Hit (4893) M-297

Keplerde Pitagorcu Düşüncenin Evrimi

Yazar Adı : İlim Dalı : Felsefe
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-06 Güncelleyen : /0000-00-00

Kepler'de Pitagor-cu Düşüncenin Evrimi[1]

* * *

Târihte Pitagor-culuğun Yeri

MÖ 500 senesine doğru Sisam adasında doğmuş olduğu rivâyet edilen Pitagor (Fisagor)'un efsânevî şahsiyetine bağlı olarak, bir bilim olmaktan çok, murâkabeye dayanan bir mezheb şeklinde gelişen ve yayılan Pitagor-culuğun spekülâtif vechesi MS XVII. yüzyıla kadar zaman zaman bazı müstesnâ şahsiyetlerin yaşantılarını, öğretilerini ve eserlerini renklendiren bir zihniyet olarak tecellî edegelmiştir.

Platon (Eflâtun)'a bu mezhebin sırlarını Filolaos'un tevdi etmiş olduğu ve ünlü filozofun Timaios isimli eserindeki spekülâsyonların da Pitagor-cu bir geleneği yansıttıkları bilinmektedir. Platon'un dostlarından Taranto'lu Arhitas da özellikle mûsıkî hakkında Pitagor-cu spekülâsyonlar geliştirmiştir. MS 500 sıralarında, hayvanlar üzerindeki ilk teşrihi yapmış olduğu kaydedilen Kroton'lu Alkmeon da Pitagor-cu düşünceyi tıbba ithâl etmiş gözükmektedir. Kezâ MS 538 sıralarında Metaponte'li Hippas'ın da aynı mezheb etrafında epeyi mürîd toplamış olduğu bilinmektedir.

Rönesans döneminin en ünlü iki Pitagor-cusundan biri 1445'de Umbria'da doğup 1517'de Roma'da ölen Luca Pacioli (luka paçôli diye okunur) isimli Fransisken papazı; diğeri ise 1493 ilâ 1541 arasında yaşamış ve Paracelsus takma adıyla daha çok tıb alanında eserler vermiş olan Philippus Aureolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim'dir (filipus avreolus teofrastus bombastus fon hôhınhaym diye okunur).

Luca Pacioli 1509'da yayınladığı Kutsal Oran Hakkında isimli eseriyle yalnızca Pitagor-culuğun özellikle geometrik şekiller üzerindeki düşüncelerini bir araya toplamakla kalmamış, fakat bu eseriyle aynı zamanda başta Leonardo Da Vinci olmak üzere bütün rönesans dönemi ressam ve mîmarlarının eserlerinde kullanacakları geometrik ilkelerin de ilhâm kaynağı olmuştur.

Kepler'e gelinceye kadar zuhur etmiş olan Pitagor-cu zevk ve meşrebi haiz ünlü kişilerden böylece bir kaçına temas ettikten sonra şimdi de Pitagor-culuğun köken ve evrim cihetiyle ne demek olduğuna kısaca bir göz atalım.

Pitagor-culuğun Amacı ve Mâhiyeti

Pitagor-culuk, şimdiye kadar yapılan incelemelere göre, bilgiden politikaya kadar (ve bu arada: ahlâk, din, estetik, mûsıkî, mimarî ve ilh... den geçmek sûretiyle) pek çok alanda söz sâhibi olmak iddiasında olan bir hikmet mâhiyetindedir. Bu hikmet, tıpkı islâmî tarîkatlarda olduğu gibi, bir mürşid'in etrafında toplanmış olan mürîdlerin her biri tarafından ancak uzunca süren bir seyr-ü sülûk (inisiyasyon) ile kazanılıp gerçekleştirilebilmekteydi.

Bu inisiyasyonun ilk kısmının iki ilâ beş yıl kadar sürdüğü tesbit edilmiş ise de, bu ilk kısmın başarıyla tamamlanmasının peşin şartı; mürîdin belirli bir zaman süresinin dolmasını beklemesi değil, fakat herhâlde, mürşidinden öğrendiği bilgileri gerçekten de kendine mal edebilecek hazımlılığı gerçekleştirebilmesindeki yeteneği idi. Nitekim inisiyasyonun bu ilk safhasında, mürîdler, mürşidlerinin sohbetine ancak bir perdenin ardından erişebiliyorlar ve onun ne yüzünü görmeye, ne de ona herhangi bir soru sormaya izinleri bulunuyordu.

Ayrıca, sabahın erken saatlerinde gezinti yapmak ve dua etmek; sık sık oruç tutmak; hayvânî gıda almamak, hiçbir sûretle kurban kesmemek ve bakla yememekle de mükellef tutulan mürîdler, günlerini Pitagor-culuğa has bu şer'î hükümleri uygulamak ve mürşidlerinin perde ardından eriştikleri sohbetlerinde kendilerine telkin olunan ana temalar üzerinde murâkabeye dalmakla geçiriyorlardı.

Kabaca, bir tekke ya da bir manastır disiplinini hatırlatan bu hayat, hem alınan gıdâlardaki protein eksikliğinin ve hem de sık sık tutulan oruçlann da etkisiyle mürîdin: (1) arzu ve ihtiraslarının uyartılma yeteneğinin çok zayıflamasını, (2) hareketlerinde âhenkli ve halâvetli olmayı, (3) zihinde çağrışım mekanizmasının uyartılma eşiğinin çok düşük seviyede tutulmasını ve, dolayısıyla, (4) mürşidin işlediği temaları konu alan birtakım yakaza (vizyon) görme hâllerinin gerçekleşmesini temin etmekteydi.

Bunların sonucu olarak, gene mürşidlerinin sohbetlerinde telkin ettiği ana temalar etrafında, mürîdin kendi nefsinde gerçekleşen murâkabe ve mükâşefeler onu, bu âlemdeki eşyânın günlük hayatta alışılagelmiş bir idrâk ile kavranmasının çok ötesinde, aşkın bir idrâk ve bilincini kendine mal edip özümlemesine yol açabiliyordu.

Genellikle saflığa, arınmışlığa delâlet eden beyaz renkte yün ya da gene beyaz renkte kenevirden yapılmış üniformavârî bir kıyafet giydikleri rivâyet edilen Pitagor-cular, seyr-ü sülûklarının bu ilk kısmını tamamlayıp da nefislerinde mürşid-lerinin zuhurunu beklediği halleri ve bilinç düzeylerini gerçekleştirdikten sonra bam başka bir ahkâma (bir şeriata) tâbi' oluyorlar; önceden kendilerine haram olan bazı şeyler ve davranışlar helâl ve önceden kendilerine helâl olan bazı şeyler ve davranışlar da haram kılınıyordu. Özellikle de üzerlerinden soru sormama ve konuşmama yasağı kaldırılıyor; aksine ders vermeye mezun sayılıyorlardı. Bu safhadaki mürîdlere matematikçiler denilmekteydi.

Pitagor-culukta Matematiğin Yeri ve Rolü

Matematikçiler, gene mürşidlerinden almış oldukları feyz ile, tabiattaki olayları tek bir prensip açısından görmeye ve çözümlemeye gayret göstermekteydiler. Bu mertebedeki Pitagor-cular "eşyâ sayılardan ibârettir" veyâ "her şey sayıdır" demekle, sayıyı ilâhlaştırmamış olsalar bile, ona bütün eşyâda tecellî eden ilâhî bir sıfat mâhiyeti atfetmekteydiler. İzmir'li Teon'un Pitagor-cular hakkında verdiği bilgiye göre: "Pitagor-cuların mezhebinde sayılar, bütün eşyânın ilkesi (veyâ eski, fakat semantik bakımından daha uygun bir deyimle, ayn'ı), kaynağı ve köküdürler." Gene de belirtelim ki bu tutum, doğrudan doğruya, mürşidlerinin sohbet ve öğretilerinde kendilerine aşılanmış bulunan "dünya görüşü"nü yansıtmaktaydı.

Bazı bilim ve felsefe târihçileri bu: "Her şey sayıdır" deyiminde, anlamanın ve izah etmenin her şeyden önce ölçmek, yâni bazı şeylere (bir kere için sâbit bir şekilde kabûl edilmiş bazı esaslar ve yol-yordama göre) sayılar tekābül ettirmek demek olan çağdaş bilim anlayışının tohumunu görmüşler ve Pitagor'u, bu dâhiyâne sezgisi dolayısıyla, yüceltmişlerdir. Ama bu değer yargısının sübjektif ve mübalâğalı olduğu âşikârdır. Zirâ Pitagor'un âlemin âhenk ve nizâmına sayının (veyâ sayı olarak tecellî eden ilâhî bir sıfatın) hâkim olduğu kanaatini izhâr etmesi keyfiyeti ile, eşyâ ile sayılar arasında çağdaş bilim anlayışına göre bir tekābüliyetin mevcûd olması keyfiyeti gerek psikolojik, gerekse ontolojik bakımdan çok farklı düzeylerdedir.

Pitagor, söz konusu kanaatine akılcı bir tümevarım veyâ bir ekstrapolâsyon yoluyla değil, fakat mâhiyeti itibâriyle sübjektif olan murâkabe ve mükâşefe yoluyla varmıştır. Öte yandan bu kanaatin epistemolojik bir değer kazanabilmesinin kriteri de şüphesiz ki böyle bir tekābüliyetin topolojisinin ve yol-yordamının (algoritmala-rı'nın) açık ve seçik bir tarzda tesbit olunabilmesidir. Oysa ki bunlar Pitagor'dan rivâyet olunan açıklamalarda tamamen cenîn hâlinde bulunmakta olup evrensel bir vasfı da haiz değildirler. Bütün bunlardan başka Pitagor-cuların her sayının, her şeklin, her hacmin âlemin düzeni içinde sâhip olduğu bir nefsi, bir ferdiyeti ve hattâ bir şahsiyeti bulunduğuna dair inanç (meselâ çift sayıların dişi ve tek sayılann da erkek oldukları şeklinde) bâtıl birtakım îtikadlara yol açtığı gibi, matematik alanında yapmış oldukları gerçek keşifleri dahi bu bâtıl îtikadlardan neşet eden karanlık ve muğlâk, her hâlükârda gerçek dışı ve dogmatik spekülâsyonların esiri kılmış; Pitagor-cu-luğun çok kere bir nevi hurûfîliğe, bir nevi aritmolojiye dönüşüp yozlaşmasına ve hikmetinin de unutulmasına sebep olmuştur.

Böylece ilk sâfiyetinden ve ruhâniyetinden uzaklaşan Pitagor-culuk şer'î ve pratik vechelerini kaybederek spekülâtif bir yobazlık şekline bürünmüştür.

Buna bir misâl vermiş olmak için Pitagor-cuların büyük önem atfettikleri düzgün çokyüzlüleri göz önüne alalım. Bilindiği gibi düzgün çokyüzlüler, aynı bir çokyüzlü için, özdeş düzgün çokgenlerden oluşan yüzleri haiz cisimlerdir. Hepsi de kürenin içine çizilebilen bu düzgün çokyüzlüler: düzgün dörtyüzlü (tetraedra), düzgün sekizyüzlü (ortaedra), düzgün altıyüzlü ya da küp, düzgün yirmiyüzlü (ikozaedra) ve düzgün onikiyüzlü (dodekaedra) olup toplam olarak beş tanedir. Pitagor-culuk her bir düzgün çokyüzlüyü bir cevhere atfetmektedir. Böylece sembolik olarak ateş düzgün dörtyüzlü ile, hava düzgün sekizyüzlü ile, toprak düzgün altıyüzlü ya da küp ile, su da düzgün yirmiyüzlü ile gösterilmektedir. Bu dört cevheri kuşatıp birleştiren beşinci cevher olarak kabûl edilen heyûlâ'nın sembolü ise düzgün onikiyüzlü idi. Bu Pitagor-cu düşünce tarzının Platon'u ne derecede etkilemiş olduğunu onun Timaios isimli eserinde kolaylıkla görmek mümkündür.

Kâinat'ın gizli yapısını ve sırlarını keşf ve idrâk etmeye yönelik bu cins bir Pitagor-cu matematik zihniyeti matematiğin otonomi kazanmasına ve haiz olduğu imkânların bilincinin uyanmasına yüzyıllar boyu engel olmuş ve felsefe ile metafizik arasında sıkışıp kalan matematiğin doğal gelişim yönünü bulmasını hemen hemen Rönesans'ın sonuna kadar kösteklemiştir

Pitagor-culukta Fiziğin Yeri ve Rolü

Pitagor-culukta mürîdlerin eriştikleri üçüncü merhale fizikçiler mertebesiydi. Bu olgunluğa erişen mürîdler, tabîatta vuku bulan olayları ve özellikle, bu olaylarda ilâhî bir sıfat olarak "sayı"nın nasıl tecellî ettiğini araştırmaktaydılar. Önceleri, tamamen, bir etik'e (bir ahlâk'a) yönelik murâkabe ve mükâşefeye dayanan bir hâl, bir mânevî zevk ve meşreb ve bir neş'e olarak telâkki olunan bu merhale (bunun nefislerde gerçekleşip özümlenmesinin zorluğu ve bunu gerçekleştirmede yol gösterici rol oynayan kâmil mürşidlerin gitgide azalmaları dolayısıyla) yavaş yavaş bozularak, ancak kolay olan tarafı, yâni lâftan ibâret olan spekülâtif tarafı kalmış ve bu vechesiyle de kimi zaman düpe düz imanî bir umde (dogma) olarak, kimi zaman bir bâtıl îtikad olarak ve kimi zaman da anahtarı maalesef geçmiş yüzyılların karanlığında kaybolmuş bir hikmet ve irfandan (gnosisden) artakalan bir kırıntı olarak rönesansın son devrelerine kadar süregelmiştir.

Pitagor-culuğun ilk sâfiyet devrini karakterize eden en bâriz vasıf, bunun, sayı kavramını yol gösterici bir ilke olarak kullanarak âlemdeki Vahdânî düzenin bir bütün olarak idrâk ve şuuruna doğru mânevî bir yükselişi gerçekleştirme gayretini yansıtan bir hâl ve mânevî zevk mezhebi olmasıdır. Bunun gerçekleştirilmesindeki psikolojik güçlükler ve bir de ehil olmayan mürşidler bu hâl ve mânevî zevk mezhebinin psödo-rasyonel bir söz kalıbına, daha doğrusu spekülâtif bir nevi hurufîlik ve aritmoloji kalıbına dökülerek soysuzlaşmasını çabuklaştırmıştır.

Biz gene Pitagor-cu anlamdaki fizikçilere dönecek olursak, bunların dikkatinin daha ziyade mûsıkî, mîmarî ve astronomi konularında odaklandığını görürüz.

Mûsıkî

Mûsıkî alanında Pitagor-cu fizikçinin dikkati özellikle seslerin âhengi, yâni harmoni üzerinde toplanmıştır. Âhenk, esâsında, her varlığın yapısındaki farklı ve hattâ zıt unsurları tevhîd eden (birleştiren) bir ilkedir. Yukarıda da değinilmiş olduğu gibi, mezhebinin öğretisi gereği âlemi vahdet (birlik) açısından algılamak zevkinde olan gerçek Pitagor-cu için, zıtlıkları giderici her ilke ve bu ilkeden hareket ederek zıtlıkları bağdaştırıp yüksek bir idrâk çerçevesi içinde uyumlu kılmaya yönelik her yol-yordam (metod) mukaddestir. Mûsıkîde seslerin âhenkli oluşu, yâni harmoni bilgisi, aslında gizli bir aritmetiğe dayanmaktadır. Mûsıkîde, çalgılar ve ses aracılığıyla duygulara hitâb eden bu harmoni, aslında, muhâtabı akıl olan ve sayılarda gizli kalan harmoninin bir tecellîsinden başka bir şey değildir. Şu halde ontolojik bakımdan sayı eşyâdan ve akıl da sayıdan önce gelmektedir.

Mûsıkîde konsonans ve dissonansların araştırılmasının ve bunların aralarındaki aritmetik ilişkilerinin tesbitinin, hem çeşitli çalgıların yapımında ve hem de ortaya akustik bakımından birçok problemin çıktığı tiyatroların inşâsında önemli gelişmelerin kaydedilebilmesi sonucunu doğurmuş olduğunu da ilâve etmek gerekir.

Harmonik aralıkfikri eski çağlarda Pitagor-cuların etkisiyle o kadar gelişmiştir ki, bazı Grek mâbetleri bunun taşlaşmış misalleridir. Gerçekten de, meselâ Atina'daki Partenon'un içinde bulunan sütunlar ile binanın cephesindeki sütunları ayıran aralıklar incelendiğinde, bunların "Pitagor gamı" ile tamâmen aynı orantıda sayılar vermekte oldukları ortaya konulmuştur.

Böylelikle mîmarîye de geçmiş olan Pitagor-cu gelenek, içerdiği bütün semboller ve bunların bâtınî anlamlarıyla birlikte MÖ I. yüzyılda yaşamış olan Vitruvio'nun De Architectura isimli eseri ile yukarıda anılmış olan Luca Pacioli'nin Kutsal Oran Hakkında'ki eserinde bulmak mümkündür. İşte bu tür geleneklerdir ki, sâdece, ağır ve girift bir sembolizme dayanan ortaçağ gotik sanatının doğmasında etken olmakla kalmamışlar, hattâ rönesans mîmarîsini bile derinden derine etkilemişlerdir.

Astronomi

Platon, Cumhuriyet isimli eserinde mûsıkî ile astronominin iki kardeş bilim olduklarını söyler ki, bu, Pitagor-cu geleneğe uygun bir beyândır. Nitekim Pitagor-cu geleneğe göre mûsıkîdeki âhenk göklere de yansımaktadır.

İzmirli Teon'dan rivâyet olunduğuna göre, Pitagor-cular için, her biri birer nefs ve akıl sâhibi olan gezegenleri göklerde taşıyan kürelerden Ay'ınki Arz'a en yakın olanı olup, Merkür ve Venüs'ünkiler sırayla ondan sonra gelmektedirler. Güneş'i taşıyan küre dördüncü olup onu Mars ve Jüpiter'inkiler izlemekte, Satürn'ünki ise yıldızlara en yakın ve en son yedinci küreyi oluşturmaktadır.

Böylelikle bu yedi semavî küre ya da yedi kat gök, ikişer ikişer birbirlerini ayıran aralıkların, bir oktavı oluşturan seslerin aralıklarına tekābül etmeleri dolayısıyla(!) lîr ya da çenk denilen yedi telli çalgının da verdiği seslere tekābül etmektedir. Bu itibârla âlem yedi telli çenk misâli olup, Pitagor-cular için mûsıkî gamı da, aslında, kozmik bir olgu ve astronomi de semavî bir mûsıkîden başka bir şey değildir.

Pitagor-culukta Olgun İnsan (İnsân-ı Kâmil) İdeali

Âlemi oluşturan gök kürelerinin kendi eksenleri etrafında dönerlerken çıkardıktan mûsıkîyi idrâk etmek Pitagor-cu fizikçilerin en yüce ideallerinden biriydi. Ama bu mûsıkîyi algılamak her fâniye nasip olamıyordu. Nasıl ki ormandaki bir kimse ağaçları görmekten ormanı göremezse veyâ daha felsefî bir ifâde tarzıyla, nasıl ki her şeyde tecellî eden âraz o şeyde gizli olan cevhere perde olursa, Pitargor-culuğa göre, âlemi oluşturan gök kürelerinin yedi telli çenk misâli çıkardıkları mûsıkînin bizatihi içinde bulunan insanlar da, kendilerini, yâni duygularını ve akıllarını âlemdeki âraza kaptırmış oldukları için, bu mûsıkîyi algılayamamaktadırlar. Böyle aşkın bir idrâkin gelişebilmesi ve beşerin âraz ile cevherleri, ve cevherler aracılığıyla da âlemin ve âlemdeki bütün tecellîlerin, bütün cevherlerin, bütün ârazın yegâne kaynağı olan âlemin özünü (eski deyimiyle âlemin zâtını) temyiz edebilmesi ve mânevî zevkine varabilmesi için de özel bir mânevî eğitime ihtiyâç vardır.

İşte bu mertebeye erişmiş olan ve bir olgun mürşidin nezdinde bu gözlem ve temyiz yeteneğini kazanmış bulunan Pitagor-cu mürîdin kendisinin de olgun mür-şidler safına geçmeye ve âlemdeki bu ilâhî mûsıkîyi sürekli olarak dinlemeye hem yeteneği ve hem de hakkı olmuş olur. Ancak, buradaki dinlemek fiilinin bu kapsamda haiz olduğu semantik değerin, kulağın işitmesiyle ilgisi olmayan sembolik bir anlama işâret edebileceğine de dikkati çekmek gerekir.

Pitagor-culuğun bilim alanına yansımış olan sonuçlarının esas motivasyonları ve aslında dinî-felsefî bir özelliği olan bu mezhebin bâtını vechesinin sırları ve amaçları ile taşıdığı mesajın anlamı, ancak Pitagor-culuktan bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde ve çeşitli iklimler altında ortaya çıkmış olan bu tür düşünce ekollerinin getirdikleri davranış ve kavramların, Pitagor-culuğunkilerle paralel oluşlarından esinlenerek ve özellikle, bu ekollerin davranışlarını ve getirmiş oldukları kavramları semantik bakımından ayrıntılı bir şekilde inceleyebilmemizi mümkün kılacak tarzda elimizde daha çok belge bulunması sonucu mümkün olabilecektir.

Ancak, bu inceleme metodunun epistemolojik bir değeri haiz olabilmesi için şu iki varsayımdan birine dayanması gerektiği de aşikârdır:

ya, Pitagor-culuktan sonra zuhur eden ve gerek bazı davranışlar gerekse bazı kavramlar bakımından onunla benzerlikler arzeden bütün ekoller doğrudan doğruya Pitagor-culuktan esinlenmişlerdir;

ya da, gerek Pitagor-culuktan gerekse ondan evvel ve sonra zuhur etmiş olan ekollerden de bağımsız; bunların ve hattâ insan mâkûlesinin ötesinde olan) aşkın ve değişmez tek bir gerçek, çeşitli zamanlarda ve çeşitli iklimler altında insan mâkulesine, aşağı yukarı aynı mâhiyetteki semboller aracılığıyla yansımış bulunmaktadır.

Kepler'deki Pitagor-cu Mistik Şevk ve Heyecan

Varlıklarına böylece kısaca değinmiş olduğumuz bu tarzdaki metafizik spekülâsyonları bir yana bırakarak, şimdi artık, davranış bakımından değil de, belirli bir irfan zevkini aksettiren spekülatif bilgi açısından Pitagor-culuğun Johannes Kepler'in (doğumu: Weil-der-Stadt, 27.12.1571; ölümü: Regensburg: 15.11.1630) eseri üzerindeki yankılarını incelemeye dönebiliriz.

Kepler'in hangi eserine bakılırsa bakılsın, ya eserin bir boydan bir boya tümünde, ya da orasına burasına serpiştirilmiş bazı paragraflarında Pitagor-cu mistik bir düşüncenin derin izlerini teşhis ve tesbit etmek mümkündür.

Âlemin düzenindeki âhenge olan derin ve mistik inancının etkisi altında 1619'da tamamlamış olduğu Harmonices Mundi (Âlemin Ahengi) isimli eserinde Kepler, Pitagor-cuların yukarıda mûsıkî ve astronomi ile ilgili olarak değindiğimiz fikirlerini ele almakta ve işlemektedir. Bu eserin tamamlanmasından üç ay önce kızı ölmüş olan Kepler, aynı târihlerde Prag arşövekinin kendi jüridiksiyonu altındaki bölgede bir protestan mâbedini kapatıp yıktırması üzerine protestanların imparatorluk niyâbet meclisi danışmanlarından üç kişiyi Prag'daki Hradçani Şatosu pencerelerinden aşağıya atmalarıyla başlamış olan kargaşalıkları da telmih ederek bu eserin bir yerinde "Arz Mi-Fa-Mi sesi vermektedir ki biz de buradan yurdumuz üzerinde sefalet (lâtincesi: Miserere) ve açlığın (lâtincesi: Famina) hüküm sürdüğü sonucunu çıkartabiliriz" demektedir. Bu tarz bir zihniyetin tam anlamıyla Pitagor-cu bir zevki aksettirmekte olduğu ise aşikârdır.

Gerek 1596 târihli Mysterium Cosmographicum (Âlemin Sırrı), gerek 1609 târihli Astronomla Nova (Yeni Astronomi), gerek 1619 târihli Harmonices Mundi (Âlemin Ahengi) ve gerekse 1618 ilâ 1621 arasında yayınladığı 7 ciltlik Epitome Astronomice Copernicanae (Muhtasar Kopemik Astronomisi) isimli eserlerinde semavî düzeni keşfetme yönündeki cehdi ve ihtirâsı apaçık bir şekilde görülen Kepler, tamamen Pitagor-cu bir geleneğin etkisiyle, sayının âleme hükmetmekte olduğunu ve kendi görevinin de Allāh tarafından vaz olunmuş olan harmonik oranları keşfet¬mek olduğunu ve artık: "Cenâb-ı Hâlik'in yedi telli irfan çengini terennüm ettirmek gerektiğini" beyân etmektedir.

Kepler bu mistik heyecanını, meselâ Âlemin Ahengi isimli eserinde: "Hiç bir şey bana engel olamaz! Kendimi, içimi saran kutsal ihtirâsa terk edeceğim. Eğer sonunda affedilecek olursam sevinecek, mahkûm edilecek olursam da buna tevekkülle katlanacağım. Çağdaşlanmın da, benden sonra gelecek olanların da bunu okumaları beni hiç ilgilendirmiyor. Eğer Cenâb-ı Hakk bir keşif ehlinin zuhuru için altıbin yıl beklemişse, ben de bir okurun zuhuru için pekâlâ yüz yıl bekleyebilirim" şeklinde ve daha başka eserlerinde de meselâ: "Tek isteğim, Zâ'tını mahlûkatın yapısında idrâkime tecellî ettiren Cenâb-ı Hakk'ı kendi içimde de idrâk edebilmektir" ve kezâ, "Ey Sana olan hamdimizin nûruna bize eriştirmek için, tabîatın nûru aracılığıyla, rahmetinin nûrunun arzusunu içimizde uyandıran Rab'bım, Hâlik'im! Senin izninle kudretinin ef'alini hayranlıkla seyrettiğim hallâkiyetinin murâkabesiyle bana lûtfetmiş oldukların için Sana hamd olsun!" şeklinde mistik bir lirizm dolu pasajlarla dile getirmişti.

Kepler'in Astronomisinde Pitagor-cu Kalıntılar

Kepler, henüz daha 25 yaşındayken yayınlamış olduğu Âlemin Sırrı isimli küçük kitabında Pitagor-cu düşünceleri, bunlardan yeni sentezler gerçekleştirecek derecede, iyice hazmetmiş olduğunu ortaya koymuştur.

Nitekim bir yandan Pitagor-cuların yukarıda sözü edilen düzgün çokyüzlüler hakkında spekülâsyonları, diğer yandan da gezegenlerin hareket eden semavî küreler üzerinde ve onlarla birlikte belirli bir ahenk içinde cevelân ettikleri hakkındaki kanaatleri Kopernik sistemi ile bağdaştırma çabası içinde gözüken Kepler, âlemin yapısını şöyle açıklamayı önermişti:

Yayınlandığı Kaynak : 2005-02-28
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=102&Itemid=57
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort