Yazar Adı : | İlim Dalı : Cemaat |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-12-21 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Tebliğle İlgili Mevcut Organizasyonların Değerlendirilmesi
Tebliğ, bugünkü tabirle bir çeşit iletişim demektir. Dolayısıyla tebliğ eylemi, bir anda yapılan ve sonuçlanan eylem olmayıp süreç isteyen ve bir sistem içerisinde işlemesi gereken bir çeşit eğitim etkinliğidir. İletişim Bilimi’nin bilimsel verileri ışığında gerçekleştirilmeyen bir tebliğ eylemi günümüz insanın değiştirmede ve dönüştürmede yeterince başarılı olamayacaktır. Biz tebliği bir iletişim sistemi olarak görüyorum. Bu sebeple Dinî Cemaat ve organizasyonların tebliğ faaliyetlerini iletişim sistemini oluşturan unsurlar açısından ele alacağız.
Mezhepler, Tarikatlar ve Dinî Cemaatler, toplumsal ve siyasî realiteler olup inkar edilmeleri mümkün değildir. Bunlar İslam’ı doğru ve özgün şekliyle, Kur’an merkezli ve Hz. Peygamber’in örnekliği doğrultusunda sundukları sürece her hangi bir problem çıkmamaktadır. Ancak insanların düşünce özgürlüğünü kısıtlamaları, özgürlüğün önünde bir engel teşkil etmeleri, liderleri ve eserlerini kutsallaştırmaları, kendilerini İslamla özdeşleştirmeleri, İslam’ın tek temsilcisi olduklarını iddia etmeleri ve bir ruhban sınıfı oluşturmaya sebep olmaları durumunda, böyle bir tebliğ metodunun yanlışlığı ortaya konulmalı ve uygun bir dille bunun eleştirisi yapılmalıdır. Bu yönde yapılacak eleştiriler Cemaat karşıtı bir söylem olarak telakki edilmek yerine İslam’ın evrensel mesajının ona layık bir şekilde sunulabilmesi için buna engel teşkil eden faaileyetlerin bir eleştirisi olarak kabul edilmesi daha uygundur.
Dinî, siyasî veya ideolojik bir mesajın, insanlar tarafından benimsenmesi ve toplumda taban bulabilmesi için, mesajın doğruluğu kadar kim tarafından, nasıl ulaştırıldığı da son derece önemlidir. Bir mesaj ne kadar doğru olursa olsun, kaynaktan alıcıya iyi bir zamanlamayla uygun kanallardan iletilmezse olumlu bir yansımanın alınması mümkün değildir. Bu yüzden Allah, ilahî mesajlarını gönderirken, bu göreve insanlar arasında, akıllı, güvenilir, dürüst, emanete hiyanet etmeyen, hoşgörülü başarılı ve onurlu kimseleri seçmiştir. Böyle olduğu halde bile, elçiler, tebliğ görevlerini yerine getirirken zaman zaman bazı hatalar yaptıkları için, Allah'ın ikazına muhatap olmuşlardır. Ancak mesajı ileten Peygamber hayatta olduğundan, bu gibi hatalardan ve yanlış anlamalardan kaynaklanan sorunlar ilahi bir müdahaleyle çözüme kavuşturulmuştur. Bu sebeple İslam'ın insanlara en başarılı ve doğru bir şekilde ulaştırıldığı, imaj ve güven probleminin yaşanmadığı dönem, Hz. Peygamber dönemi olmuştur.
İslam mesajı, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra, sahabenin gayretleri, bilginlerin ilmî faaliyetleri, siyasî iktidarların fetihleri, mezhepler, tarikatlar ve burada saymadığımız diğer yollarla yayılmaya devam etti. Mezhepler, felsefî ekoller ve tarikatların kurumlaşmasından sonra, mesajın anlaşılması ve aktarılmasında farklı anlayışlar ve metodlar geliştirildi. Ancak Peygamberlik Hz. Muhammed'le sona erdiği için, ondan sonra bu mesajın anlaşılması ve insanlara ulaştırılmasında yapılan hataların bizzat mesajın sahibi Allah tarafından düzeltilmesi yolu kapandı.
Bugüne gelindiğinde dünyada siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda küresel düzeyde yaşanan rekabetten, dinler ve kültürler de nasibini aldı. Sonuçta tarihi çok gerilere giden dinler arası ve kültürler arası rekabet büyük bir ivme kazandı. Küreselleşmenin bir sonucu olarak herkes her ürettiğini dünya pazarlarına sürememektedir. Öncelikle üretilen malın kaliteli ve standarktlara uygun olması, güzel ambalajlanması ve iyi bir ulaşım ağıyla sağlam bir şekilde tüketicisine ulaştırılması gerekmektedir. Dinler için de durum aşağı yukarı aynıdır. Artık sunulan mesajın özgün olması, günümüz insanının ihtiyaçlarına cevap vermesi ve yeni teknolojik imkanları da kullanarak ihtiyaç sahiplerine en güze bir şekilde sunulması büyük önem kazanmıştır. Ancak müslümanlar, dinler arasındaki bu küresel rekabete hazırlıksız yakalandılar. Buna karşın misyonerliğe özel önem atfeden ve bunun için köklü organizasyonlara sahip olan Hristiyanlık müslümanlar arasında ve şu anda özellikle Orta Asya ve Uzak Doğu'da modern teknolojik imkanları da kullanarak bu bölgedeki yerli nüfusun dini kimliklerini tehdit eder duruma gelmiştir. İslam dünyasında ve batıda amaçları arasına gerek müslümanlara gerekse müslüman olmayanlara "İslam'ı tebliğ etme" misyonunu koyan " ve uzun bir tarihi geçmişe sahip pek çok tarikat ve mezheple 20. yüzyılın ürünü olan dinî Cemaat ve Organizasyon" bulunmaktadır. Bizim böyle bir tebliğde bu cemaat ve organizasyonların tamamını ele alıp tek tek incelememiz mümkün değildir. Burada üzerinde durmak istediğimiz konu, iletişim biliminin mevcut verileri ışığında günümüzdeki müslüman Cemaat ve organizasyonların İslam'ı tebliğ faaliyetlerini değerlendirmek olacaktır. İletişimi bir sistem olarak kabul edecek olursak, böyle bir değerlendirmeyi, bu sistemi oluşturan unsurlar açısından, yani kaynak/tebliğ eden, alıcı/muhatap kitle, mesaj/ileti ve oluklar/ metod/ kanallar olmak üzere dört açıdan yapılabiliriz.
1. Kaynak
Kaynak, her hangi bir konuda iletişim sürecini başlatan ve iletiyi çeşitli yollardan hedefe gönderen kişi, grup, kurum ya da toplumdur. Mesaj, türü ne olursa olsun, ister duygu, düşünce, kanı ve bilgi olsun ister dini ve ideolojik olsun, mutlaka bir kaynağın varlığını gerektirir İletişim sürecinde kaynağın iletileri kodlayıp sürece sokmasında, kaynağın iletişim becerisi, tutumu, deneyim, bilgi düzeyi ile çevresel, toplumsal ve kültürel öğeler önemli bir rol oynamaktadır. İslam mesajını insanlara ulaştıran kaynağa gelince, bu kaynak İslam'ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber idi. O, kendi döneminin şartları içerisinde, iletişim sisteminin bütün öğelerini başarılı bir şekilde kullanmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu. Bugün İslam mesajını ulaştıracak kaynak rolünü, müslüman bireyler ve onların kurdukları dini cemaatler, bazı mezhepler ve organizasyonlar üstlenmektedir. İslam’ı tebliğ etme iddiasıyla ortaya çıkan bu teşekküller veya bunlardan bağımsız çeşitli organizasyonlar, yukarıda sözü edilen iletişim sisteminde kaynakta bulunması gereken özelliklere, ya hiç sahip değildir veya çok azına sahiptir. Öncelikle bunlar büyük bir nitelik ve imaj sorunuyla karşı karşıyadır. Çünkü İslam'ı tebliğ iddiasında bulunan bu kişiler, Hristiyan dünyasındaki gibi, İslam mesajını bütün insanlara doğru bir şekilde ulaştırabilecek eleman yetiştiren kurumlardan ne iyi bir dinî eğitim, ne de iletişim ve halkla ilişkiler konusunda çok özel dersler almışlardır. Halbuki bu kişilerin, öncelikle çok iyi bir dinî eğitiminden ve pedagojik formasyondan geçirilmiş olması gerekir. Bu bakımdan yüce İslam mesajını, insanlığa ulaştıracak, çok sınırlı düzeyde nitelikli insan kaynağına sahibiz. İslam mesajının iletilmesi sürecinde kaynağın kişiliği, mesajın alıcı tarafından doğru algılanmasında son derece önemlidir. Bir kişinin bilmediği, yaşamadığı bir konuda doğru ve sağlıklı bir tebliğ eyleminde bulunması mümkün değildir. Doğrudan doğruya bu amaçla ortaya çıkan Hindistan'da 1926 yılında Muhammed İlyas tarafından kurulan Tebliğ Cemaat'i dahi, tebliğ için özel eğitimden geçirilmemiş, hatta çoğunluğu sıradan müslümanlar olup "öğreterek İslam'ı öğrenmeyi " ilke olarak benimsemiş bir Cemaattir. Bugün İslam'ı tebliğ eden bu kaynaklar, genel olarak, İslam ve onun Peygamber'i hakkında sağlam bilgilere sahip olmak yerine kendi mensup oldukları cemaatin lideri veya mensuplarının İslam'ı algılama biçimleri konusunda bilgi sahibidir. Hatta vaaz ve irşadlarında kürsülerde jest ve mimiklerle, ağlamasına varıncaya kadar liderlerini taklid etmektedirler. Bu cemaatler, kendi cemaat liderinin veya mezhebin mesajını İslam'la özdeşleştirmekte ve İslam'ı temsil ettikleri iddiasındadırlar. Böyle bir tutum ve davranış, onları seçilmişlik psikolojisi içerisinde, kendi cemaatlerini kurtuluşa eren topluluk veya kendi cemaatlerinin Mehdî’nin manevi şahsiyetinin temsilcisi , “ ahir zaman cemaati” ya da cemaat liderinin mehdî-mesih olduğu iddiasına götürmekte ve İslam mesajını, İslam'ı bilmeyen veya yanlış bilen insanlara tebliğ etmek yerine diğer müslümanlardan kendilerine adam kazanmak için faaliyet göstermeye götürmektedir. Bu da cemaatlere nitelik yerine nicelik açısından bir güç kazandırmaktadır. Aslında iletişim biliminin önemle üzerinde durduğu mesajın, o mesajı taşıyanlar üzerinden nasıl algılandığı sorusu son derece önemli bir sorundur. İslam mesajı, bu mesajın taşayıcaları olduğunu iddia eden dini cemaat ve organizasyonlar üzerinden doğru anlaşılmasında burada değinmediğimiz daha pek çok sorun bulunmaktadır.
İslam'ı tebliğ etmeyi amaçları arasına koyan cemaatler ve dini organizasyonlar, sivil toplum örgütleri oldukları şeklinde kendi eylemleriyle çelişen bir iddiada bulunmaktadırlar. Kendilerine her ne kadar sivil toplum örgütü görüntüsü vermeye çalışsalar da, kişi merkezli olmaları, ortak katılımdan yoksun olmaları, devletten bağımsız olmak yerine devlete yabancılaşmaları, bazılarının iktidarı ele geçirme amacı gütmesi, ticari ortaklıklara dönüşmesi ve dini-ideolojik kalıplar içerisinde faaliyet göstermelerinden dolayı sivil toplum örgütü sayılamazlar. Özellikle Türkiye'de tarikatlar ve cemaatlar, bilinen dini önderlerin veya liderlerin otoriteleri ve tasallutu altında faaliyet göstermekte ve varlığını bu kişilerle sürdürmektedirler. Diğer taraftan bazıları dolaylı veya doğrudan iktidar talebi peşindedir. Nitekim geçmişte bazılarının siyasi iktidara talip partilerle yakın temaslar içerisine girdikleri herkesçe bilinmektedir. Ayrıca bu cemaat ve tarikatlar, bazen iyi niyetli ve insanlara faydalı olmak üzere kendilerine destek veren insanları müşteri gibi görerek suistimal etmektedirler. Bazıları ise, tevhid, ihlas, tesettür ve benzeri kavram, değer ve sembolleri işyeri, şirket adı olarak kullanmak suretiyle, onlar üzerinden kapital elde etmeye çalışmaktadır. Sonuçta bütün vaktini, malını ve canını Cemaat veya belli bir dinî organizasyona feda eden veya onun emrine veren kimseler, onların sunduğu eğitim ve öğretim imkanları veya başka imkanlardan, pahalı olması dolayısıyla kendi çocukları ve ailesi yararlanamamaktadırlar. Kendi mensupları üzerinden zengin olanlar, daha sonra zenginlere hizmet veren ticarî cemaat ve organizasyonlara dönüşmektedir. Sonuçta İslam'ı tebliğ eden kişi, grup ve topluluklarda bulunması gereken en önemli özelliklerden ihlas ve samimiyet kalmamaktadır.
2. Alıcı
Alıcı, kaynağın gönderdiği mesaja hedef olarak seçilen kişi, grup veya topluluktur. Etkin bir iletişimin gerçekleşebilmesi için alıcının ilgi alanının, tutum, düşünce ve inançlarının, sosyo ekonomik düzeylerinin ve ihtiyaç alanlarının önceden öğrenilmesi son derece önemlidir. Muhatap kitle bu özellikleriyle iyi tanınırsa, tebliğ edilecek mesaj onların anlayacağı düzeyde ve anlamalarını kolaylaştıracak yollarla sunulur. Aksi takdirde yapılan faaliyet sonuçsuz kalır. Bunun acı sonuçlarını, bugün Türkiye'den Orta Asya'ya ve Balkanlar'a İslam'ı tebliğ etmek üzere giden Cemaatlerin ve tarikatların faaliyetlerinde açıkça görmekteyiz. Sovyet Rusya'nın çöküşüyle birlikte bu bölgelerde İslam'a büyük ilgi ve alaka oluşmuştu. Bu dine susamışlığı ve ilgiliyi karşılayabilmek için ülkemizden Nurcular, Süleymancılar, Işıkçılar, Nakşiler, Kadiriler ve diğer dini Cemaatler buralara çok sayıda insan gönderdi. Bu cemaatler, bölge insanının 70 yıllık esaret döneminde İslami kişilik ve kimliğinden neler kaybettiğini, şu anda ilgi alanı, düşünceleri, sosyo-ekonomik düzeyleri ve ihtiyaçlarını araştırıp incelemeden ve bu konuda her hangi bir bilgi edinmeden, hatta onların dillerini ve şivelerini öğrenmeden tebliğ faaliyetine giriştiler. Diğer yandan Türkiye'nin sosyal ve siyasî şartları içinde geliştirdikleri dinî söylemleri ve onları ele alan eserleri aynı uslup ve muhtevayla bölge insanına ya aynen veya oranın dillerine zor anlaşılır bir dille enjekte etmeye kalkıştılar. Bu durum, İslam'a karşı büyük saygı ve sevgi besleyen bu insanları hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü onlar, hem bu eserleri anlayabilecek kapasiteye sahip değillerdi hem de sorularına cevap alamamışlardı. Bu konuda sadece Türkiye'den giden Cemaatler ve organizasyonlar değil Arap dünyasından, İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan'dan gelen Cemaatler de aynı şeyi yaptılar. Örneğin Hizbu't-Tahrir, "Hilafet Devleti" söylemini bölge insanına sunmak istedi ve bölgede siyasî çatışmalara sebep oldu. Pakistan ve Arabistan üzerinden gelen Vahhabi-Selefi anlayış ise, bölge halkının dini dokusuna uyum gösteremeyen son derece gelenekçi-muhafazakar din söylemi sundu. Bu da Hanefî-Mâturîdî kültürel kimliğine mensup bölge halkında ciddî eleştiriler aldı. Halbuki Hristiyan misyonerleri, Sovyet Rusya çökmeden on yıl hatta yirmi yıl öncesinden bu konuda hazırlık yapmışlardı. Onlar, bölge halkının dilini, örf, adet ve geleneklerini, ihtiyaçlarını tespit ederek kendi mesajlarını onların anlayacakları bir şekilde ulaştıracak eserler yazmışlardı. Bunun tam tersine Türkiye'den gidenler, mesaja muhatap kitleyi bu açıdan analiz etmemişti. Bu yüzden verilmek istenen mesaj, çok sınırlı çevreleri muhatap aldı. Çünkü bu insanlar, İslam'ın özgün mesajıyla karşılaşmak yerine, anlamaları son derece zor ve karmaşık olan Cemaatlerin din anlayışıyla karşılaştıkları için mesajın aktif katılımcıları olamadılar. İslam'ı tebliğ eden bir organizasyon olan Diyanet İşleri Başkanlığı da aynı hatayı yaptı. Bu bölgelere imam veya din ateşesi olarak gönderdiği kişiler, özel bir eğitimden geçirilmemişlerdi ve oranın insanıyla ilk defa karşılaşıyorlardı. Diğer taraftan İmamlar dil bilmiyorlardı. Sırf Kur'an okumakla -anlamını anlamaksızın- İslam'ı tebliğ etmekle işe başladılar. Dillerini öğrenmeye ve muhatap kitleyi tanımaya başlayınca görev süreleri biterek geri döndüler.
3. İleti/Mesaj
İleti, kaynaktan alıcıya çeşitli yollarla gönderilen bir bilgi, düşünce, duygu ya da kanaattir. Semboller, işaretler, dil oyunları veya bir söylemden oluşan iletinin iki önemli niteliğinden birisi, dil, diğeri içeriktir. İletinin dili bazen sadece muhatabın anlayacağı dil olabileceği gibi, bazen da konuşma dilinin dışında müzik, sanat ve hareketler gibi kodlar da olabilir. Ancak iletişimin etkin ve sağlıklı gerçekleşebilmesi için, olmazsa olmaz şartı iletinin, kaynak ve muhatap kişi, grup ve toplum tarafından açık-seçik ve anlaşılır olmazsıdır. Bugün dinî cemaatlaerin ve tarikatların, herkesçe anlaşılmayan sembol, değer ve kavramlardan oluşan bir din dili bulunmaktadır. Özellikle dini duyguları zayıf, dini bilgiye sahip olmayan veya çok az sahip olan genç kesim arasında bu dilin anlaşılması son derece zordur. Hatta bir çok Cemaat'in bu dille yazılmış bir edebiyatı oluşmuştur. Oluşan bu dilin herkesçe anlaşılmaması ve dil oyunlarından oluşan gizemli bir yapıya büründürülmesi, metinlerin kutsallaştırılmasına, bu eserlerin dilini anlayanların önderliğinde okunup anlaşılmasına ve eserlerin defalarca okunmasına götürmüştür. Hatta İslam mesajı bunlara indirgenirken Kur'anın anlaşılması da bu edebiyatın anlaşılmasına bağlanmıştır. Bu yüzden sözü edilen eserler, cemmat üyeleri arasında Kutsal kitap gibi ilgi görmektedir. Arkon'un da ifade ettiği gibi, " tek kitaplı topluluktan çok kitaplı topluluklara" dönüşen bir duruma gelinmiştir. Halbuki İslam mesajı'nın din dili/mantığı özgün şekliyle Kur'an ve onun dini söylemi olmalıdır. Böyle olmadığı sürece insanlar ve özellikle genç nesil İslam mesajına ilgisiz kalacaktır.
İletinin içeriği konusuna gelince, iki noktanın dikkate alınması gerekir. Birincisi, İslam masajının içeriğini oluşturacak düşünce, duygu ve bilgilerin alıcının ihtiyacına, bilgi düzeyine, toplumsal ekonomik düzeyine ve kültürel normlar doğrultusunda seçilmesi gerekir. Aksi takdirde bunları dikkate almayan bir mesaj, kabul görmeyecektir. Günümüzdeki cemaat, tarikatlar, mezhep ve dinî organizasyonların bunları yeterince dikkate almadığı görülmektedir. İkincisi de, mesajın içeriğini oluşturan, bilgi, düşünce ve kanaatlerin işlenme biçimidir. İslam mesajı, maalesef, büyük toplumsal, siyasî, kültürel, bilimsel, teknolojik değişimleri hızlı bir şekilde yaşayan günümüz insanının anlayacağı ve ihtiyaçlarını karşılayak biçimde işlenmemektedir. Asrı Saadet'i yüceleştiren ve bugünü kıyamete yakın yozlaşmış bir devir olarak gören pek çok cemaat, İslam'ın belli tarihi dönemlerine ait anlaşılma biçimlerini ve geçmişe ait geleneksel dinî yapıları, o dönemin kalıpları içerisnde sunmaktadır. Bu yüzden asrımızın idrakine İslam mesajını sunmakta yetersiz kalmaktadırlar. Bu durum, sadece günümüz cemaat ve tarikatlarının yaptığı bir hata olmayıp kökleri çok eskilere dayanan bir sorundur. Zamanla mesajın taşıyıcıları olan mezhep ve tarikatlar, Kur'an'ın mesajını aktarmak yerine kendi anlayışlarını mutlak dinî gerçekler olarak aktarmaya başlamalarıyla birlikte Kur'an'la olan sıcak diyalog yerini mezhepler ve tarikatlar arası mücadele ve rekabete bıraktı.
Günümüzde İslam'ı tebliğ etmek amacıyla ortaya çıkan veya bunu amaçlarından biri olarak gören dinî mezhep, tarikat ve cemaatlerin din söyleminin içeriği analiz edildiğinde temelde üç ayrı gösterge, ya toptan veya ayrı ayrı bulunmktadır. Bunları sırasıyla kısaca ele almak istiyoruz.
a) Siyasal İslam
Son iki yüz yıldır İslam dünyasında ortaya çıkan, çoğu dinî ve ideolojik hareketlerin geliştirdikleri din söyleminin merkezinde siyaset bulunmaktadır. Bunun sebebini şu şekilde açıklamak mümkündür: Müslümanlar tarih boyunca güçlü devletler kurdular ve devlet desteğiyle İslam mesajını yaymaya çalıştılar. Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlamasıyla birlikte bu desteği kaybettiler. Ayrıca batılı sömürgeci güçlerin işgali sonucu bağımsızlıklarını kaybeden müslümanlar, kendilerini siyasî, toplumsal, ekonomik ve dinî bir bunalım içerisinde buldular ve Osmanlı'nın kurtarılması ve Hilafetin ayakta tutulması, müslümanların öncelikleri arasında yer aldı. Bu sebeple Osmanlı devletinin yıkılması ve Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, müslümanların birliği ve Hilafetin yeniden inşası bu akımların örtülü referans çerçevesini oluşturdu. İhvân-ı Müslimîn, Hizbu't-Tahrîr, Cemaat-ı İslâmiyye, Hicret ve Tekfîr Cemaati, Kaplancılar, Hizbullah ve diğer bazı hareketler, İslam'ı sadece dinî ve akidevî bir inanç sistemi olmasının yanısıra ekonomik, hukukî ve siyasî bir sistem olarak anlamlandırdılar. Şiî dünyada ise, bu ideolojik anlayış İmamet anlayışı adıyla propaganda edildi. İslam’ı bu şekilde anlayanlara göre, İslam insanlara kurumsal bir siyaset sistemi sunmaktadır. Buna inanmak ve bunun kurulması için çalışmak farzdır. Her iki kesim de, " Zamanın imamına tanımayan ve ona beyat etmeden ölen kimse Cahiliyye ölümüyle ölmüştür." şeklinde bir hadisi kullanarak liderlerine ya halife veya imam olarak ya da Mehdî olarak beyat edilmesini istediler. Aslında bu anlayış Şiî çevrelerde çok erken dönemlerden itibaren mevcut idi ve İmamet inanç konusu olarak görülmekteydi. Hilafetin kaldırılmasından sonra Sünnî dünyada, geleneksel anlayışın tersine, Hilafet inançla ilişkilendirilmeye başlandı. Sonuçta İslam'ın varlığı kurumsal siyasetin varlığına indirgendi. Bu anlayış Sünnî çevrelerde şöyle söylemleştirildi: " Hilafet bozulursa İslam bozulur ve müslümanlar hüsrana uğrar. Hilafet düzelirse İslam düzelir ve müslümanlar kurtulur."
Siyasal İslam söylemi İslam mesajının merkezine yerleştirilmesiyle İslam siyasal ve çatışmacı bir zemine kaymakla kalmadı, bu fikrin sahipleri hem kendi ülkelerindeki idarelere karşı hem de küresel düzeydeki siyasî güçlere karşı sonu gelmeyen ve sürekli başarısızlıkla sonuçlanan bir macera ve serüvene dönüştü. Hatta İslam'ın inanç, ahlak ve ibadet boyutlarıyla geri plana itilerek kurumsal siyaset, dinin varlık sebebi haline dönüştürüldü. Üstelik bugünün müslüman tipolojisi veya siyasal lider tipolojisi bütün dünyaya hakim olmak isteyen, başka farklı görüşlere tahammülü olmayan ve problemi şiddet yoluyla çözmek isteyen Harici bir modeli temsil etmektedir. Aslında siyasî alanda, ne geçmişte ne de günümüzde problemlerimizi çözebilecek nazariyeler ortaya koyamadık. Hatta bu alandaki problemlerimizin çoğunu, siyasî kültürümüzden miras aldık. İslam'ı siyasal, ekonomik ve toplumsal bütün problemleri çözecek şekilde takdim etmek ideolojik bir yaklaşım olup İslam'a ve Kur'an'a, ilk dönemlerdekinden farklı bir misyon yüklemektedir. Bu da müslümanları tepkisel ve savunmacı bir halet-i ruhye içerisine soktuğu için toplumsal gerginliklere sebep olmakla kalmamış İslam'ı tepkisel protesto ideolojisine dönüştürmüştür. Tartışmanın özünü Hz. Peygamber'e devlet başkanlığının ilahî bir misyonla mı, yoksa kendi beşeri tasarrufuyla mı olduğu sorunu oluşturmaktadır. Bu konuya burada girmek istemiyoruz.
b) Ritüel ve Şeklî Dindarlık
Dinî cemaat ve tarikatların pek çoğu, İslam mesajının kulluk/ibadet merkezli bir din anlayışı oluşturur. Bu din anlayışının temel göstergesi, namaz, oruç, zekat ve hac ibadetlerinden oluşan ritüel dindarlıktır. Bu anlayışa göre, insanlara ne kadar fazla ibadet yaparsa, bu konuda ne kadar meşakkat çekerse o kadar iyi müslüman olur ve daha çok sevap alır. Sonuçta dindarlıkta bulunması gereken bilgi, inanç ve ahlak boyutu zayıfladı. Burada ibadet kavramı, yukarıda sayılan şeylere hasredilmekle çok önemli bir hata yapılmaktadır. Çünkü ibadet, sadece bu beş şey değildir. İslam’da yapılan her iyilik ve güzel davranış bir ibadettir. Bu yüzden, dini cemaatler ve tarikatların, insanlara telkin ettiği dindarlık, şekli ve daraltılmış bir dindarlıktır. Hatta bazı cemaatlarda, dindarlık sarık sarmak, sakal bırakmak cübbe ve şalvar giymek, kadınlar için siyah çarşaf giymek olarak algılandı. Örneğin Tebliğ Cemaat'inde bu şekildeki bir giyim ve kuşam İslamî olarak nitelendirilerek Tebliğ'de gözetilmesi gereken altı esastan birisi kabul edildi. Bu anlayış, Türkiye'de de pek çok cemaat tarafından benimsenmektedir. Öyleki hayatın her cephesini dinileştirmekle kalmadı dindarlığı fıkıh dindarlığına endeksledi. Bu anlayışa göre din insan için değil insan din içindir. Bu sebeple insanın günlük hayatının her bir saatinde yaptığı bütün hal ve hareketleri dinî bir kisveye büründürülmek istendi. Bu amaçla Amellerin Faziletleri ve Zikrin Faziletleri adıyla kitaplar yazılarak şekli bir dindarlık oluşturulmaya çalışıldı. Nurettin Topçu'nun da deği gibi, İslami ruh ve manasından sıyrılan dinî hayatın bu şekilperestliğine zühd ve takva adı verildi. Böyle bir dindarlık, bazan Haricilerde olduğu gibi aşırı fanatizme yol açmakta, bazan da kendi kabuğuna çekilen toplumdan soyutlanan ve turfanda müslümanlık adını verebileceğimiz bir yaşama dönüştü. Ritüel ve şeklî dindarlık, çoğu kere Cemaat dindarlığını öngörmektedir. Bu dindarlık biçimi, Cemaatler ve mistik hareketlerin din söyleminden beslenmektedir. Bu durumda birey tek başına değil, ya bir dinî rehber ya da önderin denetiminde ( cemaat lideri, imamı, tarikat şeyhi veya halifesi) ve onun cemaatinin bir üyesi olarak İslam'ı yaşamak durumundadır. İslam mesajının yaşanması zor ritüeller ve şekli dindarlığa büründürülmesi, birey bilincinin güç kazandığı günümüz modern toplumların nazarında bu mesajı marjinalleştirmektedir. Bu yüzden, İslam mesajının birey ve toplumun ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlanarak, İslamî ruh ve manasından sıyrılan dinî hayatın bu şekilperestliğine son verilmesi son derece önemlidir.
4. Oluk (Tebliğ Metodu/Kanallar)
Tebliğ faliyetinde, Kaynak, Alıcı ve İleti kadar onun hangi yollarla iletileceği de son derece önemlidir. Eskilerin " Usulsüzlük vusülsüzlüktür." şeklinde bir deyimi vardır. Oluk, İletişim biliminde, iletiyi kaynaktan alıcıya ulaştıran araç olarak tanımlanmaktadır. Eğer mesajı uygun metod ve yollarla sunamazsa, mesajı ne kadar doğru ve sistemli olursa olsun olumlu bir etki yaratmaz. Bu açıdan muhatap kitlenin bilgi düzeyi, ilgi alanı ve sosyo-ekonomik düzeyi dikkate alınarak İslam mesajını özgün bir şekilde sunmak gerekmektedir. Ancak dinî tebliğ etme iddiasında olan Cemaat ve dini organizasyonların İslam'ı öğretmek üzere hazırladıkları kitaplar, kasetler ve filmler, pedogojik açıdan incelendiğinde, pek çoğu hitap ettiği kitlenin yaş grubu, psikolojik gelişimi, cinsiye farkı ve diğer özelliklerini dikkate almadan, batıda ve doğuda bilimsel çevrelerde geliştirilen uygun metod ve yaklaşımlar kullanılmadan hazırlanmıştır. Bazı cemaatlar ve tarikatlar, son derece garip yollar kullanmaktadırlar. Örneğin cemaate ilgi duyan veya yeni giren birisine kefen giydirmek yoluyla korku merkezli dindarlık veya dini duyarlılık aşılamaya çalışması gibi. Hatta dinî sorulara verilen cevaplarda kullanılan kaba ve tahkir edici usluba, bazı yerel radyolarda yapılan canlı bağlantılarda sık sık raslanabilmektedir.
Bütün mesajların amacı, hedef kitleyi oluşturan kişi, grup ve toplulukların bilgi düzeylerinde, düşünce düzeyinde ve davranışında bir değişme meydana getirebilmektir. Bugün sunulan İslam mesajı, daha çok insanların siyasî yönüne ve duygusal yönüne hitap etmektedir. Halbuki insanlığın önünde aşırı silahlanma, çevre kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, açlık, adaletsiz gelir dağılımı, dinî ve ahlakî değerlerdeki yozlaşma, işsizlik vb. pekçok problem bulunmaktadır. Dinî teşekküller, ilmin ve bilginin büyük ve sınırsız bir güç olduğu gerçeğini anlayarak dikkatlerini bu alana çevirmek durumundadır. Ancak bu durumda müslümanlar geçmişin enkazından ve batının tüketici köleliğinden kurtulabilir. Oysaki mevcut dinî cemaatlerin İslam mesajı, genelde, müslümanlarda bireysel sorumluluğu, kimlik bilincini, varlığını gerçekleştirme şuurunu köreltmekle ve kişisel kabiliyetlerin geliştirilmesine engel olmakla kalmamakta ferdi cemaata, siyasete ve tarikatlara kurban etmektedir. Öyleki bu gruplar, kişisel başarısızlıklarını telafi etmek isteyen, sorumluluktan kaçan, kimlik arayışında olan kimselerin sığınağı haline gelmiştir.
Bu gruların İslam'ı tebliğ konusundaki en önemli zaaflarından birisi de, kendi din anlayışlarının özeleştirisini yapmamalarıdır. Cemaat ve tarikat liderleri tartışmasız bir otorite kabul edildiği için onların dedikleri mutlak gerçek ve hikmet olarak görülür. Eserleri diğer insanların fikirlerini ölçmede önemli bir kriter görevi görür. Diğer insanlar, kendi cemaat liderlerini veya mensuplarını tanıdıkları ve onların eserlerini okudukları ölçüde saygınlık kazanmaktadır.
Sonuç olarak günümüz insanının bireysel ve topulumsal ilişkilerinde yaşanan değişmeler ve bunun sonucu ortaya çıkan dini ihtiyaçlar gözönünde bulundurularak İslam'ın yeniden yorumlanması ve onun bugünkü İletişim ve Halkla İlişkiler konusundaki gelişmeler ışığında bütün insanlığa uygun yollarla en iyi bir biçimde sunulmasına büyük ihtiyaç vardır. Bugün geleneksel Teoloji'de tartışılan İslam mesajının ulaşmadığı bölgelerdeki insanların durumunun ne olacağı sorunu, sorun olmaktan çıkmış, dinî cemaat ve organizasyonlar tarafından İslam'ın doğru bir şekilde sunulmadığı veya yanlış olarak sunulduğu için İslam'da uzak duran insanların durumunun tartışılması zorunlu hale gelmiştir. Günümüzde İslam'ı tebliğ etme iddiasıyla ortaya çıkan ve büyük ölçüde güven ve imaj sorunu yaşayan yukarıda ismini saydığımız veya saymadığımız pek çok cemaat ve organizasyon, İslam'ı anlama, muhatap kitlenin durumuna göre sunma açısından başarı düzeyleri sanıldığı gibi yüksek değildir. Bugün bazı cemaatlar, insanları İslam'a ısındırmak yerine İslam'dan soğutmaktadırlar. Onların İslam'ı bizatihi siyasal bir din veya mistik bir dünya görüşü ya da ritüel dindarlık olarak algılamaları sebebiyle, İslam'ın ve müslümanların tarihte bıraktıkları olumlu imaj, yerini korkulan ve ihtiyatla yaklaşılan bir İslam imajına bırakmıştır. Halbuki İslam, asıl gücünü siyasî olmaktan değil insanlığa emniyet ve güven telkin eden iman ve ahlak sistemi sunmuş olmaktan almaktadır. Bu cemaat ve organizasyonlar, bahsedilen olumsuzlukları aşmadıkça ve günümüz insanının ihtiyaçlarını karşılamak üzere yeni bir anlayışla ortaya çıkmadıkça ve İslam'ı bir doktrin olarak değil de içi boş ritüel dindarlık olarak sundukça, İslam'ı yaymak şöyle dursun, Kur'an ve Hz. Peygamber'in tarihsel örnek kişiliği üzerinden, İslam medeniyeti ve kültürünün ortaya koyduğu eserler ve değerler üzerinden dünyada İslam'a duyulan hayranlığın önünde büyük bir engel oluşturmaya devam edeceklerdir.
KAYNAKÇA
Abdurrazık, Ali, İslamda İktidarın Temelleri, Çev.: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1995; Ahmad, Mirza Bashir-ud-din Mahmud, Çağrı, der.: Muhammed C. Şems, İslamabad 1993; Ahmed, Mirza Tahir, Din Adına Kan, Çev.: Abdülgaffar Han, Frankfurt 1992; Akman, Nuriye, “Fethullah Hoca Anlatıyor (9. röportaj)” , Sabah Gazetesi, 31 Ocak 1995; el-Benna, Hasan, Mecmûatu Resâil.., Kahire 1990; Büyükkara, Mehmet Ali , “ İsmâilîlere Atfedilen “Dokuz Aşamalı Da’vet Süreci” Üzerine Bir İnceleme”, İLAM Araştırma Dergisi, Cilt: 3, II (1998), 35-49; Çakır, Ruşen, Ayet ve Slogan Ayet ve Slogan Türkiye'de İslami Oluşumlar, İstanbul 1990; Can, Eyüp, Ufuk Turu, İstanbul Trz.; Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları, ( 28-30 Mart 2001 tarihinde İstanbul'da yapılan Uluslar Arası Bildiri ve Tartışmaları), Ankara 2003; Gülen, Fethullah, Altın Nesil, der. Latif Erdoğan, Erzurum 1978; Gülen, M. Fethullah, Fasıldan Fasıla I, der. Ahmet Kurucan.; Güler, İlhami, Politik Teoloji Yazıları, Ankara 2002; el-Harekatu'l-İslamiyye el-Muasıra fi'l-Vatani'l-Arabi, ed. Merkezü'd-Dirasati'l-Vahdeti'l-Arabiyye-Camiatu'l-Ümemi'l-Müttehide, Beyrut 1987; Hoffer, Eric, Kesin İnançlılar, İstanbul 1998. (7.Baskı); İslâm Gelenek ve Modernleşme, ( I. Uluslar Arası Kutlu Doğum İlmi Toplantısı), İstanbul 1996; İslâm ve Modernleşme, (II. Kutlu Doğum İlmi Toplantısı), İstanbul 1997; Kandehlevî, Muhammed Zekeriyya, Fazâ