Hit (4840) M-1818

İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu

Yazar Adı : İlim Dalı : Mezhepler Tarihi
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-12-20 Güncelleyen : /0000-00-00

İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu

İslam Mezhepler Tarihi araştırmalarında, bilimsel bilgi üretme konusunda nasıl bir usul takip edeceği, klasik kaynaklardaki sahayla ilgili problemler ve onların çözümünde takip edilecek usulün ne olduğu gibi temel sorunlardan oluşan İslam Mezhepleri Tarihi'nde Usul tartışması, onun modern dönemde bir bilim hüviyeti kazanabilmesi bakımında son derece önemli bir tartışmadır. Çünkü Fuad Köprülü'nün de dediği gibi, " her ilim, ancak kendine mahsus ilmi metodlarla teşekkül edebilir" ve bilim hüviyetini kazanabilir. Diğer taraftan bu mesele, genel anlamda bir yönüyle sosyal bilimlerde ve din bilimlerinde metod tartışmalarıyla, diğer yönüyle de, Tarih ile Din Sosyolojisi ve Bilgi Sosyolojisinde usul tartışmalarıyla yakından ilişkili bir meseledir. Buna ilaveten Batı'da Hrıstiyan mezhepler üzerinde yapılan Sosyolojik ve Psikolojik çalışmalarla birlikte Mezhepler Psikolojisi ve Mezhepler Sosyolojisi gibi yeni bazı bilim dalları oluşmaya başlamıştır. Bu alanlarda yazılan çalışmalar, metodoloji tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır.

Batı dünyasında bilgi, bilim, bilimsel bilgi ve metod konusunda yaşanan tartışmalar, en genel anlamda bilimleri doğa bilimleri ve sosyal/beşeri/tin veya manevi bilimler şeklinde bir ayrımla sonuçlanmıştır. Sosyal bilimlerle doğa bilimleri arasındaki bir ayrım, metodik açıdan da bir farklılaşmayı beraberinde getirmiş ve her bir alan kendi sorunlarını çözebilecek farklı metod ve yaklaşımlar geliştirmiştir. Önce Fransız sosyolglarından August Comte ve Descartes ile Bacon'un bütün bilimlere tek bir metod uygulamayı öngören açıklayıcı paradigmayı esas alan Pozitivizm'i büyük yankı uyandırmıştır. Daha sonra Dilthey, doğa bilimleri ve sosyal bilimler arasında ayrımı gerçekleştiren ve sosyal bilimlere has anlayıcı-yorumlayıcı paradigmayı esas alan anlayışın öncüsü olarak dikkat çekmiştir. Gerek Dilthey ve gerek onun takipçileri sosyal bilimlere özel ve onları tabiat ilimlerinden ayıran bir karakteristiğin bulunduğunu, dolayısıyla bu ilimlerin doğa bilimleri alanı içine sokulamayacağını ve onun metoduna bağlanamayacağı tezini güçlü bir şekilde savunmuşlardır.[1] Dilthey ve Rickert’in üzerinde önemle durdukları nokta, tarihsel ve sosyal gerçeklikle ilgilenen manevi ilmin, tabiat ilmi gibi açıklayıcı bir kanun olmadığıdır. Sosyal bilimler, anlayıcı bilimlerdir. Rickert, bu ayırımı doğa bilimlerinin umumileştirici ve sosyal bilimlerin ise ferdileştirici olduğu şeklinde değerlendirir.[2] Bu alanda pek çok yorum ve yeni yaklaşımlar bulunmaktadır; konumuza her hangi bir fayda sağlamayacağını bildiğimizden, burada bunların tartışmasına girmek istemiyoruz. Ancak bugüne kadar, sosyal bilimlerde olduğu gibi, din bilimlerinde de, dini inançları, olguları ve süreçleri, mezhepleri, mezheplerin cemiyyeteki tezahürlerini incelemek üzere genel geçer tek bir bilimsel yaklaşım ortaya konulamamıştır, bilakis birden fazla yaklaşım geliştirilmiştir. İslam düşüncesinde ilk ortaya çıkan ve kendine has edebiyatı ve yaklaşımları olan mezhepler tarihi yazıcılığı da, sosyal bilimler için geliştirilen çağdaş yaklaşımlardan, önce Pozitivist, daha sonra Tarihsel-Sosyolojik yaklaşımdan nasibini almıştır. Her şeye rağmen mezhepler tarihi araştırmalarında, bilimsel bilgi üretme konusunda nasıl bir usul takip edeceği, klasik kaynaklardaki sahayla ilgili problemler ve onların çözümünde takip edilecek usulün ne olduğu gibi temel sorunlardan oluşan İslam Mezhepleri Tarihi'nde Usul tartışması, onun modern dönemde bir bilim hüviyeti kazanabilmesi bakımında son derece önemli bir tartışmadır. Çünkü Fuad Köprülü'nün de dediği gibi, " her ilim, ancak kendine mahsus ilmi metodlarla teşekkül edebilir"[3] ve bilim hüviyetini kazanabilir. Diğer taraftan bu mesele, genel anlamda bir yönüyle sosyal bilimlerde ve din bilimlerinde metod tartışmalarıyla, diğer yönüyle de, Tarih ile Din Sosyolojisi ve Bilgi Sosyolojisinde usul tartışmalarıyla yakından ilişkili bir meseledir. Buna ilaveten Batı'da Hrıstiyan mezhepler üzerinde yapılan Sosyolojik ve Psikolojik çalışmalarla birlikte Mezhepler Psikolojisi ve Mezhepler Sosyolojisi gibi yeni bazı bilim dalları oluşmaya başlamıştır. Bu alanlarda yazılan çalışmalar, metodoloji tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Konunun son derece karmaşık olmasına rağmen, ülkemizde batıda geliştirilen sosyal bilim yaklaşımları ve metodlarını günedemine alarak kendi bilim dallarına uygulamayı veya uyarlamayı başarabilen bilim dallarından birisi de Mezhepler Tarihi olmuştur. Bu bakımdan günümüz mezhepler tarihçileri, Yusuf Ziya Yörükân tarafından bu alana uygulanmaya çalışılan Sosyal-Pozitivist yaklaşım tecrübesini hazır bulmaları dolayısıyla kendilerini son derece şanslı görmelilerdir. Şunu da itiraf etmek gerekir ki, böyle bir tecrübe bize hastır ve ne batıda ne de İslam dünyasında bir örneği yoktur. Burada, bu teşebbüsün mezhepler tarihi yazıcılığı ile ilgili tarihi ve metodolojik problemlerin tamamını çözdüğünü söylediğimiz sanılmamalıdır. Zaten sonraki mezhepler tarihçileri tarafından da böyle algılanmamış olup yeni yeni yöntem ve yaklaşımlar denenmeye ve geliştirilmeye çalışılmıştır. Biz, bugün hala sıcaklığını koruyan Mezhepler Tarihinde Usul tartışmalarına geçmeden önce, kavram kargaşalarına sebebiyet vermemek için önce bazı kavramların tanımları ve içerikleri üzerinde durmak istiyoruz.

1.Kavramsal Çerçeve

a) Usul

Usul kavramı, çoğu kere bilimsel araştırma teknikleriyle karıştırılır. Başlıkta yer alan usul, " bir bilimin amacına ulaşmasını sağlayan zihinsel tutumların ve düşünsel girişimlerin tümü"[4] anlamında kullanılmakta olup, nasıl bir mezhepler tarihi yazıcılığı sorunsalına cevap aramaktadır. Diğer bir ifadeyle klasik ve yaşayan mezhepler ile günümüz çağdaş dinî akımlar konusunda bilimsel, savunulabilir, sistematik, yansız ve güvenilir bir bilgi nasıl ve hangi yöntemle üretilebilir? Örneğin mezhepler tarihi yazıcılığında sosyal-pozitivist, tarihsel-sosyolojik, işlevselci, yapısalcı, diyalektik, analitik veya zihniyet çözümleyici bir yöntemin anlamı, değeri ve sonuçları nedir? Burada sosyal bilim olarak gördüğümüz Mezhepler Tarihi yazıcılında tekçi bir yaklaşım bulma amacında olmadığımızı, bu konudaki gelişmeler göz önünde bulundurularak usuller üzerine konuşulacağını belirtmekte fayda vardır. Bu bakımdan ülkemizde ve dışarıda akademik olmayan çevrelerce hiç bir bilimsel kaygı taşımaksızın mezhepler hakkında yazılmış eserler ve bunlarda yer alan çeşitli metodolojik problemler konumuz dışında tutulacaktır.

