Künyesi : | Lakabı : |
Tabakası : | E-Posta : |
D.Yeri : İstanbul | D.Tarihi : 3.7.1823 |
Ö.Yeri : İstanbul | Ö.Tarihi : 1.4.1891 |
Görevi : Bürokrat | Uzm.Alanı : Edebiyat,Tiyatro |
Görev Aldığı Kurumlar : | Mezuniyet : |
Bildiği Diller : | Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak : |
Ekleyen : /2008-07-08 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Ahmed Vefik Paşa
Türk devlet adamı, Türkiye'nin ilk türkolog ve Türkçülerinden, lügat âlimi, tiyatro edebiyatının önde gelen bir kurucusu.
Büyük babası ve babası tarafı ile devlete tercümanlar vermiş münevver bir aileden gelen Ahmed Vefık, bütün tahsil yıllarını ve ilk memuriyet hayatını içine alan II. Mahmud devrinde İstanbul'da doğdu.
Doğum yılı için 1823'ten (1238) başlayıp 1813'e (1228) kadar çıkan farklı tarihler verilmektedir.
Bunlardan, torununun bildirdiği 3 Temmuz 1823 (23 Şevval 1238) tarihi daha yaygın ise de, girdiği mektep ve tayin edildiği ilk vazifeler için gerekli yaş durumu, ayrıca vefatında yaşının yetmişi aşkın olduğuna dair beyanlar göz önünde tutularak doğum yılını 1818 veya 1819 almayı uygun görenlerden başka İbnü-lemin de 1238 kaydını 1228 şeklinde düzelterek 1813 olarak göstermeyi tercih etmiştir.
Ayrıca kendisini çok yakından tanımış Batılı müelliflerin yaşı hakkında söyledikleri de onun doğum yılını hep 1823'ten öteye götürmektedir. Ubi-cini ve Ch. Rolland'ın yaşı ile ilgili tahminlerine göre bu tarih 1818-1819 yıllarına gitmekte, Senior'unkinde ise 1812-ye çıkmaktadır.
Babası, Dîvân-ı Hümâyunun ilk müs-lüman tercümanı olan ve Bulgaristan asıllı olduğu için Bulgarzâde diye tanınmış Yahya Naci Efendi'nin (ö Temmuz 1824) oğlu olup Hariciye Nezâreti Tercüme Odası'ndan başlayarak sefaret tercümanlık ve maslahatgüzarlığı, daha sonra da Bâb-ı Seraskerî Tercüme Odası müdürlüğü gibi memuriyetlerde bulunan Rûhuddin Mehmed Efendi'dir (ö. 4 Eylül 1847).
Ahmed Vefik, aynı zamanda Abdülhak Hâmid'in babası tarihçi Hayrullah Efendi ile kardeş çocuklarıdır.
Abdülhak Hâmid'in aile çevresinden edindiği bilgiye göre, Hayrullah Efendi'nin annesi Hasenetullah Hanım'ın babası, öte yandan Ahmed Vefik'in de büyük babası olan ve milliyeti hakkında birbirini tutmaz rivayetler nakledilen Yahya Naci Efendi, Hâmid'in soyadı aldığı Tarhanzâdeler ailesinin bir ara Bulgaristan'da iken İslâmiyet'i kaybettikten sonra ihtida eden fertlerinden biri olup özbeöz Türk'tür.
Ahmed Vefik ilk tahsilden sonra 1831-de, evvelce büyük babası Yahya Naci Efendi'nin tercüman ve hoca olarak vazife gördüğü ve seçkin aile çocuklarının alındığı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyuna girdi.
İshak Hoca'nın başhocalığı sırasında başladığı bu dört sınıflık mektebin ikinci sınıfını okumuş iken burayı bitiremeden. 1834 Temmuzunda Paris'e tayin edilen Mustafa Reşid Paşanın yanında elçilik tercümanlığına getirilen babası ile birlikte Paris'e gitti.
Tahsiline Paris'in en gözde mekteplerinden olan Saint-Louis Lisesi'nde devam etti.
Rivayete göre Alexandre Dumas-Fils ile burada sınıf arkadaşı olmuştu.
Aile muhitinden başka, Mühendishâne'de de gördüğü Fransızca'sını bu mektepte mükemmel hale getirdiği gibi Fransa'daki müfredat dolayısı ile Latince ve Grekçe de öğrendi.
Bir yıl sonra memlekete çağırılan Reşid Paşa geçici olarak Paris'ten ayrılırken babası elçilik müsteşarlığına yükselen Ahmed Vefik, üç ay kadar sonra elçilikle yeniden dönüp 13 Eylül 1836da Londra sefiri tayin edilene kadar Paris'te kalan Mustafa Reşid Paşaya meziyet ve kabiliyetlerini tanıtma fırsatını buldu.
Reşid Paşa'nın ayrılışından sonra da maslahatgüzar babası ile bir müddet daha Paris'te kalan Ahmed Vefik 1837'de İstanbul'a döndüğünde, daha önce dedesi ve babasının da vazife görmüş oldukları Tercüme Odası'na memur olarak tayin edildi.
İleride içinden yetişmiş en seçkin elemanlarından biri sayılacağı Tercüme Odası, kendisi için, daha sonra devlet hizmetinde yükseldiği makamların ilk kapısı oldu.
Şark kadar, sahip olduğu parlak ve zengin Batı kültürü ile de buraya gelen yabancıların başından beri dikkat ve takdirini üzerinde toplayan Ahmed Vefik, İstanbul'daki Garp kolonisinin seçkin şahsiyetleriyle kurduğu dostluk çevresinde aranılan bir sîma oldu.
Değer ve meziyetlerini II. Mahmud'un son yıllarında iyiden iyiye tanıtmaya başlayan A. Vefik, Abdülmecid'in saltanatı ve hâmisi Reşid Paşa'nın sadâretleri sırasında memuriyet hayatında devamlı ve hızlı bir yükseliş gösterdi.
Tanzimat'tan sonra devletin Avrupa'da temsili için yeni düzenlemeler yapılırken 21 Şubat 1840'ta Londra büyükelçiliğine tayin edilen, zamanın parlak ve dirayetli bir diplomatı olarak şöhret yapmış Mustafa Şekib Efendi'nin maiyetinde sefaret kâtipliğiyle rütbesi de "râbia'ya yükseltilerek Londra'ya gönderildi.
Bu yeni vazife, kültürüne başka bir kapı açan İngilizce'yi kazandırdı.
İki sene sonra, kaynaklarda mahiyeti belirtilmeyen hususi bir vazife ile Sırbistan'a gönderilişinden (l842) başlayarak, rütbe ve kademe ilerlemeleri hep Tercüme Odası kadrosunda olmak üzere, 1842-1849 yılları arasında Hariciye Nezâreti'nce uhdesine, birinci sınıf hulefâlığına yükselişi yanı sıra, pasaport muayene dairesi başkanlığı, İzmir'de tâbiiyet meselelerinin halli işi 11843), iki yıl sonra İstanbul'a dönüşünde de 1845 sonlarında terfi ettirilerek Tercüme Odası mümeyyizliği verildi.
1847'de kendisine devletin ilk resmî salnamesinin hazırlanması ve neşri işi havale edildi.
Bir ara Türkiye'ye yerleşmek isteyen Lamartine'e verilecek çiftlik meselesini halletmek için. onun vekili ve arkadaşı Charles Rolland'ın yanında 1849 Eylülünde Aydın'a gönderildi.
Ekim ortalarına doğru dönüşünde Tercüme Odası başmümeyyizliğine yükseltildi.
Enerjisi ve üstün kabiliyetleriyle dikkatleri çekerek bundan sonra birbiri ardınca üst dereceden memuriyetlere getirilen Ahmed Vefik. kendisine çetin siyasî meselelerin halli ile ilgili mühim vazifeler emanet ve havale edilen gözde bir sîma oldu.
Bunların başında, sonuçlandırmaya memur olduğu Macaristan mültecileri ve Besarabya'yı işgal altına almış Rus kuvvetlerinin oradan geri çekilmeleri meselesi gelir.
Rusya ve Avusturya'nın iade edilmeleri için 1849da giriştikleri ve harp ilânı tehdidine kadar vardırdıkları baskılar dolayısıyla devletin başına ciddi bir gaile olan Türkiye'ye sığınmış Macaristan ihtilâli mültecileri konusunda, Balta Umanı Konferansında ve Çar nezdinde sürdürülen temaslarla varılan kararları yerinde yürütme işi yanı sıra, Fuad Paşa'nın yerini alacak en uygun kimse olarak 1849 Aralığında Memleketeyn komiserliğiyle vazifelendirildi.
Gerekli hazırlıklardan sonra İstanbul'dan hareket edip 5 Şubat 1850-de, Rumeli'deki Türk topraklarına sığınmış Macar ve Lehli mültecilerin toplu olarak sevkedildikleri Şumnu'ya vardığında onlar tarafından alkışlar ve fener alayları ile karşılandı.
Rusya ve Avusturya'nın kendilerine iade edilmeleri isteklerinin reddine karşılık, Rusya'nın ısrarı doğrultusunda imparatorluğun Rus sınırından ve Balkanlar'dan uzak merkezlerinde gözetim altında bulundurulmaları kararlaştırılmış olan, ancak kendilerini akıbetlerinden dolayı vehim ve endişeye kaptırmış ihtilâl ileri gelenlerinin ikna edilip belirlenen yerlere gönderilmesi ve haklarında kısıtlayıcı kayıt bulunmayan diğer mültecilerin de istedikleri ülkelere şevki işini bir ay bile sürmeyen bir zaman içinde başarı ile gerçekleştirdi. Kesif politik temaslarla geçen günlerden sonra 21 Mart 1850'de fevkalâde komiserlik vazifesini devralmak üzere Bükreş'e gitti.
Ahmed Vefik'in Fuad Paşa'nın yerini alışı, Rusya karşısında Romanya'ya yeni bir statü verilmesini isteyen Rumen çevrelerince ümit ve sevinçle karşılanmıştı.
Rus işgalinin ağır yükü altında ezilen Rumen halkının meselelerini o Fuad Paşa'dan daha farklı ve vukuflu bir surette görüyordu. Romanya prensliklerinde Rus nüfuzu günden güne artarken A. Vefik Rus entrikalarına set çekerek Rumen halkının gönlünü kazanmasını ve buradaki Türk menfaatlerini korumasını bilen bir idare tarzı ortaya koydu.
Romanya'daki istiklâl hareketlerini önlemek gayesiyle Besarabya'yı işgal eden Rus ordusunun girmiş olduğu topraklardan, onların hareketine karşı Eflak'a sevkedilmiş bulunan Türk birlikleriyle aynı zamanda çekilmesi işinin Ruslar'ca sürüncemeye bırakılmasına meydan vermeden gerçekleşmesinde yine onun, azimli tedbirleri ve taviz vermez tutumu ile mühim rolü oldu.
Kendisi hakkında, "Çoktan beri Babıâli Çar ordularının karşısında, o zamana kadar politika ile öğür olmamış bu genç adamın ağzından olduğu şekilde yüksek ve kararlı konuşmamıştı diyen Ubicini'nin belirttiği gibi, son Rus taburları Prut'un ötesine çekildikten sonradır ki o da Romanya'yı terketmekteydi.
On sekiz ay süren bu memuriyeti sırasında mükemmel bir diplomat olduğunu ispatlayan A. Vefik. vazifesi bittiğinde buradaki hizmet ve başarılarından dolayı Sultan Abdülmecid namına hususi bir takdirname ile taltif edildiği gibi, başta Rumenler'inki olduğu halde yabancı basında da şahsiyetini ve başarılarını öven yazılar çıktı.
Boğdan Prensi Stirbey de Rumen halkı adına kendisine bir teşekkürname yayımlamıştı.
Dönüşünde efkâr-ı umûmiyece hariciye nazırlığı için biçilmiş bir kaftan gibi görülen Ahmed Vefık, daha Romanya'dan ayrılmadan Encümen-i Dâniş'in 1 Haziran 1851'de kuruluşu ile birlikte adları da ilân edilen kırk kişi arasında buraya aslî üye seçilişi ardından, İstanbul'a gelişinden birkaç gün sonra da 15 Haziran 1851de Tahran büyükelçiliğine tayin edildi ve bu münasebetle rütbesi ülâ sınıf-ı sânîsine yükseltildi (haziran sonu.
İki ay sonra da pek az kimseye lâyık görülen iftihar nişanı verildi. Yeni vazifesine hemen gittiğinin sanılmasının aksine ancak bir senelik gecikme ile Tahran'a hareket edebildi.
Böylece Encümen-i Dâniş'in başlangıçtaki toplantılarına katılma fırsatını elde etti.
İran'la siyasî münasebetlerin istenilen seviyeye getirilmesi düşünüldüğü bir sırada kabiliyetlerinden, aynı zamanda Rusya ve İngiltere elçileri ile yakından temas kurabilecek durumda olmasından dolayı bu iş için en uygun kimse olarak bilhassa seçilmiş bulunan Ahmed Vefik, Tahran elçiliğinde meziyetleriyle kendini bir kere daha ispatladı.
Daha 4 Eylül 1852'de şahın huzuruna kabul merasiminden başlayıp İran hükümetinin bütün itirazlarına rağmen elçiliğe Türk bayrağının çekilmesine kadar protokolde Osmanlı Devleti'nin ağırlığını çeşitli vesilelerle hissettirmeye dikkat eden Ahmed Vefik, Kırım Harbi dolayısıyla İran'da çeşitli Rus entrikalarının döndüğü bir zamana rastlayan bu vazifesinde Türk menfaatlerinin korunması bakımından büyük bir dirayet gösterdi.
1854 ilkbaharındaki bir mektubunda, "İran bizim için tamamen kazanılmış bir savaş meydanıdır" demesi bu diplomatik başarının ifadesidir.
Kırım Harbi'nin patlak vermesinden az önce, bir sene içinde İran'daki işlerini bitirebileceğini ümit eden Ahmed Vefik vazifesinden 1854 Eylülünde izinli olarak ayrılırken Bağdat mıntıkasını ve doğu sınır bölgesini teftişe de memur edilmişti.
1 Eylül'de İran hükümdarı Nâsırüddin Şah tarafından huzura kabul olunup güç şartlar altında dirayetle yerine getirdiği hizmetlerinden dolayı kendisine şahın elmaslı portresiyle birlikte İran'ın en büyük nişanı verilmiş, ertesi gün şahın hassa alayındaki bir birliğin refakatinde yola çıkmıştı.
Bölge teftişi münasebetiyle bir süre Bağdat'ta kalıp 25 Kasım 1854'te istanbul'a dönüşünden az sonra, Reşid Paşa'nın dördüncü sadâretinde, hizmetlerine mükâfat olarak rütbesinin ülâ evveline yükseltilmesinden başka, kendisine yeni ihdas edilen Mecîdî nişanının ikinci rütbesi verildi; ayrıca Tahran sefirliği sıfatı uhdesinde kalmak üzere, ileri gelen devlet adamlarına mahsus bir mevki olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye âzalığına getirildi (8 Ocak 1855).
Birkaç gün sonra da ceza ve muhakemat kanunlarını yeni baştan kaleme almak vazifesiyle memur kılınarak buranın Muhakemat Dairesi başkanlığına tayin edildi.
Ardından da bâlâ rütbesiyle birlikte 14 Mart 1857'de Deâvî nazırlığına yükseltildi.
İş sahiplerine karşı tutumunun sertliği ve usulsüz muamelelerde bulunduğu yolundaki şikâyetler yüzünden, Reşid Paşa'nın kısa bir müddet için sadâretten ayrıldığı sırada bu vazifeden alınarak Meclis-i Vâlâ âzalığına döndü (Eylül 1857).
Meclis-i Vâlâ'daki vazifesini, biribirini takip eden sadrazam değişiklikleri ve bu arada Âlî Paşa'nın sadâreti sırasında da muhafaza eden Ahmed Vefik'e Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa'nın kısa sadâreti zamanında 10 Aralık 1859da Paris büyükelçiliği verildi.
Bu vazifesinde Türklüğün şerefini ve devletin itibar ve haysiyetini korumak yolunda -meselâ Hz. Muhammed ile ilgili bir tiyatro temsilini daha perde açılırken bizzat sahneye çıkarak durdurması gibi- çeşitli fıkra ve menkıbelere konu olacak derecede enerjik davranışları, millî menfaatler hususundaki hassasiyeti ile nam yaptı.
Varışından üç buçuk ay kadar sonra Lübnan'da müslümanlarla yerli hıristiyanlar arasında 1860 Haziranında patlak verip Temmuz başlarında Suriye'ye sıçrayan ve Avrupa'da büyük heyecan ve tepki doğuran katliamların devletler arası mühim siyasî bir mesele halini alarak Fransa'nın nizamı kurmak bahanesiyle Suriye'yi işgale kalkmasının sebep olduğu buhran esnasında, başını İmparator III. Napoleon'un çektiği Fransız ihtiraslarının gemlenmesinde mühim bir rol oynadı.
Fransa'nın Beyrut ve Şam'a asker göndererek müdahalede bulunmak teşebbüsü üzerine Paris'te İngiltere, Fransa, Prusya, Avusturya, Rusya ve Türkiye arasında durumun müzakare edilip bir sözleşmeye bağlanması için toplanan konferansta diplomatik oyalamalar ve yaptığı şiddetli çıkışlarla meselenin Avrupa efkâr-ı umûmiyesindeki ilk heyecanının yatıştığı bir zamana kaymasını sağlayarak İngiltere delegesinin de kendisini destek-lemesiyle Fransa'nın isteklerini sınırlamayı başarmış, bu arada Rusya delegesinin Osmanlı İmparatorluğu'nun başka taraflarına da böyle müdahalelere zemin hazırlamak gayesiyle ısrarlı bir şekilde ortaya sürdüğü teklifi de kati surette akamete uğratmıştı.
Paris'te beş büyük Avrupa devletinin temsilcileriyle birlikte 3 Ağustos ve 5 Eylül 1860 antlaşmalarına imza koyan Ahmed Vefik'in gördüğü büyük hizmeti, zamanın hadiselerini gazeteci sıfatı ile de yakından takip eden Mordtmann, "Fuad Paşa'nın fevkalâde vazifesi bittiğinde Fransız askerinin Suriye topraklarını terketmesini Türkiye ona borçludur" diye ifade etmektedir.
Lübnan ve Suriye hadiseleri ilk duyulduğunda efkâr-ı umumiyenin dinî taassupla galeyana geldiği Fransa, Suriye'ye büyük bir ordu şevki için hazırlıklara girişirken Ahmed Vefik daha işin başında Babıâli'yi uyarıp Hariciye Nâzın Fuad Paşa'nın fevkalâde komiserlikle bir an önce gönderilerek ona. az sonra Paris anlaşması gereğince gelen Fransız kuvvetlerine Suriye'de yapacak hiçbir şey bırakmayan tedbirleri alma fırsatını kazandırmıştı.
Ahmed Vefik bütün elçilik süresince gösterdiği eğilmek bilmez siyasî tutumu ve sağlam karakteriyle Avrupa diplomatik çevrelerinin hayretle karışık takdirlerini üzerine çekmişti.
Emellerini köstekleyen ve şiddetli çıkışlarından sıkılan III. Napoleon onun geri alınmasını istedi. Suriye meselesinde ortaya koyduğu cüretkâr tavrı, devletin menfaatini korumasına karşılık kendisinin vazifesinden uzaklaşması neticesini doğurmuştu.
20 Ocak 1861'de yerine Veliyyüddin Paşa'nın tayin edilmesiyle Ahmed Vefik'in Paris elçiliği sona erdi.
Veliyyüddin Paşa'nın Paris'e varması nisan ortalarını bulurken Ahmed Vefik, daha önceki protokollerde Suriye'de altı ay müddetle kalması kabul edilen Fransız kuvvetlerinin kalış sürelerinin bir altı ay daha uzatılmasını kararlaştırmak için büyük devletler arasında Paris'te yeniden toplanan konferansa Türkiye'nin fevkalâde murahhası sıfatı ile katıldı ve 19 Mart 1861 antlaşmasını imzaladı.
Bu arada Şubat 1861'de Meclis-i Vâlâ âzalığına ikinci defa tayini çıkmıştı.
Meclis-i Vâlâ âzası olarak 14 Nisan 1861 'de İstanbul'a dönen Ahmed Vefik, 23 Kasım 1861'de kurulan Fuad Paşa kabinesinde, paşa henüz fevkalâde komiserlikle Şam'da bulunmakta iken, Yûsuf Kâmil Paşa'nın sadâret kaymakamlığı sırasında doğrudan doğruya hükümdar iradesiyle Evkâf-ı Hümâyun nâzın oldu.
Burada, Süleymaniye Camii'nin sürdürülmekte olan iç tamir ve restorasyonunda gösterdiği fevkalâde gayret ve hizmetten dolayı, cami kısmen tekrar ibadete açıldığında (15 Şubat 1862) ikinci rütbeden Osmanî nişanı ile taltif edildi.
Büyük bir kararlılıkla bu nezarete bağlı müesseselerdeki birçok yolsuzlukların üstüne gitmesi yüzünden bunları işleyenlerin hâmisi veya yakını durumunda olan, bazı ileri gelenlerin kin ve düşmanlıklarını üzerine çekti.
Evkaf Nezâretinde altı ay kaldıktan sonra yapılmak istenen malî ıslahat için Sadrazam Fuad Paşanın kurulmasına ön ayak olduğu Dîvân-ı Âlî-i Muhasebat başkanlığına bakan statüsü ile getirildi (29 Mayıs 1862).
Bütçe teftişi gibi mühim bir vazife ile de yetkili kılınan bu yeni devlet müessesesini teşkilâtlandırıp işler vaziyete getirmek işi kendisine havale edilmişti.
Ancak memuriyetine başlayalı henüz üç hafta olmuşken, Belgrad varoşlarındaki halka ve askerî karakollara Sırplar'ca üstüste saldırılara geçilmesi ve bunlara kaleden topla karşılık verilmesi zorunda kalınması neticesinde çıkan hadiseleri yerinde incelemek ve büyük devletlerin müdahalesini davet edecek politik bir gaile haline gelmeye müsait bulunan bu nazik meselenin dal budak salmasına meydan vermeden gereken tedbirleri almak vazifesiyle Belgrad'a gönderildi (19 Haziran 1862)
Belgrad'da iki ay kalan Ahmed Vefik gerekeni kendinden beklenen şekilde başarıyla yerine getirdi.
Meydana gelen hadiselerden Sırp beyi Prens Mihail'i sorumlu tutan raporuna dayanarak harekete geçen Babıâli'nin büyük devletlere Temmuz 1862 tarihli memorandumu üzerine Sırp meselesini görüşmek için bu devletlerin elçileriyle İstanbul'da yapılacak konferansa katılmak talimatını alınca 16 Ağustos 1862'de İstanbul'a döndü.
Gelişinde altı ay kadar daha sürdürdüğü Dîvân-ı Muhasebat başkanlığı vazifesinden 1863 Şubat sonlarında ayrılarak yine Meclis-i Vâlâ Kavânîn Dâiresi âzalığına geçti.
Bu yılın kışında Dârül-fünun'da umuma açık derslerin verilmeye başlanmasından kısa bir müddet sonra Dîvân-ı Muhasebat başkanlığından ayrılacağı sırada, kendi arzusuyla üzerine aldığı Hikmet-i Târih adı altındaki derslerine 17 Şubat 1863'ten itibaren başlamıştı.
Hulâsaları Tasvîr-i Efkâr gazetesinde tefrika halinde basılan bu dersler ancak bir buçuk ay kadar devam edebildi.
Süresinin bu kadar kısa olduğunu bilememek yüzünden, bir çoklarınca Darülfünun müderrisliği Ahmed Vefık için başlı başına bir sıfat ve üstelik tayinle getirildiği bir makam ve vazife gibi söz konusu edilmiştir.
Yolsuzlukları ve idarî aksaklıkları yerinde tesbit edip gidermek gayesiyle Anadolu ve Rumeli'de geniş çapta bir idarî teftiş hareketine teşebbüs edildiğinde, 2 Nisan 1863'te Yûsuf Kâmil Paşa'nın sadâreti sırasında Anadolu sağ kol müfettişliğine tayin edildi.
4 Mayıs 1863'te İstanbul'dan ayrılan A. Vefik'in teftiş sahası Batı Anadolu'da Kocaeli'den İçel'e kadar olan güzergâhtaki merkezleri içine almakta idi.
Daha Darıca, İzmit gibi ilk merhalelerinden başlayarak vardığı her yerde giriştiği yapıcı olduğu kadar hızlı ve çok başarılı parlak icraatını devrin gazeteleri hususî surette verdikleri haberlerde takdirle aksettiriyorlardı. İhmal ve büyük zelzele dolayısıyla baştan başa harap vaziyette gördüğü Hüdâvendigâr (Bursa) vilâyetinin imarı işi, A. Vefık'i teftiş sahasının ileriki duraklarına gitmekten alıkoydu.
Devletin ilk payitahtını içinde bulunduğu harap halden kurtarmayı millî bir izzet-i nefis meselesi kabul eden A. Vefık, Bursa'yı iptidaî ve yıkık dökük bir şehir olmaktan çıkarıp mâmur bir hale getirmek için büyük gayret sarfetti. Kendisine gelinceye kadar Bursa'nın pek ihmal edilmiş yol meselesini başlı başına bir iş edinerek dolambaçlı yollarla boğulmuş şehir içini kestirme ve geniş yeni yollar açarak ferahlatmayı başta gelen bir belediyecilik siyaseti bilmiş, hastahane bakımından fakir olan şehrin kendisinden sonra tamamlanacak bir memleket hastahanesine kavuşmasına ön ayak olmuş, şehre dağlardan -bir tanesine halkın Müfettiş Suyu diye de kendi adını verdiği- sular indirmiş, bataklıkları kurutmuş, eşkıyalığın kökünü kazımıştı.
Bursa'nın tarihî eser ve âbidelerinin kurtarılması ise Ahmed Vefik'in adını, daha sonra valiliğinde yaptıkları ile beraber yıllarca dillerden düşürmeyen en büyük hizmet ve başarılarından oldu.
Zelzelenin tahribatıyla kubbesi yıkılmak üzere olan Yeşilcami'yi, çinileri dökülmekte olan Çelebi Mehmed Türbesi'ni ihyaya muvaffak oluşu, her iki mimari âbidenin. Cem Sultan Türbesi de dahil, ayrıca üzerleri örtülüp zamanla görünmez olmuş duvar nakışlarını ve çinilerini Fransız seramikçi ve mimarı Parvillee eliyle tekrar gün ışığına çıkarışı, A. Vefik'in Bursa'da giriştiği büyük imar ve restorasyon hareketinin başında yer alır.
Ulucami de tekrar eski güzelliğini bulurken şehirdeki bütün selâtin cami ve türbeleri onun gayretiyle tamire girer. Bu arada Osmanlı Devle-ti'nin ilk iki hükümdarı Osman ve Orhan gazilerin köhne ev yığınları arasında görünmez olmuş türbelerini de çevrelerini açarak ortaya çıkardı.
Engel tanımayan azmi sayesinde ayrıca vakıf gelirlerini temin ettiği daha birçok cami ve tarihî binayı restore ettirerek şehre kazandırdı.
Ahmed Vefık, tamir edilen camileri, hanları, çeşme ve şadırvanları ile Bursa'yı bir imar şantiyesi haline getirmişti. Burayı güzelleştirme ve mâmur kılma uğrundaki hizmetleri herkesçe teslim edilen Ahmed Vefik Paşa şehir halkı tarafından yıllarca "Bursa'nın kurtarıcısı" diye anıldı.
Geniş çaplı imar faaliyeti yanında idarî bozukluklara ve çeşitli yolsuzluklara da el koyan A. Vefık hakkında, bundan menfaati bozulan bir kısım memur ve eşrafın halktan bazı kimseleri kışkırtmaları, merkezdeki siyasî düşmanlarının da bunları desteklenmesiyle ortaya atılan iftira ve şikâyetlerden dolayı, memuriyeti bir buçuk seneye vardığı sıralarda tahkikat açılmıştı.
Bu arada 2 Ekim 1864'te bütün müfettişlikler lağvedildi ve kendisine yeni bir vazife verilmedi.
Düşmanlarının rol oynadığı tahkikat sonunda, 11 Mart 1865'te emeklilik adı altında azli ilân edildi.
Böylece yirmi yedi yıl başarı ile sürmüş bir devlet hizmetinden sonra artık memuriyet hayatına uzun süreli kesintiler getiren aziller devresi başladı.
Rume