Yazar Adı : | İlim Dalı : Biyografi |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : |
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2014-03-25 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Osmanlının Son Şeyhülislâm'ı Mustafa Sabri Efendi
Tarihi bir şahsiyet anlatılırken, üç yönden bakılır ve iç kimliği ile anlatılırsa tama yakın tanıtılmış, tanınmış olur:
Nesebi, 2-Hasebi, 3-Eseri.
Nesebi derken, soyağacı; çıktığı aile, çevre, soy ve doğurup yetiştiren ailenin özellik ve faziletleri (veya zıttı) kastedilir.
Böylece, nerden nereye varıldığı da görülür. Veya bu hüviyyet, hazıra mı kondu, yoksa öz emeğiyle mi bu kişiliğe ulaştı sorusunun da cevabı verilmiş olur. Özellikle Peygamber (s.a.v) hayatında bu çok önemli ve temeli belirten yöndür. İlim adamı için de, iyiye de kötüye de temel olması bakımından hayati önem taşır. Meselâ, şu an ülkemizde "ahfâd" olarak, Osmanlı'nın ünlü ve rütbelilerinden varlıklarından sürüp gelenlerin birçoğu o kökün imkânlarıyla beslenip, bu dönemde de iyi mevkilere veya pozisyonlara ulaşanlar var ki; birçoğu o geçmişten aldığı iyi veya kötü mirası temsil etmeleri yanında, geldiği kötü kaynağı sürdürenler de vardır.
Mustafa Sabri Efendi, son devrin üst düzey Sünnî İslâm âlimlerindendir. Yüzyirmiyedinci Osmanlı Şeyhülislâm'ı olan Mustafa Sabri Efendi, 1869 yılında Tokat'ta doğdu. 1954'te Mısır'da vefat etti.
Osmanlı Devleti son döneminde özellikle II. Abdülhamid'in başlattığı müsbet gelişmelerin sonucu tıpkı erken Osmanlı seçkinleri gibi, seçkin adamlar yetiştirmiştir. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, bu dönemde yetişmiş ama Ebussuud ve İmam Birgivi gibi (Şeyh Nedvi'nin dediği tarz) eserini Arapça yazabilen ideal âlimlerdendi.
İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Kayseri'ye gidip, Kayseri Medresesi'nde Divrikli Hacı Emin Efendi'den ilim aldı. Daha sonra İstanbul'a gelerek huzur dersleri mukarriri [1] Ahmed Asım Efendi'den okuyup icâzet (diploma) aldı.
1890 senesinde yapılan ruûs [2] imtihanını kazanarak, yirmi iki yaşında dersiam oldu ve Fatih Cami'sinde ders vermeye başladı, elliden fazla talebeye icâzet verdi.
Beşiktaş Asâriye Camii İmâmlığı da yapan Mustafa Sabri Efendi, dördüncü rütbeden Osmâni ve Mecidi ilim nişânlarını aldı.
1900 yılında II. Abdülhâmid Han'ın Hâfız-ı Kütübü oldu. Bir altın liyâkat madalyası ve dördüncü rütbeden Osmâni nişanı verildi. 1908'de Tokat Meb'usu seçildi. Bu arada Fatih Camii Müderrisliği görevini de yürüttü.
İttihat ve Terâkki Partisi'ne karşı çıkıp o zaman yayınlanan "Beyân-ül Hâk" dergisinde başyazar olarak yazılar yazdı. İttihat ve Terâkki Partisi'ne mensub olanların kendisini öldürme teşebbüsleri üzerine Romanya'ya giderek bir müddet orada kaldı. Daha sonra İstanbul'a dönüp Süleymaniye Medresesi'nde Hâdis-i Şerif Müderrisliği yaptı. 4 Mart 1919 tarihinde Şeyhülislâm oldu.
Yedi ay süren bu vazifesinden sonra görevden alındı. 1920'de yeniden Şeyhülislâm olup iki ay daha bu vazifede kaldı. 1922 yılında İstanbul'dan Kahire'ye giderek orada yerleşti ve Ezher Üniversitesi'nde Müderrislik yaptı. Türkçe ve Arapça çeşitli eserler yazmıştır.
İlimde çok kuvvetli olan Mustafa Sabri Efendi, Mısır'da Ezher Medresesi'nde bulunduğu sırada verdiği derslerde son derece faydalı oldu.
Doğru yoldan ayrılarak sapık bir yol tutan Muhammed Abduh ve ona aldananlarla yaptığı ilmi münazâralarda, onların bozuk fikirlerini çürüterek sapıklıklarını ortaya koydu. Böylece birçok kimsenin bunlardan etkilenmesini önledi. Ehl-i Sünnet itikadına saldıranların maskelerini indirdi.
Mezhepsizlere karşı sağladığı başarıyı şöyle ifâde etmiştir. "Benim bu başarım Hakk'ı müdafaa etmiş olmamdandır."
"Abduh'un tuttuğu bozuk yolun hülasâsı şudur: Ehl-i Sünnet İtikâdı üzere tedrisât yapmasıyla tanınmış olan Ezher Üniversitesi'ni karıştırıp Ezherlilerin çoğunu adım adım dinsizlere yaklaştırmış, ama dinsizlerin bir adım bile dine yaklaşmasına sebeb olamamıştır... Hocası Cemâleddin Efgâni vâsıtasıyla Ezher'e masonluğu sokan O'dur. Nitekim bir takım yanlış işlerin revaç bulması hususunda Kasım Emin'i teşvik eden de odur..."
Musa Bigiyef (Carullah)ın, "Rahmet-i İlâhiye Bürhanları" kitabına reddiye olarak yazdığı "Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymeti İlmiyesi" ve "Dini Müceddidler..." öbür eserleridir.
Bu ve benzeri eserler ve yazdığı makalelerle Mısır'daki ve onları rehber alan Rusya'daki Musa Bigiyef (Carullah) gibi, aklı karışmışları şiddetle sarsmıştır. Çünkü merhum Şeyhülislâm, medreselerin yetiştirdiği son harikalardandı.
Osmanlı yıkılırken II. Abdulhamit yönetiminin de üstün gayretiyle adetâ önceki asırları geçmişti. 33 yıllık döneminde 1890-1905'e kadar, askeri alanda başarılar, Yunan Harbi gibi. 93 Harbi'nde de Gazi Osman Paşa gibi komutan, Gazi Ahmet Muhtar Paşa gibi fen adamları ortaya çıkmıştı.
Eğitimde, önemli okullar açılmıştı. Baytar Mektebi, Yüksek Öğretmen Okulu gibi. Fabrikalar kurulmuştu: Paşabahçe Cam Fabrikası ve Beykoz Ayakkabı Fabrikası gibi.
İlimde sonuçlar alınmıştı: Mustafa Sabri, Zâhid el-Kevseri, M. Zihni Efendi, Ahmet Cevdet Paşa, Manastırlı İsmail Hakkı gibi.
Şairler yetişti: Abdülhak Hamit Tarhan, Cenab Şahabeddin, Mehmed Akif, Süleyman Nazif gibi.
Yazarlar yetişti: Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem, Hüseyin Siret gibi.
Kurrâlar yetişti: Ali Üsküdarlı gibi.
Hattatlar yetişti: Hattat Hamit Aytaç gibi. Tabii, Şeyhülislâm Mustafa Sabri baş köşede. O ilmi, fikri ve celadetiyle, hem kültür ortamında, hem idâre ve siyaset ortamında varlık göstermiştir.
Hasebi: Merhum Mustafa Sabri Efendi esâsen, dersinde veya sohbetinde bulunanların müşâhedeleri, hatıraları ve aldıklarına bakınca onun, hasebini, iman, ahlâk, düşünce ve ilmi yüceliğini kavramak mümkün. Tabii kendi dönemindekilerden kimse hayatta kalmadı. Ama Mısır'da tahsil gören (bizim ulaştığımız) zevâtın, anlattıklarını özetleyelim:
İlmi, hâfızası, diyanetine ve dirayetine dâir Şeyhülislâm iken, makama bir adam gelir ve "benim bazı sorularım var, cevap verin" der. Orada bulunan ulemâ Şeyhülislâm'a yönlendirirler. Adam, sorularımı tek tek sorayım siz cevaplandırın, deyince Şeyhülislâm:
-"Efendi, sen ne kadar sorun varsa hepsini söyle" der. Adam otuz kadar soruyu sıralar.
Hocaefendi başlar ve sırayı da bozmadan bütün soruları cevaplandırır.
Bu ilmi kudret ve güçlü hafıza, oradaki ilmiye sınıfını heyecanlandırır ve hepsi kalkar hoca merhumun elini öpüp tebrik ederler.
Beyan-ul Hakk dergisinde yazdığı dönemlerde, o günün ünlü şâir ve yazarı Cenab Şahâbeddin'in İslâm'a ters düşen bir ifâdesini reddeden makale yazar. Dergi sorumluları Şeyhülislâm'ı uyarırlar:
-Hocam zamanının en güçlü edibiyle kalem tartışmasına (polemiğe) giriyorsunuz, nasıl olur? Cevabı müthiştir:
-İşin farkındayım! Evet ben başpehlivanla güreşe çıkıyorum. Yenilirsem ayıp olmaz. Ama yenersem, başpehlivan olurum!
Ve yazısı çıkıyor. Cenab Şahâbeddin okuyunca çarpılıyor. Makama geliyor, diyor ki:
-Hocam yazınızdaki mantığa hayran oldum. Yani yazının bütünlüğü içindeki tutarlılık, insicam, başıyla sonu arasındaki uyum; fikrin akılla ve delillerle mükemmel kompozisyonuna hayran kaldım [3].
Siyasi nedenlerle Balkan şehirlerinde eyleştiği, gazete çıkardığı, oradan da Mısır'a geçtiği bilinen haldir.
Yunanistan'da çıkardığı Yarın Gazetesi’nden rahatsız olan yeni rejim, Yunan Başbakanı (İstiklal Savaşı'nın mağlup komutam) Venizelos'tan, hocanın sınır dışı edilmesini istemiş. Bunu öğrenen Yunan Kilisesi mensupları bir kadirşinaslık ya da din âlimine değer verme jesti ortaya koymuşlar: Hocayı ziyâret edip, "Venizelos haydutu seni sınır dışı edemez! Çünkü sen İslâm Dünyası'nın Papası mevkiindesin!.." demişler. Ve tabii o dev şahsiyet, vesâyete de razı olamazdı. Onun için, Mısır Büyükelçiliği'nden iltica istemiş ve Mısır'a intikâl etmiştir.
Mısır'a gidişinde, T.C. rejiminin telkini ile hoşnutsuzluk gösterilse de ilim dünyası ona sâhip çıkmıştır:
Bir Ezher âlimi şu beliğ tasvir ile Şeyhülislâm ve yardımcısı Zâhid el-Kevseri'nin Mısır'a gelişini ve getirdiğini özetlemiştir:
Bununla tabii, iki şahsiyetli âlimin, Mısır ikliminde yazdıkları, ilim ve fikir ağırlıklı eserleriyle, Efgani, Abduh ve Reşid Rıza'yla birlikte Ferit Vecdi, Ahmed Emin vb.'nin çanına ot tıkamış olduğunu bildirir!.. Meselâ "Makâlât-ı Kevseri"deki tesbitler adeta kerâmet gibi tecelli etmiştir. "Mezhepsizlik Dinsizliğe Götüren Köprüdür..." ve benzeri..
Şeyhülislâm Mısır'da iken, Sultan Vahdettin de Mısır'a geliyor.
Orada Sultan ve Hoca bir araya geliyor. Tabii Padişah Mısır'da hoş karşılanmamış. Bu haldeyken de Hicaz Şerifi (Osmanlı zamanından kalma bir unvan) davet ediyor.
iki devlet büyüğünü Şerif Hüseyin, Cidde İskelesi'ne halılar sererek karşılıyor. Mekke'de misafir ediyor. Sıcaktan bunalıyorlar. Tâife gidiyorlar. Orada huzurlu iken, Şeyhülislâm bir şeye muttali oluyor: Araplar aralarında konuşurken, "Hazır Sultan burada, Hilâfet unvanını isteyelim. Çünkü azledilmiş gibi bir hal var. Hilâfet askıda kalmasın!"
Şeyhülislâm durumu Sultana anlatınca, Sultan Vahdeddin çaresizlik içinde rıza gösterecekken, Şeyhülislâm uyarıyor:
Görüşleri:
Mustafa Sabri Efendi kendi döneminde yaygın olan pozitivist, materyalist ve ateist akımları nedeniyle daha çok kelâm ve usûlü'd- din konuları üzerinde durmuştur. Dikkat çeken görüşleri şöylece özetlenebilir:
Allah'ın varlığını ispatlayan en önemli delil Kur'an'da da sık sık işaret edilen gaye ve nizam delilidir. Evren hakkındaki bilimsel buluşlar bu delili beslemiş ve daha güçlü hale getirmiştir. Bunun yanında evrenin yaratılmış olduğunu vurgulayan hudus ve imkân delilleri de rasyonel açıdan hâlâ geçerlidir. Immanuel Kant'ın iddiasının aksine Allah'ın varlığı rasyonel bilgilerle kanıtlanabilir...
Nübüvvet inancını ulûhiyyete ve uhrevi sorumluluğa iman etmenin bir gereği olarak gören Mustafa Sabri Efendi, Allah'a ve Ahirete inanan, Batılı ateist filozofların Peygamberliğe olan ihtiyacı görememelerini şaşırtıcı bulur. Onların nübüvveti felsefi bir me'sele saymalarının Hz. İsa'nın tannlaştınlması inancından kaynaklanmış olabileceğini düşünür. Ona göre bu bakış, Ferid Vecdi, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Muhammed Mustafa el-Merâgi, Mahmud Şeltüt, Muhammed Hüseyin Heykel, Abbas Mahmud el-Akkâd gibi yeni akılcılık okulu mensuplarına ait olup, Peygamberin dâhiliğine vurgu yapan nübüvvet yorumu, nübüvveti İlâhi elçilikten çıkarıp insani düzeye indirir. Bunlardan bazılarının Peygamberlerin gösterdiği hissi mucizeleri inkâr etmeleri, Allah'ın irade ve kudretine olan imanı zedeleyici bir nitelik taşır. Zira bu, evreni belli bir düzende yaratıp onun varlığını devam ettiren Allah'ın bu düzeni değiştiremeyeceği anlamına gelir. Ayrıca bu mucizelere Kur'an'da ve sahih hadislerde açıkça yer verilmiştir. Peygamberin getirdiği dünyevi ilkeler insanlar arası münasebetlerin ana kaynağını teşkil eder. Bunların bir kısmını hukukun dışına itmek dinin ruhuyla bağdaşmaz...
Mustafa Sabri Efendi, batılılaşma hareketine karşı Islâmi inanç ve değerleri savunan İslâm düşünürleri arasında yer alır. Özellikle Immanuel Kant'ın rasyonel bilgiyi teolojik alanda dışlamasını eleştirmesi, evrim teorisinin gözlem ve deneye dayanmadığını vurgulaması ve inanç konularının bilimsel bilgilerle temellendirilme yönteminin yanlışlığını belirtmesi dikkat çekicidir.
Eserleri:
Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi: Musa Cârullah Bigiyef'in cehennem azabının ebedi olmadığını savunan "Rahmet-i İlâhiyye Burhanları" adlı eserine reddiyedir.
Dini Müceddidler Yahud 'Türkiye İçin Necat ve İtila Yolları"nda Bir Rehber: "Yeni Müslümanlar" adını alan Haşim Nahit ve arkadaşlarının İslâm'da reform yapılması gerektiğine dair görüşlerine karşı yazılmıştır.
Mes'eletü Tercemeti’l-Kur'an: Namazda Kur'an'ın Türkçe meâlinin okunması teşebbüslerini savunanlara karşı bir reddiye olan eseri.
"Mevkıfu'l-beşer tahte Sultâni'l-kader",
"el-Kalüv'1-fasl bey- ne'llezine yü'minûne bi'l-gayb ve'llezine lâyü'minûn" Mevkıfü'l-akl adlı Hacimli eserinin özeti mahiyetinde, "Mevkıfu'l-Akl ve'l-ilm ve'l- alem min Rabbi'l-alemin ve ibadihi'l-mürselin" Usûllü'd-dine dairdir. İslâm'a göre din-siyaset ilişkisi gibi mevzuları ihtivâ eder.
Eserin, müellifin oğlu İbrahim Sabri tarafından yapılan Türkçe tercümesi henüz yayınlanmamıştır.
Mustafa Sabri Efendi'nin çeşitli dergi ve gazetelerde neşredilen çok sayıdaki makalesinden bir kısmı derlenerek kitap haline getirilmiştir.
İslam da İmâmet-i Kübrâ adlı eseri de Hilâfet ve siyaset konularında Yarın Gazetesi'nde çıkan bir dizi yazıdan oluşmaktadır.
[+] Ahmed Ergin Hocaefendi, Doğru Yorum gazetesi, Mayıs 2009, Sayı: 8.
[1] Padişahın huzurunda ilmi bir konuyu etraflıca anlatan.
[2 ] Dini ilimlerde bir derece.
[3] Bu medrese mantığı, medrese belagâtı, medrese metodolojisinin gücü demektir. Şimdiki bilgiçlere bakın, ne perişanlıktır. Türkiye Diyanet işleri Başkanhğı'nı temsilen bir Profesörün, bir köşe yazarına gönderdiği tekzipte en az (6) altı tane "dil, ifâde, terkip ve söyleyiş" hatasını tesbit ettik. Artık bilgi, düşünce ne halde olur, tahmin ediniz..
işin felaketine bakın ki; islâmcılık süksesiyle rejime tavır aldığı iddia edilen veya sanılan H. Karaman takımı, yine bu rejimin ihraç ettiği gerçek Islâm âlimlerine en çirkin tavrı alıyor ve onlann reddett