Hit (3291) M-2198

Kameri Ayların Tesbiti ve Ramazanın Başlangıcı

Yazar Adı : İlim Dalı :
Konusu : Dili :
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2015-06-11 Güncelleyen : /0000-00-00

Kameri Ayların Tesbiti ve Ramazanın Başlangıcı​

Kameri Ayların Tesbiti ve Ramazan`ın Başlangıcı [1]

Mübarek Ramazan ayı İslam Alemini (hulülü ile) şereflendirmek üzere iken, geçen senelerde olduğu gibi bu sene de yine, (dini devletin vesayetine -emrine- veren bize has Laisizm anlayışı…) Diyanet İşleri Başkanlığının ağzıyla; Müslümanların bu ibadetine karışmak, bozmak ve ifsad etmek niyetindedir.

Başkanı konuşturuyor, sarih ve açık İslami naslarla ters düşen beyanatlarda bulunduruyor. Mesela Sayın Diyanet İşleri Başkanı konuşmasının bir yerinde “Kameri ay başları, dini gün ve bayramlarını tesbit etme görevi kanunen Kandilli Rasathanesi’nindir…İslam aleminde bir yerde görülünce her yerde Ramazan’ın başlaması söz konusu değildir…” deyip işin içinden sıyrılıyor…
Aslında Laiklik adına bu gibi meselelere karışmamak gerekirdi.

Zira cihanşümul İslam nizamının binlerce maddesini mer’iyetten kaldıran düzenin Anayasası bile nedense İslam’ın iki maddesini müdahaleden istisna etmiştir: İbadetin zamanını tesbit etmek ibadetin mukaddimesidir, şartıdır, tamamlayıcısıdır. O takdirde ibadetin bir şartı olan “zamanını dini ölçülere göre tesbit etmek” de Müslümanların hakkıdır. Yani ibadet edenlerin hakkıdır. Bu hak ne anayasanındır, ne düzenindir, ne de Kandilli Rasathanesinindir.
Bu baptaki tesbitin ölçüsü de, esası da rü’yettir. Hilali görmektir.

Peygamberimiz bütün Müslümanlara bunu emretmektedir:
Hilal göründüğü zaman oruç tutun. Hilal göründüğü zaman da bayram edin. Eğer hava bulutlu ise-ay görünmezse- Şaban’ı otuz gün olarak tamamlayın.” (Buhari-Müslim)[2]
Diğer bir rivayet de şöyledir: “Eğer hava bulutlu olursa otuz gün oruç tutunuz…”[3]

Demek İslami ibadet olan oruç ve bayramda, rü’yet-hilal (hilali görmek) esas olarak kabul edilmiştir. Hesaba da, takvime de yer verilmemiştir.Çünkü rüyette yanılmak olmaz. Fakat hesapta, takvimde ve rasatta vaki olur. Rasathanelerin, hesaplayıcılarında bile kendi aralarında ihtilafa düşmeleri, bu gerçeği açıkça göstermektedir.

Bu meselede şaşmayan, değişmeyen hatta İslam alemiyle beraberliğimizi sağlayan yegane ölçü rü’yettir; hilali görmektir. Türkiyemizde rü’yet esas olarak kabul edilirse ki: İslama göre esastır (yukarıdaki hadisler meydandadır) ve ayrıca ihtilaf-ı metali’ -Ufukların ayrılışı- hükmü nazar-ı itibara alınmazsa ki, üç büyük imamdan Hanefi,[4] Hanbeli ve Maliki’ye[5] göre, oruç mevzuunda mutlak surette nazar-ı itibare alınmamıştır. Ve Şafii mezhebinde de hakim, rü’yete dair muteber şahidliğe dayanarak oruca hüküm verirse “İhtilaf-ı Metali” hükümsüz kalır. Yani Şafiiler de metali’lerin (ufukların) ihtilafına rağmen bu takdirde Hanefi’ler gibi oruç tutmak zorundadırlar. [6]
Bu iki hususa riayet edilirse oruç ve bayramlar mevzuunda bizim ile diğer İslam alemi arasında hiçbir farklılık kalmaz. Ve bugün umum İslam aleminin şiddetle muhtaç olduğu birlik ve beraberliğe doğru, ilk adım atılmış olur.

Astronomik hesaplara yer vermeyen başka bir hadis rivayeti daha var. Şöyle ki:
Hilali görünceye kadar oruç tutmayın ve hilali görünceye kadar da bayram yapmayın.”[7]

Bu kısa ve özetleyici açıklamadan sonra Mü’min kardeşlerime şöyle seslenmek istiyorum:
Türkiye Müslümanları olarak oruç ve dini bayramlar meselesini bir takım resmi beyanlara bırakmamalıyız. Onların bu mevzudaki gayr-i İslami fetvalarına uymamalıyız. Çaresini kendimiz bulmalıyız. Yani adamlarımızı gönderelim, gözetlesinler. Bu İslami bir vecibedir. Diğer taraftan da İslam alemini dinleyelim. Ona kulak verelim. Çünkü Türkiye hariç, umum İslam alemi Ramazan ile dini bayramları tesbit hususunda rü’yeti esas kabul ederek anlaşmıştır. Bir yerde görüldüğü takdirde oranın Kadı’sı radyo ve televizyona çıkar, bütün dünyaya ilan eder. Ve diğer İslam alemi de oruç tutmakta olsun, bayram etmekte olsun haklı olarak ona uyar.

İslamın sarih emri, kameri ayların başlarını tesbit hususunda, rü’yeti esas olarak kabul etmektedir. Türkiye hariç, İslam alemi bu emri tatbik etmektedir. İhtilaf-ı Metali’a (ufukların değişmesine) gelince; o da üç mezhebe göre suret-i kat’iyede hükümsüzdür. Dünyanın herhangi bir yerinde rü’yet şahitlerini dinlemiş, Kadı tarafından Ramazan ve yahut Bayram ilan edilirse, İhtilaf-ı Metali’ Şafiiler içinde geçersiz olur. Zira, İslamda coğrafi hududların hiçbir değeri yoktur. Bütün yer yüzü mü’minler için birdir.

Bu dini meselemizi düzenin adamlarına bırakmayalım dedim: Çünkü, onlar; İslami manada liyakat aramayan, mevcut düzene borçludurlar. Onlar, bu düzen sayesinde o mevkilere gelmişlerdir. Yoksa o kudsi makamların yakınından bile geçemezdiler. Çünkü Türkçe tercemeler hariç, direkt olarak asıl İslami kaynaklardan istifade edebilecek ilmi seviyeden mahrumdurlar. Sözün kısası düzene borçludurlar…

Onun için İslamın değil, düzenin istikametinde fetva çıkartmak, düzene yaranmak ve daha iyi bir makam ve istikbale sahip olabilmek için daha büyük yatırımlarda bulunmak onların şanıdır. Ve aynı zamanda normal haklarıdır.

Demek istediğim oruç, dini bayramlar ve benzeri meselelerde bu zevatlardan müsbet ve doğru bir şey beklenemez! Onlar, İslamın görüşünü söylemek kudretine sahip değillerdir. Vesselam…

Kameri Ayların Tesbiti Ve Ramazanın Başlangıcı II
Geçtiğimiz senelerde bazı gazetelerde yayınlanan “Kameri ayların tesbiti” başlıklı yazıma şunu da ilave etmek istiyorum. Sayın Diyanet İşleri Reisi düzenlediği basın toplantısında, geçen yıllarda İstanbul’da toplanan “Rü’yet-i Hilal Konferansı”nın aldığı kararı lütfederek açıkladı. Gördük ki mezkur karar aldatmaca, fantezi ve hiç bir müslümanı bağlamayan bir karardan başka bir şey değildir.

Evet orada alınan karar maalesef İslami bir ölçü olan “Rü’yet-i Hilal”e göre değil, ancak hesaba göredir, takvime göredir. Rü’yete göre olmuş olsaydı daha Ramazan’a bu kadar zaman varken Ramazan’ın ilk günü nasıl tayin edilirdi. Doğrusu bu fakir milletten alınıp o kongreye katılan zevatlara bilhassa Tarabya Oteli gibi bir yerde sarf edilen paraya çok yazık oldu. Çünkü Kongre ile hiçbir şey değişmedi. Hiçbir İslami karar alınmadı. Üstelik sayın Reisin, şaşmazlığına kuvvetle iman ettiği Kandilli Rasathanesi tarafından yapılan takvimlerin yanlışlığı ortaya çıkarıldı. Yani İslami ölçüler uğrunda değil, pisi pisine Türkiye’nin milli hissi rencide oldu. Onların hatalı olduğu kabul edildi.

Bir de sayın Reisi Kongre kararını birleştirici bulduğundan ötürü memnuniyetlerini bildirmişlerdir. Şaşılacak şey, sayın Reis neden bu kadar sevinmiştir. Oysa ki üzülmeli idi. Çünkü İslam dünyasının, efendimizin yer vermediği bir metodun-mesela hesabın, takvimin- ışığı altında beraberce oruç tutup beraberce bayram yapması bizim için gaye değil. Asıl gaye, İslami ölçüler içerisinde beraberce hareket etmesidir. İşte bizi sevindirecek budur ve bu olmalıdır. Şüphe yok ki, Kongrenin aldığı karar bu haliyle hiç de sevindirici değil, aksine çok üzücüdür. Zira, Resulullah’ın bu hususlarda bize gösterdiği düsturlara karşı çıkmaktadır. Binaenaleyh başkanın mezkur karara karşı izhar buyurduğu memnuniyetin sebebini bir türlü anlayamadık. Eğer reis, sadece karar İslamiyete ters düştüğü için memnun olmuşsa, o bizi ilgilendirmez.

Şimdi sayın başkanı köşeye sıkıştırmak için burada birkaç sual sormak istiyorum:
Sayın Altıkulaç, (24 Temmuz akşamı Ramazan Hilali ülkemizin hiçbir yerinde, hatta en batıdaki İslam ülkesi olan Fas’ta bile görülmeyecektir. Ancak Batı Afrika sahillerinde ve batıya doğru giderken görülebilir) diye konuşmuştur. Peki bizde ve yahut başka herhangi bir İslam ülkesinde hilal görülürse, af buyurun, sayın başkan, yalancı durumuna düşmez mi Onun gibi bir zatın biraz ihtiyatlı konuşması gerekmez miydi.

Neye dayanarak bu kadar kesin kehanetlerde bulunuyor. Biliyorum, hesaba dayandığını söyleyecek, ama hesap bu kadar kesin olsaydı o vakit İslam, ayların tesbitinde Rü’yet-i değil hesabı esas olarak kabul edecek idi. Bakınız rasathane hesabına dayalı Türkiye’de basılan tüm takvimlerin yanlışlığını başkan Tayyar da kabul etmiştir. Kabul etmiştir ki Ramazan, takvimlerimizin hesabından bir gün önce kutlanacaktır diyor. O halde hesapta bir kesinlik yoktur. Hesapta yanılmak mümkündür.

Yine sorularımıza devam edelim: Mesela 23 Temmuz akşamı Ramazan hilali herhangi bir İslam ülkesinde bir, iki ve yahut daha fazla Mü’min kişiler tarafından görülürse ve bunların şahitlikleri de İslam Kadı’sı tarafından ilan edilirse, Reis bey o zaman ne diyecek, Biliyormusunuz “Öncede hilalin yokluğuna hükmeden hesabın görüşü, şahidlerin şahidliğine tercih edilir. Yani şahidlerin şahitlikleri kabul edilmez. Ancak hesaba göre amel edilir,” diyecektir. Gerçekten reisin görüşü budur. Belgelerle de tevsik edebiliriz…Reisinki budur. Ama İslam’ın görüşü ise tam bunun tersidir. Yani hesaba değil, şahitlerin kavline itibar edilir.

Dahası var, sayın Hafız Tayyar, basın toplantısında şunları da söylemiştir: “Ülkemizde ve bütün İslam dünyasında da bu Rü’yet-i Hilal’in Batı Afrika sahillerinde ve batıda görülmesine itibar edilerek 25 Temmuz günü oruca başlanacaktır” ifade bu.-Rü’yete itibar edilerek- yalnız kelamın siyak ve sibakın yardımıyla anlaşılıyor ki, Tayyari iddiasına göre hilal, İslam ülkelerinde pek görülmeyecektir. Daha ziyade gayri İslami ülkelerde görülecektir. Bu itibarla hilal, gayrimüslimler tarafından da radyo ve televizyon ile dünyaya ilan edilirse bu şahidlik ve yahut bu ilan dinen geçerli sayılır mı. Şüphesiz ki sayılmaz. Çünkü şahidlerin, bütün mezheplere göre, müslüman olması, hatta fasık olmaması şart olduğu gibi, ilan edenin de kadı olması şarttır.
Öyle ise reis bu çok önemli noktayı niçin kapalı bırakmıştır. Ve bunun üzerinde hiç durmamıştır, neden “Bu Rü’yete itibar edilir…” demekle çok yanlış intibalar bırakılır.

En sonda sayın başkan benim ekleyeceğim şu birkaç cümleye de lütfen tahammül etsin: “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir” derler ya! Çok doğrudur. Zaten mahut Kongrenin ne mal olduğu birinci günde bile anlaşılmıştı. Çünkü sayın Tayyar ile O’nun velinimeti bulunan Dr. Lütfi Doğan beyler kongreye katılan bütün delegeler namına solcu, sosyalist, Lübnan delegesi Suphi Salih’i konuşturdular.
Aman Allah’ım! Adam ne herzeler yedi, ne hatalar işledi! Aslında bir edebiyat hocası olan bu zat, büyük bir müctehid ve müfessir edasıyla başladı, ayetlerle hiç alakası bulunmayan şahsi görüşlerini ayetlerin içine sokmaya… Bir zorlama, bir münasebetsizlik, bir tahrif ki sorma…İşte biz tam orada bu kongrenin sadece şekli bir kongre olduğunu ve bundan İslam’a uygun bir kararın çıkmayacağını kesinlikle anladık. Birinci gün reisin yaptığı açılış konuşması ve onu takip eden Suphi Salih’in saçmalarıyla geçti. Ertesi gün ise delegeler dışında hiç yetkili bir din alimi içeri alınmadı, konuşturulmadı. Ve böylece meydan tamamen yetkisiz etiketlere kaldı. Onun içindir ki Rü’yet-i Hilal kongresinde İslami ölçü olan Rü’yet, esas olarak kabul edilmedi.

Tekrar ediyorum, kabul edilmiş olsaydı, bundan sekiz ay önce Ramazan’ın birinci günü tayin edilmezdi. Bu açık gerçektir…Şimdi biz Türkiye Müslümanları olarak bu meselemizi de yine İslam’ın gösterdiği ölçüler ve esaslar içerisinde hal etmeye çalışacağız. Hiç kimse bizi merak etmesin.

Kameri Ayların Tesbiti III
Sabırla zaman mefhumu içerisinde her şey daha güzel ve daha net olarak anlaşılabilir. Mesela Ramazan Bayramı münasebetiyle bir basın toplantısı düzenleyen Tayyar Altıkulaç, bu sefer daha iyi anlaşılmış oldu. Yani aşırı derecede laik zihniyetli bir kişi olduğu bütün çıplaklığıyla meydana çıktı. Aksi takdirde, Suudi Arabistan’da iki şahidin şehadetiyle sübut bulan rü’yet-i hilali çiğneyerek Bayram gününde oruç tutulabilir miydi. Fakat maalesef…Orada bayram günü bile oruç tutabilmiştir. Çünkü bağlı bulunduğu laik düzende bayram ile oruç ölçüsü rü’yet değil, hesaptır. Takvimdir. Oysaki hilal, Suudi Arabistan’da şahitler tarafından görülürken hesaba göre daha görülmesi imkan dahilinde değildi. Bu sebeple laik reis iki şahidin şehadetine değil, yine hesaba, yine takvime, yine rasada uymuştur.

Bu zihniyete sadakat ve bağlılık ancak bu kadar olabilir. Doğrusu! Sayın Reis düzene sadakatini göstere dursun, biz gelelim meselemize: Şimdi reisin Suudi Arabistan’da bayram günü orucunu bozmaması, İslam şeraiti açısından ele alındığı zaman dört mezheple son derece ters düşmesi hemen görülür. Her ne kadar laik düzene uyuyorsa da. Çünkü üç mezhebe-Hanefi, Hanbeli, Malikiye- göre hilal meselesinde hesaba hiç yer verilmemiştir.
Geriye Şafii mezhebi kalıyor: O mezhepte de eğer hesapla rü’yet çatışırsa, mesela bir taraftan iki adil şahit hilali gördük dese, öbür taraftan da hesapçılar hayır hesap düsturlarına göre bu gece hilali görmek mümkün değildir diye iddia ederlerse, Şafii ulemalarınca mutlak surette adil şahitlerin şahitliği tercih edilir. Hesapçıların sözüne hiç itibar edilmez. Şafii ulemalarından yalnız Süpki “Bu surette hesap tercih edilir” demişse de alimler tarafından gereken cevabı almıştır. Demek iki şahit şehadette bulunduktan sonra artık hesap mesap hepsi çöp tenekesine atılır. Hiçbir değeri kalmaz. Zira Hz. Peygamber, şahitliği kesin bir inanç gibi kabul etmektedir.

Kendisini hatalı yoldan kurtarmak gayesiyle bu mevzuda sayın Reise samimi bir tavsiyem olacaktır: Her ne kadar kendisi Arapça yazılmış eserlerden istifade edemiyorsa da yüksek din kurulunda bilenler var. Sayın Reis onların yardımıyla lütfen Şafii ulemasından Remli’nin el Feteva adlı eserine ve aynı zamanda İbnu Abidin Haşiyesinin ikinci cildinin 92. sahifesine baksın ve haklılığımızı gözleriyle görsün. Doğrusu ülkemizde görünürde en yüksek dini makamı işgal eden bir zatın hiç İslamı bilmiyormuş gibi konuşması Müslüman halkımızı cidden üzmekte, hatta rencide etmektedir.

Hesapçılar Ve Ehliyet Meselesi
Reis, İbnül Baz isteğimi yerine getirmedi, diye ondan yakınmaktadır. Fakat biz Suudi Arabistan’ın umumi müftüsü hükmünde olan Sayın İbnül Baz’ı yerden göğe kadar haklı görmekteyiz. Zira rü’yet birinci gece iki adil şahidin şehadetiyle sübut bulduktan ve yetkili makamlar tarafından da ilan edildikten sonra artık ikinci bir heyetin ikinci gece hilali görüp görmemesi, şeran ve dinen hiçbir şeyi değiştiremez. Çünkü İslami şeriatını çok iyi bilen Sayın İbnül Baz, fuzuli ve lüzumsuz şeylerle uğraşmak istememiştir.Bundan dolayı İbnül Baz’ı tebrik etmek isteriz.

Bir de onun gibi yetkili bir zat hesapçıların sözüyle amel edilmez şeklindeki konuşması oldukça yerindedir. Gerçekten Hesapçılar fasık ve tacir kişilerdir. Onlardan kaç kişi namaz kılıp oruç tutar...İbnül Baz burada da kazanmıştır.

Şimdi sıra reisin basın toplantısında sarfettiği bazı sözlere geliyor. Bir yerinde diyor ki: Benden önceki sayın başkanlar da aynı yoldan yürümüşler. Şu günü Ramazan’ın 1. günüdür…Veya bayramın 1. günü felan gündür…diye önceden gerekli ilanlarını yapmışlardır. Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hasan Hüsnü Erdem beyler de dahil olmak üzere, hiçbir diyanet işleri reisi falan ülkede bayram ilan edildi…diye bayramı ilan yoluna gitmemiştir.

Acaba reis beye ne demeli galiba şunu söylemek daha doğru olur: Dinen yanlış bir uygulama kimler tarafından yapılırsa yapılsın yanlıştır, hatalıdır ve vebaldir. Velev ki uygulayanlar sayısız diyanet işleri başkanları olsun… Tayyar Altıkulaç hakkında söylediklerimizi onların hakkında da söyleriz. Diyanet İşleri Başkanlarının çokluğu hatta bazılarının ilmi şöhretleri; İslam’da meşru olmayan bir şeyi meşrulaştıramaz. Ve hatalı bir metodu hatalı olmaktan çıkaramaz. Zira kuvvet haktadır. Ne şahıslardadır, ne de vasıflarında…Biz şahısları hak metodlarıyla değerlendiririz. Yoksa hakkı şahıslarla değerlendirmeyiz. Sayın Reisin zihniyeti kesinlikle yanlıştır. Zira o hak budur. Çünkü falanca zat söylemiştir diyor.

Şahitlik Meselesi
Sayın Reisin İbnül Baz’a söylediği mantık dışı laflardan biri daha: Bizler sorumlu kişileriz. Herkesin şehadetiyle amel edilmez. Sorumsuz kişilerin (muhtemelen yalan beyanatı ile…) burada anladığım kadarıyla, sorumlu kişilerden reisin maksadı bir koltuğa, bir mevkiye, bir maaşa sahip olan kimselerdir. Sorumsuz kişilerden maksat ise bunlara sahip olmayanlardır. Sayın Reise soruyoruz: Peki İslam da böyle bir sınıflandırma var mı. Yani İslam diyor mu ki: Sorumluların şahitliği geçerli, sorumsuzlarınsa geçersizdir. Haşa, İslam şeriatı, bu gibi sakat ve adaletten uzak hükümlerden münezzehtir. İslam dini şahitliğin geçerliliği için adaleti şart koşmaktadır. Yani, islamda adil olan kişinin şehadeti kabul edilir. Velev ki maaşı, koltuğu ve dünyevi makamı bulunmayan dağ başındaki çoban da ola, gerçek budur. Bunun dışında laik zihniyetli kişiler ne söylerlerse söylesinler söyledikleri hiçbir müslümanı bağlayamaz.


[1] Sadreddin Yüksel,İslâmî Araştırmalar,Tuba Yayınları, İstanbul1982

[2]el Buhari, es Sahih, hno: 1907; Müslim, es Sahih, hno: 1081

[3]el Buhari, es Sahih, hno: 1906; Müslim, es Sahih, hno: 1080; Ebu Davud, es Sünen, hno: 2319

[4] Hidaye Şerhu Fethu’l-kadir, II.53 ; el Mavsili, el İhtiyar I. 129 ; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, II.131-132

[5] Kitabü’l-Fıkh Ale’l-mezahibi’l Erbea , I.550

[6] İbn Hacer el-Heytemî,Tuhfetü’l-muhtac, III.383

[7] Seyyid Mansur Ali Hasif el-Hüseyni eş-Şafii, Tacu’l-usul, II.54

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :