Hit (4409) M-2035

Şia da Fıkıh Usulü ve Şeri Deliller ( Tahrif İddiası )

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2010-10-31 Güncelleyen : /0000-00-00

Şî'a'da Fıkıh Usûlü ve Şer'î Deliller
Giriş:
Günümüze kadar yaşayan, fürû'u ve usûlü ile işlenmiş ve uygulanmakta olan bir fıkha sahip bulunan üç şî'a mezhebi vardır: Ca'feriyye, Zeydiyye, İsmâîliyye. Hem mensuplarının sayısı, hem de fıkıhlarının ilmî bakımdan işlenmişlik ve gelişmişliği ölçü olarak alındığında da sıralama yukarıdaki gibi olacaktır. Bu sebeple tebliğimizde Ca'feriyye mezhebi esas alınacak, diğer iki mezhebin farklı görüş ve hükümlerine yeri geldikçe işaret edilecektir.
Fıkıh usûlü ve hüküm delilleri bakımından Ca'feriyye mezhebi incelenirken bu mezheb içinde tarih ve kültürel şartlar dahilinde oluşmuş bulunan iki yöneliş ve yaklaşım grubunu gözönüne alma zarûreti vardır: Usûlîler ve Ahbârîler. Çünkü bu iki grubun delil anlayışları ve delillerden hareket ederek hükme varma usûlleri birbirinden oldukça farklı bulunmaktadır. Fıkıh usûlünü kuran, işleten ve geliştiren grup Usûlîler olduğu için tebliğde bunların görüş ve açıklamaları üzerinden yürünecek, Ahbârîlerin farklı düşüncelerine de gerektikçe yer verilecektir. Şiî-Ca'ferî mezhebinde ve usûlünde bu gruplaşma önemli ve etkili olduğu için mezhebin tarihi içinde gruplaşmanın nasıl meydana geldiğini, ne ifade ettiğini ve nasıl bir gelişme gösterdiğini, önemli mensuplarını ve bunların eserlerini -özet hâlinde de olsa- sunma zarûretini hissediyoruz.
Ca'ferî fıkıh tarihi, imamların gaybetinden önce ve sonrası, yahut Tûsî, Hillî gibi büyük fıkıhçılardan önce ve sonrası göz önüne alınarak "mütekaddimûn: öncelikler, müteahhirûn: sonrakiler" şeklinde dönemlere ayrılmıştır. Fıkhın tarihî seyrini ve dönemeçlerini vermesi bakımından metodolojide meydana gelen önemli değişmeleri göz önüne almak daha uygun olsa gerektir. Buna göre de Ca'ferî fıkhı sekiz devreye ayrılmıştır:11

1. İmamın gaybûbetinden önce:
Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanından başlayarak hicrî 260. yıla kadar süren bu devrede, "fıkhın doğrudan âyet ve hadîslere, başka bir ifade ile rivâyete dayalı bulunduğu" şeklindeki yaygın kanâatin aksine, ictihad ve istidlâl fıkhına da yer verilmiştir. En eski Şiî kaynaklarda yer alan rivâyetler12 imamların bunu teşvik ettiklerini ifade etmektedir. Bu rivâyetler arasında "Bizim işimiz fıkhın temel kâidelerini, prensiplerini vermektir; bunlardan gereken cüz'î cevapları çıkarmak ise sizin (imamlara tâbî olan müctehidlerin) işidir" cümlesi doğrudan imamlara nisbet edilmektedir. Fıkhın hadîsten ayrılarak tedvin edilmesine de bu dönemde, 2. asrın sonlarında başlanmıştı. Aynı devrede re'y ve kıyâsa karşı çıkan, fıkhın doğrudan rivâyetlere dayanması gerektiğini savunan ve bunu uygulayan Şiî fıkıhçılar da bulunmuş, bunlar da kendi tezlerini yine mezkûr kaynaklara dayandırmışlardır. Tabâtabâî'nin incelemesinden çıkan neticeye göre, bu ikinci yaklaşım, imamların karşı çıktıkları re'y ve kıyâs ile teşvik ettikleri ve örneklerini verdikleri ictihad ve istidlâli birbirine karıştırmaktan kaynaklanmıştır. Karşı çıkılan, imamlara göre mûteber olmayan re'y ictihadıdır ve Sünnîlerin uyguladıkları kıyastır (temsîl, analoji). Teşvik edilen ictihad ve istidlâl ise mantıkî kıyastır; tümdengelim (dedüksiyon) ve kapsam araştırması yoluyla hükme varmaktır.
Durum ne olursa olsun, bu iki farklı yaklaşımı, sonradan Usûlî-Ahbârî isimleriyle anılacak olan grupların ilk devir örnekleri olarak değerlendirmek mümkündür.

2. İlk gaybûbet (kayıplık) dönemi:
Gaybet-i suğrâ dönemi (hicrî 260-329 yılları arası) içinde ve dördüncü asrın sonlarına kadar Şiî fıkhında üç farklı faaliyet görülmektedir:
a) Hadîsçiler (ehlü'l-hadîs): Daha önceki asrın kıyas ve istidlâle karşı çıkan grubunun bir devamı sayılabilecek olan hadîsçiler bu tavrı devam ettirmişler, mezhebi takviye için bile olsa aklî-kelâmî istidlâl ve isbat usûlünü de kullanmamış, bunu yapanlara soğuk bakmışlardır.
Bu mektebin mensuplarını, hadîsi kullanma bakımından iki iç gruba ayırmak gerekir:
aa) Birinci grup rivâyetleri, râvilerin ahlâkî ve psikolojik durumlarına göre tenkit etmiş, her rivâyeti kabûl etmemiş, fıkıhla ilgili hadîsleri titizlikle toplamış ve en azından delillerin farklı hükümler getirdiği noktalarda bazı usûl kâidelerine temas etmişlerdir. Bununla beraber fıkhı hadîsten ayırmamış, ayrı fıkıh kitapları yazmamışlardır; hadîsleri bazen senetli, bazen de senetsiz olarak konularına göre toplayıp kitaplaştırmışlardır. Muhammed b. Ya'kub Küleynî (v. 329/940), Muhammed b. Hasen b. Ahmed b. Velîd (v. 343/954) ve Muhammed b. Alî b. Hâbeveyh Kummî es-Sadûk (v. 381/991) bu grubun örnekleridir.
ab) İkinci grup fıkıh usûlü ve hadîs tenkidi ilimlerinden tamamen habersiz, yahut bunlara karşı ilgisiz olarak ellerine geçen bütün rivâyetleri toplamış ve fıkhı bunlardan ibâret bilmişlerdir. Ebu'l-Huseyn en-Nâşî, Abdullah b. Vasîf (v. 366/976) gibi temsilcileri bulunan bu hadîsçiler grubunun, sonraki fıkıh kitaplarında pek isimlerine rastlanmamaktadır; birinci grubun görüşlerine ise itibâr edilmiş ve fıkıh kitaplarında nakledilmiştir.
Hadîsçiler bu dönemde giderek duruma hakim olmuşlar, usûl ve istidlâl fıkhı mağlub olmuş, o devrin en önemli Şiî merkezi olan Kum fıkıhçıları hadîsçilerin metodunu benimsemişler, her nevi istidlâl, ictihad ve akla dayalı tefekküre karşı çıkmışlardır.
Sonraki dönemlerde bu hadîsçiler mektebi "mukallide, haşviye, ashâbu'l-hadîs ve ahbâriyye" isimleriyle de anılacaktır.
b) Kadîmeyn (ilklerden ikisi): Üçüncü asrın ikinci yarısı ile dördüncü asrın önemli bir kısmında fıkıh çevresinde hadîsçilerin hâkimiyeti sürerken, birinci dönemin ictihad ve istidlâl fıkhına canlılık kazandıran, fıkhı hadîsten ayırarak tedvîn eden ve Kur'ân âyetleri ile hadîslere dayansa bile aklî istidlâl metodunu kullanarak hüküm çıkaran iki önemli fıkıh âlimi ortaya çıkmış ve bu ortak vasıflarından dolayı "kadîmeyn" şeklinde anılmışlardır:
1. Dördüncü ve beşinci asrın en önemli fıkıh kaynakları arasında bulunan el-Mütemessik bi-habli-âli'r-Rasûl isimli kitabın müellifi Hasen b. Alî b. Ebî-Ukayl el-Hazzâ.
2. "Tehzîbu'ş-şî'a li-ahkâmi'ş-şerî'a" ve "el-Ahmedî fi'l-fıkhı'l-Muhammedî" isimli eserlerin müellifi, dördüncü asır ortalarının fakihi Muhammed b. Ahmed b. Cüneyd el-İskâfî.
İbn Ebî-Ukayl, İbnu'l-Cüneyd'den biraz daha önce yaşamış olmasına rağmen, bundan sonra gelecek olan (üçüncü dönemi teşkil eden) kelâmcılar okulundan sayılmıştır. O da, kelâmcı-fıkıhçılar gibi Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet kaynağından çıkarılan genel hükümler ve prensipleri esas almış, bu prensiplere ters düşen ve istisnâ teşkil eden haber-i vâhide itibâr etmemiş, ancak mütevâtir ve meşhur rivâyetleri delil olarak kullanmıştır. Bu fakihin ictihadları ve görüşleri kendisinden sonra da kabûl görmüş ve kaynaklarda sıkça nakledilmiştir.
İbnu'l-Cüneyd de kelâmcılar okuluna mensup bulunmakla beraber, kat'î olmayan mezheb hadîslerini kabûl ettiği, bunlar üzerine hüküm bina eylediği için fıkıhta hadîsçi okula mensup sayılmıştır. Ancak illeti açık ve kesin olarak bilinen hükümlerde kıyâsı caiz gördüğü ve hadîslerin zâhirine göre hüküm yanında -yine nasslara dayanan- genel hüküm ve prensiplerden hareketle hüküm üretme yolunu tuttuğu için içlerinde öğrencisi Müfîd'in de bulunduğu birçok fıkıhçı tarafından sert tenkitlere marûz kalmış, yıldızının parlayabilmesi için altıncı ve yedinci asırları beklemek gerekmiştir.
c) Orta yolcular: Bunlar, yukarıda zikredilen iki grubun ortasında yer almışlar, hadîs metinlerinden bağımsız, ince hukûkî tahlillere dayalı bir fıkıh metoduna sahip bulunmamakla beraber, hadîsçilerin körükörüne rivâyetlere bağlı fıkıh usûllerini de benimsememişler, fıkıhta aklî istidlâl ve ictihadın gerekli bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Alî b. Bâbeveyh el-Kummî (v. 329/941), Muhammed b. Ahmed es-Sâbûnî (dördüncü asrın ilk yarısı), Ca'fer b. Muhammed b. Kavleveyh el-Kummî (v. 369/979) ve Muhammed b. Ahmed el-Kummî (v. 368/978) bu grubun önemli sîmâlarıdır.

3. Kelâmcılar okulu:
Dördüncü asrın sonlarına kadar Şiî fıkhında hâkim bulunan hadîsçiler yeni ve güçlü bir kelâmcı okul neslinin yetişmesi, bunların hadîsçilere karşı giriştikleri sert ve amansız mücâdele sonunda giderek zayıflamış, hattâ büyük ölçüde tarihe karışmışlardır.
Bu mücadelenin başında Şeyh Müfîd diye bilinen Muhammed b. Muhammed el-Bağdâdî (v. 413/1022) vardır. Müfîd, İskâfî, İbn Bâbeveyh, İbn Vasîf, İbn Dâvûd el-Kummî gibi önceki nesillerin ve mekteblerin temsilcilerine öğrencilik etmiş, gerekli bilgi birikimini sağlamıştır. Hadîsçilerin taassubunu ve dar çemberini kıracak başka bir yol bulamadığı için onların, Peygamber ve imamlar hakkında (onların yanılmalarının, unutmalarının mümkün olmaması gibi) aşırı itikâtları "mezhebde aşırılık" sayan düşüncelerini istismar etmiş, âvama hoş görünmeyen bu düşüncelere hücum ederek onları yıpratmıştır. Bu maksatla kaleme aldığı birçok risâlesi arasında birisinin "Mikbâsu'l-envâr fi'r-raddi alâ ehli'l-ahbâr" adını taşıması ilgi çekicidir.
Bu okulun ikinci önemli şahsı, Müfîd'in öğrencisi eş-Şerîf el-Murtazâ Alî b. el-Huseyn el-Mûsevî'dir (v.436/1044). Şerîf, birçok eserinde ve özellikle Cevâbâtu'l-mesâili'l-Mavsılıyye es-Sâlise, Risâle fi'r-raddi alâ ashâbi'l-aded, Risâle fî ibtâli'l-amel bi-ahbâri'l-âhâd13 isimli risâlelerinde Ahbârîlere şiddetle hücum ve Şeyh Sadûk dışındakileri sapıklıkla ittiham etmiştir. İbn Ebî-Ukayl çizgisinde yürüyen Müfîd ve Şerîf Murtazâ'nın gayretlerinin sonucu olarak beşinci asrın birinci yarısında Ehl-i Hadîs ve Ahbârî diye bilinen okul etki sâhasından tamamen çekilmiştir. Bunların karşısındaki okul ise eski kaynaklarda Mûtezile ve kelâmiyye, daha sonraki kaynaklarda ise Usûliyye adıyla anılmıştır. Mücâdele Ahbârîlerin yenilmesi ile sonuçlanmış bulunmakla beraber bunlar da karşı tarafı kısmen etkilemiş, bu etki, birinci dönemin Fadl b. Şâzân (v. 260/874) gibi kelâmcıları ile sonraki dönem kelâmcıları arasındaki bazı farklarda kendini göstermiştir.
Dönemin üçüncü önemli şahsı Takıyyuddîn b. Necmuddîn Halebî'dir. (v. 447/1055). el-Kâfî fi'l-fıkh'ın yazarı bulunan Halebî aynı zamanda Şerîf'in ileri gelen öğrencilerinden biridir.
Müfîd, Şerîf ve el-Halebî döneme damgasını vuran özgün görüş ve eserlerin sahibidirler, aynı dönemde yetişen ve çoğu bu üç âlimin talebesi olan diğer fıkıhçılar daha ziyade şerhçi ve hâşiyeci olarak faâliyet göstermişlerdir. Yukarıda da işaret edildiği üzere bu dönem usûlcüleri Kur'ân-ı Kerîm ve mezhebce kabûl görmüş sağlam kaynaklı hadîslere, bunlardan çıkardıkları genel hüküm ve prensiplere dayanmakta, bunlardan fer'î hükümler çıkarmaktadırlar. İmamlardan nakledilen ve senedi sağlam olmayan (yani bir iki râvinin rivâyeti ile gelmiş bulunan) hadîslere itibâr etmemektedirler, bunun yerine Şiî âlimlerin (müctehidlerin) ihtilâfsız benimsemedikleri görüşleri "amelü't-tâife, icmâ" isimleriyle alıp benimseme yoluna gitmişlerdir.

4. Şeyhu't-tâife okulu:
Şeyhu't-tâife (Şiîlerin üstâdı ve rehberi) unvânı ile anılan Muhammed b. el-Hasen Tûsî (v. 460/1068) dördüncü fıkıh döneminin âbide şahsiyetidir. Tûsî, usûlcü okulun ictihad ve istidlâl yolu ile hadîsçi-haberci okulun haber-i vâhidle amel prensiplerini almış, ikincisine -hadîsin sıhhatine katkıda bulunan- bazı unsurlar katarak bu iki farklı yaklaşımı uzlaştırmış ve bu sistem çerçevesinde yeni bir Şiî fıkhı çığırı açmıştır. Onun sayısız eserleri arasında, el-Mebsût bir fıkıh meselesinin çeşitli boyutlarını ve çözüm yollarını gösteren "tefrîî fıkıh"; el-Hilâf, Şiî ve Sünnî fıkıh mekteplerinin görüş ve ictihadlarını ihtivâ eden "tatbiki fıkıh, yahut mukayeseli fıkıh" nevilerinin en güzel örnekleri arasındadır. Tûsî en-Nihâye isimli eserini Şiî usûle dayalı sünnet fıkhına tahsis etmiş, Tehzibu'l-ahkâm ve el-İstibsâr isimli iki önemli ve büyük kitabında ise zengin rivâyet malzemesini (Şiî kaynaklı hadîsleri) toplayıp düzenlemiş, özellikle sonuncu eserinde hadîsler arasındaki çelişkileri gidermeye ve açıklamaya gayret etmiştir. Uddetu'l-usûl isimli kitabı, usûlün bütün bahislerini sistemli bir şekilde ele aldığı, bu arada kendi çığırını ve usûlünü açıkladığı önemli bir usûl kitabıdır.14 Tûsî bilhassa Mebsût ve Hilâf isimli eserlerine, Sünnî fıkıh kitaplarından önemli unsurlar aktarmış, bu yüzden Şiî fıkhın çehresinde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Ancak Şiî ve Sünnî fıkıh mezhebleri arasındaki usûl ve fürû farkları yüzünden bu iktibaslar tam olarak yerine oturmamıştır; bu bakımdan kitaplarında bir dağınıklık ve düzensizlik gözükmektedir. Alınan unsurları kısmen ayıklama, kısmen uzlaştırma ve düzeni sağlama işi ileride gelecek olan Muhakkık ve Allâme Hillî'lere kalmıştır.
Ebû Ca'fer Tûsî'nin okulunun etkisi, bir başka ifade ile devri üç asır sürmüş ve bu asırlarda yetişen fıkıhçılar, takip ettikleri yol ve yöntem bakımından, üç gruba ayrılmışlardır:

a) Şeyh'in tâbileri:
"Mukallidler" diye de anılan bu fıkıhçılar yeni bir şey yapmamış, yalnızca Şeyh'in yazdıklarını okumuş, açıklamış ve bunlara göre fetvâ vermişlerdir. En-Nihâye isimli eseri şerheden oğlu el-Hasen b. Muhammed et-Tûsî ile el-Muntehab fî mesâili'l-hilâf isimli eserin yazarı Emînu'l-İslâm Fadl b. el-Hasen et-Tabersî (v. 548/1153) bunlar arasındadır.
b) Tenkitçiler:
Altıncı asrın ikinci yarısında ortaya çıkan fıkıhçılar bilhassa haber-i vâhidin bir delil olarak kabûl edilmesi konusunda Şeyh'i tenkit etmiş ve bu konuda daha önceki usûlcülerin düşüncelerini müdâfaa etmişlerdir. Tenkitçilerin en sert olanı Muhammed b. İdrîs el-Hillî'dir (v. 598/1202). Aynı zamanda iyi bir edebiyatçı olan ve bu özelliğini es-Serâir isimli fıkıh kitabına da yansıtan İbn İdrîs, tenkitlerinde çok sert davrandığı ve bazen sınırı aştığı için -sonraları- tenkit edilmiş ve bu yüzden fazla tutulmamış olmakla beraber, Tûsî bağlılığını sarsıp fıkıhta tenkit ve gelişme yolunu açtığı için vazifesini yapmış sayılmaktadır.

c) Muhakkık Hillî ve Allâme Hillî:
Şerâ'iu'l-İslâm, el-Mu'teber, el-Muhtasaru'n-nâfi', Nüketu'n-nihâye, el-Me'âric (Usûlu'l-fıkh) gibi eserlerin müellifi olup Muhakkık Hillî diye anılan Ebu'l-Kasim Necmuddîn Ca'fer b. el-Hasen el-Hillî (v. 676/1277) Şeyh Tûsî'yi takip eden fıkıhçıların üçüncü halkasının iki önemli şahsından biridir ve Şeyh Tûsî'ye, dolayısıyle Şî'a fıkhına iki önemli hizmet îfâ etmiştir:
aa) Tûsî'nin eserlerinin muhtaç bulunduğu sistemleştirme, bütünleştirme ve ayıklama hizmeti. Muhakkık eserlerinde bunu hakkıyle başarmış, Şeyh'in Sünnî fıkıhtan aldığı unsurları Şiî fıkhı ile kaynaştırmıştır.
ab) İbn İdrîs vb.lerinin sert tenkitleriyle sarsılan Şeyh'in itibârını iâde etme hizmeti. Muhakkık bunu da yerine getirmiş, ölçüsüz tenkitlere sert bir şekilde mukabelede bulunmuştur.
Muhakkık Hillî'nin öğrencisi olup Allâme Hillî nâmı ile anılan el-Hasen b. Yûsuf b. el-Mutahhar el-Hillî (v. 726/1326), Muhtelifu'ş-şî'a, Tezkiratu'l-fukahâ, Kavâ'idu'l-ahkâm, Tahrîr-u'l-ahkâmi'ş-şer'iyye, Nihâyetu'l-ihkâm ve telhîsu'l-merâm, fıkıh usûlünde Mebâdiu'l-vüsûl ilâ ilmi'l-usûl gibi eserlerinde Şeyh Tûsî ve Muhakkık Hillî'nin yollarından yürümüş, fıkhı genişletmiş, açıklamış, delillendirmiş, tartışmış ve anlaşılır hâle getirmeye çalışmıştır. Allâme'nin özelliği iki noktada kendini göstermektedir:
aa) İyi bildiği Sünnî fıkhından da istifâde ederek muâmelât sâhasında Şiî fıkhını geliştirmesi ve tamamlaması.
ab) Matematiğe yakın ilgisi ve âşinalığı sebebiyle ilgili bahislerde ve konularda fıkha matematiği sokmuş bulunması.
Muhakkık ve Allâme'nin gayretleriyle Tûsî okulu, yedinci asrın ikinci yarısı ile sekizinci asrın ilk yarısında kemâlinin zirvesine ulaşmış ve çağın hâkim fıkhı olmuştur.

5. Şehîd-i evvel okulu:
Yerinde işâret edildiği üzere fıkhın hadîslerden ayrılarak kitaplaştırılması işi ikinci dönemde gerçekleşmiş, ancak bu ilk fıkıh kitapları büyük hadîs mecmuâlarının tertip ve rehberliğinde meydana getirilmiş; yani Şiî rivâyet kaynaklarına dayanmıştı. Tûsî'nin en-Nihâye'si de bu metodla kaleme alınmış bir kitaptı. Ancak onun el-Mebsût ve el-Hilâf'ta Sünnî kaynaklara uzanarak bunların muhtevâsını Şiî fıkhına aktarması ve mukayeseler yapması fıkhın yönünü, fıkıh kitaplarının şekil ve muhtevâsını değiştirmişti. Tûsî okulunun hâkim olduğu üç asır boyunca bu usûlde önemli bir değişiklik görülmedi. İlk olarak Muhakkık Hillî'nin öğrencilerinden Ebû Muhammed el-Hasen b. Ebî Tâlib (İbn Ebî Zeyneb), Keşfu'r-rumûz isimli eserinde ve Allâme Hillî'nin oğlu Muhammed b. Hasen (Fahru'l-muhakkıkıyn), İdâhu'l-fevâid isimli eserinde Tûsî okulunun telîf usûlünden ayrılarak Sünnî fukahânın görüşlerini nakletmeyi terkettiler ve bunların yerine Şiî fukahânın görüş ve ictihadlarını kaydetmekle yetindiler. Esasen Şiî fukahânın, Sünnî fıkıhtan yaptığı iktibasların amacı, bunları ölçü ve örnek alarak Şî'a fıkhını (hadîsten müstakil, ayrı bir ilim dalı olarak ictihad fıkhını) ortaya koymaktı. Şehîd-i Evvel Şemsüddîn Muhammed b. Mekkî el-Âmilî (v. 786/1384) işte bu işi yaparak yeni bir fıkıh döneminin müjdecisi oldu. Şehîd-i Evvel bilhassa el-Kavâ'id ve'l-fevâid isimli eserinde, Sünnî fıkhı devreye sokmadan, alternatif Şiî fıkhını ortaya koydu. İçlerinde İkinci Şehit Zeynuddîn b. Alî Âmilî'nin (v. 966/1559) de bulunduğu birçok takipçisi birbuçuk asır Şehîd-i Evvel'in geliştirdiği fıkha ve usûle bağlı kaldılar, daha ziyade onun eserleri üzerine açıklayıcı kitaplar yazdılar.

6. Safevî devri (907-1145/1501-1732):
İki asır kadar süren bu dönem, arka arkaya gelen, fakat devam eden etkileri ve faaliyetleri bakımından yanyana gibi düşünülmesi mümkün bulunan üç ayrı hareket tarafından temsil edilmektedir:

a) Muhakkık Kerekî Okulu:
Hillî'den sonra İkinci Muhakkık olarak anılan Alî b. el-Hüseyn el-Kerekî'nin (v. 940/1533) kurduğu okul ve temsil ettiği fıkıh, daha öncekilerden iki özelliği ile ayrılmaktadır:
aa) Fıkhın sağlam temellere oturtulması, her bahis, her mesele için sağlam, güçlü deliller bulunması, hükümlerin bu delillere bağlanması; daha önceki dönemlerde bu iş, bu güçte ve sağlamlıkta yapılamamıştır.
ab) Fıkhın muhtevâsına, hükûmetin değişmesi ve Şî'a'nın İran'da güçlenmesi sebebiyle yeni konuların girmesi. Kerekî, Câmi'u'l-mekâsıd, Ta'lîku'l-irşâd, Fevâidu'ş-şerâi' gibi eserlerinde, siyâsî ve sosyal değişimin getirdiği "fâkihin belirlenmesi, ictihadı, selâhiyeti, cuma namazı, vergi" gibi konuları ele almış ve hükme bağlamaya çalışmıştır. Dönemin sonuna kadar ona bağlı bulunan fıkıhçılar da aynı yolu takip etmişlerdir.

b) Mukaddis Erdebîlî Okulu:
Bu okul, Mecma'u'l-fevâid, el-Burhân, Zubdetu'l-beyân gibi eserlerin müellifi bulunan Ahmed b. Muhammed Erdebîlî'ye bağlıdır (v. 993/1585). Erdebîlî'nin özelliği, usûlcülerin yolunda hür ve cesur adımlarla yürümektir. Usûlcülerin metodunda önemli bir değişiklik yapmamakla beraber ictihadlarında kimseye bağlı kalmamış, öncekilerin aynı konuda ne dediklerine bakmaksızın ictihad ve istidlâllerde bulunmuştur.
Onun mektebine bağlı olanlar arasında Medâriku'l-ahkâm müellifi Muhammed b. Alî Musevî el-Âmilî (v. 1009/1600), Kifâyetu'l-ahkâm, Zehîratu'l-me'ad yazarı Muhammed Bakır b. Muhammed Sebzvârî (v. 1090/1679) gibi önemli fıkıhçılar vardır.

c) Ahbârîler Okulu:
Dördüncü asrın sonu ile beşinci asrın başlarında kelâmcı okula mensup âlimlerin tenkitleri ve hücûmları karşısında etkilerini kaybeden, yalnızca şurada burada, kendi hâlinde yaşayan bazı temsilcileri kalmış bulunan Ahbârîler bu dönemde, el-Fevâidu'l-medeniyye kitabının müellifi Muhammed Emîn el-Esterâbâdî sâyesinde bir kere daha dirildiler. Esterâbâdî'den önce bazı âlimlerin hadîse yönelerek yeni bazı mecmûalar meydana getirmeleri, usûlcü âlimleri tenkit etmeleri yeni dönemi hazırlamış oldu. Esterâbâdî ve mensupları, ilk Ahbârî -Usûlî çekişmesi şiddetinde ve Ahbârîler lehinde bir mücâdele bayrağı açtılar. Bir şer'î delil olarak akla, aklî istidlâlin dayanağı olarak Aristo mantığına hücum ettiler. Şiî kaynaklarda rivâyet edilen bütün hadîslerin şer'î delil olduğunu ileri sürdüler. Karşılarında güçlü Usûlcülerin bulunmayışından da istifâde ederek Ahbârî fıkhı İran, Irak ve Bahreyn'e soktular, onikinci asrın başlarında buralarda tam hâkimiyet sağladılar. Ahbârîler okulu asrın ikinci yarısında -ileride görüleceği üzere- Irak ve İran'da hâkimiyetini kaybetmekle beraber Bahreyn'de hâlâ etkisini sürdürmektedir.
Onbirinci asrın ikinci yarısından onikinci asrın sonuna kadar gelip geçen Ahbârî fukahâ arasından kendilerine mahsus görüş ve etki sahibi olanlar birkaç kişiyi geçmemektedir; el-Vâfî, Mu'tasamu'ş-şî'a, Mefâtîhu'ş-şerâi' gibi değerli eserlerin yazarı Molla Muhsin Feyz-i Kâşânî (v. 1090/1679) ve Vesâilu'ş-şî'a isimli hacimli eseri meydana getiren Muhammed b. el-Hasen el-Hurr el-Âmilî (v. 1104/1692) bunlar arasındadır. Bunların ve özellikle Kâşânî'nin Usûlcülere karşı tutumu diğerlerine nisbetle daha uzlaşmacı ve yumuşaktır.

7. Vahîd-i Behbehâni Okulu:
Onikinci asrın birinci yarısında Şî'a'ya ait ilmî çevrelere Ahbârî okul hâkim olunca, bunların nefret ettikleri fıkıh usûlü ilmi tedrîsattan kaldırılmış ve terkedilmişti. Kendi köşesine çekilmiş birkaç kişi dışında, Erdebîlî ve Kerekî'nin tâbîlerinden güçlü bir usûlcü-fıkıhçı da kalmamıştı. Asrın ikinci yarısında iyi yetişmiş bir fıkıhçı, aklî istidlâl ve tahlil kâbiliyetini üst seviyede temsil eden bir Usûlcü âlim Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel Vahîd-i Behbehânî (v. 1205/1790) Ahbârîleri hâkimiyet tahtından indirdi ve kendi okulunu ilmî çevrelere benimsetti. Behbehânî okulunun özelliği fıkıh usûlü ilmini yeniden canlandırması, mantıkla bütünleştirmesi ve ince bir teknikle âdeta yeniden kurması şeklinde özetlenebilir.

8. Şeyh Ensârî Okulu:
Fıkıhta ve usûlde son tekâmülü gerçekleştiren, bu iki bilim dalını bir bütün olarak ele alıp fevkâlade ince zarîf bir şekle sokan, bahislerini genişletip zenginleştiren, çağın ihtiyaçlarına cevap verecek hâle getiren âlim Murtazâ b. Muhammed Emîn el-Ensârî'dir (v. 1281/1864). Günümüze kadar Şeyh Ensârî'nin kitapları ve metodu fıkıh çevrelerinde hâkim olmuş, onun takipçileri, aynı temeller ve metodoloji üzerinde yürümüş, fıkıh usûlüne ait Resâil'i ve Mekâsib isimli eseri üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır.

I. Fikih Usûlüne ve Şer'î Delillere Genel Bakış

A- Fıkıh Usûlü
Şeyh Müfîd'den önce Fıkıh Usûlü ilminin bütün konularını içine alan bir kitabın telif edilmediği anlaşılmaktadır. Şîî hadîs kaynaklarında İmamların, fıkıh usûlü kâidelerine temas ettiklerini, atıflarda bulunduklarını gösteren rivâyetler vardır.15 Ayrıca ilk dönemlerde bazı fıkıh âlimleri, fıkıh usûlünün çeşitli meselelerine ait risâleler yazmışlar; ancak bunlar da ilmin diğer konularını ihtivâ etmediği için boşluğu dolduramamış, faydaları yaygınlık kazanmamıştır. Fıkıh usûlü ilminin bütün konularını ihtivâ eden ilk kitabı -yine de bir risâle hacmi içinde- yazan Şeyh Müfîd olmuştur. Bu kitap, ilme yeni başlayan talebe için faydalı olmuşsa da ictihad seviyesinde bulunan, fetvâ veren âlimler için yetersiz kalmıştır. Şeyh Müfîd'in öğrencisi Şerîf Murtazâ boşluğu dolduran ilk Şiî müctehiddir. Fıkıh usûlü konusunda Mesâilu'l-hılâf fî usûli'l-fıkh, Meâilu'l-münferidât fî usûli'l-fıkh, İbtâlu'l-kıyâs, Zerî'a fî ilmi usûli'ş-şerî'a gibi küçüklü büyüklü birçok eser yazmıştır. Son kitap onun bu konudaki en önemli eseridir. Eserinin girişinde özelliklerini şöyle ifade etmektedir: Bu konuda ben ve başkaları birçok kitap yazdık, ancak yine de yeni bir kitaba ihtiyaç vardı. İşte o kitap budur. Biz bu kitapta öncekilerin yazdıklarını iyileştirmeye, anlaşılır hâle getirmeye gayret etmedik, usûl konusunu kendi düşünce ve ictihadımıza göre yeniden yazdık, kitabımız tamamen orijinaldir, kendi düşünce ve ictihadımızın mahsûlüdür.16 Şerîf Murtazâ'dan sonra gelen öğrencisi Tûsî, -tarihçede işaret edildiği üzere- Uddetu'l-usûl isimli fıkıh usûlü kitabını telif etmiştir. Tûsî kitabının girişinde, Müfîd'in eserini ve çok kısa yazıldığı için boşluğu doldurmadığını zikrediyor, hocası Şerîf Murta-zâ'nın ise, Müfîd'in kitabını şerhi dışında bu konuda bir şey yazmadığını ifade ediyor. Şerîf'in bu konuda bir değil, birçok kitap yazdığı gerçeği karşısında bu ifadeyi izâha muhtaç buluyor ve bunu da Şiî usûl tarihi yazarlarına bırakıyoruz. Şerîf ve Tûsî'nin kitapları ilmî çevrelerde uzun yıllar kullanılmış, üzerlerinde çalışılmış, açıklamalar yazılmıştır. Tûsî'den ikiyüz yıl kadar sonra vefât eden ve onun okuluna mesup bulunan Muhakkık el-Hillî, Fıkıh usûlü ilmine tahsis ettiği el-Me'âric isimli eserini yazınca, kitabın kullanışlı, kolay anlaşılır ve derli toplu oluşu tutulmasına sebep olmuş ve daha önce yazılanların yerini almıştır. Bundan sonraki dönemlerde Usûlcü okullarının kurucu ve mensupları tarafından yazılan usûl kitapları, daha önce yazılanlara önemli katkılar yapmamış ve metodolojide köklü bir değişiklik getirmemiştir.

B- Deliller:
Fıkıh usûlü ilim dalının en önemli konusu şer'î delillerdir. Bu ilimde şer'î delilin ne olduğu, niçin delil olduğu, bunlardan nasıl hüküm çıkarılacağı hususları anlatılır. Davranış kuralları ve kanunlar şeklinde açıklanması mümkün bulunan hükümlerin kaynakları demek olan delillerin nelerden ibâret bulunduğu konusunda hem Sünnî mezhebler ile Şî'a arasında, hem de Şî'a'nın Zeydî, Ca'ferî, İsmâ'îlî gibi kolları arasında görüş farkları bulunmaktadır.
Ca'ferî-İsnâ-aşerî Şî'a da bu konuda iki gruba ayrılmışlardır: Ahbârîler, Usûlîler.
Ahbârîlere göre şer'î hükümlerin delilleri, sünnet aracılığı ile anlaşılan Kur'ân-ı Kerîm ile Sünnet'ten ibârettir. Sünnet Hz. Peygamber (s.a.v.) ve oniki imamdan ibâret bulunan ma'sûmların söz, fiil ve takrirleridir. İnsanların yeryüzünde yaşadıkları müddetçe muhtaç oldukları bütün açıklamalar bu kaynaklarda mevcuttur. Bu sebeple akla, ictihad ve kıyâsa, birer şer'î delil olarak ihtiyaç yoktur, bunlar şer'î delil değildir.
Usûlîlere göre Kitâb ve Sünnet bütün hükümleri açıklamamıştır, Ca'fer es-Sâdık ictihadı teşvik etmiştir, onun ve diğer ma'sum imamların hayatta ve ortada bulundukları zaman içinde ictihada ihtiyaç bulunmadığına göre, ictihad, onikinci imamın kaybolmasından sonra devreye girecek, Kitâb ve Sünnet temeline dayalı olan bu ictihad ile gerekli hükümler çıkarılacaktır. Buna göre şer'î deliller Kitâb, Sünnet, icmâ ve akıldır. Sünnî usûlcülerin kıyâsı şer'î bir delil olarak mûteber değildir.17
Zeydiye mezhebinin imamı Zeyd b. Alî'nin telîf ettiği bir fıkıh usûlü kitabı yoktur. Hadîs-fıkıh toplamı bir eser olan el-Mecmû'u esas alarak ve buna diğer rivâyetlerle kendi görüşlerini ekleyerek mezheb müctehidlerinin ortaya koydukları ve zaman içinde kitaplaştırdıkları fıkıh usûlünün muhtevâsına ve metoduna bakıldığında bu mezhebde, Sünnî fıkıhtaki kelâmcılar (veya Şâfiiyye) mesleği gibi bir yolun tutulduğu, fürû'dan usûle değil, önceden tesbit edilmiş bulunan usûl kâidelerinden fürû'a giden bir yol takip edildiği anlaşılmaktadır. Sayıları oldukça az olan Zeydî fıkıh usûlü kitaplarına göre bu mezhebde mûteber olan şer'î delilleri şöylece sıralamak mümkündür:


1. İman konularına da temel teşkil eden aklın kesin hükümleri.
2. Zarûrât-ı dîniyyeyi (dinden olduğu kesin bulunan hususları) çerçevesi içine alan icmâ.
3. Kitab ve sünnetin nassları (âyet ve hadîslerin ihtimalsiz ifadeleri).
4. Kitab ve Sünnetin zâhirleri (ihtimalli ifadeleri).
5. Haber-i vâhid hadîslerin nassları.
6. Haber-i vâhid hadîslerin zâhirleri.
7. Kitab ve sağlam sünnetin -kendi aralarında sıralanan- mefhumları.
8. Haber-i vâhid hadîslerin mefhumları.
9. Fiiller ve takrirler.
10. Çeşitleri ve derecelerine göre kıyas.
11. Diğer ictihad ve istidlâl çeşitleri.
12. Aslî berâet ve istishâb.18


Zeydîlerin usûlleri ve delilleri Sünnî fıkha çok yakındır; belki de en önemli fark, şer'î bir delil olarak akla verdikleri yerde kendini göstermektedir.
İsmâîliyye mezhebinin kısmen yazılı ve uygulanan usûl ve fürû kitabına sahip bulunan kolu Hindistan'da Bohra diye bilinen Müsta'liye koludur. Müsta'lîlerin büyük âlimi Kadı Nu'mân'ın neşredilmiş bulunan De'âimu'l-İslâm isimli eserine göre şer'î delilleri şöylece özetleyebiliriz:
İlim ve dînî hükümler Kur'ân-ı Kerîm'den, ma'sûmların sünnetinden ve içlerinde masûm imam bulunduğu için icmâ ehlinin icmâ'ından alınır. Re'y ve kıyâs bâtıldır, şer'î delil değildir. Kitâb ve Sünnet, zâhiri ve bâtını ile delildir. Bâtının zâhire aykırı olmaması şarttır; bu şartı taşımayan, zâhiri hükümsüz hâle getiren teviller sapıklıktır. Din ilmi imamlar kanalıyle öğrenilir, ülü'l-emr olarak bunlara ve bunların tayin ettiği emirlere itâat edilir; itâatin şartı Kitâba, Sünnete ve imamın emrine aykırı olmamasıdır.19
Genel çizgileriyle İsmâiliyye mezhebinin, usûl bakımından Ca'feriyye mezhebine oldukça yakın olduğunu söylemek mümkündür. Fıkıhları da büyük ölçüde İmam Ca'fer'den gelen rivâyetlere dayanmaktadır.
Buraya kadar, fürûu ve usûlü ile yaşayan üç Şiî mezhebin genel olarak fıkhın delillerine bakışları özetlenmiştir. Bundan sonraki bölümde ise bu deliller teker teker ele alınacak, ilmî yönden en gelişmiş, mensûbu bakımdan da en zengin mezheb olan Ca'ferîlere göre gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra diğer iki mezhebin farklı görüşlerine kaynaklarımızın elverdiği ölçüde temas edilecektir.

II. Deliller ve Yorumlama Usûlü
A- Kitab
Ca'ferîler, teoride ve uygulamada Kitâbullah'ın elimizdeki mushaftan ibâret bulunduğu, bu kitâbın zâhir ve bâtını ile hüccet (delil, hüküm kaynağı) olduğu, nüzûlünden günümüze kadar onda hiçbir artma veya eksilme vukû bulmadığı inanç ve hükmünü benimsemişler; aksine inanç, rivâyet ve düşünceleri şâz, nâdir, mezhebin kesin prensiplerine aykırı telâkki etmişlerdir. Küleynî'nin el-Kâfî'si gibi Şiî kaynaklarda hem Kur'ân-ı Kerîm'in tahrif edildiğine (arttırma, eksiltme ve değiştirme yapıldığına), hem de elimizdeki mushaftan farklı mushafların (meselâ Fâtıma Mushafı'nın) bulunduğuna dair rivâyetler vardır. A'yânu'ş-şî'a yazarı Muhsin el-Emîn, İmam Ca'fer es-Sâdık'tan gelen rivâyetlere dayanarak Hz. Fâtıma'nın mushafından maksadın, hadîs ve yorumlarıyla ilgili bir kitaptan ibâret bulunduğunu, o zaman böyle kitaplara da mushaf denildiği için bazılarının bunu Kur'ân'la karıştırdıklarını, bu mushafta bir âyetin bile bulunmadığını bizzat İmam Sâdık'ın açıkladığını ortaya koymuştur.20 Geriye iki problem kalmaktadır:

 

1. Kitâbın zâhirinin delil olup olmayacağı, 2. Tahrîf iddiâsı.

1. Kitâbın zâhiri:
Usûlcü okul mensupları genellikle "âmm, mutla

Şî'a'da Fıkıh Usûlü ve Şer'î Deliller ana başlığı altında Hayrettin Karaman Hocanın Şiianın Kuranın Tahrifi konusundaki tesbitlerini içeren makalesi
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort