Hit (8748) K-1039

Mehmet Akif Ersoy Hayatı Fikirleri Eserleri

Yazar Adı : Recep İhsan Eliaçık İlim Dalı : Yazar Hakkında
Kitap Dili : Türkçe Kitap Tipi : 99
Konusu : Sitedeki Kayıt Türleri : Baskı
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-20 Güncelleyen : /0000-00-00

Mehmet Akif Ersoy Hayatı Fikirleri Eserleri

Önsöz

Mehmet Akif tek kelimeyle Türkiye’nin “İstiklal Marşı”nı yazabilen ruhudur.

Böylesi bir marşı ondan başkası yazamazdı. Nitekim açılan yarışmaya gönderilen yediyüze yakın eserden hiç birisi birincilyiğe layık görülmedi. Dönemin Eğitim Bakanı sonnuda Akif’e gelerek “Üstad bu marşı senden başkası yazamaz, lütfen kabul et” dedi. Akif “Parayla şiir yazmam” diyerek teklifi reddetti. Ancak paranın kendisine verilmeyeceği, bir hayır kurumuna bağışlanacağı söylenince kabul etti. Taceddin Dergahına kapanarak günlerce çalıştı. Bir annenin doğum sancıları çekmesi gibi sabahlara kadar ruh ve düşünce acıları çekti. “Yüreğinden kamışla kan çekerek” İstiklal Marşı’nın mısralarını odasının duvarlarına yazdı. Aidiyet ve haysiyet sahibi büyük şair edata doğuruyordu.

İstiklal Marşı ilk kez dönemin “İslamcı” dergisi Sebilurreşat’da yayınlandı. Ardından TBMM’de okundu. Defalarca tekrar okunan şiir dakikalarca ayakta alkışlandı.
Buradan artık şunun teslim edilmesi gerekiyor; Mehmet Akif’in şahsında İslamcılık, Türkiye’nin İstiklal Marşı’nı yazabilen ruhudur. İslamcılık bu açıdan yeniden tanımlanmak durumundadır…

İslam düşüncesi 20.yüzyıla geldiğinde önemli sorunlarla karşı karşıyaydı. Dört bir yandan gelen işgaller dönemin Müslüman aydınlarını “mülk-ü_İslam’ı” kurtarmak ve “yeniden ayağa kaldırmak” derdine düşürmüştü. İslam medeniyeti açıkca bir çöküş yaşıyor ve bu durdurulamıyordu. Batı ortaçağını geride bırakalı nerdeyse 400 yıl olmuş, 20. yüzyıla büyük bir depdebe ile giriyordu.Koca bir imparatorluk çatırdıyor, “önlenemeyen düşüş’e” kimse mani olamıyordu…

İslam düşünce geleneğinde “yenilikçi” eğilimler bu dönemde daha çok “çöküşü durdurma”dan ziyade tabiatı gereği “çöküşün nedenleri” üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü bu düşünce geleneğinde asıl sorumluluk dışarıda değil içeridedir. Dolayısıyla özeleştirici yönü daha baskındır. İşte Akif’in önemi asıl burada ortaya çıkmaktadır. Akif, Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve İkbal gibi alim, aydın ve düşünürlerle birlikte “ümmet-i merhumeyi” adeta yakasından tutup sarsma misyonunu üstlenmiştir. Bu anlamda Akif İslam düşüncesinin yenilikçi damarının 20. yüzyılın hemen başındaki en önemli temsilcilerindendir.

Mehmet Akif’in “çöküş” ve yeniden “ayağa kalkış” ile ilgili teşhisi kendi şiirinden iktibasla kısaca şudur;

İçeridedir darbe… Dışarıda değil… Asla değil!
Sonra olmaz rastgele dünyada bir şey, böyle bil

‘Gökten gelen bela’ sözünün manası yoktur, herzedir;
En beyinsizler bile istikbali zira kestirir

Gökten inmez bir de hiçbir şey… Bütün yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar

Mehmet Akif Ersoy hakkındaki bu söylediklerimiz onun hayatını etraflıca tanıtmayı amaçlamamaktadır. Amacım Akif’in “milli şair” yönünü tanıtmak değildir. Keza Akif’in dış saldırılara karşı savunulması gibi bir niyetimde yoktur. Bunlar gereğinden fazlasıyla yapıldı zaten.

Mehmed Akif’in çift yönlü bir cephede fikir savaşı verdiği görülüyor; “Üç bucuk soysuz” ve “biçare dindaşlar” olarak tarif ettiği bu iki kesim ülkenin mahvolmasının baş sorumlularıdır. Soysuzlar gelenin keyfi için kalkıp geçmişe sövülmesini istemekte, biçareler de geçmişi kutsamakta, maziperestlik yapmakta ve geçmişin hurafelerini gelenek adına sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durumda devleti soysuzların dini de hurafeci biçarelerin elinden kurtarmak gerekmektedir. Böylece devlet zulümden din de hurafelerden arınmış olacaktır.

Akif’in İslamcı duruşu şöyle özetlenebilir; “Ne eski hal (kör gelenekçilik, hurafecilik, bilim ve akıl düşmanlığı) ne de yeni hal (kör batıcılık, taklitçilik, din düşmanlığı).

M.Akif’in bu meyanda söyledikleri yeterince bilinmemekte, bilinse bile kimileri tarafından özellikle ve ısrarla ihanet derecesinde gizlenmekte, yeni kuşakların Akif’i böyle tanıması istenmemektedir. Bunu Akif’in sürekli mücadele ettiği iki kesim de yapmaktadır. Birisi “ulus devletin, laikliğin vs.” elden gideceğinden korkmakta diğeri de “geleneğinin” yıkılacağı vehmine kapılmaktadır.

Düşünün; “Asr-ı ulum (bilgi çağı), asrın idraki (çağın gerekleri), garbın ilmi fenni (batının bilim ve teknolojisi), hurafat (uyduruk dini gelenekler), doğrudan doğruya Kur’an’dan ilham almak, Mülteka, Mir’at vs. yedi yüzyıllık eserlerle avarelik yapmak, üç beş şerhten kuru manalar çıkarmak, dinin üstünde tepinip durmak, ölülerin arkasından okuyup üfürmek, Muhammed Abduh gibi bir inkılab istemek, bilgi ve erdemle donanmış bir gençlik yetiştirmek, lisan bilmek, ulum-u tab’a (tabiat bilimlerine) vakıf olmak”…
Çıkıp sık sık bu kelimelerle konuşsanız size ne derlerdi acaba? Düşünün?

Başkalarının pislikleriyle uğraşırken kendi mahallesi kokudan geçilmeyen bir anlayış nereye kadar gidebilir? Gitmedi, gitmiyor işte…

Artık batıcılara karşı Akif’i savunup durmak yerine Akif’in İslami muhitlere çağrısına kulak vermeliyiz. Çağdaş İslam’ın bu yürekli şairine, İslam’ın hemen burnumuzun dibindeki büyük yenilikçisine kulak vermeliyiz. Bunun içinde yeni İslamcı kuşaklar tıpkı Seyyid Kutub’u, Mevdudi’yi, Ali Şeriati’yi heyacanla okuduğu gibi Mehmet Akif’i de aynı heyacanla okumalıdır. Çünkü Akif’in hayalini kurduğu Asım Gençliği hala onunla iletişim kurabilmiş değil…

Şimdi yeniden Mehmet Akif demenin tam zamanıdır.
Söz tükenmedi umut yaşıyor…

İhsan Eliaçık
Aralık/ 2006
Fatih/İst.

<
...