Hit (1014) M-2222

Ehli Sünnet Özel Sayısı Üzerine, On Soruda Ehl-i Sünnet Soruşturmasına Üzerine Cevaplar

Yazar Adı : Hüsnü Aktaş / Yusuf Kerimoğlu İlim Dalı :
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Akaid Makale Türü :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2019-02-03 Güncelleyen : /0000-00-00

 Ehli Sünnet Özel Sayısı Üzerine, On Soruda Ehl-i Sünnet Soruşturmasına Üzerine Cevaplar

SORU 1: Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat tabiri ne anlama gelmektedir; kaynaklarda nasıl tanımlanmaktadır ve günümüzde nasü anlaşılmaktadır? Görebildiğiniz kadarıyla, bu tabirin ilk zamanlardaki kullanımıyla son zamanlardaki kullanımı arasında bir farklılık meydana gelmiş midir yoksa günümüze hiç bir değişikliğe uğramadan mı ulaşmıştır?
------------------
Yusuf Kerimoğlu:
     Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (S.A.V.) "Benim ve raşid halifelerimin sünnetine uyunuz" emrini vermiştir. Ayrıca İslâm ümmetinin, yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan sadece birinin sırat-ı müstakim'de kalacağı da muteber kaynaklarda zikrolunmuştur. Sıratı Müstakim'de olan fırkanın; Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'i ve Sahabe-i Kiram'ı aynen taklid edeceği de malûmdur.
 İşte "Ehli Sünnet" ve "Ehli Bid at" kavramları bu temele dayanır. Bilindiği gibi Bid'at; Resûl-i Ekrem (SAV) den malûm ve meşhur olan bir şeyin aksine itikad'da bulunmaktır. Ancak bu bir şüphe ve tevil sonucu olursa ve "Zaruratı Diniyye'nin " dışında olursa, geçerli olur. Aksi takdirde karşımıza "Bid'at" değil, küfür çıkar. 
Ehli Sünnet ve'l Cemaat; Kur'an-ı Kerim'i ve Resuli Ekrem (SAV) in sünnetini, heva ve heveslerine göre tevil etmezler. Dosdoğru "Duyduk ve iman ettik" derler . 
Ehl-i Bid'at ise, şahsi reylerini "Din" zanneder, sürekli tevilde bulunur. Şimdi sorunuzun ikinci bölümüne geçelim: "Ehli Sünnet" tabirinin ilk kullanılışıyla, bugünkü kullanılışı arasında hiçbir fark yoktur. Ancak Tağuti güçlerin istilasına uğrayan İslam topraklarında; "Ehli Sünnet” mü'minler, meselelerini açıkça ortaya koyamıyorlar. Bunun sebebleri ve bu tutumun doğru veya yanlışlığı ayrıca tırtışılabilir.
 İstila kültürü sebebiyle kalbleri ve zihinleri darmadağın edilmiş kitlelere bakıp; "-İşte ehl-i Sünnet budur" demek, tam bir düzenbazlıktır.
Aylık Dergi, 43,44

 SORU 2 :      Ehli Sünnet tabiri hangi ortamda ve nasıl doğmuştur? Bu tabir, ilk kez ne aman ve kimler tarafından kullanılmıştır? Ehli Sünnet» tarihteki ilk temsilcileri kimlerdir?      
    Yusuf Kerimoğlu:
     Sualiniz için teşekkür ederim, Şurası kat’iyyen bilinmelidir ki; "Ehl-i Sünnetten" kasıd, Resuli Ekrem (SAV) i ve sahabe-i Kiramı takip edenlerdir. 
Bilindiği gibi Resuli Ekrem (SAV) in ölümünden sonra Sahabe-i Kiram arasında, "İçtihadi" farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bunu bahane eden bazı çevreler; Sahabe-i Kiram' dan bazılarını "Küfürle" itham etmeye başlamışlardır. Halbuki bir müctehid; zaruri bazı haller hariç, bir başkasını taklid edemez. Zira içtihada konu olan mesele kafi nassla sabit değildir, fer’idir. Dolayısıyla müctehid, o konu ile ilgili olarak gücünün tamamını sarf eder ve bir neticeye varır. 
Resûl-i Ekrem (SAV) daha hayatta iken Sahabe-i Kiram'ı ’içtihad" etmeye teşvik etmiştir. Bilindiği gibi Şia' nin iddiası; Hz Ali (sav) nin Allahü Teala (cc) tarafından halife tayin edildiği, Resûl-i Ekrem (sav) in "Gadiri Humm’da bunu tebliğ ettiğidir. Bu iddiaya dayanarak, HzjUi (RA) nin hilâfet hakkını gasb ettikleri (ve bu husustaki kat'i nassı reddettikleri) için sahabe-i kiram'ı dinden dönmekle suçlamışlardır. 
Hz Ali (RA) nin "İlahi" hilafeti iddiası, başta bu taifeyi mahveder. Çünkü Hz .Ali (RA) nin Hz.Ebu Bekir (ra) e ve diğer halifelere bey'at ettiği sabittir. 
Aynı mantıkla gittiğiniz zaman, Hz.Ali (RA) nin de, "Gadiri Hum" vakıasını reddettiğini kolaylıkla kavrarsınız. Çünkü Hz Ali (RA) nin Allahü Teala (cc)'nın muhkem bir ayetini ve Resuli Ekrem (SAV)’in sünnetini reddetmesi mümkün değildir. 
Bunun dışında "Hariciler"; "Hüküm Allah’ındır" sloganının arkasına sığınarak, Hz Ali (RA)'yi küfürle itham etmişlerdir. İşte bu tarihi çizgi içerisinde: "Sahabe-i Kiram’ın tamamını hayırla anarız. Kat'iyyen aleyhlerinde konuşmayız" diyen bir zümre mevcuttur. Bu da "Ehli Sünnet"tir.

 Tarih boyunca Ehli Sünnet ve'l Cemaat kahir ekseriyettir. Bugün de "Tevhid" mücadelesini sürdüren mü'minlerin kahir ekseriyeti "Ehli Sünnet "tir.

        
SORU 3:    Ehl-i Sünnet tabirine neden ihtiyaç duyulmuştur ve bu tabirle çizilen çerçevenin mahiyeti nedir? Yani bu tabirle nelere sahip çıkılmak ve nelerden kaçınılmak istenmektedir?
      Yusuf Kerimoğlu:
      Yukarıda izah etmeye gayret ettim, Îçtihadi farklılaşmalar sonucunda ortaya çıkan siyasi mücadelelerde; birbirlerini küfürle suçlayan fırkalar ortaya çıkmıştır. Emeviler (Ki zorba krallardır) hutbelerde Hz. Ali (RA)'ye lanet okurken, bir zümre de Hz.Ali için haşa-"O ilâhtır" veya Cebrail yanlışlık yapmıştır, gerçek peygamber Ali'dir gibi (Ki şia'dan Gurabiyye fırkasının inancı budur) saçma-sapan sözlere sarılmışlardır. Nitekim İmam-ı Azam (rh.a): "Bid'at ehlinin kötülüklerinden birisi de, bir insan hata ettiği zaman hemen küfürle suçlamalarıdır" buyurur. 
Bu manzara içinde "Ehl-i Sünnet" tabirine niçin ihtiyaç duyulduğu anlaşılır. Bu ıstılâh; Resul-i Ekrem (SAV) ve Sahabe-i Kiram'ı taklid etmeyi, şer’i hududları muhafaza etmeyi içine alır.
      
