Yazar Adı : | İlim Dalı : Tefsir |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Tefsir ve Te’vil Kelimeleri ve Arasındaki Farklar
Bu makalemizde, Kur’ân-ı Kerim’in açıklanması ve yorumlanması manasında kullanılan Tefsir ve Te’vil kelimelerinin anlamlarının ne olduğu, bunların aynı mı, yoksa farklı şeyler mi olduğu konusunda bilgi vereceğiz.
Müslümanlar, ilk günden itibaren Kur’ân’ı anlamak için gayret sarfetmişlerdir. Başta, vazifelerinden birisi de Kur’ân’ı açıklamak olan Allah Resûlü’nden (s.a.s.) sorarak öğrenmişler... daha sonra gelenler sahabeden... daha sonra gelenler ise sahabeden öğrenenlerden öğrenmişler... Daha sonrakiler ise kendi gayret ve uğraşıları ile Kur’ân’ı anlamaya çalışmışlardır. Asırların geçmesiyle, Kur’ân’ı anlama metotları yani tefsîr metotları da değişmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar, lügat, belâgat, edep, nahiv, fıkıh, mezhep, felsefe, tasavvuf ve daha pek çok yönlerden tefsirler meydana getirilmiş, bu farklı yönlerdeki tefsirlerde çeşitli usuller ortaya çıkmıştır. Hedef, okuyup anlaşılması ve ona göre yaşanması için gönderilen bu ilâhî kitabın herkesin rahatlıkla anlayabileceği duruma getirilmesi olmuştur. Çünkü Kur’ân’ı doğru anlamak, doğru yorumlamak bizim için bir vazife olduğu gibi ona karşı da bir vefa borcudur. Evet, Kur’ân’ı anlamak her bir Müslüman’ın hakkı ve anlatmak da doğru bilenlerin vazifesidir. Bilmeyenler her zaman onu anlama peşinde olmalı, bilenler de bütün idrak ve ihsas güçlerini onu doğru yorumlayıp doğru ifade etmede kullanmalı ve onun anlaşılmasını daha bir yaygınlaştırmalıdırlar. Zira o, anlaşılmak ve anlatılmak için Allah rahmetinin insan akıl ve idrakine en büyük armağanıdır. Onu anlamak hem bir vazife hem de bir kadirşinaslık; anlatmaksa onun nuruna muhtaç gönüllere saygı ve vefanın ifadesidir. Biz bu makalemizde, Kur’ân’ı anlamada en önemli iki kavram olan, Tefsir ve Te’vil üzerinde duracak ve aralarındaki farkı açıklamaya çalışacağız.
A. Tefsir
تَفْسِير Tefsîr kelimesi فَسْرfesr kökünden türemiş تَفْعيِل tef’îl vezninde bir mastardır. Fesr, örtülü bir şeyi açmak, açıklamak ve ortaya çıkarmak manalarına gelir. Doktorun, hastalığı teşhis etmek maksadıyla yapmış olduğu tahlile "fesr" denildiği gibi, yine hastalığı teşhis maksadıyla tetkik ettiği suya bakmasına ve bu suyun konulduğu şişeye de "fesr" denir.1 Ancak, “fesr” in duyu organlarıyla kavranabilecek bir kapalılığı açmak değil, akıl ile kavranabilecek bir manayı açıklığa kavuşturmak anlamına geldiği de kabul edilir.
“Tefsîr” kelimesinin تَفْسِرَةٌ “tefsire” kökünden türemiş olduğu da savunulmuştur. “Tefsire” de, doktorun hastalığı teşhis için, yaptığı tahlîl manasına geldiği gibi, yine teşhis için tetkîk edilen madde manasına da gelir. “Tefsîr” de kapalı bir şeyi açmak ve ortaya çıkarmak manalarına gelir. Ancak bu kelime çokluk manasına delâlet eden tef’îl kalıbından geldiği için “fesr”in kuvvetlisidir ki, iyice açmak, açıklığa kavuşturmak ve izah etmek demektir. Kur’ân-ı Kerim’de bu manada kullanılmıştır:
“ وَلاَ يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ إِلاَّ جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَأَحْسَنَ تَفْسِيرًا - Onların sana getirdiği her misale karşı biz sana mutlaka (o bâtılı yok edecek) gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz.” (Furkân Sûresi, 25/33)
Türkçe’de tefsir; “yorum ve Kur’ân tefsirine dâir yazılmış kitap” manalarında kullanılmaktadır. Ayrıca Arapça’da “şerh” kelimesiyle eş anlamlı olarak “ilmî ve felsefî eserleri izah etmek” manasında da kullanılmaktadır. 2
Tefsirciler, tefsirin ıstılahî manasını çeşitli şekillerde tarif etmişlerdir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
“O, Allah kelâmının açıklamasıdır.”, yahut “O, Kur’ân lafızlarının ve mefhumlarının açıklayıcısıdır.”
Diğer bir tanıma göre ise; “Tefsîr, insan gücü ve Arapça dil bilgisinin verdiği imkân nispetinde Kur’ân metninin manasını konu edinen bir ilimdir.” 3
“Tefsîr, manaya açık bir şekilde delâlet edecek bir lafızla âyetin manası, durumu, kıssası ve iniş sebebini açıklamaktır.” 4
Tefsirin âlimler arasındaki yaygın anlamı: “Kur’ân-ı Kerim’in manalarını keşfetmek, ondaki müşkil ve garîb lâfızlardan kastedilen şeyi açıklamak” demektir. 5 Ancak bu manada tefsir kelimesi yalnız Kur’ân’a has bir açıklama olmayıp, ilmî, edebî ve fikrî eserlerdeki izahları da içerir. Beyân ehline göre tefsir kelimesi kapalı ve anlaşılmaz olan sözün kapalılığını giderip açıklayacak şekilde sözü uzatıp fazlalaştırmaktır. 6
“Tefsîr; insan gücünün yettiği kadarıyla Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın murâdını araştıran bir ilimdir.” Tanımda, “insan gücünün yettiği kadarıyla” diye kayıtlama yapmak gerekmektedir. Çünkü insanın, Allah’ın murâdını tam olarak anlamaya gücü yetmez. 7
“Tefsir, bir metin ve sözün muhtevasını tam aksettirebilme gayretiyle ortaya konan yorum; Kur’ân-ı Kerim’e bakan yönüyle dilbilgisi, belâğat kuralları, Şâriin tavzihi, saff-ı evveli teşkil edenlerin anlayışları ve bunların yanında akıl nuru ve kalb ziyası da ihmal edilmeden ilahi beyanın yorumlanması demektir.” 8
Bazıları da tefsîri şöyle tanımlamışlardır: “Âyetlerin inişlerini, durumlarını ve kıssalarını, nüzûl sebeplerini, sonra Mekkî-Medenî, muhkem-müteşâbih, nâsih-mensûh, hass-âmm, mutlak-mukayyed, mücmel-müfesser oluşlarını, helâl ve haramı, va’di ve vaîdi, emri ve nehyi, ibret ve emsâli gösteren bir ilimdir.” 9
Tefsîr ilminin konusu, bütünüyle Kur’ân âyetleridir. Tefsîr, Kur’ân’ın bütün âyetlerini ve kelimelerini araştırma konusu yapar. Bu ilmin gâyesi; gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada kişilerin selamete ve saadete ulaşmalarını sağlamak için Allah’ın kitabını, O’nun ifade etmek istediği maksada yakın olarak anlamak, anlatmak ve faydalı sonuçlar çıkarmaya çalışmaktır.
B. Te’vîl
تَأوِيل Te’vîl kelimesi اَوْلٌ – يَؤُولُ - آلَ kökünden tef’îl vezninde bir mastardır. اَوْلٌ evl kelimesi geri dönmek rücû manasındadır اَوْلٌ kelimesinin tef’îl bâbı olarak تأويل te’vîl; döndürmek, herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak, açıklamak, beyân, tefsir, keşf, îzâh, tercüme, netice gibi anlamlarda kullanılır.
Istılah olarak, zâhiri birbirine uygun olan iki ihtimalden birini tercih etmektir. Ez-Zerkeşi’ye göre ise; âyetin muhtemel olduğu manalardan birine hamletmektir. 10
Tefsir ilmindeki ıstılâhî manası ile te’vîl11 değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlar her ne kadar ifade bakımından farklı ise de genellikle aynı manaya yakın tariflerdir. Fakat daha çok şu tanımın üzerinde durulmuştur; te’vîl; “Âyetin, taşıdığı muhtemel anlamlardan birine hamledilmesidir.” 12 Başta İbn Cerîr et-Taberî olmak üzere birçok müfessir, eserlerinde te’vil kelimesini tefsir anlamında kullanmışlardır. 13
Begavî’nin, te’vil ve tefsir tarifi şöyledir: “Te’vil: Ayet-i kerimeyi öncesi ve sonrasına uygun olan muhtemel manasına, Kitap ve Sünnet’e ters düşmeksizin, istinbat yoluyla hamletmektir. Tefsir ise: Ayeti, nüzûl sebepleri, diğer durumları ve kıssası itibariyle açıklamaktır ki, ancak nakil yoluyla sâbit olan işitme ile olur.” 14
Begavî’nin tanımına yakın bir tanım da şöyledir: “Meşrû bir sebep veya delilden ötürü âyeti zâhirî manasından alıp, kendisinden önce ve sonraki âyete mutâbık, kitab ve sünnete uygun manalardan birine hamletmektir.” 15
Mâturîdî’ye göre:
“Tefsir: Ayetten murat olunan mananın öyle olduğunu kesin olarak söylemek ve o mananın kastedildiğine Allah’ı şahit tutmaktır. Bu şekilde yapılan tefsir, şayet kesin bir delile dayanıyorsa sahihtir; dayanmıyorsa, yasaklanmış olan re’y tefsiridir. Te’vil ise: Kesin kaydıyla söylemeden ve Yüce Allah’ı şahit tutmadan, ayetin muhtemel olduğu manalardan birini tercih etmektir.” 16
F. Gülen, bu kelimeyi şöyle anlatır: Te’vil; “Bir söz, bir tavır ve bir davranışı, bunların muhtemel bulunduğu manalardan birine hamletme veya çevirme anlamına gelmektedir. Vâkıa bazıları te’vile, ifade ve davranışların aklın zahirine muhalif şekilde yorumlanması da demişlerdir ki, buna görülüp duyulan bir şeyi akla ilk gelenden başka ve hemen anlaşılmayan ma’kulâtla yorum demek de mümkündür… Aslında “e-v-l” maddesinden gelen te’vil, herhangi bir lafzın muhtemel bulunduğu manalardan birinin tercih edilip öne çıkarılması demektir. Bu itibarla da uzak-yakın lafzın muhtemel bulunmadığı manayı/manaları “tefsir” ve “te’vil” deyip ortaya koymak yanlıştır.” 17
C. Tefsîr ile Te’vîl Arasındaki Farklar
Bazen, tefsir ve te’vil lafızları birbiri yerine kullanılmış ve bunların ikisi de kullanılış bakımından aynı manadadır diyenler olmuşsa da, 18 bazı âlimlere göre aralarında şu farklar vardır:
1. Te’vilde, anlamın doğruluğu hususunda kesinlik yoktur. Tefsirde, 'Yüce Allah şu ibareden şu hükmü, şu manayı murat etmiştir.' diye kesin hüküm vardır. Bu cihetle tefsir kat’î bir delile ve Şâri’in beyanına tevakkuf eder. Böyle kat’î bir delile istinat etmezse re’y ile tefsir olur ki, bu şer’an menedilmiştir. Te’vil ise, lafızdan murad-ı ilâhiyi beyanda kesinlik bulunmaksızın lafzın ihtimallerinden birini tercihten ibarettir. İlk devirde bir ihtiyat tedbiri olarak te’vil lafzı, tefsir lafzından daha çok kullanılmıştır. Yine bundan hareketle İbn Kuteybe (Te’vilu Müşkili’l- Kur’ân), Taberî (Câmiu’l-Beyân an Te’vili Âyi’l-Kur’ân) ve Mâturîdî (Te’vilât) gibi ilk müfessirler, tefsirlerine tefsir yerine te’vil adını vermişlerdir. 19
2. Te’vilde Allah’ı şâhit göstermek yoktur. Zira te’vil eden, murat edilen şeyden haber vermemekte ve 'Allah bununla şunu murat veya kastetmiştir.' dememekte, fakat 'Bu söz insanların konuşmalarında şu vecihlere yönelir ve Allah da en iyi bilir.' demektedir.
3. Tefsirde sadece bir vecih vardır, te’vil ise birçok vecihleri muhtevidir.
4. Tefsir kelimesinde daima doğruya isabet bahis konusu olduğundan, o makbuldür. Te’vil ise makbul olma veya olmama bakımından iki kısma ayrılır. Makbûl olmayan te’vil kendisine bakıldığı zaman, âyetin ileri ve gerisi ile mutabakat etmeyen ve delilleri eksik olandır. Bu vasıfların bulunmadığı te’vil ise makbûl addedilir.
5. Tefsir, lâfzın taşıdığı zâhirî manayı, te’vil ise bâtınî manayı beyan eder.
6. Yaygın görüşe göre tefsir rivâyete, te’vil de dirâyete dayanmaktadır.
7. Tefsir, kelimelerin açıklaması için, te’vîl de cümlelerin açıklamasında kullanılır. Şu kelimenin tefsiri şu; şu cümlenin te’vîli budur denilir.
8. Tefsir ve Te’vil, Kur’ân’ı anlamada birbirini takip eden iki merhaledir. Bu görüş sahiplerine göre; Tefsir; Kur’ân âyetlerini anlama ve manalarını açıklama demektir. Te’vil ise, âyetlerdeki kapalılık ve müşkili giderme, âyeti doğru anlama, âyetten bir takım hükümler, incelikler, hakîkatler ve işâretler çıkarma demektir. Öyleyse Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlamak için, bu iki merhaleye riâyet etmek gerekir ki, birinci merhale; Kur’ân’ın tefsiri, ikinci merhale ise; Kur’ân’ın te’vilidir.
Birinci merhalede müfessir; Kur’ân’ın lafızlarını ve kelimelerini, diğer âyetler, sahih hadisler, sahabe ve tâbiûndan gelen rivayetlerle açıklamaya çalışır. Âyetin varsa sebeb-i nüzûlünü, nâsih ve mensûhunu, kırâat vecihlerini ve i’rabını zikreder. Bütün bunlarla müfessir, sahih rivâyete ve sahih ilme dayanarak âyetin zâhirini tefsir ve ilk anda akla gelen yakın manaları zikretmiş olur. Böylece müfessir iki merhaleden birincisini, yani âyetin zâhirî manasını açıklamış olur.
Müfessir ikinci merhaleye gelince; birinci merhaledeki tefsir bilgilerinden hareketle âyetin te’viline başlar. Âyeti te’vil için de; âyetin cümle ve terkiplerine dikkatlice bakar. Bu hususta aklına ve tefekkür gücüne dayanarak âyetin derinliklerine nüfûz etmeye çalışır. Âyetin incelik ve işâretlerine, kendisine ilhâm ettiği manalara dikkat ederek, âyetten bir takım hakîkatler ve hükümler çıkarmaya çalışır. İnsanın ilk anda aklına gelmeyen uzak manaları da düşünür, âyette yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek bazı noktaları ve şüpheleri izâle etmeye çalışır. Âyeti te’vil eden kişinin yaptığı bütün bu işler, bizzat kendi tecrübesine, Kur’ân hakkındaki bilgi birikimine ve birinci merhalede âyetin tefsirinde topladığı bilgiye bağlıdır. Yaptığı te’vil, âyetin tefsiri adına topladığı bilgilere ters olmamalıdır, yoksa te’vili hatalı bir te’vil olur. Güvenilir bir te’vil için, birinci merhale dediğimiz tefsir merhalesi katiyen ihmal edilmemeli ve yapılan te’vil, tefsirle çelişmemelidir. 20
Bütün bu söylediklerimizden hareketle tefsir; sebeb-i nüzûl, nesih, kırâat ve rivâyet ilimleri gibi bazı ilimleri bilmeye bağlıdır. Bu ilimleri bilen kimseler tefsir yapabilir. Te’vil ise; îlâhî mevhibeye, bu husustaki meleke, tedebbür ve birikime bağlıdır. Onun için bunlar her müfessire nasip olmayabilir. Dolayısıyla te’vil yapan bir kimsenin te’vilinin sahih olabilmesi için tefsiri bilmesi gerekir, fakat bu her müfessir te’vil yapabilir demek değildir. Çünkü bu Allah’ın bir lütfudur ve onu istediğine verir.
Meselâ Peygamber Efendimiz’in ashabının çoğunluğu az-çok Kur’ân tefsirini biliyordu. Ama tefsiri ile beraber te’vilini bilen çok azdı. Bunların başında da Peygamberimiz’in اَللَّهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ وَ عَلِّمْهُ التَّاْوِيلَ
“Allah’ım onu dinde fakîh (anlayışlı) kıl ve ona te’vili öğret.” 21 duasına mazhar olan İbn Abbas (r.a.) gelmektedir.
Buhârî’nin rivâyetine göre, İbn Abbâs (r.a.) dedi ki: “Hz. Ömer (r.a.) beni, Bedir savaşına katılmış sahabenin ileri gelenleri ile birlikte (sohbet ve istişâre meclislerine) alıyordu. Bu hâl, sanki, birilerinin zoruna gitmişti: ‘Bunu niye bizimle birlikte cemaate alıyorsun, bizim onun kadar çocuklarımız var?’ diye Hz. Ömer’e târizde bulunanlar oldu. Hz. Ömer onlara: ‘Onun kimlerden olduğunu biliyorsunuz.’ diye cevap ver(ip geçiştir)di.
Bir gün beni çağırıp yine onlarla birlikte meclise aldı. Bu sefer, sırf beni(m liyâkatımı) onlara göstermek için çağırdığını anlamıştım. Hz. Ömer (r.a.): ‘Cenab-ı Hakk’ın "İzâ câe nasrullahi ve’l-feth" kavl-i şerifi hakkında ne dersiniz?’ diye sordu. Cemaatten bazıları:
‘Yardıma ve fethe mazhar olduğumuz zaman Allah’a hamdetmek ve istiğfarda bulunmakla emrolunduk.’ diye cevap verdi. Bazıları hiçbir şey söylemedi.
Hz. Ömer (r.a.) bana yönelerek: ‘Ey İbn Abbâs, sen de mi böyle söylüyorsun?’ dedi. Ben: ‘Hayır’ dedim ve sustum. Hz. Ömer: ‘Öyleyse söyle, sen ne diyorsun?’ diye bana söz verdi. Ben dedim ki: ‘Bu sûre, Resûlullah’ın (s.a.s.) ecelidir, kendisine bu sûre ile haber verilmiştir. Bu sûrede Cenab-ı Hak (Resûlü’ne şöyle demiştir): “Allah’ın nusreti ve fethi geldiği zaman, bil ki bu, senin ecelinin artık yakınlığına işarettir. Öyle ise hamdederek Rabbini tesbih et ve O’na istiğfarda bulun. O tövbeleri kabul edicidir.”
Bu te’vil üzerine Hz. Ömer: ‘Bundan ben de senin söylediğini anlıyorum.’ dedi.” 22
Bu rivâyette, Bedir ashâbı olan yaşlı sahabeler, Nasr Sûresini zâhiri manası üzerine sahih bir şekilde tefsir etmişlerdir. İbn Abbas (r.a.) da bu tefsiri bilmekle beraber, tefsirin bir adım ötesine geçerek âyetleri te’vil etmiştir.
Sonuç
Kur’ân-ı Kerim’i, bir tefsir, bir te’vîl veya geniş bir mealle herkese duyurma bu işin uzmanları için bir vazife; ona karşı kadirşinas ve saygılı olmanın da gereğidir. İslâm tarihi boyunca İslâm âlimleri, özellikle de müfessirler, Kur’ân’ın tefsir ve te’vili ile meşgul olmuşlar ve onun mealini yapmışlardır. Biz de bu makalemizde tefsir ve te’vil nedir, aralarındaki farklar nelerdir konusu üzerinde durduk ve gördük ki, tefsir ve te’vil; Kur’ân’ı anlamak için yapılan gayretlerdir. Bunlar birbirinden biraz farklı olsa da, aslında arasında ciddi farklar yoktur ve onun için bazen birbirlerinin yerine kullanılırlar.
Dipnotlar:
1. İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Beyrut ts., 4/369; el-Cevherî, es-Sıhah, Mısır 1376, 2/781; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, Mısır 1306, 3/470.
2. Sadreddin Gümüş, Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İstanbul 1990, s.19-21.
3. Kâtip Çelebî Mustafa b. Abdullah, Keşfu’z- Zunûn an Âsâmi’l- Kütübi ve’l- Funûn, İstanbul 1971-1972, 1/427.
4. S. Şerif Cürcânî, Kitâbu’t-Ta’rîfât, Beyrut 1988, s.63.
5. Tefsirin anlamıyla ilgili olarak bkz. Lisânu’l- Arab, es-Sıhâh ve Tâcu’l-Arûs, ilgili madde; ez-Zerkeşî, el-Bürhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1972, 2/147; ez-Zerkanî, Menâhilu’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut ts., 1/471; ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l- Müfessirûn, Beyrut ts., 1/13-15; İsmail Cerrahoğlu, Tesir Usûlü, Ankara 1991, s.213-214.
6. Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, İstanbul (Ofset), 1984, 2/1115-6.
7. Seyyid Mursî İbrahim el-Beyûmî, Menâhicu’t-Tefsir Beyne’l-Kadîm ve’l-Hadîs, Kahire ts., s. 3-4.
8. M. F. Gülen, “Kur’ân-ı Kerim ve Meali Üzerine”, Yeni Ümit, Nisan-Mayıs-Haziran, 2005.
9. Suyutî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1987, s.1191.
10. ez-Zerkeşî, el-Burhân, 2/148; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, 1/19-27.
11. Zehebî, , et-Tefsir, 1/21; Yusuf Işıcık, Kur’ân’ı Anlamada Temel Bir Problem Te’vil, Esra yay., Konya 1997, s.62.
12. ez-Zerkeşî, el-Burhân, 2/148; es-Suyûtî, el-İtkân, s.1189; ez-Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, 1/13-22.
13. Yusuf Işıcık, Te’vil, s.62.
14. Begavî, Tefsîru’l-Begavî (Meâlimü’t-Tenzîl), Riyad 1997, 1/46.
15. ez-Zerkeşî, el-Burhân, 2/150; es-Suyûtî, el-İtkân, s.1191.
16. Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed, Te’vilât, Konya Yusufağa ktp., no: 5552, varak 1b; Zehabî, age., I,19.
17. M. F. Gülen, a.g.m.,
18. ez-Zerkeşî, el-Burhân, 2/149 vd.; Arthur Jeffery, (tarafından neşredilen) Mukaddemetân fi Ulûlmi’l-Kur’ân ve humâ Makaddimetu Kitâbi’l-Mebâni ve Mukaddimetu İbn Atiyye (Mukaddimetân), Mısır 1954, s.172-174; es-Suyûtî, el-İtkân, s.1189-1191; Lisânü’l-Arab, 5/55; ez-Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, 1/19-22; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim, İstanbul ts., 1819-20; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1/21-27.
19. es-Suyûtî, el-İtkân, s.1189; ez-Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, 1/19-22; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1/21.
20. Salâh Abdulfettah Hâlidî, et-Tefsîru’l- Mevdûî, Ürdün 1997, s.14-15.
21. İbn Kesîr, Ebu’l- Fidâ İmâdüddin İsmâîl, Tefsîru’l- Kur’âni’l- Azîm, Kâhire 1980, 1/3; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, Beyrut 1328, 2/331; Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/269; Buhari, Fedâilü Ashâbi’n- Nebiyy, 24.
22. Buharî, Tefsir 4, Menâkıb 25, Meğâzî 50, 85; Tirmizî, Tefsir, Feth (Nasr) 3359.