Hit (1875) Y-1348

Şakir Efendi (Ayaşlı)

Künyesi : Lakabı :
Tabakası : 19.Yüzyıl E-Posta :
D.Yeri : Ayaş / Ankara D.Tarihi : 1872
Ö.Yeri : Konya Ö.Tarihi : 18.Haz.17
Görevi : Şair Uzm.Alanı : Şiir
Görev Aldığı Kurumlar : Mezuniyet :
Bildiği Diller : Arabça, Farsça, Fransızca Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak :
Ekleyen : Serkan Boztilki/2008-01-31 Güncelleyen : /0000-00-00

Şakir Efendi Ayaşlı
Rüştiyeyi Ayaş'ta tamamladı. İstanbul Darülmuallimin (Erkek öğretmen Okulu)'den (1895) mezun oldu. Konya İdadisinde (lise) edebiyat, tarih ve coğrafya öğretmenliği ile müdür yardımcılığı yaptı.1901 yılında Tokat İdadisine müdür olarak atandı. Bu görevi sırasında delilik belirtileri gösterince (1904) Konya'ya gönderildi. Görevinden ayrılarak şehir dışında bir eve yerleştirildi, ölümüne kadar burada kendi halinde bir hayat yaşadı. Konya'da Şemsi Tebrizi Dergâhı çevresine gömülüdür.
Güzel sanatların şiir, resim, müzik gibi çeşitli dallarına henüz ortaöğrenim öğrenciliği yıllarında iken ilgi duymaya başladı. Önce Muallim Naci tarzında şiirler yazdı; sonra kendi şiirini geliştirdi. Özellikle "cezbe" halindeyken söylediği şiirleri başarılı bulundu. Ancak bunların çoğunu yok etti. Öldüğünde, hakkında çok sayıda yazı yazıldı. Üsküdar Mevlevihanesi Şeyhi Ahmet Remzi, Rıfkı Baba, Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Feridun Nafiz (Uzluk) ve Süheyl Ünver'in (Elif Sin imzasıyla) yazıları bunlardan bazılarıdır.
Hayatı ve şiirleri üzerinde Faik (Soymar) ve M. Muhlis (Koner) tarafından bir de kitap yayımlandı.
"Cenâb-ı Şems-i Tebrizi'ye karşı pek büyük bir muhabbetperver idi (sevgi beslerdi). Hatta "Hırka-i Kâmil" nâmındaki okunmaktan müberrâ (okunması çok güç) bir eser-i âlîlerini (yüksek eserlerini); iki defa istinsah (kopya) etmiştir. Şehrin haricînde küçük bir evde ikamet ediyordu.
Hükümet bu kadar olsun bir muavenet (yardım) yapabilmişti. Ufak bir pencereden (ziyaretçisini) tanır, kapısını bazen açar, bazen açmazdı. Duvardaki kemanı nazar-ı dikkati celbederdi. Fırçasını alır, sulu boya güzel bir kadın resmi yapar, gösterirdi Sonra yırtar ve yakardı. Arabî ve Fârisîyi iyi bilirdi. Fransızcaya da vukufu vardı. Bir tekir kedisi vardı ki refik-i felâketi (acılı günlerinin arkadaşı, yâr-ı munisi (yakın dostu) olmuştu. Kendisi ne yerse kedisi de onu yerdi.
‘1332'de acıklı bir vak'anın (olayın) kurbanı oldu. Konya Sultanîsi’nde Arabî muallimimiz sabık mebuslardan (Arapça öğretmenimiz eski milletvekillerinden) Sivaslı Ali Kemali bir gün kendisini ziyaretinde yağa kırdığı ve tabaklarına taksim ettiği yumurtaları görür. Harp zamanında israfın doğru olmadığını söylemesiyle Şâkir, o günden itibaren yemek yememiştir. Esasen zaif olan bünyesi bu uzun adem-i tegaddî ve mahmasaya tahammül edemedi (bu uzun gıdasızlık ve açlığa dayanamadı) ve kırk gün sonra vefat etti" (İbn-i Mevlânâ Feridun Nafiz)
"Üstâd-ı muhteremin (muhterem üstadın) hâl-i sıhhatinde terk etmiş olduğu bazı parçalar dikkatle mütâlâa olunursa, mâlik olduğu hiddet i zekâ (üstün zekâsı) vüs'at-ı kariha (düşünce genişliği) ulviyyet-i tefekkür (yüksek fikirler) ve ihsas (anlayış ve anladığını duyurma) kudret-i ifâde (konuşma ve yazma gücü) hasâil-i dâhiyane (dâhilere özgü yetenekler) okuyucu nazarında sabit olur ve anlaşılır ki, zekâ-yı müfrite (aşırı zekâ) ashabından (sahiplerinden) imiş. Lisân-ı tıbda (tıp dilinde) öteden beri mütedair olan (ilgili olan) dehâ ile cinnetin tev'emiyyeti (deha ile deliliğin eş ve benzer oluşu) ile kendisinin maraziyyât-ı asabiyyesi (asabı hastalığı) göz önüne getirilirse daha başka bir kıymet alır." (Namdar Rahmi Karatay)

AYAŞLI ŞAKİR
Mehmet önder

Hisar'ın 34. sayısında yayınlanan (Anadolu'nun kara yazısı) başlıklı yazımızla okuyucularımız pek ilgilendiler.
Bu yazımızda, Adanalı Ziya, Ayaşlı Şakır, Ermenekli Hasan Rüşdü Konyalı Naci Fikret gibi yoksulluk içinde sönüp giden Anadolulu şair ve düşünürlerden bahsetmiyen edebiyat tarihi noksandır, demiye getirmiş bu fikir ve sanat değerlerimizin unutulup gitmesine asla razı değiliz, demiştik. Okuyucularımız bizden hiç olmazsa adlarını andığımız dört kişi için bilgi vermemizi ısrarla isterken, Üstad Mahir Erkraen, (Adanalı Ziya) için Hisar'ın 36.cı sayısında etraflı bir yazı yazdı. Daha önce, Hisar'ın 1951 yılında yayınlanan 14.cü sayısında, (Ermenekli Şair Hasan Rüşdü) nün hayatı, ve eserleri hakkında bilgi vermiş, birde fotoğrafını yayınlamıştık. Bu kerre, Ayaşlı Şakir üzerinde kısaca durmayı, daha sonra da Naci Fikret'i tanıtmayı düşündük. Böylece, Hisar okuyucularının istediği dört Anadolu'lu şair'i tanıtmış oluyoruz.
Ayaşlı Şakir, 1872 yılında, Ankara'nın ilçelerinden biri olan Ayaş'ta doğmuştur. Babası Ayaş'ın ileri gelenlerinden Nazif Ağadır. İlk ve orta tahsilini Ayaş'ta tamamlayan, ayrıca özel olarak arapça, farsça ve fransızca dillerini öğrenen Şakir, 1889 yılında İstanbul Yüksek öğretmen Okulu'nun Edebiyat bölümüne girmiş, 1895 yılında bu okulu birincilikle bitirerek, Konya Lisesi müdür yardımcılığı ve edebiyat öğretmenliğine atanmıştır. Altı yıl Konya'da öğretmenlik yapan ayaşlı Şakir, burada şiir, sanat ve felsefe ile uğraşmış, 1901 yılında Tokat Lisesi Müdürlüğüne getirilmiştir. Bu görevi, 1904 yılma kadar sürmüştür.
Ayaşlı Şakir, gerek Konya'da, gerekse Tokat'ta açık fikirleriyle kısa zamanda tanınmış, bu yüzden sık sık dar görüşlü softaların hücumuna uğramıştır. Tokat'tayken bir cülus (padişahın tahta çıkış yıldönümü) töreninde, ansızın kürsüye çıkarak, Hükümet ve Sultan Abdülhamid aleyhinde sert, yerici bir konuşma yapmış, bu durum herkesi şaşırtmış, (Şakir çıldırdı!.) diyerek yaka-paça kürsüden indirmiş ve tedavi için memleketi olan Ayaş'a göndermişlerdi.
Şakir, Ayaş'ta barınamamış, Konya'ya gönderilmesini istemişti. Konya'da uyanık bir müderris olan Sivaslı Ali Kemali, Şakir'i himayesine almıştı. Tek başına bir odada okumak ve yazmakla yıllarını geçiren Ayaşlı Şakir, bu arada Mevlâna'nın eserlerine kendini vermiş, tasavvufi şiirler yazmağa ve söylemeğe başlamıştır. 1917 yılının soğuk bir günü, yarı çıplak odasından fırlayan Şakir, doğru Mevlâna'nın türbesine koşmuş, Niyaz Penceresi'nin soğuk demirlerini kavrayarak saatlerce Mevlâna'ya seslenmiş, O'nu güçlükle oradan ayıran Sivaslı Ali Kemali, tekrar odasına kapatmışsa da, Şakir bu kerre şiddetli bir üşütmeden yatağa serilmiştir. Bir kaç ay sonra da 18 Haziran 1917 de hayata gözlerini kapamış, bir süre sonra da mezar taşına şu cümleler yazılmıştır. (Burası, Ayaşlı Nazif Ağazade münzevî Şakir Efendi'nin kabridir. Sağlığında olduğu gibi, öldükten sonra da kimseden bir şey talep etmez). Ölümünden birkaç gün sonra, Konya'da yayınlanan Türk Sözü Gazetesinin 21 Haziran 1917 tarihli sayısında şu haber çıkmıştır: (Konya'nın ilmî hayatında büyük bir mevkii olan eski idadinin birinci muavini Şakir efendi, geçen gün hücresinde vefat etmiştir. Vilâyetimizin bugünkü uyanık neslinin gözlerini ilk defa açan, istibdat devrinin bütün acılarını, felâketlerini kendine mahsus bir eda ile talebelerinin ruhuna nakşeden Şakir efendi idi...)
Ayaşlı Şakir'in birçok dergilerde yayınlanmış şiirleri ile yayınlanmamış olanları, öğrencilerinden Konyalı M. Muhlis Koner ve N. Faik Soyman tarafından derlenerek (Muallim Ayaşlı Şakir) adı ile 1933 yılında basılmıştır. Bunun dışında Ayaşlı Şakir üzerine çeşitli monografiler yazılmış ve dergilerde çıkmıştır. O'nun (düşündüm) redifli 184 beyittik felsefî şiiri, en güçlü eseridir. Aşağıdaki (müstezâd) O'nundur.
Hatırdadır ol yâr ki bu taze civandır
Bir afet-i candır
Biz şehr-i Ayaş'tan çıkalı hayli zamandır
Sevda ne yamandır
Âteşlere yansın bizi âteşlere yaktı
Hep aklımız aktı
Elhâsıl o mehpâre ki nevreste fidandır
Bir rûh-i revadır
Terketti bizi âkibet ol renc ü mihende
Ağuş-ı vatanda
Ağrep bu ki inşâna vatan cây-ı emandır
Asude mekândır
Bin dil döker uşsâka o meh içse biraz mey
Lâkin ne zarif şey
Hurşîd gibi her tarafa ta'ne-feşandır
Hurşîd-i cihandır
Tenhâda geçirdim ele ol nazlı nigarı
Ol şiveli yâri
Amma ki öpüp okşaması savma ziyandır
madem Ramazandır
Şakir bizi meftun eden o gözle o kaştır Mahsûl-i Ayaş 'tır
Lâkin kime arzeyleyeyim râz-ı nihandır Derler ki yalandır
(Hisar, sayı: 39, Mart 1967)

ŞAKİK EFENDİ (Ayaşlı)
GAZEL

Bulup tenhâca bir yerde seni ey mehlikâ Öpsem, Gerek nâ-hâh râm etsem gerekse bi'r-rızâ öpsem.
Hemân gül yüzlerinden kaşlarından gözlerinden âh! Alınmaz hırsım illâ her yerinden câ-be-câ öpsem.
Lebinden gerdeninden sîne vü nâfından öpmekle, Kanâat eylemem ancak seni ser-tâ-be-pâ öpsem.
Fakat efsûs keyfimce seni bin kerre öpsem de, Dakika geçse derdim âh bari bir daha öpsem.
Bulurdum ol zaman dîl-hânım üzre zevk-i bakîyi, Seninle dâima hem-dem bulunsam dâima öpsem.