Yazar Adı : | İlim Dalı : Fıkıh |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2015-06-14 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Ramazan Hilâlî ve Kutuplara Yakın Yerlerde Namaz Vakti Meseleleri Üzerine Bir Araştırma
1- Giriş
Zaman mefhumu, başlangıcı ve devranı problemleri insanoğlunu, ilim adamlarını ve filozofları tarih boyunca durmadan meşgul etmiştir. Her 'bir ilim adamı veya filozof kendi ihtisasına ve ilmin verilerine göre bu problemleri açıklamaya çalışmışlar, ufak veya büyük çapta eserler meydana getirmişlerdir.
Müslümanlar da zaman ve tarih üzerinde önemle durmuşlardır. Diğer semavî ve beşerî dinlerde olduğu gibi İslâm'da da İbadetlerin pek çoğu zaman içerisinde eda ve ifa edilmek zorundadır. İbâdetler ve muameleler tarihle, gece ve gündüzle ve bunların -bölümleriyle tamamen kaynaşmış durumdadır. Yılın ve gece ve gündüzün teşekkül ve devranında ise iki âmıl güneş ve ay vardır.
Bilindiği üzere Halife Ömer’in gönderdiği bir emirnamede ay belirtilmiş fakat yılı, tarihi belirtilmemiş olduğundan emir hangi yıldan itibaren geçerli olacağı (hususu, emrin muhatabı vali tarafından sorulmuştur. Bunun üzerine Halife Ömer yaptığı istişareler sonucu Rasulullah’ın Hicretini Müslümanlarların takvim başlangıcı olarak tespit eylemiş; O yılın Muharrem ayı da yılın başlangıç ayı sayılmıştır. Ashab-ı Kiram da bu mevzuda îcma eylemişlerdir.Müslümanlar için tespit olunan işbu Hicrî Takvimin dayanağı ay (Hilâl) dır. Günlerin, ayın ve senenin hesaplanmasında ayın hareketleri esas alınmıştır,' Yılın en küçük parçası gün olduğuna göre bunun tarifini vermek gerekir.
2- Gün
Geçen zaman birimine «gündüz» ve güneşin batışından doğuşuna kadar geçen zamana da «gece» denilmekte her ikisine birlikte «gün» adı verilmektedir. Bu da güneşin 24 saatte tam bir devrinden ibarettir. Fakat Yer yüzünün her bir yerinde 'güneşin doğuşundan batışına kadar ve oralara yakın yerler bu tarifin dışında kalmaktadır.
Acaba günün başlangıç noktası gündüz müdür yoksa gece midir? İslâm'a göre gün, gecenin girmesinden yani güneşin batışından itibaren başlar ve ertesi günkü güneşin batışına kadar geçen bir zaman birimidir.
' Nitekim Kur’ân-ı Kerim’deki ayetlerde ve Rasulullah’ın hadislerinde «Gece» (Leyl) sonrada «Gündüz» (Nehar) kelimesi zikredilir. Bu bale göre gece gündüzden önde gelir. Mantıkta da asıl olan karanlıktır, aydınlık ise o karanlığı arız olan bir sıfattır (1). Dolayısıyla ayın seyrine göre kullanılan ayların başlangıcı da ayın görülmesiyle başlar gece ve gündüzlerin normal 'gündüz veya geceden uzun olduğu kutuplar ve 'o gece ayın birinci gecesidir, ertesi gün de birinci gündüzdür.. Şu duruma göre tatbikatta iki ayın gün mefhumu ve bunlara göre de iki ayrı ay ve aynı sene karşımıza çıkmaktadır. Birisi ayın devrî hareketine bağlı aylar ve senelerdir, diğeri de güneşin devrî hareketine bağlı, gün, 'ay ve senelerdir. Önce de belirtildiği üzere Müslümanlar ibadetlerine esas olan hicri takvimlerini aynı hareketine bağlamışlar ve hep onu takip eylemişlerdir. Pek tabii ki bu davranış bir bakıma Kur’ân ve Sünnetin de gereğidir, Zira Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerimde;
«Aya gelince biz ona da menzil menzil miktarlar tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının eğri çöpü gibi bir hale dönmüştür (döner)»(2) buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimenin tefsiri sadedinde Fahrüddin er- Razi şu bilgileri verir; ‘’ayın yirmisekiz kadar menzili vardır. Ay bu menzillerden her birisine bir gece uğrar şaşırmaz, o menzili ne aşar ne de o menzilin arkasında kalır.
«Kâtip Çelebi der ki, Eğer aynı her menzile inmesi hep bir vakitte olaydı bu söz doğru olurdu. Laflan durum hiç de öyle değildir. Kimi, gecenin ortalarında bir menzilden diğer bir menzile geçer, kimi bir gecede İki menzile yürür ve her menzil için aşağı yukarı 13 derecelik (28 x 13 = 364 derece eder) belki bir sınır vardır. Ayın yürüyüşünü: kimi, 11 derece kimi vakit de 15 derece olur (3). Bununla beraber onun hareketinde hesaplarla kesin sûrette belirlenebilir bir istikrar yoktur.
«Ay her ne kadar (hareketini, devrini 72,5 günde tamamlamakta ise de yerin günlük hareketi yönüne doğru devrinden ötürü iki rivayet arasındaki müddet 29 gün 12 saat 40 dakika dolayında olduğundan 12 kamerî ay yekûnu tabiatıyla bir güneş yılından 10 gün 21 saat 13 saniye kadar noksan kalacaktır...» (4).
Hal böyle olunca ibadet, vakitleri ve daha (birçok işlerde esas alınan kamerî yıl ile şemsî yıl arasındaki farklılıkların aylara ve hatta günlere (kadar sirayet eylediği ortaya çıkıyor. Vakit için de esas olarak hilâlin alınması; «Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki, O insanların faidesi için bir de hacc için vakit ölçüleridir» (5).
« yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona ayın seyr ü hareketine muhtelif menziller tayin eden O’dur...» (6) ve ''Biz gece ile gündüzü kudretimize delalet eden iki ayet, nişane kıldık da âyetini silip, giderip yerine eşyayı gösterici ziyadar gündüz âyetini getirdik. Tâki gündüzün Rabbinizden geçiminize ait bir lutfu inayet arayasınız, yılların sayısını, vakitlerin hesabım bilesiniz» (7) ve benzeri ayetlerde, ileride birkaçı kaydedilecek hadislerde açıkça hükme bağlanmıştır.
Günler için birer ölçü alman 'güneş ve aya göre sene miktarı ise; az önce belirtilen farklılıktan anlaşılacağı üzere: ‘günümüzde kullanılan Mîlâdî Takvimin gün sayısı 365, 24227 güneş gününden ibarettir, günün ayın ve senenin başlangıçları île müddetlerinin hesabında güneş önemli bir unsurdur. Kamerî Hicrî Takviminde sene 354,367088 günden ibarettir. Buna göre de her yıl kamerî aylar 10 gün kadar önce gelir.., (8).
3-Kamerî Yılda Ayların Başlangıcını Tespit
Güneş senesinde sene matematîki taksime tabi tutulduğundan ayların başlangıcını hesabta bir güçlük yoktur. Her şey katiye yakın bir şekilde tespit olunmuştur. Ancak Kamerî yılda ve bu yılın aylarının başlangıcın tespitte en önemli unsur olan hilalin muntazam olmayan hareketlerini belirli matematik hesaplarına bağlanamamaktadır. Takvimle ilgili eser ve makalelerde bu işin 'güçlüğü belirtildiği gibi tahmine dayalı şekilde verilen rakamlar da birbirine çoğu kere yaklaşmamaktadır.
Astronomi ilmi de uzun süreli gözlem ve tecrübelere dayanarak gelişmiş bir ilimdir. Fakat buradaki tecrübe ve gözlemde üzerinde durulan husus insan kontrolünün tamamen ötesinde seyreden bir varlık (hilâl) dir. Kim ne kadar sabırla uzun süre gözetleyebilirse ihtimaller hesabına dayanan verileri de belki o kadar zann-ı gâlib ifade eyler, kesinlik diye bir şey yoktur. Böyle bir tecrübeyi de milyonda birkaç kişi ancak yürütebilir, yürütme imkânına sahiptir. Halbuki dini İşlerin edasında maddî veya manevî unsurların tespiti yönünde daha objektif, herkes tarafından rahatlıkla takib olunabilir beş duyu ile anlaşılabilir ölçüler konulmuştur.
İşte bu ölçülerden birisi de hilalin rü’yeti meselesidir. Her kamerî ayın başlangıcının ayın görünmesine bağlı olarak hesaplanması gerektiği gibi özellikle Ramazan orucunun ibtidası ile bayramların vaktini hesaplamada hilalin görülmesi işinin her Müslümanlar işin bir vecibe olduğu belirtilmiştir. Nitekim Rasulullah (9).
«Hilali görünce oruç tutunuz ve yine hilali görünce iftar yapıp bayram ediniz. Eğer hilali görmeye bir engel var (sema kapalı) ise Şaban ayım otuza tamamlayın.» (9) buyurmuşlardır.
Görülüyor ki, Şeriat imkânın olduğu yerde rü’yeti (bizatihi çıplak gözle görmeyi) gözetlemeyi emir buyurduğu gibi imkansızlığın bulunduğu yerde de ihtimaller hesabına, zanna, dayanan takdir işini değil sürenin otuza ikmalini emir buyurmuştur. Böyle bir işi de herkes kendiliğinden yapabilir. Şu “hükme göre en azından bir yıl önce hazırlanan takvimler de Ramazan ve Bayram vakitleri tespit buyurulurken henüz ay acaba nerede olabilir? Gökte bulut ar adında mı? Yoksa hiç mi ortalıkta yoktur? Kısacası; İslam dini Ramazan ve benzeri ibadetlerin bir kısmında rü’yete itibar etmiştir. Acaba bunun illeti nedir?
Bu hususta şu sözlerin iktibasıyla yetinilecektir:
«Bizim şeriat umûr-i diniyyemizi gayet sağlam bir esas üzerine ta ebed hatası olmaz bir takvim nizamına bina etmek için ayları da seneleri de hakiki etmiştir. Hiçbir vakit, az ise de, hatadan hali değil ıstılahi seneleri itibar etmemiştir.»
«Lâkin umumun istimaline yarayışlı kılmak için ayların, senelerin başIarını ehl-i heyet gibi, ictimadan itibar etmeyip hastalanmamış göz île görülebilir rü’yet derecesine hululden itibar etmiştir. Zira içtima dakikalarını kafi surette tayin etmek rasat hesaplarına yahut le ekal en dikkatli hesaplara muhtaç olur ki, umumun haline yakışmaz. Hem de âdi her günlük işlere esas kılınmaz.»
«Derece-i rü’yete hulul ise sağlam göz ile malum olabilir. Şu cihetle umumun haline yakışır âdi işlere her günlüik hallere esas olabilir.»
«Rü’yet esasına bina kılınmış hakiki aylar bir gün teehhür edip otuzu tekmil etmek kaidesiyle aybaşları bir gün tehalüf edebilir ise de lâkin şu tehalüf arızî bir hal olup gelecek ayların birinde öz başına (kendiliğinden) dürüstlenir gider. Böyle arazî haller şeriat tarafından bize talim olunmuş, sade lâkin tabi surette muntazam takvime daimî bir halel veremez.»
«Ayları, seneleri hakiki olup başlan rü’yet derecesine hululden itibar olunur ebedî tabii takvim, diğer takvimler gibi zaman zaman ıslah, olunmak ihtiyacına, meskenetine dûçâr olmaz. Kağıtsız, kalemsiz zabt kılınır. Hiçbir vakit duvar takvimlerine kebîse neticelerine ihtiyaç yüzü göstermez, işi uzatmaz. Cenah-ı Halk da;
«Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. Bu kolayı ğı istemesi o sayıyı kaza borunuzu ikmal etmeniz, Allahı sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı dar büyük tanımanız İçindir. Olur ki, şükredersiniz.» (10) buyurmuştur.»
«Şeriat bizim ibadetlerimiz dini muamelelerimizi en vazıh, gayet sade lâkin bununla (beraber bittabi muntazam, kâğıtsız, kalemsiz zabtolunur, âlem-i bedeviyette de âlem-i medeniyette de sakatlanmamış sade göz ile bilinir, sağlam bir takvim üzerine bina etmiştir. Şükrederiz. Şöyle sağlam bir hakikati elden ‘bırakıp yere vurup tahkik etmek davasıyla günlerin birinde hatası görünecek ıstılahı hesapları tenezzülden elbette ictinab ederiz.»
«(Musa da) : O hayırlı olanı şu daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?...» (11) hükmü ilahisi bu cümledendir.» (12).
Nitekim büyük müfesssir Elmalılı merhum da;«...Öyleyse içinizden kim o aya irişirse onu tutsun.» (13) ayet-i kerimesinin tefsiri sadedinde şunları belirtmiştir:
«Şühûd esasen gıyab mukabili huzur demektir, şehadet ve müşahade de bu huzur cümlesindendir... İkincisi de şeh-i huzui ilmi ile müşahade eden demek olur. Zaman ise müşahade olunamayacağından buna şuhud, huzur-ı aklî demek olan ilm-i yakîn veyahut hilâlin şuhudu mânâlarından birini ifade eder. Bu da iki mânâya muhtemildir. Birisi, her kim görürse tutsun demektir, bunda görmeyenlere bir şey terettüp etmez. Diğeri de herhangi biriniz 'hilâle şehâdet ederse her biriniz tutsun demektir..
«Bu aya ulaşma meselesinde ilim sahipleri için içtihada mesağ var mıdır? Aya erme hazar ile veya huzur-ı aklî demek olan ilm-i yakînî (kesin bilgi) ile açıklandığı takdirde hilali araştırdıktan sonra bu babda başkaca bir nas yoksa eshab-ı ilim, hakkında içtihada mesağ olmak lâzım gelir. Bunun için bazıları başka nas yok zanniyle hisabât-ı nücûmiyye ve dahi amel olunabileceğine kail olmuşlardır: Lâkin geçmiş ulemanın ekseriyetine göre başkaca nas mevcut olduğundan bu mesele mevrid-i ictâhad (ictihad yapılabilecek) bir yer değildir (14). Zira bu ayet bu tefsire göre sâkit ise de (kesin bir hüküm taşımamakta ise de) bu babda Kitap ve Sünnetten müteaddid naslar vardır.» (15).
Şu açıklamalardan ve fıkıh kitaplarında mevcut bilgilerden anlaşılacağına göre, kemeri ayın tespitinde iki yol var; 'birisi ru’yetle tespit, diğeri de hesapla tespittir.
4- Hilâlî Rü’yetle Ramazanı Tesbit Usûlü
Rasulullah (s) Ramazan hilâline üç delilden biriyle itibar ederdi.
1 — Mutlak rü’yet (çıplak gözle görme),2 — Güvenilir şehâdet, 3 — Süreyi / tamamlama (otuza ikmâl).
Simdi bunların her birisini hukukî açıdan incelemek gerekirse;
1 — Mutlak surette hilali görme ve bu suretle ayın başlangıcının tespitinde bir ihtilaf ve problem yoktur. Zira bütün Müslümanların işleriyle ilgili konularda müşahadeden büyük başka hangi delil olabilir? Nitekim Cenab-ı Hak da yukarıda belirtilen el-Bakara suresi 185. âyet de bu şuhuda işaret buyurmuştur (16).
Ancak Hilalin "gündüz görülmesi ve «bunun hükmü fukaha arasında ihtilaf mevzuu olmuştur. Şöyle ki ulemanın ekseriyetine göre; gündüzün hangi vaktinde ve saatında olursa olsun 'hilalin görülmesi halinde hu hilalin müteakip geceye ait olduğuna hükmedilir. Aslında hilali gündüzün görmenin bir 'kıymeti yoktur, onun güneşin gurubu anında görülmesi önemlidir. Yalnızca Ebu Yusuf hazretleri ‘Hilalin gündüz görülmesi halinde iki ayrı neticeye varır. Eğer Hilal gündüz zevalden önce görülürse bu bir önceki gecenin hilalidir, zevalden sonra görülürse bu da müteakip gecenin hilalidir (17). Tatbikatta birici gurubun görüşü alınmış, onunla amel ve hareket edilmiştir (18). Nitekim Kâdihan Fetvasında insanlar zevalden önce veya sonra hilali görürlerse oruçlu iseler oruçlarım bozmazlar, değilse oruç tutmazlar. Çünkü o hilal gelecek gecenin hilalidir (19).
Hasan b. Ziyad ise şöyle der; Eğer görülen Hilal akşam kızıllığından (şafaktan) sonra batarsa o önce ki gecenin hilalidir, geçirilen gün de ilik ayın birinci günüdür), şafaktan önce batarsa gelecek gecenin hilalidir (20). . .
Cumhuru ulema (alimlerin çoğunluğu) İbnu Mesud, İbnu Ömer ve Enes (r) den yapılan rivayetleri, Ebu Yusuf ise, Hz. Aişe ve Ömer’den yapılan rivayetleri delil olarak almışlardır. Günlük hayatta iki ayrı görüşün arz eylediği hukuki netice şu oluyor: Çoğunluğu fikrine göre; eğer insanlar Şevval ayının hilalini şekk günü öğleden önce veya sona semada görürlerse o gün Ramazanın otuzuncu günüdür. Çünkü hilal gelecek gecenin Hilalidir, içinde bulunulan gündüz Ramazan ayının gündüzüdür. Ebu Yusuf’a göre ise: eğer insanlar hilali, zevalden önce görürlerse o, geçen gecenin' hilalidir ve o gündüz bayram günüdür (21).
Şu kadar var ki, bir kimse Ramazanın otuzuncu günü gündüzün hilali görse ve oruç bitti zannedip de kasden orucu bozsa, iftar etse keffaret orucu tutmaması gerekir. İsterse bu hilali zevalden sonra görmüş olsun. Zira şekk ve ihtilafın bulunduğu yerde cezaların ber taraf edilmesi aslî bir (kaidedir ve o kişi veya 'kişiler bir tevil 'üzerine, orucunu bozmuşlardır, iki te’vilin «bulunduğu yerde de keffaret cezası gerekmez (22).
İşbu temel iki ayrı fikir, hilalin akşam vakti görünmemesi halinde söz konusudur. Ama akşam vakti 'hilal görülürse bu rü’yet ayın başı olarak ittifakla kabul edilir, bunda bir ihtilaf da söz konusu değildir (23).
2. Güvenilir Şehadet Meselesi: Şâri-i Mübin ikinci derecede güvenilir şehadeti kabul ve ona itibar eylemiştir. Zira insanın ya kendisi hilali görür yahut kendisi müşahade ve rü’yet edemezse bir başkası veya başkalarının rü’yetinin güvenilirliğine hükm ve ona itibar eder.
«Berâet-i zimmet» veya «Mutlak güvenilirlik» kaidesine göre her bir kimse sözü veya sözlerinde güvenilir birisidir. Hatta hilal görme, Özellikle Ramazan hilalini görme işinde, eksen hukukçulara göre erkeklik, kadınlık, hür veya köle oluş gibi durumların hiçbir tesiri yoktur, şart koşulmaz da, Yeter ki, şehadette bulunacak kişi veya kişilerin dürüst, garaz ve hıyanet sahibi olmayan, ithamlardan uzak binleri olsun.
O vakit işte bu kişilerin şahitliği kanun koyucu tarafından makbul ve muteber sayılmıştır. Ancak o dürüst kişilerin beyanı insana kanaat bahşeder (24).
Ramazan hilaliyle ilgili şahitlikte şahit kişi hilali gündüz gördüğünü söylerse bu söze pek iltifat edilmez. Zira bu tip şehadetin hava berrak olduğunda gurup vaktinde hilalin görülmesiyle de takviyesi gerekir. Hilali görmede şehadet vakti gündüz değil gurup vaktidir. Gün batışı anı veya az sonraki zamandır. Bu noktada hemen hemen bütün hukukçular aynı fikirdedirler. Şu kadar var ki, gerçek şehadet vaktinde (gün batarken görme işinde) gökyüzü kapalı ise o zaman gündüz vakti görülen hilalin durumuna göre yapılan şahitlik (genellikle tek kişi de olsa) muteber sayılmıştır. 'Bu konudaki cüz’î bir fikir ayrılığı daha Önce belirtilmiştir (25).
İbnu Hacer de el-Minhâc adlı eserde gerek Ramazanda ve gerekse Ramazan dışında hilâl guruptan önce (ister zevalden önce isterse zevalden sonra olsun) görülmesi halinde ay sabit olmaz, şehadette bulunmak da muteber değildir. Çünkü şâri gurupdan sonra vaki olacak rü’yetle şehadetle bizleri emretmiştir. Diğer Şâfi, Mâliki ve Hanbelî fakihleri de bu görüştedirler (26).
Ibnu Kasım Rü’yet Hadisini şu şekilde açıklamıştır.«Hilali görünce yani hilali gördükten sonra orucu tutunuz. Bu emir tıpkı güneşin dülûkunda yani dülûkundan sonra namaz kılınız.» (27) âyet-i kerimesindeki hüküm gibidir.
Nitekim Halife Ömer (r) de etrafa gönderdiği mektubunda;«Hiç şüphesiz hilalin bazısı bazısından büyüktür. Eğer gündüzün hilali görürseniz iftar etmeyin, orucunuzu bozmayın ta ki akşamı yapana kadar oruca devam eyleyin. Ama dünkü gün akşamı hilali gördüklerine dair İki kişi şahitlikte bulunurlarsa o zaman bayram eyleyin.» (28)
Bu mektup ve diğer fikirlerden anlaşılacağı üzere, Ramazan orucu kul hakkıyla yakından ilgili olmadığı için, ayın başlangıcında hilali görme konusunda bir tek kişi de şahitlikte bulunabilir, bu yeterli sayılmış ise de genellikle iki veya daha fazla şahidin aranması tercih olunmuştur. Lâkin Ramazanın sonu ve bayramın başlangıcında, kul hakkı da söz konusu olan bir ibadet bulunduğundan en az iki şahidin şehadette bulunması konusu üzerinde hassasiyetle durulmuştur (29)
3. Süreyi Otuza Tamamlama Meselesi: Hem rü’yet ve hem de şahitlik müesseleri işleri bulunamazsa; o zaman Allah Rasûlü Şaban ayının günlerini otuza tamamlamayı emir buyurmuştur. Artık o günden sonra hilal görülse de görülemese de oruca kesinlikle başlanılır. Zira Kamerî aylardan hiçbirisi otuz günden fazla olamaz. Otuzdan sonra gelecek gün tereddütsüz Ramazanın günüdür. Bu duruma göre kat'i surette sabit olan şeyleri Şâri (kanun koyucu) hiçbir vakit inkâr eylemez. Hattâ umumun menfaatini ilgilendiren hususlarda zanni delillerle yetinen Şari (kati şeyleri niçin inkâr etsin? (30).
Hadiste de Rasulullah (s) bu hususu şöyle açıklamıştır:Ebu Hureyre’den Nebi (s) nin şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur. «Bizler hiç şüphesiz ümmî milletiz, yazmayız; ve hesaplamayız. Ay bazan şöyle bazan böyledir yani hazan 29 bazan da 30 gündür.» (31)
Şu hadiste Resulullah (s) müslümanlar için ayın doğuşu ile ilgili hesapların inceden inceye tedkikinin şart olmadığını, lüzum da bulunmadığını, bazı ayların 29 ve bazı ayların da 30 olduğunu bilmenin herkes için yeterli olduğunu, 'bildirmiştir. Hilali görmekle oruç tutulup bayram edilmesini, hava kapalı, tozlu ve bulutlu olunca da 30’a doldurulmasını öğretmekle matematikin karışık hesapları içerisine girme külfetinden Müslümanları âzâd eylemiş, kurtarmıştır (32).
Bir ‘başka hadiste geçen; «Ramazan hilali başlangıcı için takdirde; bulunun.» (33) emri herhalde herkese “hesap yapınız” şeklinde (değildir.O zaman ümmete bir 'güçlük doğar! Burada ‘’İçinizde bulunduğunuz ayı 30 a tamamlayın’’ demektir. Fakihlerin büyük bir ekseriyeti bu hükmü hep böyle anlamışlardır (34).
Binaenaleyh Ramazan başında ve sonunda gökteki hilali gözetmenin vacib olduğu belirtilir. Eğer bu vecibeye itina gösterilmişse İslâm ümmeti toplulukları arasında hilali rü’yetle ilgili bir ihtilaf ve münakaşa çıkmamıştır. Bu görev yerine getirilmediği, ihmâl edildiği zamanlarda ise âlim-câhîl herkes Ramazan ayı başlangıcı ve bayram vakti konusunda 'hep ileri - geri konuşmuşlardır. Bu ihtilaflara cevap verici şekilde müstakil eserler ve risaleler yazılmıştır.
Hadiste geçen «...biz yazı ve hesap bilmeyiz.» cümlesi o devir müslümanlarının ümmi olduklarını açıklamak içindir. Hesapdan maksad ise; yıldızların hareketini hesaplamaktır. Araplar bu hususta pek az şey biliyorlardı. Onun için de Rasulullah (s) ümmetinden güçlüğü kaldırmak için hükmü çıplak gözle görmeye tâlik eylemiştir. Nitekim «hava bulutlanırsa gün sayısını 30 olarak tamamlayın» buyurulmuştur (35) ki hüküm hesaba taalluk etmez. Eğer öyle olsaydı «Hava bulutlu olursa ne yapmak lâzım geldiğini hesap bilenlere sorun...» buyururdu.
İbnu Battâl ve başkalarının açıklamasından şu sonuç çıkıyor:«Biz öyle bir milletiz ki, Orucumuzu v.s. ibadetlerimizin vakitlerini tayin için bize hesap ve yazı bilmeyi gerektiren bir şeyle teklif edilmemiştir. Bizim ibadetlerimiz açık bir takım alametlere rabt edilmiştir. Onları bilme hususunda hesap alimleri ile başkaları müsavidir.» demektir (36).
İbnu Âbidin bilhassa hilali görmede şu üzüntülerini açıklıyor:«Hilali büyük bir topluluğunun görmesini ‘şart koşanlar şu sebebleri ileri sürerler: Hilalin doğru ve sıhhatli bir şekilde gözetlenmesine gerekli dikkat ve ihtimamı sarf etmek içindir. Birkaç kişi hilali gözetler de her şahitlikte bu vehm duyulmalıdır, Halbuki şeriat şahidi doğruluk (adakide muhatap olur. Nitekim. el-Bahr sahibi zamanında hilali gözetlemede insanların tembelliğine temas etmiştir. Bu zamanda durum daha da fecidir. Zira pek az kişi hilali gözetliyor, bir tek kişi hilali görürse o zaman cahil cühelanın tenkid ve tesebbüne (kötü sözlerine) hedef oluveriyor. Nitekim 1225 hicri yılında böyle olmuştur. Bir adam Şam’da hilali gördüğünü belirtmiş, zavallı ile alay etmişler, o da üzüntüsünden, «eğer bir daha ki Ramazan’a erersem gözlerim kör olsun!» diye Allah’a dua etmiştir...»
«Şahitlerin yalanı ihtimali endişesine gelince bu vehm «Berâet-i zimmet asildir, doğruluk esastır.» hükmü ile reddedilir. Şeriat zahire göre hükmetmiştir. Eğer şehadet yalan endişesine binaen reddolunacaksa her şahitlikte bu vehm duyulmalıdır. Halbuki -şeriat şahidi doğruluk (adalet) ile yetinmiştir. Bâtını Allah’a havale etmiştir.» (37).
Kurban bayramı hilali de genel kanaate ve metinlere göre aynen Fıtr bayramı hilali gibidir. Şahitlikte, sayıda v.s. aynı şartlar aranır. Nevadir rivayette, Kurban Bayramı hilali Ramazan ihtidası hilali hükmü gibidir. Onun için bir tek kişinin şahitliği ile de ispatlanabilir, eğer semada bir illet varsa. Fakat Hanefilerin ekserisi ve diğer mezhebler fakihlerine göre, ilk görüş geçerli olmuştur.
Diğer 9 ayın hilali de Fıtr ve Udhiyye hilali gibidir. Bunların ihtidasını (hilalini) hesaplamada, zina İftirası cezasına çarptırılmamış, âdil iki erkek veya bir erkek, ilki kadın şahidin şahadetiyle sabit olur. (38) .
Orucun farziyyeti ayın mutlak surette isbatına bağlı değildir. Zira rü’yet imkânsızlaşınca Şaban ayı 30 gün sayılır. Onun için orucun farzlığının sübutu ayın gelmesiyle değil, Hilalin rü’yetiyledir. Artık 30. cu günden sonra yeni hilal hükmen görülmüş sayılır (39).
Buraya kadar anlatılanlar, rü’yeti hilal hakkında söylenilenler ve ispat şekli dört mezhebin imamların ittifak eylediği hususlardır (40).
5- Hilâlin Hareketini Hesapla Tesbit Ve Bunun Hukuken Taşıdığı Hüküm
Rü’yetle ilgili hadislerin 'bazısında geçen «...hesap bilmeme...» veya «...takdir ediniz...» emirlerini fakihler ve müfessirler, yukarıda belirtilen şekillerde açıklamışlar ve eserlerinde muvakkıtın, hesabcının veya müneccimin hesaplarına itibar olunur mu? Seklinde ve benzeri sorular sorup cevaplar vermişlerdir. Önce bunlara dair Önemli bazı açıklamaları verip sonra «genel ; bir neticeye ulaşmak daha İyi olacaktır.
Ibnu Teymiyye «Muhtasaru’l-Fetâvâ’l-Mısriyye» de der ki; «Gök yüzü ve yıldızların hareketine dair hesap ilmi aslında şüphe taşımayan sahih bir ilimdir. Fakat müdekkik cumhur (büyük bir alimler topluluğu) bu ilmin güçlük taşıdığını ve faidesinin az olduğunu belirtmişlerdir. Aslında müneccim ve felekiciyatçıların sözüne itibar edilmez...» (41).
«Hesap alimleri hilâlin hareketlerinin hesapla tam ve doğru bir şekilde zapt u rapt altına alınamıyacağını belirtmişlerdir. Hesapların nazara alınabileceğini muhtemelen müteahhirûn ulemasından az bir gurup belirtmişlerdir. Aslında bunu; «Bu tutum Allah’ın dîninde bir sapıklık ve onu tağyirden başka bir şey değil.» (42) ibaresiyle tavsif edilmiş, hareket Yahudi ve Nasârâ’nın hareketine, tutumuna benzetilmiş ve bu da:
«Bu husus (hesap işi) Araplar arasında sürüp giden bir nesi’dir ve küfürde bir ziyadedir.» (43): îbnu Teymiyye bu tür aşırı ithamlarına şu cümlelerle devam ediyor:
«Ay hareketlerinde hesabı kabul edenin aklı ve dini »bozuktur. Muvakkıtin hesabı doğru olsa bile bu hesap daha ziyade ay ile güneş arasında gurup vaktindeki mesafeyi gösterir. Bu da ayın güneşten uzaklığı şeklinde tavsif edilir. Hilalin bir hesap sonucu görülebilir olup olmayışı meselesine 'gelince bu kesin bir iddia değildir. Çünkü yer yüzünün yükseklikler ve alçaklıklarına, havanın berrak veya Mutlu oluşunu göre rü’yet de değişir, kesinlikle görülemez diye bir şey yoktur... Sözün kısası hilal için bir hesap cetveli, hareketini bir zabt u rabt altına alıcı bir formül yoktur. Rasatçılar, ru’yet için bir kavsin derecesinde bile uyuşamamışlardır. Kimi bu kavsin (Çemberin) 10 dereceden daha küçük olduğunu belirtirken kimi de daha fazla demektedir. Onun için ziyade ve noksanlık meselesine hep birbirlerine cevap vermişlerdir.» (44). Metodda anlaşamamışlardır.
Hilalin rü’yetini hesapla ortaya koyma mevzuunda îbnu Teymyye’nin bu tenkidleri hiç şüphesiz bir ölçüde aşırıdır. Ama ulemanın pek (büyük bir ekseriyeti Hilalin sübutunda üç delile