatında bağlama sürekli olarak varlığını devam ettire gelmiştir.

ORTA ASYA’DAN ANADOLUYA BAĞLAMA

Öncelikle insanoğlunun müzik geçmişinin tarihi derinliğine kısaca bir göz atarak, Türk tarihi ile ilgili bağlantısı ortaya konulmalıdır. Bilim adamları müziğin varlığını, insanoğlunun varlığı ile beraber düşünmek gerektiğini söylerler. Hatta modern insan Homo Saphiens’den önce var olan Neanderthaller’in bile müzikle uğraştığı bilinmektedir. Neanderthal varlığın kullandığı bir flüt yakın zamanda Slovenya’da ki Arkeolojik kazılarda bulunmuştur.[2]

İlkel insan daha konuşmayı öğrenmeden önce, bazı ses ve ritmik hareketlerle anlaşmaya çalışmış, daha sonra da dînî bir anlayış olarak onun hayatında müzik önemli bir yer almıştır.Arkeolojik kazılarda bu dönemlerde kullanılan kemikten yapılmış üflemeli bazı sazlar bulunmuştur. M Ö 4000-3500’li yıllarda yaşamış olan Sümerler ile ilgili İngiliz Arkeolog Leonard Walley’in Mezepotamya’da Fırat nehri civarındaki yaptığı araştırmalarda ve kazılarda, Sümer kültür ve uygarlığına ait birçok tablet bulunmuş, bu tabletlerin bir kısmının da Sümer müziğine ait olduğu tespit edilmiştir. Çivi yazısı ile yazılan bu tabletlerin yılar sonra çözülmesi neticesinde Sümerlilerin bir nota yazısı kullandıkları, heptatonik[3] bir ses dizisine sahip oldukları anlaşılmıştır. Bunun diğer bir kanıtı da yine bu kazılarda bulunan o döneme ait bir flüttür.[4]

Türklerin kendilerine has kültür tarihi genel olarak Altay dönemi ile başlar. MÖ III. Binden itibaren belirginleşen Altay-Türk Kültürü aynı zamanda Altay-Türk Müzik Kültürünün de belirleyicisidir. Altaylılar Orhun kıyıları, Moğol bozkırları ve İrtiş boylarına etkide bulunarak , MÖ II. Binden itibaren de ilk yurtlarından ayrılarak Orta Asya Türk Müzik Kültürünün temellerini hazırlamıştır. Prof. Dr. Faizullah Karamatli Orta Asya Türk Müzik Kültürü ile ilgili görüşlerinde MÖ I. Binden itibaren gelişmiş bir müzik kültürünün olduğunu söyler. Bu döneme ait kaya resimlerinde def gibi vurmalı aletler, ney ve flüt gibi nefesli sazlar görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde ise dutar, flüt, bulaban, dubre gibi enstrümanlar topluluklarda en çok kullanılan sazlardır.[5]

Bu araştırmalar neticesinde, günümüz bağlamasının telli bir saz olarak MÖ. II-III bininci dönemlerde ilkel bir şekilde kullanılmaya başlandığını söylemenin doğru bir tespit olacağı kanaatindeyiz. Ancak, Türk Dünyasında müziğin ilk defa nasıl doğduğunu, telli çalgıların ortaya nasıl çıktığını, raksların ilk defa ortaya nasıl olduğunu, Kırgızlar kendi aralarında yüzyıllardan beri ağızdan ağza aktardıkları şu hoş efsane ile anlatırlar: Efsane halkın müziği hiç bilmediği, hiç ezgi-melodi duymadığı çok eski bir zamanda geçer. Kamber-Kam adlı efsanevi bir avcı vardır. Bir gün ağaçlık bir yerden geçerken garip bir ses işitir. Baktığı zaman ağaçtan ağaca gerilmiş bir bağırsağın rüzgârın tesiri ile titreşip ses çıkardığını görür. Bu gerili olan bağırsak ağacın tepesinde iken yaralanıp düşen bir maymunun bağırsağıdır. Çıkan ses Kambar’ın o kadar çok hoşuna gider ki; bu sesleri verebilecek bir âlet yapmak ister. Birkaç bağırsağı alarak içi oyuk bir ağaç parçasının üzerine gerer, düzenler ve çalmaya başlar. İşte telli sazların ilki sayılan Kopuz’un ortaya çıkışı böyledir. Avcı Kambar’ın yeni çalgısında seslendirdiği ilk küğ (ilk hava-melodi) şimdi Kırgızlar arasında hâlâ çalına gelen ‘Kambar-Kam’ havasının başlangıcı ve asıl şekli sayılır.[6]

Zaman içerisinde kopuzdan yola çıkılarak farklı enstrümanların ortaya konulmaya başladığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Kopuzun yapısındaki değişmelerin, gelişmelerin ve yayılışının onun tarihi derinliği ile ilgili bilgileri ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Türk Müziğinin bilinen en eski çalgıları arasında bağlamanın da atası olan kopuz başta gelmektedir. Uygur metinlerinde, Dede Korkut Kitabında Dîvan-ı Lügat-ı Türk’te ve Yunus Emre Dîvanında kopuzdan söz edilir. Kopuzun dışındaki ikinci bir çalgı ise nefesli bir saz olan kavaldır. Zamanla ozanların çaldığı kopuzun yerini ‘Saz’[7] almıştır.[8] Dede Korkut hikâyelerinde ‘Kolcak kopuz’ olarak bahsi geçen kopuzun ‘Kolca’ ifadesiyle uzun kollu olduğu ve günümüz bağlamasına yakın bir boyu olduğu kanaatine varılmıştır.

İki veya üç telli olan bu sazlar, Türk sazlarının ilk basamaklarını oluşturuyordu. Tel sayıları arttıkça Türkler bu sazlara Tambur, Tambura, Dombra diyorlardı. Bu sazların yapıldığı ağaç türleri telleri, döş derileri gibi çeşitli bölümleri üzerinde durulmuştur. Kırgızlılar bu sazların, ağaçların dibinden, kutlu köklerinden yapıldığına inanıyorlardı. Ayrıca at kılı teller Türk kültürünün günümüze gelen en eski hatıralarındandır.[9] Bir Altay sazı olan Tabsugur iki tellidir. Bu saza batı ve güneydeki Türklerde Dutar adı verilir. Dutar, çok yaygın ve âşık repertuarı da en geniş olan Türk sazlarındandır. [10] Türklerin hayatında bu sazların çok önemli bir yeri vardır ve kırlarda gezintiler yapıp uzak yerlere giderken hiçbir zaman müzik âletlerini yanlarından eksik etmezlerdi.[11] Türk Müziğinin önemli araştırmacılarından biri olan İsmail Hakkı Özkan’ın kopuzun Türklerin hayatındaki yeri ve etkileri bağlamında şu görüşlerine katılmamak mümkün değildir:

Eski Türkler törenlerinde ozan, baksı, şaman v.s.vasıtasıyla her zaman bu kopuz veya kopuz cinsinden sazları vazgeçilmez bir tutkuyla kullanmışlardır. Bugün biliyoruz ki, gerek eski Yunan’a gerekse Batı’ya saplı sazlar Asya’dan gitmiştir. Bunların arasında kopuz da Batı ülkelerinde özellikle Balkanlarda epeyce tutulmuştur. Hatta Macaristan’da ‘Kopuzcu’ anlamına gelen ‘Kopzaş’ kelimesi vardır. Şüphesiz ki kopuz, Batı’ya yaptığı bu seyahatte sapı üzerinde bulunan sistemi de beraberinde götürerek ve belki de daha sonra batıda kullanılan sistemlere fikirler vermiştir. Bu açıdan bakılınca kopuzun önemi daha iyi anlaşılır. [12]

Türk Mûsikîsi Orta Asya’dan Anadolu’ya kopuzun sapında sistemleşmiş olarak gelmiştir. Bu sistem geçmişten günümüze çok büyük değişiklikler göstermeden devam etmektedir. Daha sonra da aynı sisteme dayalı olarak kopuzdan pek farklı olmayan bağlamanın oluştuğunu görmekteyiz. Bugün kullanılmakta olan bağlamanın perde taksimatının kopuzdan pek farklı olmadığını söyleyebiliriz. Konunun daha ilgi çeken tarafı şudur: Bağlamanın perde taksimatının, Türk Mûsikîsi makamlarında en fazla kullanılan perdeler olmasıdır. Bu da göstermektedir ki Türk Mûsikîsi gerek folklor, gerekse klâsik müziği ile çok eski dönemlerden ve aynı kaynaktan gelmektedir. İkisi arasında üslup farkından başka bir fark yoktur. O devirlerde elinde kopuzu, dilinde Türkü ile Anadolu’ya gelen Türk’ün mûsikîsinin zamanla gelişip dallara ayrılması ve bu dalların kendi içinde bilimsel olarak dizi makam ve usul bakımından tespit edilerek kullanılması gayet tabiidir.[13]

Orta Asya’dan Anadolu’ya kopuzun sapında sistemli bir şekilde taşınan Türk mûsikisi, Türklerin Anadolu’yu yurt tutmasıyla birlikte bu coğrafyadan elde ettiği kültürel kazanımlarla mûsikî anlayışını da kendi içinde geliştirmişlerdir. XII-XIII yüz yılarda Anadolu’daki Türklerin mûsikî yapısını, folklorik anlamda halk mûsikîsi, dînî-tasavvufi anlamda Türk Din Mûsikîsi, klâsik edebiyat ve şiir merkezli klâsik mûsikî ve askeri anlamda mehter mûsikîsi şeklinde genel bir tasnif yapabiliriz. Bu bağlamda, Alevi-Bektaşi anlayışı da kendi dînî inançları çerçevesinde ibadet amaçlı bir müzik türü ortaya koymaya başlamış, Alevî-Bektaşî şairlerinin kendi duygu ve düşüncelerini ifade eden şiirleri mûsikîli olarak icra edilmeye başlanmıştır. Bu icralarda görülen en önemli unsur, icraya eşlik eden bağlamanın ön planda olmasıdır.

ANADOLU’DA BAĞLAMA:

Türklerin Anadolu’yu yut tutması ile başlayan dönemde, bağlamanın da atası kabul edilen kopuz, Anadolu topraklarının yanı sıra, Rumeli’de, Balkan ülkelerinde ve hatta bazı Batı ülkelerinde de yayılma göstermiştir. Özellikle Anadolu’da halk ozanlarının şiirlerine konu olan kopuz, kültürel öneminin yanı sıra, teknik özellikleri ile ilgili günümüze önemli bilgiler de aktarmaktadır. Yunus Emre bir şiirinde kopuzdan şöyle bahseder:

Ey kopuz ile çeşte

Aslın nedir bu işde

Eydür aslımdır ağaç

Koyun kirişi birkaç

Ağaç deri gerildi

Kiriş ile bir oldu

Aşk denizine daldı

Beane yok bu işde.

Yunus’un bu şiirinden anlaşıldığı gibi XIII-XIV yüzyıllarda kopuzun göğüs yapısı geriden, tekne ağaçtan yapılmakta ve tel yerine ise bağırsak gerilmektedir.

Türk Tarihinin önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi de kopuz ve kopuzdan türeyen çalgılar olarak şunları zikreder: ‘Çatra, Ravza, Şeştar, Şeşhane, Kopuz, Çöğür, Çeşde, Kara düzen, Yelteme, Tambure, Barbut Ufalak.’[14] Bahattin Ögel de Türk Kültür Tarihine giriş adlı eserinde Türk telli sazları ile ilgili kırka yakın saz ismi vererek kitabında bu sazlar ile ilgili geniş açıklayıcı bilgiler ortaya koymuştur.[15] Türk sazlarının yay ile de çalınabileceğinden de bahsederek şöyle der:

Türk sazları yay ile çalınınca kopuz gibi değişik adlar alıyordu. Yay ile çalınan bu teller parmak ile de çalınabiliyordu. Ancak şekil ve tip olarak birbirlerinden fazla bir ayrılıkları yoktu.[16]

Yine Bahattin Ögel bu sazların çalma tekniği il ilgili şunları söyler:

‘Müzik âleti melodiye değil ritme eşlik ediyordu. Destanlarda veya dualardaki esas da insan sesi idi. Türk Halk Mûsikîsinin belki de iki bin yıldan beri esas temel ve düzeni budur. Nasıl Anadolu’da telli sazları bulunmayan bir mûsikî topluluğu düşünülemez ise, Kuzey Asya’daki çok daha geri olan Türklerde de telli saz bulunmayan bir topluluk düşünülemez. Saz eşliği eğlence için olduğu kadar, ibadet için de kullanılıyordu. Güney Anadolu Yörükleri arasında saz çalan ustalar her türlü havayı ibadet eder gibi çalardı. Telli veya yaylı sazlar çalınır ancak telli sazlar mızrap ile değil, parmak ile çalınırdı. Parmak ile çalma en eski bir Türk geleneğidir.’ [17]

Bahattin Ögel’in aktardığı bu bilgiler bizlere bugün kullanılan şelpe tekniğinin de tarihi derinliği ile ilgili önemli ipuçları vermektedir.

XVII-XVIII. yüzyıllardan sonra Anadolu’da kopuz adı yavaş yavaş kullanılmamaya başlamış, uzun saplı tambura cinsinden olan enstrümanlara ‘saz’ daha sonra da ‘bağlama’ denilmeye başlanmıştır. Halk edebiyatı şairlerinin şiirlerinde de ‘saz’ kelimesinin sıkça kullanıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Daha sonraları ise bazı teknik farklılıklardan dolayı bağlama, çöğür, cura divan sazı meydan sazı gibi isimlerle ifadelendirilmiştir.

Önceleri göğsüne deri gerilerek, tellerine bağırsak, ipek veya at kılı gerilip mızrapsız parmakla çalınan bu sazlar daha sonra göğsüne ağaçtan kapak takılıp, madeni teller gerilip mızrap ile çalınmaya başlamıştır. Dönem olarak sazların göğsüne ağaç kapağın ne zaman kapatıldığını tam olarak bilemiyoruz. Ancak sazlarda metal tellerin ilk defa XIII yüzyılda Hoca Safiyuddin Urmevi’nin icat ettiği ‘nüzhe’ adlı sazda kullandığına dair bilgiler vardır.[18] Fakat bu bilgi geneli ifade etmemektedir. Mahmut Ragıp Gazmihal’in ifadesine göre XVII yüzyılda sazlara madeni çift teller gerilmeye başlanmıştır. Madeni tellerin kullanılmaya başlanmasıyla iki telli olan sazın üç tele çıktığını da görüyoruz. Dolayısıyla ısıya karşı hassasiyetinden ve basınca dayanıklı olmasından dolayı madeni tellerin gerilmesiyle birlikte sazın göğsüne ağaç kullanılmaya başlandığı tahmin edilmektedir.[19] Saz üzerinde meydana gelen bu köklü değişim beraberinde mızrabı da getirmiştir. Bazı resim ve minyatürlerde görülen kuş tüyü veya parmak ile çalma geleneği ikinci planda kalarak mızrap ve benzeri şeylerle çalınmaya başlanmıştır.

XVI-XVII yüzyıllardan itibaren ‘Çöğür’ ünde kullanıldığından bahsedilmektedir. Kopuzun gelişmiş bir şekli olan çöğür, geçmişte daha çok Yeniçeri ocaklarında XVI yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Ancak ilk yapıldığı günden günümüze bazı değişikliklere uğramıştır.[20] Çöğürün Germiyanoğlu Yakup Bey tarafından icat edildiğini söyleyen Evliya Çelebi, uzunluğunun yaklaşık 110 cm kadar , âhenk tutmaya yarayan en pes telinin en üstteki bam teli olduğunu, beş kıllı, 26 perdeli büyük gövdeli bir saz olarak bahseder.[21]

Bağlama ailesi içerisinde adından söz edilmesi gereken diğer bir saz ise ‘Cura’dır. Aşağı yukarı bağlama ile aynı özelliklere sahip olan ve boy itibariyle bağlamanın yarısı kadar olan cura, bağlama ailesi içinde bir âhenk sazı olarak kullanılmaktadır. Cura sazına yakınlığı ile bilinen ve kopuzun Anadolu’daki formunu, perde yapısını, ölçülerini değiştirerek üç telli bağlamayı yapan, bununla da yetinmeyip kendisine ait çalma teknikleri oluşturan sanatçı merhum Ramazan Güngör’ü anmak gerekir diye düşünüyorum.

Adından en çok bahsedilen ve günümüzde de bu isimle anılan ‘Bağlama’ sazlar arasında en meşhur olanıdır. Bu saza bağlama isminin neden verildiğine dair çok farklı görüşler olsa da bizce en kuvvetli görüş sapına perde taksimatının bağlanmasından sonra bu ismin kullanılmaya başlanmasıdır. Günümüz ansiklopedilerinin tanımlamasına göre; Ortalama boyu 100 cm kadar olan üç çift telli, telleri üstten itibaren Hüseyni Aşîran, Neva ve Gerdaniye akorduna çekilen ve iki sekizli kadar ses sahasına sahip olan sazın adıdır.[22] Ancak günümüzde akortlamada farklı sistemler görebiliyoruz. Kara düzen, Bozuk düzen, Misket, Âşık Veysel, Bağlama düzeni gibi farklı akortlamaları sayabiliriz.

Yeni arayışlar içerisinde bağlamanın gerek boy ölçülerinin değiştirilmesi gerekse tekne yapımında farklı şekillerin ortaya çıkması, bağlama yapımında önemli zenginliklerin oluşmasını sağlamıştır. Bugün Alevî-Bektâşî Nefeslerinin icrasında kullanılan bağlamalar, geçmişten günümüze Türk Halk Müziğinde kullanılan bağlamalar ile hemen hemen aynıdır. Ancak günümüzde Alevî-Bektâşî Nefeslerinin icrasında daha çok kısa saplı bağlamaların kullanıldığı gözlenmektedir. Bunun en önemli sebebi ise; basit, sade melodilerden oluşan ve geniş bir ses sahasına sahip olmayan nefeslerin hem icrasındaki kolaylık hem de eserlerin birbirlerine daha kolay bağlanabilmesindendir. Konuya eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekirse, yüzyıllardır Anadolu’da klâsik tavır ve uzun sap bağlama ile yapılan icranın yavaş yavaş ikinci plâna itilmiş olduğu dikkâtlerden kaçmamaktadır. Ancak bu uzun sap bağlamanın hiç kullanılmadığı anlamına gelmez. Bağlama ile yapılan Nefes icralarında Anadolu’nun farklı bölgelerinde ufak bazı değişiklikler görülebilmektedir. Çoğunlukla kısa saplı bağlamalar tercih edilirken Trakya Bölgesinde ve Orta Anadolu’da kısa sap bağlamadan ziyade uzun saplı bağlamalar kullanılmaktadır. Bunun sebebi Anadolu âşıklarının deyişlerde kullandıkları âşık tarzı tabir edilen deyiş ve ezgilerin dar çerçevesine karşılık, Trakya ve Orta Anadolu’daki Nefeslerindeki zenginlik ve dizi çeşitliliğidir. Bu melodileri uzun saplı bağlamalarla ve yöreye ait tavırla icra etmek çok daha kolaydır.[23]

Bağlamaların tekne yapısı üzerindeki değişmeler ise konunun diğer önemli bir bölümünü oluşturur. Geçmişten günümüze konik bir biçimde ağaçtan oyma suretiyle yapılan teknelerde, genellikle dut ağacı tercih edilmiştir. Ancak günümüz yapımcıları konik tekne biçiminden biraz uzaklaşarak, armudî yada damla denilen tekne tipine dönmüşlerdir. Tekneler, Divan sazı, meydan sazı tekneleri kadar büyük olmayan, göğüs genişliği 15-20 cm, uzunluğu ise, 20-30 cm kadar olan bir standarda oturtulmaya çalışılmakta ise de, hâlâ belli bir standardın geliştirilememesi bazı rahatsızlıklar oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak çıkardıkları seslerin renk ve tınıları farklı, perdeleri değişken ve istenilen akorda çekilmeleri de neredeyse imkansızdır. Kaldı ki aynı yapımcı tarafından yapılan bağlamalarda bile farklı ses ve tınılar mevcuttur.[24] Günümüzdeki teknelerinde muteberi yine dut oyma olanlardır. Ancak, tekne olacak standartta dut ağacının bulunamamasından, oyma işçiliğinin zor olmasından ve ekonomik düşüncelerden dolayı ud, lavta ve tambur yapımında olduğu gibi yaprak tekneli bağlamaların da yaygınlaştığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu yenilikler beraberinde estetik düşünceleri de getirmiş, bağlamaların sap ve tekne yapısında bazı süslemelerin yapıldığı da gözlenmeye başlanmıştır.

Zaman içerisinde ihtiyaca yönelik olarak bağlamaların perde düzeninde bazı değişikliklerin yapıldığı gözlenmektedir. Genellikle altı, yedi, on, on iki, on yedi olan perde sayısı kısa sürede yirmi beş, otuz hatta ellilere kadar çıkmıştır. Bunun nedeni olarak merhum Muzaffer Sarısözen Hoca’nın cevabı şu anlamdadır. Bazı yörelerde okunan türkülerdeki koma perdelerden dolayı duyulan ihtiyacın yanı sıra, transpoze icralardan dolayı perde sayısı artmıştır. Ancak transpoze icraların bağlamada yöre tavrını bozduğu da rahatsızlık veren diğer bir konudur.[25] Ayrıca, şehir halk müziğinin ve sanat müziğinin etkisi bağlamada perde sayısının artmasında etkili olmuştur.[26] Dolayısıyla gerek perde sayısı gerekse tekne yapısında belli bir standardın yakalanamaması, bağlama ile ilgili bazı tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bugün ekonomik anlamda tartışılması gereken bir konu da şudur: Bağlama yapımında ehil olmayan yapımcılar ve kalitesiz malzemeler ile yapılan sazların kaliteyi çok düşürdüğü, insanların maddi olarak sömürüldüğü dolayısıyla da Anadolu’nun hemen hemen her yerinin gizli bir bağlama çöplüğü olduğudur. Günümüz bağlama icracılarının kaliteli bir yapımda tercih ettiği malzemeleri genel olarak şöyle sıralayabiliriz. Tekne dut oyma, klevyası gürgen, kapak köknar yada ladin, baskı tahtası ceviz, eşikleri pînar, burgular şimşir veya gürgen ağacından olmalıdır. Kem âlet ile kemâlât olmaz sözünün ne kadar önemli olduğu ortadadır.

SONUÇ

Türk Kültür Tarihi içerisinde yaklaşık 5000 yıllık derin bir geçmişe sahip olan bağlama, aynı zamanda telli sazların pek çoğunun da atası durumundadır. Türk insanının hayatının her safhasında var olan bağlama, Türk Milletinin en önemli kültürel değerleri arasındadır. Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli bağlama ile dillendirmiştir. Halk kültürünün gelişmesindeki öneminin yanı sıra Alevi- Bektaşi inancında da dînî hayatın vazgeçilemez değerlerinden biridir. Alevi- Bektaşi inancında bağlama telli Kur’an diye tanımlanmaktadır. Bu tanım bağlamanın manevi ağırlığını anlatmaya yetecektir zannederim.

Yeni arayışlara, yeni fikir ve görüşlere her zaman açık olunması gerektiğini biliyoruz. Ancak yenilik adına bağlamanın tarihi yapısını bozarak onu yeni şekillere sokarak aslından uzaklaştırmak tarihi bir hata olur. Bizlere düşen görev, yetenekli icracılar ve yapımcıların yetişmesine destek vererek bağlamanın manevi ağırlığını hiçbir zaman unutmadan, onu daha da zenginleştirerek ama aslını bozmadan gelecek nesillere aktarmak, Anadolu'daki bağlama kültürüne hak ettiği değeri vermektir.

Dipnotlar

[1] Gölpınarlı Abdülbaki, Alevî-Bektaşî Nefeslsri, İnkilap Kitabevi, II.Baskı, İstanbul 1992, s.7.

[2] Bob Fink, NEANDERTHAL FLUTE:oldest Known Musıcal Instrument Plays Notes of DO,RE,Mİ scale. www.sha-kuhachi.com/cm-Fink-NEANDERTHAL.html erişim 17-05-2006.

[3] Heptatonik Dizi: Majör veya yedi diatonik dereceden (yedi ayrı tondan, notadan) oluşan ses dizsi. Gam. Bkz: Vural Sözer. Müzik, Ansiklopedik Sözlük, Remzi Kitabevi, 4.Baskı, İstanbul 1996, s.335.

[4] Onur Akdoğu, Türk Müziği Tarihi Ulusal Müzikoloji, Aylık Müzikoloji Dergisi, Selen Yayıncılık,Ocak 1999, Sayı:I, s.5-6

[5] Ogün Atilla Budak, Türk Müzik Kültürünün Kökeni, Gelişimi, Kültür Bakanlığı Yay. No:2392, Ankara 2000, s.23-24.

[6] Fâize Abbasova-Cemal Anadol, Türk Kültür ve Medeniyeti, IQ Sanat Kültür İletişim Yay. İstanbul 2002, II.Baskı, s.760-761

[7] Günümüzde ‘saz’ kelimesi ile enstrümanların genel adı kast edilir. Ancak Anadolu coğrafyasında saz kelimesi ile kast edilen kopuzdan türeyen bağlama ailesinden olan enstrümanlardır.

[8] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, II. Baskı, İstanbul 1994, s. 260

[9] Bahattin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1991, c.9, s. 62-63

[10] Age, s.64

[11] Bahattin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1988, s. 211

[12] İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usuller, Kudüm Velveleleri, Ötüken Neşriyat, III.Baskı, İstanbul 1990,s.20

[13] Age. S.20

[14] www.turkuler.com/bağlama/tarih 1.asp erişim: 18-05-2006.

[15] Bahattin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, c.9, s.70

[16],A g e, s.1

[17] A g e. s.40

[18] Adı geçen internet site sitesi (A.g.i.s) (Kopuzda (Bağlamada) meydana gelen değişmeler.

[19] A.g.i.s

[20]Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik, ardıç Yay. Ankara 2001 c.IV, s.676

[21] Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansikloped

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://erdoganates.net/tmkbs.html