      SORU 4:   Ehl-i Sünnet denildiğinde sadece itikadı bir farklılığa mı, yoksa sadece ameli bir farklılığa mı işaret edilmektedir? Buna göre, itikad yönünden Ehl-i Sünnet dışında görülen ve Bid'at Ehli ya da sapık sayılan bir fırkanın amel yönünden 'Dört Hak Mezhep' arasında gösterilmesi, ya da Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat Mezheplerden olmadığı halde 'hak' kabul edilebilecek bir beşinci, bir altıncı mezhebin varlığından sözedilmesi mümkün müdür? Amel bakımından 'Dört Hak Mezhep' diye anılan mezheplerin hepsi de itikad yönünden Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mezheplerden midir?
      Yusuf Kerimoğlu :
     İtikadı bir meselede; Peygamber (SAV)'den malûm ve meşhur olan bir şeyin aksine itikad eden zümrelere "Ehl-i Bid'at" veya "Ehli Ehva” denir. 
Bilindiği gibi itikadi meselelerde, Kat'i nass'lar önemlidir. Ehli Sünnet ve’l Cemaat itikad’ da tek mezheptir. Hem İmam-ı Maturidi, hem İmam-ı Eş'ari "İmam "dır. Aralarında çok az bir fark mevcuddur. Ki bu da, lafızdaki itilâftan öte geçmez..
Ehli Sünnet ve’l Cemaat mü’minlerin, amelde taklid ettikleri yüzlerce mezhep mevcuddu. Dolayısıyla "Dört Hak Mezhep" tabiri yanlıştır. Şu anda taklid olunan mezhep sayısı dört’tür denirse ne ala!..Akaid’de sıratı Müstakim’den (Şüphe ve tevil sonucu da olsa) ayrılan herhangi bir zümreyi ” Amel'de haktır" hükmüyle tarif etmek mümkün değildir. Çünkü akaid sahih olmayınca, hiçbir amelin kıymeti yoktur. Mesela şu anda Lübnan'da savaş veren "Dürzi'leri" ele alalım. Bunlar ameli konularda "Hanefi" mezhebine çok yakındır. Bazı meselelerde de, tıpkı Şafii'ler gibi davranırlar. Şimdi bunların "Fıkıh" kitaplarına bakıp, bunlar da Ameli konularda, ehl-i sünnet'tir denemez. Çünkü Fatimi liderlerinden Hakim bi Emrillah'ın 'İlah", onun veziri "Anuştekin Dürzi'nin" de, Peygamber olduğunu savundukları, bir-çok kitapta kayıtlıdır. Misalleri daha da çoğaltmak mümkün!.. Ancak şurası kesinlikle bilinmelidir ki; Akaid sahih olmadan, hiçbir amel makbul olmaz. Bir kimse; Allahü Teala (cc)'nin indirdiği hükümleri tasdik edecek, Resuli Ekrem (SAV)'in din hususundaki her emrine boyun eğecek ve tağuti güçlerle cihad edecek ki; diğer amelleri sahih olsun!..Yoksa Hem Allahü Teala (cc)'ya hem Tağut'a inanırsa; ne kadar amel ederse etsin, boştur.

     
SORU 5 : Ehl-i Sünnet denildiğinde akla gelen belli-başlı akımlar (fırkalar veya mezhepler) hangileridir? Bu Ehl-i Sünnet mezhepler, Kur'an-ı Kerim dışındaki şer'i delillerde ve fıkhî kaynaklarda (örneğin Hadîs kaynaklarında) ittifak halinde midirler? Değillerse bu durumu kısaca nasıl açıklayabilirsiniz?   
          
      Yusuf Kerimoğlu:
      Biraz önce beyan ettiğim gibi, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat akaid'de tek bir mezheptir. 
Fer'i konulardaki ictihad farklılaşmasını rahmet bilirler. Diyelim ki; Amelde hanefi mezhebini taklid eden bir müslüman, zaruri bir durumda Şafii mezhebini taklid edebilir. Fer'i konularda şu Mezhepleri saymak mümkün: Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Zahiri, Sevri, Evzai, Ceriri ve Hasan-ı Basri!.. Bunlardan sâdece ilk dördünün günümüze kadar taklid edildiğine şahid oluyoruz!.. Bunların "Sünnet'te" herhangi bir ihtilâfları yoktur. 
Bunu daha güzel izah için İmam-ı Şafii (rh.a)'nin "Er Risale 'sinde" zikrettiği şu hükümlere dikkat edelim: 
"Resul-i Ekrem (SAV)'den geldiği kesinlikle sabit olan bir Hadis-i Şerife muhalefet gibi bir meseleden (İnşa-Allahü Teala) Allah (cc)'m bizi muaheze etmiyeceğini umuyorum. Zira hiç kimsenin böyle bir ayrılığa veya muhalefete; kasdi olarak niyeti yoktur. Ancak şu kadannı söyleyebiliriz ki; sünnet hakkında (Kazaen) bir cehalete düşer ve sırf O sünneti bilmediği için aykırı bir görüş söyleyebilir. Bu hiçbir zaman sünnete muhalefet ettiği manasına gelmez.’’ 
Bilindiği gibi İmam-ı Azam (rh.a): "Allahü Teala (cc)'nın dini hususunda şahsi kanaatinizle hüküm vermeyiniz. Sünnet'e sarılınız. Her kim, sünnetten ayrılırsa delâlete düşer" buyurmaktadır. 
Sonuç olarak Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mü'minler; Kitap, sünnet, İcma-i ümmet ve Kıyas'ın şer'i delil olduğu hususunda müttefiktirler.
     
Aylık Dergi. 79,80
 

SORU 6 : Meseleye bir de bireyler açısından bakacak olursak, bir kimsenin müslüman kabul edilebilmesi için mutlaka Ehl-i Sünnet mi olması gerekmektedir? Ehl-i Sünnet olmadan da müslüman olunabilinir mi, yoksa Ehl-i Sünnet dış m da kalanlar kesinlikle sapık ve Bid'at Ehli olarak mı nitelenilir? Bu sapıklık ve Bid'at Ehli olmak küfürde olmak anlamına mı gelmektedir? Bir de şu: Ehl-i Sünnet olduğu halde müslüman kabul edilemiyecek kişiler ya da fırkalar bulunabilir mi?     
    
      Yusuf Kerimoğlu:
      Sorunuza cevap vermeden önce İbn-i Abidin'in "Ukûdu Resmi'l Müftü" isimli risalesinden, bir hükmü zikredelim: 
"Bir müslümanm küfrüne dair doksan dokuz, iman ehli olduğuna dair bir delil bulunsa; müftünün ve kadının o bir delili dikkate alması daha uygundur." 

Bilindiği gibi Darû'l İslâm'da; küfre düşen bir müslüman "Mürted" diye anılır. İrtidat eden kimse; muharip haline geçeceği için öldürülür. 
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in müctehid imamları "Tekfir" hususunda çok titiz davranmışlardır. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (SAV): "Ben zahire göre hüküm vermeye memur kılındım. Sırları Allahü Teala (c.c) bilir" buyurmuştur. 
Dolayısiyie dili ile "Ben Müslümanım" diyen herkesi, bu ikrarı sebebiyle müslüman sayarız. Ehl-i Sünnet'in dışında kalanlar; zarurat-ı Diniyye'yi tasdik ettikleri müddetçe "Ehl-i Kıble" diye anılır ve müslümandırlar. Kat'iyyen tekfir edilmez. 
Fıkıh kitaplarında, bilhassa "Şahidliklerin kabul ve reddi" işlenirken, Ehl-i sünnet’in dışında kalan kimselerin de şahidliklerinin makbul olduğu kayıtlıdır. Bilindiği gibi, Kafirin müslüman hakkında yaptığı şehadet geçerli olmaz. 
Bu sebeble "Ehl-i Kıble"nin tekfir edilmeyeceği hususunda, Ehl-i Sünnet ittifak halindedir. "Bid’at" ehli olmakla, "Kafir olmak" ayrı ayrı şeyler!.. "Ehl-i Sünnet" olan bir kimse, elbette müslümandır. Ancak zarurat-ı Diniyye'yi inkar ederse, irtidat etmiş olur. 
Tarih boyunca "Riddet" sebebiyle öldürülen binlerce insan vardır. Bunlar içinde daha evvel ehl-i sünnet olup, daha sonra küfre düşenler de, elbette olacaktır. Bunu tabii karşılamak gerekir. Çünkü imtihana muhatap olan her insan için, aynı tehlike söz konusudur.
      

SORU 7:  Ehl-i Sünnet anlayışına göre, bir fırkanın ya da kişinin sapık kabul edilmesinin belli başlı temel şartları nelerdir ve bu şartlarda kişilere ya da çağlara göre, değişen durumlara göre bir değişiklik olabilir mi? Yoksa bu şartlar kayıtsız şartsız her zamanda ve her yerde geçerli şeyler midir?
          
     Yusuf Kerimoğlu:
     Ruhlar aleminde iken Allahü Teala (cc) ya ahd-u misak veren bir kimsenin, nelere iman etmesi gerektiği kati nasslarla sabittir. Bunlara"Zaruriyyat-ı Diniyye" yani inanılması zaruri olan hususlar denilmiştir. Her müslüman, daha çocuk yaşta iken "Amentü'yü” ezberler. Bu bir hadis-i Şeriftir ve nelere iman edilmesi gerektiğini öğretir. 
Kafirlerin şeytani tuzakları, her dönemde farklılaşma arz etmiştir. Tevhid ve sıfat ilmini esas alan "Akaid” kitablarında; mutezile 'nin, Rafızi'lerin, Cehmiyye'nin, ve bunlar gibi sapık fırkaların iddiaları cevaplandırılmıştır. 
Bugün bir-çok ideoloji ortaya çıkmıştır. Bunların teklifleri de malûmdur. Ancak Tevhid ve Sıfat ilmini esas alan eserlerde, bu ideolojilere gerekli cevaplar henüz verilmemiştir. Tabii müctehid imamların usullerine bağlı kalarak, bunlara cevap verilmesi mümkündür. Meselâ: Eski Yunan felsefesinin etkisinde kalarak, bu dünya kadim'dir iddiasına sarılan fırkalar vardı. Bunlara gerekli cevaplar, akaid kitaplarında mevcuddur. 
Şimdi karşımızda Komünizm'den, kapitalizm'e Freudizm'den, Darwinizm’e kadar yüzlerce ideoloji var. Bunların itikadi yapılan, ümmet’e izah edilmesi gerekir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Muhkem ve müfesser haberlerle (Kitap ve Sünnetle) sabit olan ve "Zaruriyyat-ı Diniyye" diye isimlendirilen hususlar, katidir. Bunları inkar edenlerin küfrü sabittir. Ancak şüphe veya bir tevil sonucu yanılmışsa bunlara tebliğ edilmesi gerekir. Esasen Resûli Ekrem (SAV)'in: "Cihad kıyamete kadar sürecektir" buyurmasındaki hikmeti iyi düşünmeliyiz. Küfür her dönemde, farklı gibi görünen iddialarla ortaya çıkar. Halbuki mahiyet olarak, şirk aynıdır.
    Aylık Dergi, 94,95
 
        
SORU 8 : Günümüz dünyasında İslami bir yönetime kesin olarak hayır diyen ve her vesileyle karşı çıkan taguti düzenler, Ehli Sünnet itikadına sahip çıkmakta, daha doğrusu sahip çıkar görünmektedirler. Acaba sizce bu taguti düzenler Ehli Sünnet'in koruyuculuğu rolünü oynamaktan ne ummaktadırlar? Hem sonra niçin bu tağuti düzenler, gösteriş icabı da olsa, İslam'daki başka akımlara değil de Ehli Sünnet anlayışına sahip çıkıyor görünmektedirler? Bu sahiplenişi, Ehli Sünnet anlayışının pasifliğine, uzlaşmacılığına yormak doğru olur mu? Buna bağlı olarak, Ehli Sünnet mezheplerde 'İslami Hükümet' anlayışı imandan bir cüz sayılır mı; sayılmazsa, bunun bir noksanlık olduğu ve tağuti düzenlerin Ehli Sünnet'e ilgi duyuyor görünmelerinin buradan kaynaklandığı söylenebilir mi?
     

     

     Yusuf Kerimoğlu:
     Allahü Teala (cc) Kur'an-ı Keriminde mealen: "İman edenler Allah yolunda cihad ederler. Küfredenler de tağut yolunda savaşırlar" buyuruyor. Bu vakıa, kıyamete kadar sürecektir!.

Ben hiçbir tağutî düzenin "Ehli Sünnet" akaidine sahip çıktığına şahid olmadım. Aksine bir asrı aşan bir dönemde; başta Mısır, Suriye ve Afganistan olmak üzere, bütün İslâm topraklarında "Ehli Sünnet" müminler sürekli şehid veriyorlar. Malûm olduğu üzere, Kur'an-ı Kerim’den olduğu sabit olan bir harfi, bir kelimeyi veya bir ayeti inkar edenin küfrü üzerinde ittifak edilmiştir. Buna muhalif olan tek bir Ehli Sünnet ulema gösterilemez.
"Ulu'l-emr" konusu; kitap, sünnet ve sahabei Kiram'ın icmaı ile sabit olan bir husustur. 
Ebu Muin En Nesefi "Bahru'l Kelâm" isimli akaid kitabında; "İmamı inkar eden kafir olur. Çünkü bir kısım farzların eda edilebilmesi için İmam'a ihtiyaç vardır" hükmünü beyan eder.

 "Ehli Sünnet'in" pasif olduğu iddiasına kat'iyyen katılmıyorum. Tarih boyunca küffara karşı; İslam'in izzet ve şerefini "Ehli Sünnet" ayakta tutmuştur. Ehli Sünnet'in akaidinde hiçbir noksanlık yoktur. Ancak kendilerini "Ehl-i Sünnet" zannedip; Tağut'un hükümlerine 'Evet" diyenlere bakılıp, bir neticeye varılmak isteniyorsa o başka!..
 Aynca Tağutî güçler; mü'minlere karşı mücadele verirken, bazı hilelere başvurabilirler. Onların bu hilelerini sezemiyecek derecede geri zekâlı olanlar: "Efendim, tağutî güçler Ehli Sünnet'e sahip çıkıyor" diye nara atabilirler. Tabii yalanın ne kadar kıymeti varsı bu "Nara'ların da o kadar kıymeti vardır.

    
SORU 9:  Ehl-i Sünnet anlayışının, tarih içerisinde Ehl-i Sünnet âlimlerce eleştirildiği olmuş mudur hiç, veya sizce bir Ehl-i Sünnet eleştirisi'nden söz etmek mümkün müdür? Mümkün değilse, neden mümkün olmadığını, mümkünse, bu eleştirinin hangi noktalardan başlatılabileceğini gerekçeli olarak açıklar mısınız?         
           
     Yusuf Kerimoğlu:
     İnsanın heva ve heveslerine düşkünlüğü malûmdur. Ben "Ehli Sünnet'im" deyip, İslâmî hududları hiçe sayan tiplere bakıp da, : "Efendim, ehl-i Sünnet anlayışı eleştirilmelidir" gibi bir sonuca varmak, insanı dalâlete sürükler. Çünkü Ehli Sünnet'in mahiyetini daha Önce izah ettim. Bilhassa İran Devriminden sonra bazı tipler: "Efendim ehl-i sünnet demek, sünnet edilmiş ve ehlileştirilmiş” demektir gibi, bir mü'minin nezaketine yakışmayacak laflar etmeye başladılar. Biz onlar için: "Bunlar sünnetsizdir ve vahşidirler" demek istemiyoruz. Daha doğrusu buna edebimiz müsaade etmiyor!..Bu tipler genellikle, herhangi bir müctehidin taklid edilmesine de, düşmandırlar. 
Halbuki savunduklarını iddia ettikleri İran’da, bir Ayetullah'ı taklid etmek farzdır!.. Bir kimse; Taklid merdine bağlanmadan istediği kadar Namaz kılsın, oruç tutsun, hacca gitsin, hiç kıymeti yoktur!..Bütün ibadetleri; Ancak taklid merciinin beyan ettiği şekilde yapmak zorundadır, o zaman bir kıymeti vardır. 
Bunları Caferi fıkhını tenkid etmek için söylemiyorum. Ehl-i Sünnet' e karşı; cahilce ve edebsizce dil uzatanların, çevrelerindeki olayları nasıl değerlendirdiğini beyan için zikrediyorum. Bir îran'lı yetkiliden dinledim: Bu zihniyetteki bir şahıs İran’a gitmiş. Orada: "Efendim, bizi Tağut'un hükmü altına İmam-ı Azam' ın ve İmam-ı Şafinin geri zekalılığı itti"demiş!..Bunu dinleyen İran’lı yönetici: "Bunu derhal sınırdışı edin, biraz sonra Cafer-i Sadık'a da dil uzatacak" emrini vermiş! Mesele bu!.. Ehl-i Sünnet’in akaidinde ve fıkhında herhangi bir eksiklik mevcud değildir. Ancak cehalet yaygındır. "Farzı Ayn" ilimlerden habersiz kitlelerin varlığı malûm. Bunları dikkate alıp bir eleştiriye geçmek selim akıl sahiplerinin kabul edebileceği bir husus değildir.
  Aylık Dergi, 106,107
       

SORU 10 .  Ehl-i Sünnet anlayışının günümüzdeki uygulamasına bakarak, bugün hakkıyla temsil edilip edilmediğine veya gereği gibi anlaşılıp anlaşılmadığına değinir misiniz? Bu bağlamda, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat anlayışının tam anlamıyla kavranabilmesi için hangi kaynaklara başvurulması gerekmektedir? Bu kaynakların tümü de Ehli Sünnet âlimlerince ittifakla kabul edilmiş kaynaklar mıdır?
Aylık Dergi, 108 
    
    
     Yusuf Kerimoğlu:
     Şunu beyan edelim ki; "Ehl-i Sünnet" mü'minler, herhangi bir coğrafya üzerinde siyasi güç halinde değildir. Dolayısıyla "Uygulamaya" bakma imkanımız mevcud değil!.. 
Ehl-i Sünnet ulema; "Bir halife vefat ettiği zaman, "İmamet" makamına birisi getirilmediği müddetçe defnedilmez" hükmünde ittifak etmiştir. 
Ebu Muin En Nesefi;' "Mü'min için, ûl'u'lemr'i olmadan bir günün geçmesi caiz değildir" hükmünü beyan eder. 
Bu konularda cehalet korkunç boyutlara varmıştır. Şer'i kaynaklara müracaat edebilecek güçte âlim yetiştirmek mü'minler üzerine "Farz-ı Kifaye'dir..." 
Ben kaynakları, zikretmek durumunda değilim. Şöyle ki; heva ve heveslerini bir kenara bırakıp, Allahü Teala (cc)'nın dini için cihad edecek bir zümre için, İslâm gizli değildir. "Tağut’a" boyun eğenler; "Alim" olsa ne değişir!..

 

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort