Hit (6251) M-26

Mealim Hakkında Hezeyanlar

Yazar Adı : İlim Dalı : Tefsir
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2013-02-11 Güncelleyen : /0000-00-00

Mealim Hakkında Hezeyanlar

İslâm dininde Kur’ân’dan önceki semavi kitapların yeri çok nettir. Bütün Müslümanların “imanın şartları” adı ile bildikleri 6 esastan biri, Allah’ın kitaplarına iman etmektir. Bu şartlar bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) tarafından tespit edilmiştir.. Ayrıca Kur’ân’ın birçok ayetinde yer almıştır. Onlardan sadece birini zikredelim: “Sana bu Kitab’ı gerçeğin ta kendisi ve daha önce indirilen kitapları tasdik edici olarak indiren O’dur. Bundan önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncil’i indirmişti..” (Al-i İmran, 3)

Fakat Tevrat ve İncil nazil oldukları gibi kalmamış, zaman içinde metinleri değişikliğe uğramıştır. O kitapların tahrif edildiklerini bildiren birkaç ayet vardır (Bakara 75; Maide, 13–14) . İslâm âlimlerinin ekserisi bu değişikliğin hem lafız, hem de manada olduğunu söylerler. Buna mukabil Fahreddin Razi, Şah Veliyyullah Dihlevi, Muhammed Abduh gibi bazı zatlar değişikliğin lafızda olmayıp yorumlamada olduğunu düşünürler. Fakat ben şahsen, ekseriyetin dediği gibi hem lafız, hem de manada yani, yorumda olduğu fikrindeyim. Bunu “Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık” (1. basım Diyanet İşleri Başkanlığı, 1988. 3. basım 1995, İstanbul) kitabımda uzunca anlatmış bulunuyorum. Tevrat ve İncil metinlerinde uzman değilim, bundan ötürü bu konuda yazdıklarımı Avrupa’da 3 asır boyunca yapılan “Kutsal Metin Eleştirisi” (la critique textuelle) konusundaki uzmanların görüşlerine dayandırmaktayım. Bunlardan en meşhuru, Paris Katolik Üniversitesi profesörleri A. Robert ve A. Feuillet’nin başkanlığı altında on dört uzman tarafından hazırlanıp yayınlanan “Introduction a la Bible”, Paris, 1959, adlı 2 ciltlik mufassal eserdir. Keza Fransızca’dan çevirdiğim M. Bucaille’nin “Tevrat, İnciller, Kur’ân ve Bilim” (1. bas. İzmir, 1981 ve 10. bas. İstanbul, Işık Yay., 2005) eseri de bu konuyu bilimsel bir şekilde ortaya koymaktadır.

İslâm âlimleri, tahriften sonra aslı semavi olan kitaplardaki bilgilerin nasıl değerlendirileceği konusunda farklı tutumlar izlemişlerdir. Bazıları onları, göz önünde bulundurmazken İmam Gazali, İbn Hazm, İbn Teymiyye, Rahmetullah El-Hindi, Hüseyin Cisri, Manastırlı İsmail Hakkı, Muhammed Reşid Rıza, Seyyid Kutub, El-Mevdudi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, M. Tahir İbn Aşur, Muhammed Draz gibi birçok müfessir ise onlara atıfta bulunur, yani Kur’ân-ı Kerim’de bahsedilen hadiselerin diğer semavi kitaplarda nasıl anlatıldığını göstererek okuyucuya mukayese etme imkânı verirler. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yakın zamanda (Ankara, 2003) yayınladığı ve bir ilim heyeti tarafından hazırlanan “Kur’ân Yolu” tefsiri yüzlerce yerde aynı atıfları ve iktibasları uygular. Muhammed Draz “Kur’ân’a Giriş” ve “Kur’ân’da Ahlak Prensipleri” adlı eserlerinde, Tevrat ve İncil’in asıllarının İlahi vahye dayanması sebebiyle onlardaki müşterek iman, ibadet ve ahlak ilkelerine ayrıntılı olarak yer verir. Mesela, En’am Sûresi 151–152. ayetlerde bildirilen on hükmün, keza İsra 31–34. ayetlerde bildirilen hükümlerin şimdi mevcut Tevrat ve İncil’deki paralellerini gösterir. Kur’ân’ın Tevrat ve İncil karşısındaki konumunu bildiren çok sayıda ayet vardır. Sadece birini zikredelim; “Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu Kitab’ı, gerçeğin ta kendisi olarak indirdik.” (Maide, 48)

Şu halde Kur’ân-ı Kerim’in eski kitaplar karşısında iki konumu vardır: Tasdik ve hakemlik (denetleme). Diyanet İşleri Bşk.lığı Kur’ân Yolu Tefsirinin, M. Hamidullah ve M. Draz gibi zatların yaptığı da bundan ibarettir.

Ben Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali adlı eserimde bu paralelliklere atıfta bulundum. O kitaplardan iktibas yapmadım, o bilgilerle Kur’ân’ı açıklamadım. Sadece hadiselerin oralarda da geçtiğini, Kur’ân-ı Kerim’in anlatımıyla onların anlatımını mukayese etmek yani Kur’ân’ın tasdik ve hakemlik konumunu uygulamak isteyenlere dipnotla işaret etmekte fayda gördüm. Önsözümde de bunu hangi maksatla yaptığımı belirttim. Bu, bilimsel bir inceleme ve uygulamadan ibarettir. Yoksa (haşa) “Kur’ân’a vahiy dışında kaynak gösterme” veya “o kitapların asli şekilleriyle mevcut olup Kur’ân düzeyinde olduklarını” ileri sürme gibi bir manası yoktur. Mesela, Kur’ân-ı Kerim 3/51 de (Hazreti İsa’nın ağzından) “Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse yalnız O’na ibadet edin!” der. Hz. İsa (a.s.)’nın bu manadaki sözünü bildirmek için Yuhanna, 20/17 cümlesine atıfta bulunmakta hangi mahzur vardır? Bunu yapmak Kur’ân’a mı hizmettir, Hıristiyanlığa mı hizmettir?

Koyduğumuz notlara bakıldığında aradaki derin farkları işaret ettiğimiz açıkça görülür. Mesela, Yusuf Sûresi’ndeki anlatım farklılıklarına birçok atıflarda bulunduktan sonra 100. ayete yaptığımız açıklama okunabilir: “Kur’ân-ı Kerim, Tekvin ve Talmud birlikte incelendiklerinde görülür ki Kur’ân bazı yerleri daha tafsilatlı, birçoğunu da daha kısa anlatıyor. Bazılarını ise düzeltiyor ve reddediyor. Dolayısıyla Hz. Muhammed (a.s)’in bu kıssaları Yahudilerden öğrendiğini iddia etmenin hiçbir gerekçesi olamaz”. Dergideki yer mahdut olduğundan yaptığım şu atıflara bakılmasını rica ediyorum. Kur’ân-ı Kerim 2/37 (Bu ayetin mealini verdikten sonra, “Tevrat Hz. Âdem’in tövbesinin kabulünden bahsetmez” diyorum. Gerçekten Tekvin 2 ve 3. bölümlerinde kıssa ayrıntılı olarak bildirildiği halde tövbe işi yer almaz. Oysa Kur’ân bu ayette tövbenin kabul edildiğini tasrih eder. Bu konu çok önemlidir. Zira Hıristiyanlığın temeli olan “asli günah” akidesi buraya dayanmaktadır. Meryem Sûresi, 20. ayet mealinden sonra, Hz. Meryem’in, Hz. İsa’yı bakire olarak doğurduğu hususunda Kur’ân’ın gösterdiği titizliğin mevcut İnciller’den bile ileri derecede olduğunu ortaya koymak için şu notu yazıyorum: “Kur’ân-ı Kerim Hz. Meryem’in bakire, yani hiçbir erkek ile evlilik ilişkisi olmadığını bildirir. Mevcut İnciller’e göre Yusuf, Meryem’i eş olarak aldı. Yalnız, Hz. İsa dünyaya gelinceye kadar onunla birleşmedi (Matta 1,24–25). İncil’e göre İsa’nın Hz. Meryem’den doğan Yakub, Şem’un ve Yahuda isimli erkek ve ayrıca kız kardeşleri vardı (Matta 13,55).”2

2/75 ayeti Yahudilerden bir zümrenin Allah’ın kelamını tahrif ettiklerini bildirir. Ben ayetin mealini verdikten sonra (Yeremya 8,8) diye atıfta bulunuyorum. İlgi duyup oraya bakan kimse, orada bu bile bile tahrif işinin Yeremya Peygamber tarafından bu işi yapanların yüzlerine vurulduğunu görür. Bunu yapmak, Kur’ân’a hizmet değil de nedir? Bunu bilmeyen kimsenin, bir Musevi’nin bu olayı inkâr etmesi halinde diyeceği hiçbir şey olamaz. Asıl bu çalışmayı yapmamak, Yahudiliği güçlendirmek olarak kabul edilmek gerekir. ( 4/3; 5/12.31; 7/152-154; 12/38-40.93; 19/15; 20/85 ayetlerindeki atıfları da bunlara kıyas ediniz) Durum bu kadar açık, bir lise öğrencisinin, sokaktan geçen rast gele bir insanın anlayacağı derecede bu kadar basitken bunu anlamayanlar hakkında ne dersiniz? Altmış yaşını geçmiş üç profesörün bu fikir kısırlığı içinde olmasını nasıl karşılarsınız? Bu gibi atıflarda bulunduğum için, bunlardan biri tarafından “Kur’ân İncilleştiriliyor” şeklinde saçma bir iddia ortaya atılıyor ve bir gazete de baş sayfasını bu hezeyana ayırıyor. Bu seviyedeki bir profesörün bu işi anlayamayacağını düşünemiyorum. Kin ve garez bazen insanın gözünü kör edebilir. Ama onlardan hiçbiri ile bir çekişmem veya tartışmam olmuş değil. Velhasıl anlamakta cidden güçlük çekiyorum. Buna fazla üzülmedim. Ama aleyhimde duyduklarına inanmaya hazır bazı safdiller, bu vesveselere kanarak, aklını azıcık olsun çalıştırmaksızın kendilerini bu tesire kaptırırlarsa üzülürüm. Yanlış bir iş yaptığım zannıyla değil, onların hesabına üzülürüm.

Kur’ân Mealinde bu iş ilk başlatanın ben olmadığımı da belirteyim. Türkiye’nin ve dünyanın çok iyi tanıdığı Muhammed Hamidullah hocamızın 1960’da yaptığı ve ondan sonrada 30 defadan fazla basılan ve Türkçe’ye de çevrilen mealinin yüzlerce yerinde bu atıflar bulunur. Mesela, sadece Bakara Sûresi’nin ilk kısmında: 2/32.41.57.49.51.62.68.75.83.88.91. ayetlerine bakabilirsiniz.

Diğer taraftan Muhammed Esed’in İngilizce olarak yayınladığı ve Türkçe’ye 10 yıl kadar önce çevrilen ve ülkemizde çok yayılan mealinde de benzeri durumu görüyoruz: Sadece 2/35.33.49.54.61.67.83. ayetlerini müteakip yaptığı atıflar misal olarak bir fikir verir. Şimdi bana “Kur’ân’ı tahrif ediyor” diyenler 10 yıldan beri neredeydiler? Anlaşılan bazı insanlar işe değil, şahsa göre değerlendirme yapıyorlar. Suizan ederek güya bu işi “dinlerarası diyalog” için yaptığımı vehmediyorlar. Diyalogun manasını bilmeyecek kadar bilgisiz ve peşin hükümlü olduklarından dolayı da başka din mensuplarıyla görüşmeyi, taviz vermek sanıyorlar. Cehaletin bu derecesi için öğrenim yapmak gerektiğini şimdiye kadar bilmezdim. Demek ki, bazılarının maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek! Ama bu, o kadar da kolay olmayacak!

Ülkemizin kamuoyu benden bir açıklama beklemeseydi bu yazıyı kaleme almazdım. Böylece sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum.

1-Kur’ân-ı Hakîm mealimi dillerine dolayan muarızlarım tartışma arasında geveledikleri planlarını sonunda iyice açığa vurdular. Zihinlerinde çizdikleri şu şablona halkı inandırmak istiyorlar: “Amerika’nın B.O.P. (Büyük Ortadoğu Projesi) siyaseti var. O sebeple “Ilımlı İslâm” politikası uygulama peşinde. Bunun için kendi politikasına uyan dini cemaatler ayarlamak istiyor. İşte bu gayeye hizmetin bir parçası olarak böyle bir meal hazırlattı”. Uymasa da uydurmamız lazım psikolojisi ile hareket ederek “İftira et! Tutmazsa da iz bırakır” utanmazlığını uyguladılar. “Kur’ân İncilleştiriliyor” diye halkı provoke etmek istediler. Halkımız bu provokasyonu uygulayanların Kur’ân’a ne derece bağlı olduklarını çok iyi bilmektedir! Diğer taraftan bu iddia dil yönünden de, mantık yönünden de saçmadır. Zira Kur’ân metni, bir kelimesi bile farklı olmaksızın dünyanın her tarafında Allah’ın gönderdiği şekliyle bulunmaktadır. Değil bir insan, bir cemaat, devletler bile toplansalar onu değiştiremezler. Kalıyor ikinci ihtimal: Bu imkânsız işe heveslenen biri çıkabilir; ama meydana çıkan, kendisini dünyaya maskara eder.

2- Mealim hakkında 4–5 saat konuşuldu. Yazılı basında da çok şey çıktı. Ama yanlış anlam verdiğim bir tek ayet bile gösterilmedi. Bu nasıl meal eleştirisidir?

3- Şablonun tutmadığını söyledik. Zira Amerika B.O.P.’u üç sene önce 2003’te açıkladı. Benim mealim ise 1998’de yayınlandı. Muarızlarım bu durumu ellerinden geldiğince izleyicilerden saklayarak kitabımın yeni yayınlandığı zannını uyandırmaya çalıştılar. Keza Önsöz’de değindiğim muhterem Fethullah Gülen’in teşvik etmesini dillerine doladılar. Binlerce yazar böylesi teşviklere muhatap olmuş ve bunu dile getirmişlerdir. Bu, dana altında buzağı aramadır. Kaldı ki Önsöz’ümde onun, hazırladığım meali inceleme fırsatı bulamadığını özellikle yazdım. Dolayısıyla bu mealde yazılanlar hakkında fikir beyan etmediğini, onun sorumluluğu olmadığını belirtmek istedim.
4- Açıklamamın baş kısmında, ulemanın Tevrat ve İncil’e atıfta bulunmada sakınca
görmediklerini3 birçok müfessiri şahit göstererek bildirince bu sefer “Tefsir ayrı, meal ayrı” iddiasını işlemeye çalıştılar. Tutarlı olmak lazım; mühim olan, herhangi bir işin mubah olup olmadığıdır. Atıf mubah ise ister tefsir, ister meal, ister başka bir kitapta yapılsın, mahiyeti değişmez. Mubah değilse, hiçbirinde caiz sayılmaz.

Hem sonra kimi kandırabilirler? Âlimlerimiz, Kur’ân’ın kelimesi kelimesine tercümesinin mümkün ve caiz olmadığında ittifak etmişler, onun için ancak “tefsiri tercüme”sinin yapılabileceğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla her meal ister istemez kısa bir tefsirdir. Bunun içindir ki; meal, Kur’ân değildir. Öyle olsaydı namazda okunabilirdi. Meallerin birbirlerinden farklı olmaları da bundan ileri gelir. Aksi takdirde hepsinin birbirinin aynı olması gerekirdi. Meal Kur’ân sayılsaydı, ayetleri açıkladığını düşünerek atıfta bulunduğum binlerce ayet de mahzurlu sayılırdı. Zira bunlar da Kur’ân metnine müdaheledir. Sonuna harita da koyduk. Bütün bunların Kur’ân metninden olduğunu kim söyleyebilir? Belli ki bunlar açıklama gayesiyle yapılan ilmi çalışmalardan ibarettir.4 Birçok okuyucu bunlardan yararlandığını bildirip teşekkür etmiş, bundan önce “Halkımız bunları iyi anlayamayabilir” iddiasını doğrulayan hiçbir tepki gelmemiştir.

5- Bunu tutturamayınca sonunda şöyle demeye mecbur kaldılar: “Bu atıfları sayfa altında dipnota koyarsa hiçbir sakınca kalmaz”. Demek ki mesele, büyütüldüğü gibi değilmiş. Bu iddiada “Dağ fare doğurdu!” deyimindeki durumun söz konusu olduğu, böylece kendileri tarafından itiraf edilmiş oldu. Aslında bu da gerekli değildir. Zira kitabımı eline alan herkes benim şu usulü uyguladığımı görür: ayetlerin anlamı siyah, peşlerinden gelen açıklamalar kırmızıdır. Ayetin anlamını tamamladıktan sonra o ayetin manasını her hangi bir yönden ilgilendiren başka ayetlere rakamla atıfta bulunuyorum. Bunun ardından, bazen ayette bildirilen konu, Tevrat ve İncil’de de bulunuyorsa, oraya rakamla atıfta bulunuyorum. Ayrı bir parantez içinde ve kırmızı yazı ile mesela (Tekvin 2,8) yazıyorum. Bu atıf, sayfanın sonunda değilse de, konunun bittiği yerde olması hasebiyle zaten dipnot mahallindedir. Bu tarzı daha kolay ve daha pratik buldum. Çünkü ayetlerle ilgili açıklamaları sayfanın altına koyma halinde bir dipnot yığını arasında matlup açıklamayı bulmak zor olabilirdi. Bununla beraber iyi niyetle bunu dile getirenlerin isteklerini göz önünde bulundurabilirim. Bütün kitaptaki bu rakamları sayfa ortasından sayfa altına indirmek birkaç saatlik bir iştir. Muhtevada en ufak bir değişiklik olmayacaktır.

Muhalifler yaptığım atıflarla, Kur’ân, Tevrat ve İncil karması bir metin ortaya çıkardığım vehmini
uyandırmak istiyorlar. Bu kat’iyyen yalandır. Ben metin iktibas etmiyorum, alıntı yapmıyorum. Sadece rakamla atıfta bulunuyorum. Bilimsel çalışma yapan herkes pekiyi bilir ki; bu kabil atıflar onlarca çeşit maksat için olabilir: Bazen iktibas, bazen alınan bir fikir, bazen reddetme, bazen aykırı bir yön, bazen bir deyim, bazen müşterek bir teşbih vb. şeyler için olabilir. Yoksa atfın sadece mana uygunluğu göstermediğini bütün araştırmacılar pekiyi bilirler. İşte muhaliflerin dile doladıkları 7,40 ayetinde İncil’e yapılan atıf, ortak bir deyim için yapılmış olup M. Hamidullah, M. Esed de eserlerinde bu ayetin mealinde İncil’e atıfta bulunmuşlardır. Kur’ân, suçlu kâfirlerin Cennete giremeyeceklerini bildirirken, İncil zenginlerin giremeyeceklerini bildirmektedir. Bir mukayese yaparak okurun bu farklılığı görmesinde de fayda bulmuş olabilirim.

“Pavlus ve diğer bazı havarilere isnad edilen mektuplara atıfta bulunulmaz” deniyor. Bu bölümleri İncil’den sayanlar Hıristiyanlardır, ben değilim. Konuyu azıcık bilenler, mevcut İnciller’in, Pavlus’un mektuplarından sonra ve onlar göz önünde bulundurularak yazıldığını bilirler. Kapağında “İncil” yazılı hangi kitabı açarsak, bunların İncil bölümlerinden olarak yer aldığını görürüz. Hıristiyan olmayanlar, onların bu inancına göre meseleyi ele alma durumundadırlar. Yoksa bana kalsa zaten onların “İncil” dedikleri metin de aslı gibi kalmamıştır. Buna Mealimizde de yer yer değindik.5

6- Gelelim Hz. İsa (a.s.)’nın nüzulüne: Hz. İsa’nın ahirzamanda geleceği İslâm ümmetince sahabe döneminden beri kabul edilmiştir. Üstelik bu mesele birbiriyle ihtilaf halindeki akaid fırkalarının hepsinin kabul ettiği nadir meselelerdendir. Ehl-i Sünnetin başlıca imamları Ebu Hanife, Malik, Şafii, Ahmed, en meşhur iki akaid imamı Eş’ari ve Maturidi’den başka Mutezile, Zahiriye, İmamiye, Şia bu konuda müttefiktir.6 Onlar da şahsi temayüllerinden değil, manevi tevatür derecesinde olan hadis-i şeriflerden ötürü kabul etmişlerdir. Bu hadisleri ve bu kadar âlimin o hadisleri değerlendirmelerini inkâr etmek, öyle kolay bir iş değildir. Hadislerden sadece birini zikredelim: Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki adil bir hükümdar olarak Meryem oğlu İsa’nın aranıza inmesi yakındır. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal dağıtacaktır. Mal o kadar çoğalacak ki, artık onu kabul eden kimse kalmayacaktır”7 İnkâr edenler güya Hıristiyanlıktan sızdığı faraziyesinden hareket ediyorlar. Bunu şimdi ben çıkarsaydım, misyoner oyununa geldiğim söylenebilirdi. Ama 70 sene önce Kevseri, 500 sene önce Süyutî, 700 sene önce Teftazanî, 900 sene önce F. Razi, 1100 sene önce Taberî, 1300 sene önce İmam-ı Azam gibi âlimler de mi misyoner oyununa geldiler? Asıl ecnebi tesirinde kalanlar bu iddiada bulunanlardır. Evet, onlar bu sızmayı ortaya atan Swetmann, Bell, Nicholson gibi oryantalistlerin etkisinde kalanlardır.

Bu mesele kesin olduğundan klasik akaid kitaplarında yer almıştır. İnkâr edenlerin bahaneleri Hz. Muhammed (a.s.)’in son peygamber olmasıdır. S. Teftazani gibi Ehl-i Sünnet akaidinin kesinleşmiş şeklini ifade eden bir zat şöyle diyor: “Sabit bir hakikattir ki Hz. Muhammed (a.s.) son peygamberdir. Eğer, hadislerde ondan sonra “İsa (a.s)’ın geleceği naklediliyor” denirse şöyle cevap veririz: Evet, o gelecek, fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)’e tabi olacaktır. Çünkü onun şeriatı neshedilmiştir. Artık ona yeni vahiy gelmez, yeni hükümler koymaz. O sadece Hz. Peygamber’in halifesi olarak gelir. Diğer taraftan en sahih görüşe göre o, insanlara namaz kıldıracak, onlara imam olacak, Mehdi de namazda kendisine iktida edecektir. Zira o daha efdal olduğundan, imamete daha layıktır”.8 08.12.2003 tarihli Aksiyon dergisinde çıkan makalemdeki ifadeyi dinden çıkma imiş gibi döndüre döndüre ekranlara getirenlere şunu söylüyorum: İslâm’ı bilen ve uygulayan kimseler nasıl olur da Hz İsa’dan uzak durabilirler? Hz. İsa’nın yanında yer almayı tehlikeli bulan hocalarımız, bu işi köpürten medya mensuplarını, Hz. Muhammed (s.a.s.) adına Hz. İsa’dan uzaklaşanları hiç İslâm’a hizmet içinde görmüşler midir? Eğer bizim modernist bilginler dönüp dinlerini de bu gibi kimselerden öğrenecek hale geldilerse, diyeceğim yok! Ama henüz o kadar değil. Zira, Yümni Sezen, “mutlak risalet Sahibi”nin manasını biliyor ki, makalemdeki “Mutlak risaletin sahibi Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından dünyanın son döneminde döneceği bildirilen Hz. İsa…” cümlemin ilk yarısını atarak, “Dünyanın son döneminde döneceği bildirilen Hz. İsa” diye alıntı yapıyor. Böylece okuyucuda benim Hz. Muhammed (s.a.s.)’den bahsetmeyen, adeta bir Hıristiyan olduğum zannını uyandırmak istiyor. Hıyanetin bu derecesini Müslüman, düşmanına bile yapmamalıdır. Hz Muhammed (s.a.s.) adını çıkardığı gibi “mutlak risaletin sahibi”nin “risaleti evrensel, ebedi Peygamber” manasına geldiğini bildiğinden ötürü benim bu inancımı da gözden kaçırmak için, kullandığım o sıfatı da çıkarıyor.9

7- Kaldı Hz. İsa (a.s.)’nın gelişinin nasıl olacağı meselesi. Bu hadislere ve bunca ulemaya dayanarak ben, meselenin aslını kabul ediyorum, keyfiyeti ise Allah bilir. Ayetlerin müteşabihi olduğu gibi, hadislerin de müteşabihi vardır. Bu hususta yorum yapan âlimler olmuşlardır. El-Halimi, Teftazani, Sıddik Hasan Han, M. Abduh, M. Reşid Rıza, Said Nursi yorumu mümkün gören âlimlerdendir.10

Mesela M. Reşid Rıza, Muhammed Abduh’dan şu yorumu nakleder: “Hz İsa (a.s.)’nın nüzulünü ve yeryüzünde hâkimiyetini şöyle tevil etmek mümkündür: Onun hâkimiyeti insanlar üzerinde onun ruhunun ve risaletinin sırrının galebe çalmasıdır. Onun risaletinin sırrı ise merhamete, sevgiye, barışa sarılmak, şeriatın zahiri taraflarına kilitlenmeyip esas maksatlarına, kabuğa değil de öze yönelmektir. Bu sır da şeriatın hikmeti ve hükmün konulmasının gayesidir…” M. Reşid Rıza bunu naklettikten sonra hadislerin zahirinin bu yoruma müsait olmadığını söyler ve şunu ilave eder: “Ama bu yorum sahipleri, hadislerin ekserisi gibi, bu hadislerin de mana itibariyle nakledildiklerini, böyle nakledenin de kendi anladığını naklettiğini söyleyerek, kendi anlayışını savunabilir.”11

8- Hz. İsa (a.s.)’ı Allah Teala dünyaya gönderecek, Resulullah onu halife olarak kabul edecek, Müslümanlara imam sayacak, dinsizliğe karşı Müslümanların başına geçirecek, yeryüzünü adaletle dolduran hükümdar edecek, ondan sonra da Müslümanların Hz. İsa (a.s.)’nın etrafında yer alması mahzurlu olacak! Bunu anlamak mümkün değil.12 Onun haçı kırması, domuzu öldürmesi, Hıristiyanlığın temel sapmalarını düzeltmesine işaret ediyor. Geniş Hıristiyan dünyasının Hz. İsa hakkındaki itikadını düzeltip, Kur’ân’ın ve Hz. Muhammed (a.s.)’ın bildirdiği gibi tanımasında, böylece, yanlışlarını düzeltmiş Hıristiyanlarla Müslümanların başına geçen ve Deccal’a karşı savaşarak dinsizliği öldürecek olan Hz. İsa’nın manevi şahsiyeti etrafında toplanmada hangi mahzur bulunabilir? Mahzur gören, lütfen beni ikna etsin. Bunda sakınca görenler, yoksa Hz. İsa (a.s.)’ı Kilisede mi tahayyül ediyorlar? Bir nevi Papa mı görüyorlar? Anlamak mümkün değil.

9- Muarızlar mealimin kapağındaki motifi haça benzeterek, güya iddialarını belgelemek istediler. Bu, hezeyanlarının hangi raddeye ulaştığını ve delil bulmakta ne kadar zorlandıklarını göstermekten başka bir işe yaramaz.

Kur’ân-ı Kerim’in eski kitaplar karşısında iki konumu vardır: Tasdik ve hakemlik (denetleme). Diyanet İşleri Bşk.lığı Kur’ân Yolu Tefsirinin, M. Hamidullah ve M. Draz gibi zatların yaptığı da bundan ibarettir. Ben Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali adlı eserimde bu paralelliklere atıfta bulundum. O kitaplardan iktibas yapmadım, o bilgilerle Kur’ân’ı açıklamadım. Sadece hadiselerin oralarda da geçtiğini, Kur’ân-ı Kerim’in anlatımıyla onların anlatımını mukayese etmek yani Kur’ân’ın tasdik ve hakemlik konumunu uygulamak isteyenlere dipnotla işaret etmekte fayda gördüm. Önsözümde de bunu hangi maksatla yaptığımı belirttim. Bu, bilimsel bir inceleme ve uygulamadan ibarettir. Yoksa (haşa) “Kur’ân’a vahiy dışında kaynak gösterme” veya “o kitapların asli şekilleriyle mevcut olup Kur’ân düzeyinde olduklarını” ileri sürme gibi bir manası yoktur. Mesela, Kur’ân-ı Kerim 3/51 de (Hazreti İsa’nın ağzından) “Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse yalnız O’na ibadet edin!” der. Hz. İsa (a.s.)’nın bu manadaki sözünü bildirmek için Yuhanna, 20/17 cümlesine atıfta bulunmakta hangi mahzur vardır? Bunu yapmak Kur’ân’a mı hizmettir, Hıristiyanlığa mı hizmettir?
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi : Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort