Hit (5364) M-2087

Din ve Bilim

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2012-04-19 Güncelleyen : /0000-00-00

Din ve Bilim

Bizler bütün kalbimizle Allah Teala’nın evreninde iradesini, çağdaş bilimin bazılarını keşfettiği kanunlar vasıtasıyla gerçekleştirdiğine inanıyoruz.

Artık Allah’ı tanıyan ve dine inananlar da bu dünyada bir hakikat olarak yaşayabilirler.

Bilimsel araştırmalar netice itibarıyla evrenin hakikatinin “akıl” olduğu gerçeğine varmıştır. Bu ise dinin doğruluğunu gösterirken ilhad’ın (ilahsızlık) yıkılışı manasına gelmektedir.

Din ve bilim çok geniş anlamlar taşıyan iki kelimedir.

Din; hayata özel bir bakıştır. Hayata belirli bir açıdan bakan ve belirli sınırlar koyan bir hayat tarzıdır.

Bilim Science, bilim adamlarının duyulardan yararlanarak yaptıkları, tecrübe edilebilir ve gözlemlenebilir nitelikteki araştırmalardır.

Bu temel açıdan ele alınırsa dinin de, bilimin de ilgi alanları birbirlerinden farklı ve oldukça geniştir. Biz burada din ile bilimi kanunları açısından değil, aralarında var olduğu öne sürülen bir çatışmanın gerçekte var olup olmadığı açısından inceleyeceğiz. Varsayılan bu çatışmanın neticelerini söz konusu edeceğiz.

Önce bilimsel keşiflerin dinin temellerini yerle bir ettiği iddiasına öz bir şekilde değinmekte fayda mülahaza ediyorum:

Artık gelenekselleşen din-bilim çatışması 18.yy. ile 19.yy.da ortaya çıkmıştır. Bu iki asır yeni keşiflerin yapıldığı , bunlara bağlı pek çok nazariyenin ortaya atıldığı bir zaman dilimidir. Bilimsel keşiflerin yapılmasından sonra birçokları artık Allah’a imanın bir ihtiyaç olmadığı vehmine kapıldılar.

Allah’a iman’ın belki de en önemli saiklerinden birisi evrendeki bu harika yapı ve nizamın, Allah dışında bir başka şeyle izah edilmesinin imkansız olduğunun düşünülmesiydi. Ama din karşıtları yapılan bilimsel keşiflerden sonra; evrenin oluşumunu bütün merhaleleriyle bilimsel olarak açıklayabileceklerini, dolayısıyla artık evrenin varlığının izahı için bir ilahın varlığını kabul etmeye gerek kalmadığını öne sürdüler ve böylece bir ilahın varlığı düşüncesi onlar için zorunlu bir düşünce olmaktan çıkmış oldu. Her zorunlu olarak kabulü gerekmeyen düşünce ise mesnetsiz ve asılsız olmalıydı...

Bu iddialar ilk ortaya atıldığı günlerde hem zayıf hem de çelişkilerle doluydu. Günümüz biliminin ulaştığı nokta itibarıyla ise böyle büyük bir iddiayı ispata yetecek derecede ve nitelikte delillere dayanmadığı ortaya çıkmıştır.

İnsanları artık bir ilaha inanma lüzumu kalmadığı kanaatine sevk eden bu bilimsel keşifler nelerdir ? Bunlar daha önce de geçtiği gibi evrenin bir takım kanunlara tabi olmasının keşfinden başka bir şey değildir.

İnsanlar daha önceki çağlarda gayet basit bir düşünce faaliyeti neticesinde; bütün gerçekleşen olayların arkasında bir ilahın varolduğuna inanıyorlardı. Ama yeni yapılan keşifler her olayın bir kanuna göre gerçekleştiğini ortaya koydu. Bunu çok basit tecrübelerle gözlemlemek mümkündür. Örneğin Newton , yaptığı gözlemler neticesinde gök cisimleri ve yıldızların belirli kanunlara tabi olduklarını ortaya çıkardı. Darwin yaptığı araştırmalarla insanın bir anda yoktan yaratılmadığını, aksine çok ilkel olarak başlayan canlıların en son ve en mükemmel halkası olduğunu ispat etti.

Yapılan bu kabil pek çok araştırma yeryüzünün ve evrenin tek bir nizama ve kanuna tabi olduklarını gösterdi. Bu nizamın ismi Tabiat Kanunu Law of Nature’dir. Ve çok güçlü olduğundan, sonraları olacak bazı şeylerin önceden söylenilmesi bile söz konusudur.

Evrenin bir ilahın sevk ve idaresinde olmayıp maddi kanunlar sayesinde bu nizam ve ahenk üzere kalması şeklindeki düşünce ve bunu ispatlayan bilimsel deney, tecrübe ve gözlemler oldukça garip ve sığ bir düşünceyi ve cinnet halini de beraberlerinde getirdiler. Örneğin alman filozof Kant: “Bana maddeyi getirin, ondan evren nasıl yaratılır size öğreteyim”,derken, Ernest Haeckel : “Su,kimyevi maddeler ve yeterli zaman olsa bir insan yaratabilirim,” ve Nietsche ; “şu an, artık ilah öldü,” diyebilmişlerdir.

Evrenin var edicisinin, akıl ve irade sahibi olmadığını öne sürebilmiş, evrenin başından sonuna maddeden başka bir şey olmadığını iddia etmişlerdir. Onlara göre canlı ya da cansız bütün evren kör ve cansız Madde’nin eseridir. Ve bilimin tespitlerine göre evrenin bir ilah tarafından var edildiğini öne süren dinlerin bu görüşlerinin hiçbir dayanağı yoktur. Durum böyle olunca bilimin bir ilah’ın varlığını kabul etmesi asla düşünülemezdi.

Söz konusu bilimsel keşifleri yapan öncüler, Allah’a iman eden bilim adamlarıydılar. Ama sonraki nesil bu keşiflerin bir yaratıcının varlığı inancını iptal ettiğini düşündüler. Maddi sebepler ve kanunların evrenin ve tabi olduğu nizamın izahına yeteceği tezinden hareketle, maddesel olmayan bir varlığın varlığının kabulüne gereksinim kalmadığını öne sürdüler ve şöyle dediler:

İnsan daha dürbünü bulmadan ve matematik kanunlarını keşfetmeden önceki cehalet döneminde evrendeki olayları sevk ve idare eden bir takım görünmez güçler olduğunu düşünürdü. Güneşin nasıl doğup battığını da bilemiyordu. Yeni astronomi araştırmaları büyük küçük ,evrendeki bütün cisimleri hareket ettiren bir evrensel çekimin varlığını ispat etti. Dolayısıyla da artık bir ilaha iman etmeye gerek kalmadı.

Sebep-sonuç kanununun keşfedilmesiyle gerçekleşen olayların madde ötesi gizli güçlerce gerçekleştirildiği inancının yanlışlığı anlaşıldı ve olayların izahı için metafizik gizli güçlere ihtiyaç kalmadı. Gökkuşağı güneş ışıklarının yağmur damlacıkları üzerinde yansımasından başka bir şey değil iken, onu Allah’ın varlığına delil kabul etmenin hiçbir gerçekliği olamazdı...Julian Huxley, devamla şöyle diyor: “Olaylar tabii sebeplerin sonuçlarıdır. O halde tabiat üstü bir takım sebeplerin sonuçları olamazlar.” Bir diğer deyişle: Evrendeki olayların sebepleri tabiat üstü metafizik etkenler değilse, olayların tabiat üstü bir varlığa dayandırılması nasıl caiz olabilir?

Din karşıtlarının bu delillendirmelerinde bir eksiklik ya da hata söz konusu olabilir mi? Bunu basit bir örnek üzerinde görebiliriz. Hiç tren görmeyen birisi, trenin raylar üzerinde hareket ettiğini görünce , bu ağır demir yığınları nasıl hareket ediyor diye merak etse, sonra lokomotifi görüp vagonların onun sayesinde hareket ettiklerini keşfetse; bu keşfiyle trenin gerçek hareket sebebinin yalnızca lokomotif olduğunu söylemesi ne derece doğru bir tesbit olabilir. Görüldüğü üzere işin aslı bu kadar basit değildir. Konu hakkında bir hükme varırken makineleri çalıştırıp yöneten makinistin, bu makineleri yapan mühendisin de göz önünde bulundurulması gerekir. Esasen trenin kendi kendisini var etmesi gibi bir şey söz konusu olmadığı gibi ,mühendisin müdahalesi olmadan hareket etmesi de söz konusu değildir. Makinelerin iç aksamı da trenin hareketinin izahı için yeterli olmazlar. Olayın hakikati, nihayetinde makineleri var eden sonra harekete geçirip yöneten bir akla dayanma durumundadır.

Bir hıristiyan bilginin: “ Tabiat evreni izah edemez. Haddizatında, kendisinin izaha ihtiyacı vardır” sözü bu bağlamda gayet yerindedir.Nature does not explain, she is in need of explanation. Zira tabiat evrenin hakikatlerinden sadece birisidir. Onun bir izahı ya da tefsiri değil.

Bir diğer örnek daha verelim. Civciv ilk günlerini beyaz sert bir kabuğun içerisinde geçirir. Sonra ondan bir et parçası olarak çıkar. Eskiden insanlar civcivi yumurtadan Allah’ın çıkardığına inanıyorlardı. Günümüzde gelişmiş aletlerle olayı takip eden bilim adamları 21. gün civcivin gagasında bir boynuzun çıktığını ve civcivin onu yumurta kabuğunu delmede kullandığını –boynuzun daha sonra tekrar kaybolduğunu- gözlemlemişlerdir.

Din karşıtlarına göre bu gözlem, civcivi yumurtadan Allah’ın çıkardığı eski inancını iptal etmektedir. Gerçekte ise 21. gün kanunu tarafından gerçekleştirilmektedir. Gerçekte ise 21. gün kanunu bir sebep ve fiziksel olay olmaktan öteye, olayın önceleri bilinmeyen bir diğer halkasından başka bir şey değildir. Keşif, olayın sebebinin keşfinden ziyade civcivin gelişiminin bir diğer halkasının keşfidir. Durum böyle olunca soruda da değişiklik zorunlu hale gelmektedir. Şimdi soru, yumurtanın kırılması üzerine değil, boynuzun nasıl ortaya çıktığına dair olacaktır. Olay dikkatle incelendiğinde boynuzu çıkaran etkenin, civcivin dışarı çıkmak için ona muhtaç olduğunu bildiğini göstermektedir. Vardığımız bu son nokta yani aletler vasıtasıyla yaptığımız gözlem olayın bir izahı değil, vakıanın daha detaylı ve geniş bir açıdan ele alınması ve incelenmesinden başka bir şey değildir.

Din karşıtlarının Allah yerine koymaya çalıştıkları kanunlar bizce tabiatın işleyiş üslubu ve kurallarıdırlar. Ve bizler bütün kalbimizle ve kuvvetimizle Allah’ın evrende iradesini –çağdaş bilimin keşfettiği bu kanunlar vasıtasıyla- gerçekleştirdiğine inanıyoruz.

Din alimlerinin denizlerdeki med ve cezir’in Allah tarafından oluşturulduğuna inanmalarını ele alalım. Bilim adamlarından birisi de çıkıp med ve cezir’in ayın çekim kuvveti ve suların coğrafi konumları Geographical Configuration sebebiyle olduğunu keşfetsin. Bizler bu bilimsel keşfi büyük bir gönül huzuru ile karşılar, mutlu oluruz. Zira ortada bu bilimsel keşfin kabulüne mani bir durum yoktur. Kaldı ki bu keşfin bizim inancımızla çelişmesi durumu da söz konusu değildir. Bizler med ve cezir’in ayın çekim kuvveti ve coğrafi konum etkenleri sebebiyle gerçekleştiğini kabul ederiz. Ama şu soruyu da sormadan edemeyiz; Çekim gücü nedir ? Coğrafi konum ,ne demektir? Her ikisi de Allah’ın mahlukudurlar. Allah onları irade ve fiillerini yürürlüğe koymada vasıta etmiştir. Bu vasıtaları kullanmasaydı evrende anarşi olur, ahenk ve nizam bozulurdu. Netice itibarıyla Allah Teala’nın denizlerin üzerinde cereyan eden bütün olayların ilk ve gerçek sebebi olduğu değişmez bir hakikat olarak tecelli eder.

Din karşıtlarının öne sürdükleri bu görüşlerin benzerleri Biyoloji ilminde de öne sürülmüştür. Bazıları varlık alemindeki hayatın, artık tabiat ötesi Metafizik bir sebebe dayandırılmak durumunda olmadığını öne sürmüşler, bir başka deyişle Hayat olayının izahı için ortak bir ilah’ın varlığını kabul etmenin gerekmediğini iddia etmişlerdir. Dayanak olarakta en son bilimsel araştırmaların; hayatın üç temel maddesel gücün bir araya gelmesinden oluştuğu neticesine varmasını göstermişlerdir. Bunlar:

- Üremenin devamı Reproduction.

- Doğan kardeşlerin birbirleriyle farklılaşmaları Variation

- Zamanın akışı içerisinde bu farklılıkların artarak gelişimini sürdürmeleri Differential Survival’dir.

Darwin’in tabii seçim kaidelerinin süregelen hayatın görünümlerine intibak ediyor oluşunu farz ettiğimizde; din karşıtları bizlerden hemen, dini söylem ve nazariyeleri reddetmemizi talep ediyorlar. Halbuki daha hayat’ın, din karşıtlarının iddia ettikleri gibi bir gelişim geçirip geçirmediği bir faraziye olmaktan öteye geçmemiş; yakini bir bilgi düzeyine ulaşamamıştır. Biz ispat edilmediğini bile bile bu nazariyelerini kabul etsek dahi bu dini inançlarımızda bir sarsıntı ya da bocalamamızı gerektirmeyecektir. Zira biz yine bütün kalbimizle ve samimiyetimizle bu gerçeğin Allah’ın yaratmadaki üslubu olduğuna, ve evrenin kör ve bilinçsiz maddenin yapısı bir fiil olamayacağına inancımızı sürdüreceğiz.

Basit bir düşünce ve gayretle de anlaşılacağı gibi Teknolojik İlerleme, gelişim diye niteledikleri şey ,Yaratılışta Gelişim ve ilerlemeden Creational Evolution başka bir şey değildir. Artık bu aşamadan sonra bilim adına dine karşı çıkanların bu nazariyeyi red için bir dayanak bulmaları söz konusu olamaz... İş bu noktada da kalmamaktadır. 20. yy.la birlikte bilim daha öncesinde olduğu derecede iddialarındaki kat’i ve keskin kanaatlerini yitirmiştir. Artık Einstein, Newton’un, Blanck ve Heigzenberg, Laplace’in yerlerini almışlardır. Ve günümüz itibarıyla din karşıtları geçen yüzyılda bilim adına öne sürdükleri iddialarını aynı güç ve kararlılıkla savunamamaktadırlar. Bununla birlikte hala ısrarla geçen yüzyıldaki görüşlerinin bilimsel olduğunu iddiasını sürdürmektedirler.

İzafiyet Teorisi ve Kuantum Fiziği Mekanik Kemmiyet Kanunu bilim adamlarını gözlem konusu ile gözlemleyen varlığın birbirlerinden ayrı olarak ele alınamayacağını itiraf durumunda bırakmıştır. Bunun manası ise bizlerin bir şeyin ancak bazı dış görünümlerini gözlemleyebilme imkanına sahip olup o şeyin gerçekliğini gözlemleme imkanından yoksun olmamız demektir. Öte yandan bu asırda gerçekleşen muhteşem bilimsel ilerleyiş bilim açısından dini çok önemli bir konuma getirmiştir. Newton’un iki asır bilim dünyasında fırtınalar estiren nazariyesinin eksik oluşunun yeni bilimsel araştırmalarla ortaya çıkması tam bir devrim olmuştur. Her ne kadar Newton’un eksik kalan nazariyesinin yerini mütekamil bir nazariye almamışsa da, yeni bilimsel düşüncenin felsefi sonuç ve gereklerinin eski düşüncelerden farklılığı ortaya çıkmıştır.

Öyle ki; yalnızca bilimsel verilerle hakikate ulaşılabileceği düşüncesi kabul görmeyen bir iddia haline gelmiştir. Ve çok sayıda büyük bilim adamı bilimin bizlere ancak cüzi bir bilgiye ulaşma imkanı verdiğini itiraf etmişlerdir.

Bilimin yeni tavrı böyleyken, çok değil yalnızca 100 yıl önce Tyndall Belfast konferansında Belfast Address : “Bilimin tek başına insanın bütün problem ve ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olduğunu” ilan ediyordu...

Bilim adamları bu tür nazariyeleri, hakikatin madde ve hareketten Matter and Motion başka bir şey olmadığı anlayışına dayanarak öne sürüyorlardı. Ama varlık aleminin madde ve hareketten ibaret olduğu şeklindeki anlayış ve yorum neticede tam bir hüsranla sonuçlandı. Laplace’in 18. yy. sonlarında “Büyük bir bilim adamının, atomların Nebula Nebulae bulutçuklarındaki ilk düzenlerini bulabilmesi halinde evrenin geleceğinin nasıl olacağını bilebileceğini ilan ettiğinde ,bu görüş en etkin çağını yaşıyordu. Ve o zamana kadar bilim adamları Newton’un nazariyesinin bütün bilimlerin anahtarı olduğuna inanıyorlardı.

Bilim adamları Işığı maddi kavramlarla açıklamaya yeltendiklerinde Newton’un nazariyesinin hatası ortaya çıktı. Yapılan çalışmalar netice itibarıyla onları, yapısını ve özelliklerini izah edemedikleri bir Esir Ether maddesinin varlığını itirafa götürdü. Bilim adamları birkaç nesil bu anlayış ve inanç üzerine kaldılar. Işığın maddesel olarak izahı için sayılamayacak kadar çok matematik yorum yapıldı. Maxwell’in deneyleri ile Işık, içinden çıkılmaz bir problem halini aldı. Bilim adamları onun mahiyetini nasıl izah edeceklerini şaşırdılar. Maxwell’in deneylerine göre Işık maddi bir şey değildi. Elektromanyetik bir dalga Electromagnetic Phenomenon yapısı vardır.

Her iki nazariye arasındaki bu farklılaşma bilim adamlarının Newton nazariyelerinin kutsal olmadıklarını anlamalarına değin devam etti. Elektriğin mekanik ve maddi bir unsur olduğunu ispat için sarf edilen onca gayretten ve bocalamadan sonra elektriğin Değişim Kabul Etmez Irreducible Elements bir yapıda olduğu itiraf edildi.

İlk bakışta bu itiraf çok basit bir şeymiş gibi görünüyorsa da esasta ileriye dönük çok önemli hayati etkileri olacak tarihi bir dönüm noktasıydı.

Biz her şeyin hakikatini biliriz, cümlesiyle ifade edildiği üzere eşyaya Newton’un bakışıyla bakarken; maddenin cismin kemmiyeti ve miktarı olduğunu bulduk.. Enerjinin temelinin hareket olduğuna, tabiatı iyi bildiğimize inanıyorken; elektriğin incelenmesinden sonra bu varlığın hakikatinin bilgisine ulaşmamızın imkansızlığını kavradık. Maddesel kavram ve manalarla onu yorumlamaktan aciz kaldık. Şu an için bile elektrik hakkında bildiğimiz en önemli veriler ölçü ve tartı aletlerini etkilemesinden öteye geçmemektedir. İşte bu nokta söz konusu itirafın önemi tecelli etmektedir. Tabiat ilmi ,ancak matematik ölçülerini bilebildiğimiz bir varlığın Entity varlığını itiraf etmiş olmaktadır.

Bundan hareketle bilinemeyen diğer bir takım meçhul varlıkların (unsurların) varlıkları da itiraf edildi. Ve tabiat bilimiyle herhangi bir şeyin gerçek varlığının bilgisine ulaşamayacağımız, kat’i bir bilimsel hakikat haline geldi. Elimizden gelen şeyin yalnızca söz konusu varlığın matematik yapısının Mathematical Structure bilinebilmesi olduğu ortaya çıktı. Günümüz itibarıyla bilim dünyasının en önde gelenleri, artık “varlıkları nihai suretlerinde gözlemleyebileceğimiz” şeklindeki kanaatin bir hayalden ibaret olduğunu itiraf eder oldular. Prof. Eddington, tabiat biliminin, varlık hakkında bize verebileceği tek bilimsel verinin Matematik Yapısının Ölçüleri, olduğuna inanan bilim adamlarının önde gelenlerindendir.

Görsel, Ahlaki ve Ruhi tarafları bir tarafa madde, cevher, ölçüler, zaman gibi yalnızca tabiat bilimlerinin konuları arasına giren şeylerin bilgisine ulaşmak, artık aynı metafizik varlıkların bilgisine ulaşmak kadar zor hale geldi.

Yeni tabiat bilimi direkt olarak eşyanın bilgisine ulaşma imkanını verememektedir. Bu varlıkların hakikatlerinin bilgisi, idrak sınırlarımız dışındadır. Biz onların hakikatlerine ancak zihinsel figürler sayesinde ulaşabilmekteyiz. Hangi zihinsel suret, zihinde hiçbir şekilde tasavvur edilemeyen bir şeyi bize aksettirebilir? Durum tabiat için de aynıdır. İdrak alanı dışındaki dış özellikleri ele alıp inceleyebilmesi söz konusu değildir. Ancak bir takım aletler vasıtasıyla Pointer Reading onların bilgisine ulaşmamız mümkündür. Bu çalışma ve araştırmaların evrendeki bir takım faaliyetleri tasavvur etmemize imkan verdiği bir gerçekse de bilgilerimiz yine de aletler vasıtasıyla elde edilmiş olmaktadırlar. Tasavvur ettiğimiz özellikler ve nitelikler eşyanın özelliklerini asılları değil onlara delalet eden zihinsel suretler olmaktadır. Bir başka ifadeyle; aracı ve vasıtalar yardımıyla yapılan araştırmaların eşyanın gerçek özellik ve nitelikleriyle olan ilişkileri aynı, telefon numarasının telefon sahibiyle alakası gibi bir ilişkidir.[1]

Bilimin, ancak eşyanın matematik yapısıyla alakalı bilgilere ulaşma imkanı verilebilmesi gerçeğinin bilim dünyasında çok büyük bir önemi vardır. Bu hakikatin ışığında artık peygamberin Allah’la irtibatının bir dış örneğinin Objective Counterpart olmadığı iddia edilemeyecektir. Zira bir peygamber ya da veli’nin bu tür tecrübelerinin benzer örneklerinin olduğu bilinmektedir. Ve artık dinsel ya da estetikle alakalı duygularımızın yanıltıcı dış görüntülerden Illusory Phenomena başka bir şey olmadıklarının iddia edilmesi söz konusu değildir. Ve artık Allah’a ve dine inanan insanların –bir hakikat olarak- dünyada yaşamaları mümkündür[2].”

Bilim adamı-felsefeciler bu tür yorum ve görüşleri Morton White’ın da ifade ettiği gibi şöyle niteliyorlar:

“ Sir Eddington,White Hid, Sir James Jeans gibi bilim adamı-filozoflar 20.yy.da yeni bir haçlı savaşı başlattılar.”

Sözkonusu bilim adamları tabiat bilim’in ve matematik bilimlerin en son bulgularını da kullanarak evrenin maddeci bir izahla yorumlanmasının yanlışlığını ortaya koydular. Morton White’ın White Hid hakkında söyledikleri diğerlerini de ihata edecek niteliktedir.

“O akılcı ve maddeci Felsefe devlerine kendi ürkütücü barınaklarında meydan okumuş büyük bir düşünür ve kahramandır.[3]

İngiliz filozof ve matematikçi, Alfred Nourus ve White Hid (1881-1947) “Tabiatın canlı olduğu” yani ruhsuz olmadığı, neticesine varmıştır.

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort