Yazar Adı : Kani Karaca | İlim Dalı : Yazar Hakkında |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Yazar Tanıtım |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-01-27 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Bir Harika Çocuk
Kâni Karaca, Kur'an Okurken 500 Yıllık Osmanlı-Türk Musikisi Birikimini Seferber Ederdi
Radikal gazetesinin 30 Mayıs 2004 Cumartesi günkü sayısı Kâni Karaca'nın ölüm haberini "Hafızların Pîri Artık Yok" üstbaşlığıyla veriyordu. Hafızların pîri... Ne kadar doğru, yerinde bir nitelendirmeydi bu! O, bütün hafızların, bütün bir dinî musıkinin pîriydi gerçekten. Bir daha öyle bir hafız yetişir mi bu ülkede, bilemem, ama "yetişir" diyebilmek çok, çok zor. Bıraktığı icra örneklerine bakınca insanın gözleri kamaşır. Mevlidden kasideye, mevlevî ayininden duraklara, tevşihlere, ilahilere kadar dinî musıkinin hemen hemen bütün beste şekillerinin örnek alınacak derecede mükemmel icralarını ortaya koydu. Ama Kâni Karaca sadece bir hafız ve mevlidhan değildi. Mükemmel bir musıkici, eşsiz bir ses sanatçısıydı. Dindışı musıkinin de çok üstün bir yorumcusuydu. Makam ve usûl bilgileri imrenilecek bir seviyedeydi. Kudüm ve ud çalardı. Konservatuvarda yıllarca kudüm ve usûl öğretmeni olarak ders verdi. Onun bir musıkici olarak o kadar çok üstün meziyeti var ki, bunları bir çırpıda art arda sıralamak hiç de zor değil. Ama dinî musıkideki yeri bence en ön sırada tutulması gereken yönü.
Dinî musıki derken, ilkin Kur'an okuyuşunu düşünüyorum. Kur'an'ı hıfz eden herkes Kur'an okuyabilir; Kur'an okumayı sanat seviyesine çıkarmış hafızlardan ders almadan da sûreleri seslendirmeyi, tecvidin belli başlı kurallarını öğrenebilir. Onu dinleyenler kutsal bir metni dinlemiş olurlar sadece. Sesi güzel olanlar, yetenekleri ve musıki bilgileri ölçüsünde bu seviyenin üstüne çıkarak metni musıkiye yaklaştırmaya çalışırlar. Ama o kutsal metni doğrudan doğruya musıki haline getirmek ancak Kâni Karaca gibi çok üstün yetenekli hafızların, "hafız sanatçıların" işidir.
Müslüman Ya Da Gayrimüslim
Bütün İslam dünyasında Kur'an okumada en yaygın üslup Mısır Arap üslubudur. Ama bu üslup Türklerin kulak zevkine uygun düşmez. Türkiye'de de pek çok hafız bu üslupta Kur'an okur. Ama Kahire üslubu dışında bir de, Türklere özgü, "İstanbul üslubu" denmesi gereken bir Kur'an okuma üslubu vardır. Kutsal metni bu şekilde okuyabilmek için her şeyden önce Türk musıki sanatını iyi bilmek ve iyi uygulamak gerekir. Türk musıkisinin perde ve aralıklarını, makamlarının inceliklerini, hangi ayetlerde hangi makamların ve geçkilerin uygun düşeceğini bilmek gerekir. Ama Kâni Karaca bu seviyeyi de aşar. O, bütün bir Osmanlı-Türk musıkisi geleneğinin beş yüz yıllık birikimini seferber eder. Her sûrede Türk musıkisinin ayrı bir zenginliği dile, sese sadaya gelir. Sıradan bir hafızla Karaca arasındaki fark, dili birkaç yüz kelimelik kısır bir söz dağarcığı içinde kullanan bir kimse ile dilin bütün bir tarihî geçmişini, bütün inceliklerini, bütün esnekliklerini bilen bir büyük şairin sözü kanatlandıran sanatlı, mecazlı, oyunlu dili kadar büyüktür. Kur'an gibi gene doğaçlama olarak okunan mevlidde de durum aynıdır. Dinî inancınız olsun olmasın, ister Müslüman olun ister gayrimüslim, Kâni Karaca'dan dinlenen Kur'an ve mevlid bu metinlerin okunma vesilesini adeta unutturur; ibadeti, ayini, töreni bir musıki ziyafetine çevirir.
Makamları o kadar iyi bilir ki, bir makamdan bambaşka, olmayacak bir makama en tabiî biçimde geçer. Doğaçlamalarında "meyan" içinde öyle yeni meyanlar açar ki, sözü beklenmedik yerlere götürür. Makam geçkilerinde bu kadar incelmiş bir musıkici olabilmek ancak çok üstün yetenekli insanların işidir. Karaca'nın doğaçlama olarak okuduğu şey saz eşliği gerektiren bir "gazel" ise, gazele "cevap" verecek olan sazendenin işi zordur; işini çok iyi bilen bir sazendeyi bile yanıltabilecek makam geçkilerine, şedlere başvurabilir Karaca. Perdelere bu kadar hakim bir hanendeye sazla eşlik etmek kolay iş değildir.
Karaca "cami musıkisi" dışında, dinî musıkinin öteki kolu olan tekke musıkisinin de Cumhuriyet dönemindeki en ünlü icracısıdır. Her birinin icrası 40-50 dakika süren o muazzam Mevlevî ayinlerini ezbere bilirdi. Her Mevlevî ayininden önce okunması üç yüz yıldır bir gelenek haline gelen, Itrî'nin "Naat-ı Mevlana"sını bütün Türkiye, tam 50 yıl onun yorumundan dinledi. O kadar ki, başka hafızlar Naat'ı okumaktan kaçındılar. Bir eserin, hem de çok ünlü bir eserin 50 yıl bir icracıyla özdeşleşmesi musıkide nadiren görülebilecek bir olgudur herhalde.
Yayınlandığı Kaynak : |
Yayınlandığı Dergi : |
Sanal Dergi : |
Makale Linki : http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=3520 |
E-Dosya : |
Kitap Link : Link bağlantısına ulaşmak için tıklayınız. |