Yazar Adı : | İlim Dalı : Ahlak |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Kur'ân'da Ahlak Esasları
Arapça bir kelime olan ahlakın konusunu insanın karakteri, iyi ve kötünün tespiti, iyiyi alıp kötüden kaçınma yolları, insanın yapması gereken vazifeler oluşturur. Kur'ân-ı Kerim, bilinen ahlak kitaplarındaki sisteme göre değil de kendine mahsus sistematiği içerisinde eksiksiz bir ahlak sistemi oluşturacak zenginlikte nazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir. Kur'ân ahlakı sayesinde insan, davranışlarındaki güzel ve çirkin olanı anlarken fazilet ve reziletleri de kavrar, ahlakı faziletlerle süslenme ve kötülüklerden yahut manevi hastalıklar (emradu’l-kalb)’dan kurtulma yollarını öğrenir. Zaten ahlakın gayesi de budur.
Kur'ân-ı Kerim’de ahlak kelimesi doğrudan geçmemekle birlikte iki yerde hulk kelimesi geçmektedir. Bununla birlikte Kur'ân'da ahlak ile ilgili pek çok kelime ve kavram yer almaktadır. Mesela, birr (iyilik), takva (Allah’tan sakınma ve dini hassasiyetle yaşama), amel-i salih (iyi-hayırlı işler yapma), istikamet (doğruluk), hüsün (güzel düşünceli ve güzel davranışlı olma), hayr (iyi), ma’ruf (iyilik) gibi iyi ahlaklı olma; ism (günah), dalâl (sapkınlık), fahşâ (çirkin söz ve davranış), münker (kötü), bağy (isyankârlık), seyyie (günah iş), hevâ (nefsin boş arzularına uyma), fısk (günahkârlık), fücûr (günah işlemek), zulüm gibi kötü ahlaklı olmayı ifade eden birçok kavram vardır. Ayrıca pek çok ayette amel teriminin alanı, ahlaki davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur.
Kur'ân’da nazarî ve amelî ahlakla ilgili çok zengin bilgi ve prensipler bulunmaktadır. Bunları şöyle maddeleştirmek mümkündür.
1. Kur’ân’da ahlak, iman ve ibadetle iç içedir.
Kur’ân imanın yanı sıra ibadet etme ve güzel ahlaka sahip olma gereğine birçok ayette işaret eder. Bu ayetlerden birisi şöyledir
Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da onlar, affederler. Rab’lerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu o, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar. Kınanan ve cezalandırılacak olanlar, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlardır. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerdendir. (Şûrâ sûresi, 37-43; ayrıca bkz. Mü’minûn sûresi, 2-8)
Öyle anlaşılıyor ki, Kur’ân’da ahlaki vazifelerle dinî emirler bir arada zikredilmiştir. Hiçbir ahlakî emir yoktur ki, dini veya imanî bir emir olmasın. Örneğin namaz, oruç, hac ve zekat nasıl bir dini vazife ise, sağlığı koruma, aileyi yaşatma ve başkalarına yardım da birer dini görevdir. İnsan öldürme, içki içme ve zina yapma nasıl birer kötülük ise, sağlığını korumama, gıybet, dedikodu, insanların ayıplarını araştırma da haramdır.
2. Kur’ân-ı Kerim, insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir.
Sorumluluk (mes’uliyet) insanın değerini ortaya koyan bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın emir ve nehiylerinin insanı merkeze aldığı görülmektedir.
İnsan önce Allah’a karşı sorumludur. Bu sorumluluk gereği insan, Allah’a ve O’nun vahyettiği gerçeklere inanmak, O'na şartsız olarak itaat etmek; O’nun kelamı, eserleri ve nimetleri üzerinde fikretmek, zikretmek ve şükretmek; O’nu her şeyden çok sevmek, O’na günlük ibadetini yapmak; O’na güvenmek, tövbe etmek ve rahmetinden ümit kesmemek zorundadır.
İnsan Allah’tan sonra Peygamberine, değerlerine, kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara karşı sorumludur. Ahlaki sorumluluğun en bariz ifadesini, Oku kitabını, bugün nefsin sana hesap görücü olarak yeter… Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü yüklenemez. (İsra sûresi, 14-15) ayetlerinde buluyoruz. Ayrıca her nefsin kendi hazırladığını bileceği, içlerinden hiçbirinin bırakılmayacağı, davranışlarının her birinin tespit edilip yazılacağı, herkesin tek tek hesaba çekileceği; kulak, göz ve kalbin mesul tutulacağı, dünyada verilen nimetlerin hesabının sorulacağı belirtilerek, sorumluluk kesin çizgilerle pekiştirilmiştir. (Bkz. Tekvir, 8114; İnfitar, 825; Kehf, 1847,49; Bakara, 2284; İsra, 1736; Tekasür, 1028)
Kur’ân’da sorumluluk için hürriyete (meşru her isteğin, herhangi bir engelle karşılaşmadan gerçekleştirilmesi) geniş yer verilmiştir. Nasihat ve öğütler verilmekle birlikte hürriyete müdahale edilmemiştir. Hürriyet içinde insan, ya nefsini temizleyip gerçek mutluluğa erecek ya da nefsini kötülükle karartıp ziyana uğrayacaktır. Bu yüzden sorumluluk-özgürlük ilişkisini ölçülü kuramayanlara şeytan O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın! (İbrahim sûresi, 22) diyecektir. Ahlaki sorumluluk şuuru devam ettikçe, ahlak devamlılık arzeder. Bir millet kendilerinde bulunan (güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. (Enfal sûresi, 53) Böylece ilahi adalet, nimetin değiştirilmesi ile insani sorumluluk arasında doğrudan ilişki kurmuştur.
3. Kur’ân, ahlakta mecburilik ve mutlaklığı birleştiren bir vazife ahlakı sunar.
Vazife, Kur’ânî ifade ile kulluk, gerekli ve zorunludur.(Hicr sûresi, 99) Yine vazife, genel, evrensel ve değişmez bir kaidedir. Bu umumiliği Kur’ân’ın Ey insanlar! şeklindeki hitabından anlıyoruz. Onun emir ve nehiyleri her yerde bütün insanlar için aynıdır. Vazife yapılabilir türdendir. Zira Allah, kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir. Son olarak vazife mutlaktır, lizatihidir. Yani vazife, vazife olduğu için yapılır, menfaati veya hazları sağladığı için yapılmaz. Kur’ân, vazifeye bu açıdan bakarak, görevlerini yapan insanların anlayışlarını kendi dillerinden şöyle nakleder Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz. (Dehr sûresi, 9)
4. Kur’ân ahlakında yükümlülük (mükellefiyet)ün zaruriliği işlenir.
Kur’ân, ahlaki yükümlülüğü açığa kavuşturmak için ahlaki hareketin iki düşmanını zikreder. Bunlar, düşünmeksizin nefsin isteklerine uyma ve körü körüne bağlılıktır. Bu sonuncuda aklın bütünüyle faaliyet dışı kaldığı ve bunun akıl almaz ölçüde bir şaşkınlık olduğu kaydedilmiştir. (Bkz. Sad sûresi, 26; Zuhruf sûresi, 22-23, Bakara sûresi, 170)
Kur’ân, ahlaki yükümlülükleri koyarken işin yapılabilirliğine önem vermiş (Talak sûresi, 7; En’âm sûresi, 52; Bakara sûresi, 286), kolaylık prensibi getirmiş (Bakara sûresi, 185), hayatın gerçeklerini gözetmiş (Enfal sûresi, 65-66; Fetih sûresi, 17; Nisa sûresi, 98, 101) ve tedrici olarak hayır yarışına zemin hazırlamıştır. (Bakara sûresi, 184, 237, 280…; Furkan sûresi, 67)
5. Kur’ân’da ahlaki yükümlülükler bazı yaptırım (müeyyide)lar ile takviye edilmiştir.
Bunlar ahlaki, kanuni ve ilâhî yaptırımlardır. Kişinin kendi nefsine uyguladığı ahlaki yaptırımları tövbe, hatayı düzeltme ve kaza etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’ân, insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlaki bir zaruret saymıştır. Uyulmasını istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’ân, bu ceza uygulamalarıyla ahlaki hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlakla hukuku birleştirmiştir. İlahi yaptırımlar ise, ahlakî ölçülere uyan yahut onları ihlal edenlerin dünyada ve öte dünyada (uhrevî) karşılaşacakları mükafat yahut cezayı içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlaka, laik ahlakta bulunmayan bir kudsiyet ve derinlik kazandırır.
6. Kur’ân’da, hayır ahlakı işlenir. O, bütünüyle hikmeti, rahmeti ve genel faydayı gözetmiştir.
Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir. Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka bozulacağı belirtilmiştir. (Bkz. Mü’minûn sûresi, 71; A’raf sûresi, 33; Kasas sûresi, 47)
Kur’ân’da hayır, davranışların iç ve dış yönünü kapsayan, en güzel gayeleri içine alan anahtar kavramlardan biridir. Hayır, insanın Rabb’ine karşı ibadetinden, insanlarla olan ilişkilerine kadar her güzel tutum ve tavrı içeren kapsamlı bir kavramdır. Kur’ân’da hayır, iman ve ibadet kavramlarıyla bir arada zikredilerek, hayır-ibadet ve hayır-iman ilişkisine geniş yer verilmiştir. Bu ilişki, ferdin ve toplumun bütün hayatını çevreleyen zengin bir içeriğe sahiptir. Kısacası hayır, Kur’ân toplumunun yolu ve ölçüsüdür.
Körle gören, mü’minle fasık, karanlıkla aydınlık, doğruyla eğri, cennetlikle cehennemlik bir olmadığı gibi hayırla şer de bir olamaz. Kur’ân şerri, genel manada yasaklanan davranışlar olarak saymış, şirk koşma, nefse zulmetme, tembellik, tefrika, haksız yere yeme içme, kibir ve haset gibi hareketlerin hepsi şer kapsamına alınmıştır. Öyleyse bize düşen, Kur’ân’ın hayır kapsamına aldığı güzellikleri yaşamak, şer olarak nitelediği kötü düşünce ve davranışlardan da kaçınmak olacaktır.