Yazar Adı : | İlim Dalı : Tarih |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-09-28 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Osmanlının Bilinen Kuruluş Yeri Ve Tarihini Değiştirmek İsteyen Profesör Halil İnalcık’tan Diğer Değişimler
Osmanlının asırlardır bilinen, kabul edilmiş kuruluş yılı ve yerini değiştirmek isteyen ve bunu da uluslar arası bir sempozyumla dünyaya duyurmayı çok önemsediği anlaşılan Sayın Prof. Halil İnalcık ve bu sempozyuma ev sahipliği yapan Yalova Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Niyazi Erus’a; “AVAR DİASPORA” dokuzuncu sayısında, Osmanlının kuruluş serüvenini anlatan bir cevap vermişti. Bu geniş anlatımlı yazı da, durup dururken ve asırlar sonra, Osmanlının kuruluş yeri ve yılını yabancı bir kaynağa dayandırılarak değiştirmeye zorlamak, Osmanlı İslam Medeniyeti devleti ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti devletimizde yetişmiş saygın ve önemli tarihçilerimizi hiçe sayarak onları. Ve bugün kendisinin görüşlerini paylaşmayanları; “Kafalarına yerleşmiş bir takım hurafelerle” ya da “miyop hastalar” olarak değerlendirip Bizans tarihçisine dayandırdıkları antitezlerini hipotez haline getirip milletimizi bunu kabule zorlama tavırlarının burada bitmeyeceğini AVAR DİASPORA” bir önceki sayısında “Ve kim bilir daha sonraki sempozyumlarda O Büyük Medeniyet ve O’nun devletinin hangi yanlışlarını daha öğreneceğiz! Yoksa O Büyük Medeniyet Devletimizin kuruluşunu da yenidünya düzenine uygun bir takım değişiklikler mi yapılmak isteniyor gibi daha pek çok sorular akla geliyor” demiştik.
Maalesef, yeni sempozyumlar beklemeye gerek kalmadı. 23.8.2009 Sabah Gazetesinden Burak Altuner’ın; “İnalcık’tan YENİ TEZLER” başlıklı röportajı yayınlandı. İyi ki yayınlandı, çünkü bu röportajla İnalcık’lının biraz daha deşifre olduğunu gördük.
Adı geçen röportajda Sayın Halil İnalcık, Osmanlının kuruluş yılı olarak; “Osman Gazi’nin 1302 de tarih sahnesine çıkmış olduğunu, Bizans tarihçisinin ifadesini esas olarak yazdım.” Diyerek, Osman Beyin bu savaş öncesini adeta görmezlikten geliyor. Onun diğer boylar arasında dindarlığı, yiğitliği, cesareti, savaşçılığı, ufku ve disiplini ile hâkimiyet sağlayarak toplum içersinde sağlamayı başardığı organizasyonla dayanışmayı güçlendirerek beyliği dinamik bir unsur haline getirmiştir. Bizans’ın Anadolu’daki arka bahçeleri konumundaki güçlü tekfurlarını birer birer yıkması, haraca bağlayarak disiplin altına alınmışlardır. Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat III’ün tutuklanıp İran’a götürülmesiyle dağılan Selçuklu Emir ve Beyleri, askeri otoriteler, savaşçılar, ulema, gelişen güçlenen Kayı Beylerinden Osman Bey’in Sultanlığında bir araya gelerek, Kayı boyu ileri gelenleriyle birlikte Osmanlı Beyliğinin istiklalini 1299 da dünyaya ilan etmişlerdir.
Her millet kendi medeniyet değerlerini yaşamak ve onları korumakla ancak ayakta kalabilirler. Kimliği başkalarınca hazırlanan, farklı uygarlıkların değerleriyle yaşayan bir millet özgür olabilir mi? Kendi kuruluşumuzu, inanç ve medeniyet zıttı bir ülkenin tarihçisine dayandırmak kadar kimliğimize ters düşen başka ne olabilir? Bizans tarihçisi ya da başka yabancı bir tarihçinin medeniyetimizle ilgili tespit ve görüşleri kendilerini bağlar. Onların mantığı ile hareket etmek, kendi değerlerimiz ve kimliğimizden uzaklaştığımızın kanıtı değil midir? Bu durum Sabah Gazetesindeki röportajında ortaya çıkmıştır.
Sayın İnalcık’lıyla yapılan röportaj da kendisine sorulan soruya şu yanıtı veriyor;
“Son günlerde Osmanlının Yalova da kurulduğuna dair tarihi tespitiniz çok tartışıldı. Karşı çıkanlar oldu. Bu tartışmalarla ilgili düşünceniz nedir?”
“Eski tarihçilerimiz(*) birisinin naklettiği rivayeti aynen alır kitabına koyar. Bu sahte bir rivayet midir, yanlışlıklar var mı sorgulamadan aynen kaynağının söylediği gibi alır. Bunun asıl sebebi “Müslüman yalan söylemez” inancı olabilir. Hâlbuki bir tarihi olay ve kişi hakkında söylenen rivayeti tarihçi kullanırken, bunu süzgeçten geçirmek zorundadır. Buna “textkritik” metodu denir. Bir misal vereyim. Sözde Osman’a rüyasında dünya hâkimiyeti müjdelenmiş. Bunu Şeyh Edibali yorumlamış. Bunu modern bir tarihçi kabul edebilir mi? 15’inci yüzyılda Aşıkpaşazade ‘de, neşri bunu gerçek gibi kaydederler. Kaynaklarımız bunun gibi hurafeler içerir.”
Sayın Prof. İnalcık’lı Müslümanların birbirinden aynen bilgi aktarmalarını “Müslümanlar yalan söylemez inancıyla adeta alay eder, oysa tarihçi kritik eder diyerek de böylesi Müslüman tarihçilerini de küçümsediğini görüyoruz.
*(Tarih yazmamış olan İnalcık’lı, eski dediği tarihçileri okumasıyla tarihçi kabul edilir)
Sayın İnalcık’lı, Müslümanların yalan söylemedikleri gibi yalan da yazmadıklarını bilmezler mi acaba? Oysa bir Müslüman’ın ulaştığı bilgi, bin bir kritikten, süzgeçten geçerek ancak yazılı konuma gelir. Ravilere son derece dikkat edilir.
Hafızası, bilgisi, konumu, samimiyeti, güvenilirliği, bilgi ve amellerinin uyuşmasına varıncaya kadar bir dikkat sonucu ravilerden bilgi aktarımı yapılır.
Böyle birisinden bilgi aktardıktan sonra, onun o bilgiyi elde etmesi için yaptı tetkikleri tekrar tekrar yapmanın bir anlamı olur mu? Bu zaman kaybından başka nedir? Oysa Müslümanlar için zaman çok ama çok önemlidir sayın İnalcık’lı.
Sayın Profesör sözde kendilerini doğrultmak ve teyit için verdikleri misal kendilerini ele veriyor. Hakikat Medeniyeti değerlerimize ne kadar uzak ve yabancı kaldığını verdiği bu örnekle daha iyi anlamakta ve görmekteyiz. İnalcık’lı diyor ki;
“Sözde Osman’a rüyasında dünya hâkimiyeti müjdelenmiş. Bunu Şeyh Edebali yorumlamış. Bunu modern bir tarihçi kabul edebilir mi?”
Oysa asırlardır Medeniyetimizin İlahi kaynaktan beslendiğini ve oraya dayanağını bilen, iman sahibi gerçek tarihçilerimiz, İnalcık’lının yukarıda alaya aldığı Osman Gazi’nin rüyasını ve Şeyh Edebali’nin yorumunda kabul etmişlerdir Sayın İnalcık. Çünkü İmanı, ahlakı, seciyesi, yiğitliği, mertliği, mütevaziliği, ihlası, dindarlığı, cesareti ile toplumda saygın bir yere sahip Osman Bey, durup dururken neden görmediği bir rüyayı hem de manevi ciheti bilinen toplumun atası, yol göstericisi konumundaki Şeyh Edebali gibi yüksek bir şahsiyete yalan söyleyerek görmüş gibi anlatsın. Bu olacak şey mi? Görmediği şeye gördüm diye yalan söylesin. Bu Osman Bey gibi imanlı, şahsiyetli, mert bir insanın davranışıyla bağdaşır mı? Siz inanmasanız da, ret de etseniz Onlar bu yalandan uzaktırlar. Siz o zaman; Osman Gazinin misafir olduğu Şeyh Edabali’nin evinde, kendisine yatması için gösterilen oda da, Kur’an-ı Kerimin duvarda asılı olduğunu görüp ona edeben sabaha kadar yatmadan ayakta dikilmiş olmasına, “kaynaklarımız bunun gibi hurafelerle dolu” diyerek, buna da inanmayacaksınız.
Osman Gazi, gördüğü rüyasını Şeyh Edabali’ye anlatır, Şeyh Efendi de rüyayı yorumlar. Bunda gerçek dışı ne var Sayın İnalcık? Anlaşılan Sayın İnalcık’ın kabul etmek istemediği, Medeniyetimizin ötelerle, bizi yaratanla olan manevi bir irtibattır ona garip gelen, onu rahatsız eden. Oysa farklı, pozitif bilim dallarındaki profesörlerden önce bir tarihçi olarak Sayın İnalcık için bu rüya ve yorum kendilerine çok enteresan gelmeli ve bütün dikkatiyle bu olayın analizini yapmaya çalışmalıydı. Çünkü kendisinin kabul etmediği rüya gerçekleşmiş bir rüya. Bunu aksi olmuş olsaydı belki İnalcık’lı iddiasında biraz olsun dikkate alınabilinirdi. Oysa tam tersi olmuş, rüya sahibi Osman Bey, rüyası ve rüyayı yorumlayan Şeyh Edabali tamamıyla haklı çıkmışlardır. Görülüyor ki “Müslümanlar yalan söylemiyorlar”.
Prof. İnalcık’lı; 15’inci yüzyılda meşhur Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşazade yukarıdaki rüya ve Şeyh Edabali’nin yorumunu gerçek gibi kabul etmesinden yakınarak Aşıkzadepaşa’nın tarihçiliğini tenkit ederek; “Kaynaklarımız bunun gibi hurafeler içerir” diyerek asırlardır güvenle ve saygıyla okuna gelen tarih kaynaklarımızı töhmet altında bırakmaktan çekinmediğini görüyoruz. İnalcık’ın Medeniyet değerlerimize karşı bu tavır alışları üzerine bir doktora çalışması yapılsa yeridir.
Aşıkpaşazade, Haçlıların batıl inanışlarına pirim vermeyerek, kendi değer ölçülerine bağlı kalarak tarih yazmıştır. Asla kendi insanını, eserlerini küçümsememiş, aşağılamamış, alay etmemiştir. Medeniyet değerlerine sahip çıkmış onunla büyümüş bugüne ve daha nice asırlara uzayacak bir ömre sahip olmuştur. Nicelerini biliyoruz ki ölümleriyle unutulup ve yok olup gitmişlerdir. Ama bir Aşıkpaşazade ise hala yaşıyor, tarihçilerin yanlışlarını düzeltmekle uğraşıyor. Sayın İnalcık’lı ise, Medeniyet değerlerimize özgü hassasiyetleri pek önemsemediği izlenimini veriyor. Oysa bizim Medeniyetimiz iman temelli bir medeniyettir. Bu yüzden ona Hakikat Medeniyeti deniyor. Bu yüzden Osmanlı İslam Medeniyeti gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerden daha uzun ömürlü ve tüm dünyayı kucaklayan bir Medeniyet olmuştur. Güçsüz de olsa mazlumun yanında yer almış, güçlü de olsa zulme karşı durmuş, kim olursa olsun insan yaşam hakkını korumuş, farklı inanış guruplarının da kurtarıcısı olarak insanlığı Hakikat Medeniyeti ile tanıştırmış, bunda asla zorbacı ve baskıcı olmamıştır. İşte böyle bir medeniyetin tarihçisi olan Aşıkpaşazade, Yazıcızade, Cevdet Paşa ve niceleri, daha nice asırlar bu milletin evlatlarınca güvenilir birer tarihçi olarak okunacaklardır. Onlar milletimizin içinden çıkmış, imanı bütün olan bu bilim adamları milleti gibi yaşamış, imanları, yazdıkları ve yaşadıklarıyla çelişmeyen asil duruşlarıyla da medeniyetimizin kıvanç duyduğu konuma yükselmişlerdir.
Sayın Prof.İnalcık’lının kendi medeniyet tarihçilerimize karşı Bizans tarihçilerini tercih etmesi manidardır. Bizans tarihçisi Georgios Pachumeres’in yazdığı 1302 de Osman Gazi ile Bizans Ordusu arasında Yalak-Ova Savaşı (Bapheus) Aşıkpaşazade’nin “Tevarih-i Ali Osman” adlı eserinde uzunca anlatılmış olmasına rağmen Sayın İnalcık bu savaşı Bizanslı tarihçinin görüşleri doğrultusunda hareket etmeyi benimsediğini anlatır.
Artuner’le yaptığı röportajında da bunu; “Osman Gazi’nin 1302’de tarih sahnesine çıkmış olduğu, Bizans tarihçinin ifadesini esas olarak yazdım” diyerek Bizans tarihçisinin görüşlerini ileri sürerek, bu görüşlerin doğru olarak kabul edilmesini ister. Kabul etmeyenler için de kafaların da“hurafeler” olduğunu söyler. Sayın İnalcık’ı heyecanlandıran bu savaşı Osmanlı tarihçileri sıradan bir savaş olarak bahseder. Osmanlı Devletinin ne kuruluş tarihi ve ne de kuruluş yeri olarak asla bağlantı kurmaz. Ama Sayın İnalcık’lı bunlara rağmen, Bizanslı tarihçinin görüşlerini benimseyerek Milletimizin de kabul etmesi için çaba sarf eder. Bizanslının, Osman Gazi, bu savaşla kendisini Anadolu’da tanıttı düşüncesi de tamamen yanlı, yanlış, art niyetli bir görüştür. Bu hususla ilgili olarak bir önceki yazımızda genişçe değinmiştik.
Adı geçen röportajında Sayın İnalcık’lı;
“Osmanlıların Kayı Han kolu siyasi amaçlı bir iddia olduğunu ileri sürer. Timuroğullarının Oğuzdan geldikleri iddiasına karşı siyasi bir iddia. Bu bir kurgudur. Fatih zamanın da şehzadelere Oğuz, Korkut adlarını vermişler ve topların üzerine Kayı damgasını koymaya başlamışlardır. Kayı teorisi Osmanlı Hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibarettir.”
İnalcık’lı, Osmanlı Hanedanının Kayı Han’dan geldiğini şecereyle ortaya koyanın II Murad zamanında 1400’lü yıllarında Osmanlı tarihçisi Yazıcızade tarafından ortaya atıldığını söyleyerek diyor ki;
“Yazıcızade diyor ki, Osman Gazi zamanında kabileler toplandı ve Oğuzhan zamanında kabileler toplandı ve Oğuzhan’ın vasiyeti gereğince Kayı han neslinden gelen Osman’ı Han ilan ettiler. Osmanlı Hanedanı Kayı han neslindendir. Bu hikâye 1400’lerde ileri sürülmüştür.”
Bizans tarihçisi Georgios’un görüşlerini paylaşıp kabul eden İnalcık’lı Osmanlı tarihçisi Yazıcızade’nin tespitlerine, Osmanlı Sultanlarının görüşlerine “hikâye” olarak yaklaşımı İnalcık kiminle neyin peşinde sorusunu akla getiriyor.
Osmanlı gibi ahlaki, manevi ve milli değerlerine son derece bağlı bir ulusun, kendi boylarını gizleyerek, sahip olmadıkları bir boydanmışlar gibi görünmeleri o toplumun ahlaki değerleriyle asla bağdaşmayan bir davranıştır ki Osmanlı gibi bir ulus buna asla tevessül etmeyeceği herkesçe kabul edilecek bir realitedir.
Şeyh Edabali, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, II Murad biz Kayı boyundanız diyor, tarihçi Yazıcızade bunu yaptığı araştırmalarıyla doğruluyor, Fatih bunu söylüyor, ama Profesör İnalcık’lı hayır diyor. Onlara, sizin sahiplenmeye çalıştığınız Kayı boyu sizin boyunuz değil diyor. O yeni antitezler, hipotezler ortaya atarak hangi gerekçeyle bilinmez, “Tarihçilerin kutbu” sıfatıyla nitelenen Prof. Halil İnalcık, “bu Timuroğulların Oğuzlardan geldikleri iddiasına karşı siyasi bir iddiadır. Bir kurgudur” iddiasında bulunarak, adeta Şeyh Edebali’yi, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, II Murad ve Fatih’i yalanlar. Başka ne mana çıkar İnalcık’lının iddialarından.
Anlaşılan İnalcık ne Şeyh Edabali’ye, ne Ertuğrul Gazi’ye, ne Osman Gazi’ye, ne II Murad’a, ne Fatih’e ve ne onların tarihçilerine inanmıyor. O Bizans tarihçisi Georgios’un görüşlerini peşinde koşarken bu milletin 600 yıllık bilgi birikimi, tarihi değerleriyle IAOSEH, "Uluslararası Osmanlı Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Derneği"nin ingilizcesi olan"International Association of Ottoman Social and Economic History” Başkanı sıfatıyla milletimizin medeniyet ve tarihi üzerine ortak çalıştığı Haçlı tarihçileriyle beraber farklı bir mecraya sürüklemek çabaları ve bundaki ısrarcı tutumu dikkat çekicidir.
Matematik, fizik, kimya, tıp, astronomi ve diğer pozitif bilimler olsaydı ve Sayın İnalcık’ta bu hususta teoriler, tezler ortaya koymuş olsalardı, çağımızdaki yeni buluş ve gelişmeler konusunda geçmiş asırlara göre pozitif bilim dallarında ne kadar ilerleme kaydedildiği herkesin kabulü olabilirdi. Ama sosyal olaylar, tarihi kayıtlar böyle mi ki? Onlar yaşandığı gibi kayıt altına alınır ve bir daha değişikliğe uğramaz. Hangi unvan ve sıfatla anılıyor ve prof olsalar da, hiçbir kimse bu tarihi kayıt ve gerçekleri değiştiremez. Hele hele bir Bizans tarihçisinin görüşleri gerçek kabul edilerek milli tarihimize yön verilmek istenmek milletimiz ve onun değerlerini hafife almaktır ki bunu milletimizin ters yüz edeceği aşikârdır.
Sayın İnalcık’ın bu kabul edilmez şahsi görüşlerini kayıtsız şartsız kabul eden rektör, profesör ve bazı günlük ve haftalık yazarlar yanlışı ne kadar alkışlasalar da, hakikatleri değiştiremeyecekler. Ne kadar çamur taşısalar da güneşi başçıkla kapatamayacaklardır. Hakikat, yalan ve iftiralarla değiştirilemez, saptırılamaz.
Şimdide profesörlerimizin ne kadar teslimiyetçilik içinde olduklarını gösteren tipik bir örnek vermek istiyorum. Adı geçen röportajla ilgili olarak tarihçi Prof. İlber Ortaylı’ya İnalcık’ın görüşleri hakkında sorulduğunda; “Eğer o söylüyorsa doğru söylüyor” yaklaşımı, bu denli kuşkulu, tarihi realitelerimize aykırı, şüpheli düşünceleri ileri süren biri için, ünlü olmasına binaen o diyorsa doğrudur yaklaşımı bilim adamı kimliğiyle bağdaşmayacağı kuşkusuzdur. Bu demektir ki, bu insanlar aynı kaynaktan besleniyor, dünya görüşleri, yaşam tarzları birbirlerinin aynı ve aynı istikamettedirler. Yoksa İnalcık peygamber midir ki, ne dediyse doğru olsun. Tarih konusunda uzman olabilir ama yanlı, yanlış ve yanıltılmış ve farklı niyetleri de olabilir. Ne dediyse değil, dediklerinin doğru olabilmesi için; Hak ve Hakikate ters düşmeyecek niteliklere bakılmalıydı. Bu durum göz ardı edilerek özellikle Haçlılar arasında şöhreti, popülerliğine dayanarak “o dediyse doğrudur”, “onun bir bildiği vardır” mantığı bilim adamlığı ve bilimle bağdaşmayacağını herkesin bilebileceği vasat bir bilgidir. Kendi değerlerimiz ve kaynaklarımız “hurafelerle dolu” olduğunu söyleyen, tarihimizi, tarih büyüklerimizi ve tarihçilerimizin anlatım ve kabullerine “hikâye”, “kurgu” benzetmesi yapan biri için “o söylüyorsa bizim onun üzerine sözümüz yok” teslimiyetçiliği bilim adına son derece utanç verici olduğu ortadadır. Oysa Osmanlı İslam medeniyetinin temel kurallarından biri; “yanlışın karşısında susan dilsiz şeytandır Peygamber(a.s) in buyruğu yalnız bilim adamları için değil tüm inanları kapsayan bir gerçektir.
Kendi devlet adamlarımıza, tasavvuf büyüklerimize, tarihçilerimize inanmayarak Bizans tarihçisinin görüşlerini benimseyip bunun doğruluğunun kabulü için çaba sarf eden biri için “ne diyorsa doğru diyor” diyenlerin, toplum içersindeki güvenleri ve saygınlıklarının sarsılmış olduğunu bilmelidirler.
Osmanlı tarihinin başlangıcının bilinmez bir karanlık olduğunu savunan Batılı tarihçi Colin Imber’e karşı bir zamanlar İnalcık’lı bilinirliğini savunurken, son on yıldır, Batılı tarihçi Colin Imber ve Zarchariadou ile birlikte ortak çalışmalar yürütmeye başlamasıyla İnalcık’lının değişime uğramaya başladığı, daha önce söylediğini yalanlar bir yola girmiş olması gerçekten ilginçtir. Anlaşılan Haçlı Batılı tarihçilerle aynı yolda yürüyüp, aynı ofiste çalışıp, aynı masada buluşmaları, nihayet onlar gibi düşünüp onlar gibi yaşıyor olması onlarla zıtlaşmasını ortadan kaldırmış olduğu görülüyor. Kendi medeniyet değer ölçülerini, tarihi olayları da pozitivist bir yaklaşımla ele alması da bunun bir kanıtı gibidir.
Yanlışı savunanlara karşı doğru ile karşı durmak, meydanın boş olmadığını göstermek, kim olursa olsun, Hakikat karşısında yalana, yanlışa, iftiraya yer olamayacağını, olmadığını haykırmak, bize emanet edilen tarih değerlerimizi korumak, varoluşumuz için de kaçınılmaz görevimizdir.