b) Fırka ve Mezhep

Fırka, sözlükte ayrılık, farklılık, değişme, bölünme ve sapma gibi anlamlara gelmektedir. İslam Mezhepleri tarihinin klasik kaynaklarında, itikadi ve siyasi gayelerle vücud bulmuş fikirler ve şahıslar etrafındaki zümreleşmelere fırka adı verilmektedir. Mezhebe gelince, sözlükte, benimsenen görüş, farklı tutum ve davranış, fikir ve gidilen yol gibi anlamlara gelir. Klasik ve modern kaynaklarda fırka yerine de kullanılan mezhep adı, fırkadan daha kapsamlı bir anlama gelmektedir. Dilimizde, gerek siyasî ve itikadî, gerekse fikhî ekollerin tümüne mezhep adı verilmekte olup, itikadi ve amelî yani inanç, ibadet ve muamelatla ilgili karşılaşılan meselelere çözümler üretmek için ortaya çıkan İslam Düşünce ekollerinin tamamını ifade eder. Fırka anlamında kullanılan mezhebin pek çok tanımı yapılmış olmakla birlikte[5], Mezhepler Tarihi kavramı olarak en kapsamlı tanımı Fığlalı tarafından şöyle yapılmıştır: "Mezhep, bir takım siyâsî, ictimaî, iktisadî ve diğer hadiselerin tesirlerinin, mezhep kurucusu sayılan insan ile, ona uyanlardaki fikrî, dinî ve siyasi tezahürüdür."[6] Fırka ile mezhebi özgün anlamları itibariyle ayrıştıracak olursak, bunlardan siyasi-itikadi alanla ilgili farklılaşmalara fırka, ameli-fikhi boyutu ağır basanlara fıkıh mezhepleri denilir. Başka bir tanım yapacak olursak, mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan dinî nitelikli beşeri oluşumlar olup dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili siyasi-itikadi veya fıkhi-ameli tezahürlerdir. Biz, tebliğimizde klasik literatürde daha çok fırka diye bilinen birincisini ele alacağız, ancak mezhep adını kullanacağız. Bu yüzden mezheplerin, ortaya çıktıkları ortamın düşünce kalıpları olarak ele alınması gerekir. Burada mezhep olgusu, her ne sebeple olursa olsun, dinle özdeşleştirilmeyecek ve bunlardan her hangi birisi İslam'ın temsilcileri olarak görülmeyecektir[7]. İslam'ın anlaşılma biçimleri olarak kabul edilen mezheplerin ortaya çıkması, tarihsel, politik-dini ve beşeri bir olgudur. İnsanlar farklı bakış açılarına göre bu metinlere yaklaştıklarından farklı sonuçlar elde ettiler. Çünkü bunların kültür düzeyleri, anlayışları, bakış açıları birbirinden farklı idi. Neticede her grup, belli bir zihniyetle ve belli metodlardan hareketle farklı sonuçlar elde ettiler ve bunları ayet ve daha sonraları hadislerle temellendirmeye çalıştılar. Her mezhebin ürettiği görüş ve çözümler, belli dönemin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya konulmuş olduğundan tarihseldir.

c) Mezhep Hüviyetinin Çeşitli Boyutları

Siyasi ve itikadi alanda ortaya çıkan her anlayış ve yaşayış biçimi, tek bir kişinin görüşü olarak kalıp ictimaileşmedikçe mezhep olamıyacağından, mezhep hüviyeti kazanabilmesi için şu boyutlarıyla tezahüre ihtiyaç duyar.

1) Sistematik Teoloji Boyutu

Siyasi ve itikadi mezhepler, tarihi süreçte müslümanların karşılaştıkları siyasi veya inançla ilgili köklü problemler üzerinde sistematik ve tutarlı fikirlerden oluşan bir teoloji veya nazariye geliştirmek suretiyle kurumsallaşırlar. Aksi takdirde, bu kurumlaşmayı tamamlayamazlar, başka bir kurumlaşmış fikir ekolünün uydusu haline gelirler, ya da bunu başarmış Teolojik ekolün temel görüşlerini kabul ederek, ayrıntılarda bazı farklı görüşler ortaya koyarlar. Bu durumda bağlı olduğu siyasi ve itikadi düşünce ekolünün alt kolu haline gelir. İslam düşüncesinde, sistematik teoloji ve ya nazariye geliştirenlerin başında Haricilik, Şia ( Zeydiyye, İsmailiyye, Onikiimamiyye), Mürcie, Mutezile, Maturidilik ve Eşarilik gelmektedir. Bu mezheplerin ortaya koyduğu görüşlerin ve bunların tartışılması sonucunda İslam Teolojisi'nin genel çatışı oluşmuştur. Örneğin, Şia İmamet nazariyesiyle, Mutezile Tevhid ve Adalet nazariyesiyle, Mürcie İman nazariyesiyle, Hariciler İman ve Hilafet konusundaki görüşleriyle diğerlerinden farklı görüşler ortaya koyarak bu çatının oluşmasında büyük rol oynamışlardır. Sistematik teolojinin ana konularının başında, Allah ve sıfatları ( Uluhiyyet), Peygamberlik (Nübüvvet), Öldükten sonra dirilip hesaba çekilme ( Mead), İman ve büyük günah ( el-Esma ve'l-Ahkam), Kader, İyiliği Emretmek Kötülükten Sakındırmak ( Emr-i bi'l-Ma'ruf Nehy-i ani'l-Münker) ve Devlet Başkanlığı (İmamet/ Hilafet) gelmektedir.

2) Yazılı Edebiyat Boyutu

Siyasi ve itikadi bir oluşumun, mezhep kimliğiyle tanınması için, ortaya koyduğu teoloji veya nazariyeyi ele alan temel eserler bırakmış olması önemli bir aşamayı teşkil eder. Çünkü bu eserler, toplumsal yapıyla birlikte bir devamlılık ve tutarlılık kazandırmaktadır. Ayrıca görüşlerinin başkaları karşısında savunulabilir, tutarlı ve insicamlı hale gelmesini sağlamaktadır. Devamlılıkla kastedilen iç ahenklilik, özgünlük ve sistemliliktir. Süreklilikten kastedilen ise, direnç ve istikrar içerisinde değişme ve kendisini yeniden üretmesidir. Her bir mezhep kurucusu kabul edilen imamı veya onu takip eden mensupları, yukarıda zikredilen temel kelami konularda veya bunlardan birisinde benimsedikleri görüşleri uzun uzun tartışıp akli delillerle ve Kura'n ayetleriyle destekleyerek savundukları bir çok eser yazmışlardır. Bugün her hangi bir kelami eseri alıp okuduğumuzda, bunun yazarının hangi mezhepten olduğunu o eserde savunduğu fikirlerinden çıkarmak mümkündür. Çünkü aynı düşünce ekolünde yer alanların eserlerinde, konuların sıralaması, görüşlerine önem verdikleri ve savundukları alimlerin adları, zihniyetleri, referans çerçeveleri ve kavram dünyaları hep birbirine benzer. Siyasi ve Teolojik düşünce ekollerinin bu eserleri, bugün elimizdedir. Hatta her mezheb, tarih boyunca önemli kültür merkezlerinde kendine ait bir takım medreseler kurmak suretiyle bu eserlerini okutmuş ve görüşlerini yaymaya çalışmışlardır. Teolojiler, daha çok yazılı kaynaklarla ve belirli mekanlarda aktarılır.

3) Toplumsal Boyut

Her hangi bir düşünce ekolünün siyasi ve itikadi bir mezhep hüviyeti kazanabilmesi için, bir diğer boyut ise, ortaya konulan siyasi veya kelami nazariyenin sadece eserlerde kalmayıp bir toplum tarafından benimsenmesi, yani toplumsal boyut kaanmasıdır. Bir bilginin ortaya attığı görüşleri insicamlı bir akide oluşturabilir, ancak bunları benimseyen, savunan ve devam ettiren mensupları yoksa o zaman bu bir mezhep olarak kabul edilmez. Bunun için mezhebin tanımında belli görüşler ve fikirler etrafındaki teolojik-dini veya fıkhi-ameli zümreleşmelerdir kaydı konulmaktadır. Mezhepler, tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkan ve içinde doğdukları siyasi ve ictimai şartlardan etkilenen kurumlar oldukları için, bütün müslümanlar tarfından değil bazı topluluklar tarafından benimsenir. Bazı mezhepler ise, her toplumun desteğini almak yerine tek bir soyun veya boyun desteğini kazanabilir. Ama genelde mezheplerde tek bir etnik yapı yoktur. Bir mezhepte her soydan ve boydan insan olabilir. Örneğin Şia'da baskın etnik unsur, Farslar iken Maturidilik ve Hanefilikte baskın unsur Türkler'dir. Bununla birlikte mezhepler tek bir soyda ve boyda devam etmez. Diğer taraftan mezheplere giriş ve çıkışın belli şartları ve törenleri yoktur. İsteyen istediği mezhebe, törensiz girebilir ve çıkabilir. Mezheplerde kurucu imamlar önemli olmakla birlikte, toplumsal yapı içerisinde bir hiyerarşi ve bunların huzurunda yapılan vakitleri belirlenmiş mezhep ayinleri ve törenleri yoktur.

4) Fıkhi-ameli boyut

Siyasi ve İtikadi mezheplerde, diğer boyutlar kadar olmamakla birlikte fıkhi-ameli boyut da önemlidir. Bazı mezhepler, hem teolojisini hem de fıkhını üretmişken bazıları diğerlerinin ürettiği fıkha göre amel ederler. Örneğin Ebu Hanife, hem Mürcii-Maturidi kelamın oluşmasına katkıda bulunmuş hem de Hanefilik diye bilinen fıkıh mezhebinin kurucusu olmuştur. Şia'nın da Caferilik adıyla kendine has bir fıkıh okulu/mezhebi vardır. Bazı mezhepler ise, ibadetler ve diğer pratiklerde, kendi fıkıhlarını üretmek yerine Teolojik konularda muhalif gördüğü mezheplerin fıkhi görüşlerine göre amel etmiştir. Örneğin Mutezile ve Taberistan Zeydileri, Hanefiliğe göre amel edilmiştir.

d) İslam Mezhepleri Tarihinin Tanımı

Mezhepler tarihinde usul tartışmasının sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi için öncelikle mezhepler tarihinin bir bilim olarak ne olduğunun tanımlanması öncelikli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Ne var ki mezhep ve fırka ile ilgili pek çok tanım yapılmış olmakla birlikte, İslam Mezhepleri Tarihi'nin konu ve alanına göre tanımı, tespit edebildiğimiz kadarıyla, Taşköprüzade, Fığlalı ve Onat'ın tanımları istisna edilirse bugüne kadar yapılmamıştır.[8] Yalnız üzerinde ittifakedilen husus, İslam mezhepleri tarihini inceleyen ilme, Makalat, İlmü'l-Makalat, İlmü Makalati'l-Fırak, Milel-Nihal, el-Ehva Ve'l-Bida' dendiği, bu işle uğraşanlara ise Mezhepler Tarihçileri (Ashabu'l-Makalat) dendiğidir[9]. Taşköprüzade, Mezhepler Tarihi İlmini İlmu Makâlâti'l-Fırak adıyla şöyle tanımlamaktadır: " İlâhî akîdelere müteallik bâtıl mezhepleri kaydetmekten bahseden bir ilimdir."[10] Onun tanımı, son derece önemli olmakla beraber batıl mezhepler kaydını koymakla bu ilmin ilgi alanını oluşturan mezheplere önyargılı bir yaklaşım sergilendiğinden tashihe muhtaçtır. Günümüzde konuyla ilgili ilk tanım Fığlalı tarafından şöyle yapılmaktadır: İslam mezhepleri Tarihi, "İslam düşüncesinin veya başka bir ifadeyle "fırkalaşma" veya " zümreleşme" faaliyetlerinin gelişme seyrini göstermeyi esas alan"[11] bir bilim dalıdır. Bu tanıma göre, İslam Mezhepleri Tarihi, fikirler, fırkalaşma ve zümreleşmelerle ilgili süreçleri inceleyen bir bilim olarak görülmektedir. Mezhepler Tarihi'nin bir bilim olarak daha kapsamlı bir tanımı Onat tarafından şöyle yapılmıştır: "İslam Mezhepleri Tarihi, siyasi ve itikadi gayelerle vücud bulmuş "İslam'ın Düşünce Ekolleri" diyebileceğimiz beşeri oluşumları, bilimsel yöntemlerle inceleyen bir bilim dalıdır."[12] Bu iki tanımı esas alarak şöyle bir tanım yapmak istiyorum: İslam Mezhepleri Tarihi, geçmişte ve günümüzde siyasi ve itikadi gayelerle vücud bulmuş "İslam Düşünce Ekolleri" diyebileceğimiz beşeri ve toplumsal oluşumların, doğdukları ortamı, doğuş sebeplerini, teşekkül süreçlerini, fikirlerini, mensuplarını, edebiyatını, yayıldığı bölgeleri, İslam düşüncesine katkılarını temel kaynaklardan hareketle zaman-mekan bağlamında ve fikir-hadise irtibatı çerçevesinde betimleyici metodla ve tarafsız bir gözle inceleyen bir bilim dalıdır. Tanımdan anlaşılacağı gibi, incelenecek olan İslam tarihinde geçmişte ve günümüzde ortaya çıkan itikadî ve siyasî düşünce ekolleridir. Dolayısıyla ameli sahadaki düşünce ekolleri İslam Mezhepler Tarihi'nin alanına doğrudan girmemektedir. Ancak "günümüzde" kaydıyla, son yüzyılda siyasî gayelerle vücud bulmuş dinî hareketler kastedilmektedir. " Beşeri ve toplumsal oluşumlar" ifadesi, mezheplerin ilahi kaynaklı ve dinin temsilcileri olarak görülmemesine yönelik bir ifadedir. "Zaman-mekan bağlamında ve fikir-hadise irtibatı çerçevesinde" kaydıyla, Mezhepler Tarihi'nin tarihi olguları ve hadiseleri incelemede öne çıkan tarihsel bir yaklaşımın zikredilen prensipleri doğrultusunda, mezhepleri ele alan bir bilim olduğu kastedilmektedir. Bu noktada Mezhepler Tarihi’nin Tarih bilimiyle olan ilişkisi gündeme gelmektedir. Son olarak “betimleyici bir metod” ifadesiyle Mezhepler Tarihi'nin anlayıcı-yorumlayıcı paradigmayı benimseyen sosyal bilimler içerisinde yer alan bir bilim olduğuna dikkat çekilmektedir.

e) İslam Mezhepleri Tarihinin Problematik Alan ve Sınırları

İslam'ın başlangıcından bugüne kadar ortaya çıkmış itikadi ve siyasi mezheplerin ve çağımızda etkili olan siyasal dini akımların tamamı İslam Mezhepleri Tarihi'nin alanı ve sınırları içerisinde yer almaktadır. Mezhepler tarihi yazacılığı konusunun sağlıklı bir zeminde tartışılabilmesi için, öncelikle onun alan ve sınırlarının tespiti gerekir. Milel-Nihal adıyla yazılan dinleri, dinî-siyasî mezhepleri ve felsefî ekolleri birlikte alan bazı eserler bir kenara bırakılırsa, Mezhepler Tarihinin alanını oluşturan temel sorunsallar şunlardır:

1-İsimlendirme Problemi

Mezhep ve dinî akımların isimlerinin ne anlama geldiği, kimler tarafından niçin ve hangi anlamda kullanıldığı sorunu son derece önemlidir. Dolayısıyla Mutezile, Şia, Kaderiyye, Mürcie, Havaric ve benzeri mezhep adlarını, ortaya koymak için, bunların “ne olduğu” sorusunu aydınlatmak Mezhepler Tarihi araştırmalarında öncelikli bir yere sahiptir. Bu aşama, ilgili mezhebin hangi isimle anıldığı ve bu isimle neyin kastedildiği, bu ismin verilme gerekçeleri, kendileri tarafından mı üretildiği, yoksa muhaliflerince mi verildiği gibi hususların analizinden oluşmaktadır. Yani bir mezhep ismi, ilk defa kim tarafından, kimlere veya hangi gruba hangi anlamda, ne zaman kullanılmıştır.

2-Doğuş Sebepleri

Mezheplerin veya fırkaları, içinde doğdukları siyasî, ictimaî, dinî, tarihî ve kültürel sebeplerinden tecrid ederek anlamak mümkün değildir. Bu yüzden “hangi ortamda ve niçin ortaya çıktıkları” sorusu, Mezhepler Tarihi araştırmalarında cevaplandırılması gereken hususlardır. Burada aydınlatılması gereken noktalar, ilgilenilen mezhebin hangi şartlar altında nasıl ve niçin ortaya çıktığı ve varoluş sebeplerinin ne olduğudur. Başka bir ifadeyle mezheplerin ortaya çıkmasında etkili olduğu ileri sürülen siyasi, dini, ictimai, tarihi hadiselerin bu mezheplerin doğuşuna, liderine ve ona tabi olanlara ne derece etki ettiği araştırılmaktadır. Mezheplerin doğşunu hazırlayan sebepler kadar, eski kültür ve dinî-felsefî geleneklere kadar uzanan doğuş öncesi şartlar ve sebepler de önemledir. Bu sorun, mezheplerin menşeinin aydınlatılmasıyla da yakından ilgilidir.

3-Teşekkül Süreci

Dinî toplumsal hareketlerin kurumsallaşması, belli aşamalardan ve uzun süreçlerden sonra gerçekleşir. Hiç bir dini ve sosyal hareket, bir günde veya bir haftada ya da bir yılda ortaya çıkmaz, bunun için uzun bir süreçten ve çeşitli aşamalardan geçmeye ihtiyaç duyar. Her mezhebin bir teşekkül süreci ve doğuş zamanı vardır. Araştırılacak olan mezhep hakkında doğru bilgilerin tespiti için bu sürecin ve doğuş zamanının önemi büyüktür. Bu da, her hangi bir mezhebin teşekkülünün“nasıl ve ne zaman ” olduğu sorularının aydınlatılmasıyla mümkündür. “Ne zaman” sorusu aslında nasıl sorusuyla yakından irtibatlıdır. Bu soruyla mezhebin ne zaman ortaya çıktığı ve teşekkül süreçlerinin hangi zaman dilimlerine tekabül ettiğinin belirlenmesi amaçlanır. Bir mezhep, kurumsallaşmasını tamamlamış bir yapı olarak görülmeye başlandığı andan itibaren teşekkül sürecini tamamlamış demektir. Bu konu Mezhepler Tarihi'nin en sorunlu alanlarından birisini oluşturur.

4-

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort