Künyesi : | Lakabı : |
Tabakası : 15.Yüzyıl | E-Posta : |
D.Yeri : Hille / Bağdat | D.Tarihi : 1495 |
Ö.Yeri : Kerbelâ | Ö.Tarihi : 1556 |
Görevi : Hekim | Uzm.Alanı : Divan şiiri |
Görev Aldığı Kurumlar : | Mezuniyet : |
Bildiği Diller : Arabça, Azerice, Farsça, Türkçe | Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak : |
Ekleyen : /2008-02-14 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Fuzuli
Asıl adı Mehmed bin Süleyman'dır.
Hile Müftüsü Süleyman Efendi'nin oğludur.
Şiire başladığında önce çeşitli mahlaslar kullandı.
Fakat başka şairlerin de bu mahlasları kullandıklarını görünce hepsini bırakarak Fuzulîyi mahlas olarak seçti.
Fazl'ın çoğul biçimi olan Fuzulî, "şahsi üstünlüklerle ilgili " veya " şahsi üstünlüklere ait" manasında bir kelimedir.
Diğer taraftan Fuzulî'nin "boşu boşuna" manası da vardır. Bu mana ile kelime fani-i Mutlak tabirine kadar gitmekte, şair adının bile unutulmasını istemektedir. Bu da tasavvufi konuları terennüm eden şair için uzun bir araştırmadan sonra bu mahlasın seçildiğini göstermektedir.
Zaten o, bu mahlası ne ince hesaplar içinde seçtiğini Farsça Divanı'nın mukaddimesinde: "Eğer başkalarının da kullandığı bir lakabı alsaydım, sözlerimden bir kısmının o mahlası kullanan öbür şairlere mal edilmesi mümkündü. O vakit bana yazık olurdu. İşte sözlerimin başkalanna isnat olunmaması için kimsenin kabul etmediği ve edemeyeceği bir mahlas aldım." şeklinde anlatır.
Fuzuli'nin gençlik dönemine ilişkin bilgi yoktur.
Eserlerinden iyi bir öğrenim gördüğü, Islâmi ilimler, Iran edebiyatı, hendese, hikmet ve tasavvufla ilgilendiği anlaşılmaktadır.
Sıhhat u Maraz (1940) adlı eseri hekimlik bilgisi de olduğunu göstermektedir
Gördüğü öğrenim ve hayatının diğer dönemleri hakkında da yeterli bilgi bulunmayan Fuzulî'nin. "Molla" unvanı alacak kadar ileri derece; de Islâmi bilimler öğrenimi gördüğü hakkında geniş bir görüş birliği vardır.
1508'de Bağdat'ı fetheden Şah İsmail'e Beng ü Bade adlı mesnevisini sundu. Bir süre, Bağdat'taki Safevî Valisi İbrahim Han'dan himaye gördü. İbrahim Han'ın ölümünden (1527) sonra başka bir koruyucu bulamayınca Hüleye çekildi.
Kanuni Sultan Süleyman Bağdat'ı fethedince (1534), padişaha ve paşalarına sunduğu kasidelerle dikkati çekti.
Ancak kendisine bağlanan günde dokuz akçelik maaş bir süre sonra kesilince Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebiye ünlü Şikâyetnâme'sini yazdı.
Şii mezhebine bağlı olan Fuzulî'nin hayatı tümüyle Hille, Bağdat, Necef, Kerbela çevrelerinde geçti.
1566'da çıkan bir veba salgını sırasında öldü.
Kerbela'da Meşhed-i Hüseyin (Hz. Hüseyin'in türbesi) karşısındaki türbenin Fuzulî'ye ait olduğu sanılmaktadır.
Dergâh ve türbe zamanla yıkıldı. Ölümüne "Göçtü Fuzuli" kelimeleri ile tarih düşürüldü. Hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekti. Tezkireler ile tarihi ve edebi kaynaklarda Fazli adlı bir oğlu olduğu bildirir. Fazli de babası gibi şair olmakla birlikte onun kadar tanınmadı.Fuzulî, Azeri lehçesinde yazmasına rağmen yazdığı çok güçlü lirik şiirlerle Türk edebiyatının en büyük şairleri arasında yer almış ve kendisinden sonra gelen çok sayıda şairi etkiledi. Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün inceliklerini bilen Fuzulî, İranlı şairlerden Selman-ı Saveci, Hafız, Türk şairlerden de Nesimî, Ali Şir Nevai ve Necati'nin şiir anlayışını benimsemiş ve şiirlerinin çoğunda tasavvufu işledi.
Mutasavvıf bir şair olarak Fuzulî Şiirine tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalıştı; zekâsı ile lirizmini bağdaştırdı.
Bazı şiirlerinde tababete ait işaretler de vardır. Ilimsiz şiiri hor gören ve edebiyat âleminde şiirin ilme dayanması fikrine yer veren şair, imlâya da gereken değeri verir.
Çünkü metinlerin nesilden nesile intikalinin ancak doğru ve yanlışsız yazma ile mümkün olduğunu düşünür.
Bu yönüyle belki, yaşadığı dönemde imlâ üzerinde duran tek şahsiyettir.
Ona göre Hz. Ali, erdemli, olgun, yetkin bir kişidir; bütün halifelerden ve Peygamberin yakınlarından üstündür.
1508'de Bağdat'ı ele geçiren ve 1534'e kadar Irak'ın büyük bölümünde denetimi elinde tutan I. İsmail'e (Şah) yazdığı övgünün temelinde de bu sevgi yatar.
Fuzulî'nin aynı duyguları işlediği Beng ü Bade adlı Türkçe mesnevisi 444 beyitten oluşur.
Eserin konusu esrar ve şarap arasındaki düşsel bir çatışmadır. Eserde tevhid, münacat ve na't bölümünden sonra Hz. Ali ve Şah İsmail'i över. Daha sonra gelen hikâye bölümünde rakı, boza ve hurma şarabının da katıldığı çatışmadan şarap üstün çıkar. Burada gerçekte Şah İsmail ile II. Bayezid arasındaki mücadele anlatılmaktadır. "Beng" II. Bayezıd "bade" Şah İsmail'i simgeler.
Fuzulî bu mücadelede Şah İsmail'i üstün çıkararak onu övmek ister.
Ama dönemin geleneğine bağlı kalarak, 1534'te Bağdat'ı ele geçiren I. Süleyman (Kanuni) başta olmak üzere Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine de övgüler yazmıştır. Buna karşılık Şikâyetname adlı mektubunda, saray şairleri arasına girememekten ötürü iğneleyici bir dille yakınmıştır.
Büyük ıstırap şairi Fuzulî'nin Leyla ve Mecnun adlı dört bin beyitlik mesnevisi ile diğer eserleri hakkında çok sayıda inceleme yayımlandı.
15. yüzyıl Azeri şairi Habibî'nin, Çağatay şairi Ali Şîr Nevaî'nin, İranlı şair Hâfız'ın, Nizâmî-i Gencevî ve Câmî'nin Fuzulî üzerinde belli belirsiz etkileri olmuştur.
Leylâ ve Mecnûn'da Nizâmî'den yararlandığını kendisi söyler. Sonuç olarak bütün şiirine kendi damgasını vurdu. Bu nedenle böyle etkileri izlemek zordur. Mazmun bulmada ve kullanmada üstün nitelikte bir şairdir.
Fuzulî'ye göre şiirin temeli ilim, özü sevgidir, İlime dayanmayan şiirin temelsiz duvar gibi "hunhar" olacağını söyleyen Fuzulî, bir beytinde de; "Aşk imiş her ne var alemde / ilim bir kıyl u kâl imiş ancak" demektedir.Şiiri bütünlüğe kavuşturan, sevginin yanındaki öbür öğe de sevgiliden ayrı kalışın verdiği üzüntüdür.
Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı tek amaçtır. Fuzulî'ye göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır.
Varlık türlerinin en yetkini ve en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, duyan kulağı, konuşan dilidir. Ahlâk Fuzulî'ye göre doğruluk, iyilik ve erdemden oluşur. Bunların karşıtları baskı, ikiyüzlülük ve bilgisizliktir.
Fuzuli, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun. Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur.
Ona göre oruç, namaz, zekât gösteriş için değil, insanın özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir.
Kendinden sonra gelen hemen bütün divan şairlerini büyük ölçüde etkileyen Fuzulî için şiir düşünce ve duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan bir etkinliktir.
Şiiri kuran, bir yaratma öğesi olan özlü ve anlamlı sözdür. Azeri ağzını kullanan Fuzulî'nin şiirinde uyumu sözcükler arasındaki ses benzerliği sağlar. Şiirlerinde halk dilinde geçen kelimelere, deyimlere, atasözlerine, Kuran'dan ve hadislerden alıntılara sıkça rastlanır.
Türkmen soylu Iraklı şair Fuzulî de her Türkmen şairi gibi "hoyrat"ların etkisi altında kaldı ve şiirlerinde hoyratlardaki cinas oyunlarını ustaca kullanmaya yöneldi.
Onun kullandığı cinaslar kuvvetli ahengiyle Türkmen edebiyatını muhteva ve üslup bakımından etkisi altına aldı. Fuzulî'nin bugünkü Irak Türkmencesini şiir dilinde az bir değişiklikle kullandığını gösteren birçok örnek vardır.
Bugün hâlâ Türkmencede kullanılan fiil binalarını aynen kullandığı görülür: Savuşturmak yerine savutmak, yakmak yerine yandırmak, uyandırmak yerine uyartmak, su vermek yerine suvarmak, kararmak yerine karalmak kullanmıştır. Yine bulunduğu bölge, tabı olarak onun, Doğu Oğuzcasını yanı Azeri Türkçesini kullanmasını gerektirdi ve onu diğer Osmanlı şairlerinden ayırdı. Fakat Fuzuli asıl olarak, bu şairlerden söyleyiş ve duyuş tarzı ile ayrılmaktadır. Fuzuli'nin sanatında yoğun şekilde ıstırap ve insan kaderi vardır.
Düşüncelerini ve akıcı söyleyişlerini daha çok gazellerinde göstermiş, divan şiirinin bütün ölçü ve biçimlerini kullanmıştır. Fuzuli'de mizah ve hiciv kudreti de yüksektir. Dil ile ustaca oynayan şair, Türk kasideciliğine hasbihal edasını getirdi.
Ortaya koyduğu eserleri ile Türkçeyi ne şekilde işlediğini gösterdi ve dilimiz hakkında o devirde söylenen "kısır ve kaba" dil fikrini ortadan kaldırdı.
Fuzuli'nin Hadikatü's-Süeda (1837, Saadete Ermişlerin. Bahçesi 1955) adlı eseri düzyazıda dinsel lirizmin en güçlü örneklerindendir.
Kerbelâ olayını anlatan bu eser özellikle Şiiler arasında yüzyıllardan beri okunmaktadır. Fuzuli'nin mesnevi biçiminde yazdığı ve 3.096 beyitten oluşan Leyla ve Mecnun (1955) adlı eseri Türk edebiyatının şaheserleri arasındadır.
Fuzulî, bu eserinde, başta Nizamî olmak üzere, kendisinden önce aynı konuyu işleyenlerden yararlanmış, ama özgün kişiliğini, sanat ve aşk anlayışını da belirgin biçimde sergilemiştir.
Fuzuli, yirmiye yakın eser yazdı. Bunların başında Türkçe, Farsça ve Arapça olan üç divan gelmektedir.
Ünlü Türkçe Divan mensur girişle başlar. Divanın kasideler bölümünde şairin ilminin yüksekliği görülmektedir. Musammat gazel ve rubaileri daha liriktir. Engin bir lirizmle aşk konusunu işler, sevgilisini bir timsal halinde yükseltir.
Bu divan yüzden fazla basıldı. Divandan seçilen şiirler, batı dillerine çevrildi, yüzlerce antolojiye bu eserlerden bol örnekler alındı.
Gazel tarzım üstün tutan şair, bilhassa Leyla ve Mecnun mesnevisinde benzersiz gazeller ortaya koydu. O, Leyla ve Mecnun mesnevisinin nazmedilme sebebini "Acem'de çok, Etrak'ta yok." sözüyle açıklamaktadır.
Fuzuli, bu sözleriyle o tarihte henüz Leyla ve Mecnun mesnevisinin Irak Türkmen lehçesiyle yazılmamış olduğunu da belirtmiştir.
Türkçe yazılmış bu manzum roman, Bağdat Beylerbeyi Üveys Paşaya ithaf edildi, Türk âleminde çok sevildi ve otuz defadan fazla basılarak Almanca, İngilizce, Rusça, italyanca ve Ermenice gibi çeşitli dillere çevrildi.
Şairin mensur girişli Farsça Divanı üç beyit kadardır. İki kere Türkceye çevrilmiştir. Arapça Divanı ise bu dille yazılan şiirlerinin toplandığı küçük bir eserdir. Fuzuli'nin Peygamber Efendimizi metheden Su Kasidesi de çok sevilen ve beyitleri dilden dile dolaşan kasidelerindendir.
"Hiç şüphe yok ki, Leyla ve Mecnun vadisinde yazılmış mesnevilerin en eşsiz örneği Fuzuli'nin eseridir. Türk edebiyatının en büyük şaheserlerinden biri olan Fuzuli'nin Leyli vü Mecnun'u, üslûp ve ifade özelliği, bir çöl menkıbesini tasavvufun duyguları coşturan ve insan ruhunu kanatlandıran açılanları ile yoğurup bambaşka bir güzellikle takdim ederken beşeri özü korumasındaki başarısı (...) ile bütün dünya edebiyatlarının şaheserleri arasında ilk sırada yer almayı hak etmiştir."
"Bütün hayatı boyunca, melankolik duyguların gelişmesine çok uygun bir mekan durumundaki Irak-ı Arap'tan hiç aynlamayan, sürekli olarak dünyanın bütün gamlarına ve meşakkatlerine gönüllü talip olma hali yaşayan şair, bu ruh hali ile basit bir aşk serüvenini, dünyanın en etkili aşk, ızdırap ve şiir anıtına dönüştürmeyi başarmıştır." (Muhammed Nur Doğan)
"Fuzulî herşeyden önce bir aşk şairidir. Bütün şiirlerinde aşkını anlatmıştır. Bu aşk, maddi ve beşeri aşktan başlayarak ilahi, tasavvuf, aşka gitmiştir. (...) Fuzuli'nin aşkına konu olan sevgili, eti ve kemiğiyle somut olarak kendini belli etmez. Her şiirde aynı özellikleri taşır; hep bir örnektir, soyuttur. Yani Fuzuli'nin hemen bütün şiirlerindeki aşk tasavvuf bir aşktır. (...) özellikle gazellerinde ve mesnevilerin çoğunda tasavvufu işlemiştir. Tasavvuf Fuzuli'nin şiirlerinde, öteki gerçek mutasavvıf şairlerde olduğu gibi açıkta değil, şiirin derinliklerinde gizlenmiştir. Anlaşılması için okuyucunun hazırlıklı olması, şiirde bazı ipuçları bulması ve bunun için de oldukça çaba göstermesi gerekir." (Adem Çalışkan)
ESERLERİ:
FUZÛLÎ'NİN ŞİİRLERİNİ KALICI KILAN BAZI ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ
Mine Mengi
Fuzulî, zaman engelini aşarak zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustalarındandır. Onun şiirleri, özellikle şiirlerinden bazıları her dönemde sevilmiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşabilmişlerdir. Fuzûlî'nin şiirlerini, yüzyıllan geride bırakarak kalıcı kılan acaba hangi özellikleridir?
Değişen topluma ve kültüre rağmen, söz konusu şiirler nasıl olmuş da yaşayabilmişlerdir? Şimdi bu sorulara onun üslûp özelliklerine bakarak cevap vermeye çalışalım.
Söze, şiirde kalıcılığın etkileyiciliğe bağlı olduğunu hatırlatarak başlayalım. Etkileyicilik ise bilindiği gibi, şiirin hem anlam hem de anlatım yönünden bazı değerler taşımasıyla mümkündür. Bununla şiirin anlam ve anlatım olarak bir bütün olduğunu vurgulamak istiyoruz. Yani şiirin düşünce ve duygu yapısıyla bu yapıyı ören dili arasında birbirinden ayrılmaz girift bir bağ bulunmaktadır. Etkileyici, dolayısıyla kalıcı şiir. hem anlam özelliğine hem de anlatım inceliğine ve olgunluğuna sahip olan şiirdir.
Biz bu bildiride daha çok Fuzûlî'nin şiirlerim yaşatan dil yapısı, anlatım teknikleri üzerinde duracağız. Bu dil yapısının Fuzûlî'nin şiirlerini etkileyici kılarak onların günümüze kadar gelebilmelerinde önemli bir payı vardır.
Şimdi Fuzûlî'nin üslûbu içinde şiir dilini nasıl yoğurduğunu, hangi anlatım tekniklerinden yararlandığını tanıtmaya çalışalım.
Şiiri çekici ve kalıcı yapan anlatım özelliklerinin başında şüphesiz doğal söyleyiş gelir. Bu doğal söyleyiş, çoğu zaman günlük konuşma dilinin anlatım yollarından yararlanılarak gerçekleştirilir.
Konuşma dili, dolaysız ve kısa anlatımla etkilemeyi esas alır. Bu nedenle günlük konuşma dili içinde, kısa ve devrik cümlelerle, soru cümleleri kullanımına, deyimlere, kalıp ifadelere, hitap ya da seslenme kelimelerine vb. yer verilir. Konuşma dilinde tonlama ve vurgu önemlidir, öteden beri söz konusu bu unsurların şiirde kullanımıyla konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı olmasını sağlamaktadır. Divan'a, özellikle gazellere, konuşma dilinin kullanımı açısından baktığımızda birçok beyitte konuşma dilinin saydığımız özelliklerinden birinin ya da birkaçının varlığını hemen görürüz, örneğin hepimizin bildiği ünlü murabba'ına bakalım:
Pertşân-hâlin oldum, sormadın hâl-i perişanım Gamından derde düştüm kılmadın tedbîr-i dermâmm Ne dersin, rüzgârım böyle mi geçsin güzel hânı Gözüm, canım efendim, sevdiğim devletli sultânım
Öyle ra 'nâdir gülüm serv-i hıramanın senin Kim gören bir kez olur elbette hayranın senin
Görüldüğü gibi bu dizelerde konuşma dilinin kısa, doğal, dolaysız anlatımına, devrik cümle ve soru cümlesi kullanımına yer verilmiştir. Ama bunların yanı sıra şiiri esas çekici kılan gözüm, canım efendim, devletli sultanım, gülüm gibi konuşma dilinin hitaplarının kullanılışı olmuştur. Bu sesleniş kelimelerinin, tonlama bakımından şiirde önemli ahenk unsuru sağladığını da göz ardı etmemek gerekir. Aynı murabba içinde yer alan;
Gözümden dem-be-dem bağrım ezip yaşım kimi gitme Seni terk etmezem çün ben beni sen dahi terk etme
beytinde de gözden kaybolmak anlamında gözden gitmek, bağır ezmek gibi deyimlerin kullanılışının yanı sıra; söz tekrarları ve devrik cümle kullanımıyla konuşma dilinin sade, doğal anlatımının sağlandığı görülmektedir.
'Akl yâr olsaydı terk-i 'aşk-ı yâr etmez m'idim İhtiyar olsaydı rahat ihtiyar etmez m'idim beytinde de soru cümlelerinin kullanımıyla konuşma dilinin doğallığı sağlanmıştır.
Gelir olsan kılarım ferş-i rehin perde-i çesmim Dahi nem var 'azizim, göze karşı sana lâyık
beytinin ilk mısraında gelir olmak, ferş-i reh kılmak gibi deyim kullanımlarının yanı sıra beytin ikinci mısraın-daki "Dahi nem var azizim" ifadesinde yer alan dahi nem var, kalıp soru cümlesi ile azizim hitabı beyitte konuşma dilinin kıvraklığım verirken, özellikle azizim kelimesine hem
sevgiliye hitap hem de benim değerli olarak sana verecek gözümün perdesinden başka neyim var, anlamının yüklenmesi suretiyle sağlanan anlam zenginliği de beyti daha bir güçlü kılmıştır. Yine;
Cana meylin var ise bükmeyle teslim eyleyem Pâdşâhım ben senin bir bende-] fermâmnam
Bin can olaydı kâş men-i dil-şikestede Tâ her biriyle bir kez olaydım fidâ sana
beyitlerinde de "hükmeyle, teslim eyleyem", "Padişahım ben senin bir bende-i fermâmnam" (emir kulunum) ve "Keşke bin canım olaydı da her biriyle, sana bir daha canımı vereydim" örneklerinde görüldüğü gibi Fuzûlî konuşma dilinin rahatlığını yakalamıştır.
(500. Yılında Fuzulî Sempozyumu Bildirileri)
FUZUL
Ahmet Hamdi Tanpınar
Fuzulî hiç kuşkusuz en büyük şâirlerimizden biridir. Yunus'u ayrı tutarsak böyle bir ayrım gereklidir. Çünkü Yunus, altı yüz yıl öncesinden bugüne açılan kapıdır. Onunla ancak, Şeyhî, Necati Bey, Bakî. Nedim, Şeyh Galib gibi eski şiirin sıkı düzeni ve ortak dili içinde gerçekten bir çığır açabilen şâirler boy ölçüşebilirler.
Fakat Fuzulî bir bakıma bu şâirlere de üstündür. Çünkü eseri bize onlardan çok ayrılan, tümüyle kişisel diyebileceğimiz bîr deneyim ile gelir.
Dille o kadar ustaca oynamasına, şiirimizin birçok söyleyiş Üstünlüklerini kendisi bulmasına, hattâ eserinin bütününe bakılınca oldukça ağır basan belleksel özelliğine, mizah ve hiciv gücüne Şikâyetname'de bütün bir komedi unsuru vardır, hem de en yüksek cinsinden karşın, Fuzulî hayatı ve aşkı çok ciddî bir açıdan gösteren şâirlerdendir.
Doğrusu istenirse, bir bakıma bütün tatlan kendine kapamış görünen bu insanda rastlayabileceğimiz tek haz. ızdırabın tadıdır. Bir çeşit mazohizmden başka bir şey olmayan bu acıya dalış, onu özleme, onu hayatın tek gayesi, hattâ varoluş nedeni gibi göstermesi, bu işteki ısrarı eserini öbür şâirlerimizden ayıran büyük özelliklerden biridir.
Sözün kendi güzelliği ile yetinemeyenler, şiiri bir iç ahenginde ve kendi tatlarında aramayanlar daima ızdırabı, onun düş gücümüzdeki sihirli etkisini ararlar. Halkın imgeleminde şâir, bir masalı olan insandır. Fuzuli'nin eseri bu masalı daima besler. Kaldı kî, Fuzulî ayrıca Leylâ ve Mecnun'u ile bütün edebiyatımız boyunca tek başına kalmış bir eserin sahibidir. Rahmetli Süleyman Nazif, bir yazısında Leylâ ve Mecmun'u Romeo ile Juliet'e benzetir. İlk bakışta oldukça şaşırtıcı ve abartılı görünmesine karşın, bu benzetişte doğru bir taraf vardır.
Shakespeare'de rönesans başlangıcı, Nizamî'de yarı kalmış bir rönesanstan başka bir şey olmayan müslüman ortaçağı aşk ve gençlik düşüdür.
Onun kendi sorunları içinde nasıl perişan olduğunu daima duyumsarız. Fuzulî'nin üslûptan üslûba geçerken aynı konunun farklı şâirler tarafından ele alınması gerekli olan yoğunlaştırma sayesinde olsa bile, burada psikolojik bir maden bulduğu bellidir.
Fakat Fuzulî'nin buluşu burada kalmaz. Belki çevre yakınlığı bu mesneviyi hiç olmazsa bir tarafından asıl başlangıcı olan Arap hikâyesine yaklaştırır. Leylâ ve Mecnun, suyu sızdırdığı için serinleten o çok ince hamurlu testilere benzer.
Her tarafından çöl sızar. Çöl,sihirbazların en büyüğüdür.
Çünkü biraz da seraptır. Serap, görünüşlerle gerçeğin hiç bitmeyen karşılaşmasıdır. Çatlamış dudak, kamaşan göz ve daima kirişte kulak, durmadan bize serinlikler, çağlayan sular, bu sulara akın eden ceylân sürüleri ve kervan sesleri sunar, özet olarak, çölde bütün dikkatleriniz mevcut olmayanı icat eder ve ona doğru koşar. Onun içindir ki. çölün terbiyesi bir çeşit görünüşlere karşı koyma terbiyesidir.
Denilebilir ki, Fuzulî'nin bize şiirleriyle verdiği kendi iç dünyası, bütün rindlik ve kalenderlik heveslerine, kimi zaman gerçekten sıkıcı sanat oyunlarına karşın, iki örneğin etrafında toplanır. Mecnun ve Kerbelâ şehidi Hüseyin.
Burada yalnız Mecnun'un ağzından yazdığı kimi gazellerin bir ikisini böyle seçtiğini, geçici olsa bile bu psikolojinin divamndaki bazı gazellerde devam ettiğini söyleyelim. Hattâ yanılmak ihtimalini hesaba karmak koşuluyla ciddî bir eleştirinin, bu noktadan hareket ederek Fuzulî'nin divan kısmındaki gazellerini Leylâ ve Mecnun'dan evvel ve sonra diye ikiye ayırabileceği ihtimali de öne sürülebilir.
Sanat deneyiminin önemli bir tarafını da kompozisyonun bizzat sanatçı üzerindeki tesiri yapar. Bütün kompozisyon boyunca kahramanlarının hayatlarını yaşayan ve hattâ eser bittikten sonra bunda bir süre devam eden sanatçılar bulunduğu gibi, bir eserdeki buluştan, öbürünü idare eden sanatçılar da çoktur. Çünkü her deneyim gibi, sanat da bir eğitimdir.
Bu konuda Fuzulî'ye en yakın örneği bize Ruhî-i Bağdadî verir. Divanında başyapıtı olan Terkib-i Bend'ini devam ettiren veya ona hazırlık olan bir yığın gazel vardır.
Leylâ ve Mecnun'un daha önemli bir tarafı da vardır. Bu hikâyede Fuzulî'nin soluğunu ancak kitabın tertibi, yani zorunluluklar keser. Dil iyi yoğrulmuş bir heykel veya testi çamuru gibi bütün kolaylığıyla anlatımın emrindedir. Yer yer bazı uzunluklar ve ufak tefek tekrarlarla toprağın hamuruna karışmış çakıllarla ve iyi yoğrulmamış parçalara benzeyen birkaç dizeden sonra tekrar plastik özelliğine kavuşur.
Burada çamur ve heykel örneğini bir üslûp oyunu olarak değil, kuvvetle duyduğum bir şeyi anlatmak için kullanıyorum. Leylâ ve Mecnun'u her okuyuşumda daima çok yumuşak ve rahat bir madde ile karşılaştığımı duyumsa-dım. Fuzulî'nin kimi kasideleri de bende bu duyguyu bıraktı.
Zaten kendisi de büsbütün başka vesile ile doğduğu ve yetiştiği yerleri övmek için olsa bile, şiirinden söz ederken bu toprak hayalini kullanır.
{Edebiyat Üzerine Makalelerden kısaltılarak ve sadeleştirilerek)