Yazar Adı : | İlim Dalı : Tarih |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-09-28 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Osmanlının Değiştirilmek İstenen Kuruluş Yeri, Yılı Ve Yalova
En uzun ve en verimli “Hakikat Medeniyeti Devleti - Osmanlı İslam Devleti”nin kuruluş yılı ve yeri, altı yüz yıl sonra, ancak bugün biline biliyorsa! Doğrusu bu durum, milletimiz ve Devletimiz için yüz kızartıcı bir durumdur. Biz inanıyoruz ki, Milletimizin ve Devletimizin yüzü aktır. Yanılgıda olanlar başkaları ve yabancılardır.
27 Temmuz 2009 tarihinde, Prof. Dr. Halil İnalcık öncülüğünde, Yalova, Bilkent Üniversitelerince ortaklaşa düzenlenen sempozyuma; Prof. Dr. Halil İnalcık yalnız bireysel olarak destek vermeyip, İcra Kurulu Başkanı olduğu IAOSEH de (International association of Otoman social and Economic History / Uluslar arası Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kuruluşu)’nun kurumsal desteği ile gerçekleştirilen Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı ve tarihi üzerine yapılan toplantı da; Osmanlı Devleti’nin 1299 yılında da Söğütte değil de, 1302 senesinde Yalova da olduğunu ileri süren Sayın Prof. Halil İnalcık’ın görüşlerini, Yalova Rektörü Sayın Eruslu ve Toplantıya katılanlarca benimsenip kamuoyu ile paylaşılması Yalova ve Söğüt’te tartışma konusu oldu.
Cumhuriyet öncesi ve sonrasında, Osmanlı Devletinin parçalanmasından doğan elliye yakın devletin milli eğitim bakanlıklarınca da hazırlanmış tarih kitaplarında, askeri okullarda asırlardır okutula gelen Osmanlı Devleti Kuruluş yılı ve yeri hakkındaki bilgiler alt-üst edildi. Kafalar karıştırıldı ya da karıştırılmak mı isteniyor?
Yalova’da yaşamanın sorumluluk bilinci içinde, olayı farklı bir boyuttan ele alarak, olayın dışında kalmadığımızı, kalamayacağımızı göstermek, susmak yerine, kim söylediyse de, hemen o fikri kabullenmeden önce araştırmak, şüphelerimizi, endişelerimizi var olan, elle tutulur gerçekleri ortaya koyarak Hak ve Hakikatten yana olduğumuzu, doğru ve güzel olana gölge düşürülmesine razı olmadığımızı amaçladık. İçten konuşarak, dedikodulara kulak vererek değil, dobra dobra düşüncelerimizi ortaya koymak istedik.
Öncelikle konuyla ilgili Yalova yerel basınında çıkmış birkaç kupür ve Yalova, Söğüt Belediye Başkanlarının açıklamalarını görelim.
Konuyla ilgili Yalova ve Söğüt Belediye Başkanlarının Açıklamaları:
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Sempozyumu’nda tarihçi Prof. Halil İnalcık’ın ortaya attığı “Osmanlı devleti 1302’de Yalova da kuruldu iddiası Yalova Belediye Başkanı Sayın Yakup Bilgin Koçal konuyla ilgili şöyle konuştu;
“Bu bir süreçtir. Mühim olan bu süreçte Yalova’nın üzerine düşen görevi yapmasıdır. Mesele kentler arası bir mesele olarak algılanmamalı. Bu bilimsel yeni bir gerçekliktir. Bu bir ezberin bozulmasıdır. Bunun kabul görmesini akademisyenlere ve bilimsel çalışmalara bırakmak gerekir. Bu süreç sonunda muhakkak Yalova’nın ciddi kazanımları olacağı ortaya çıkacaktır.”
Söğüt Belediye Başkanlarından Osman Güneş konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır; “tarihi yeniden yazmanın gereği yok. İnsanlar tarihi geriye çeviremez. İnalcık’ın çalışmasında Bizanslı tarihçinin anlattığı bir savaş var. Osmanlının kuruluş yeri Söğüt’tür. Ötesi yok. Kültür Bakanlığı’nın tescil ettiği ‘Kuruluştan Kurtuluşa Tarih ve Kültür Yolu Projesi’ne de Bilecik, Kütahya, Çanakkale katıldı. Madem Yalova da kuruldu, o zaman niye Yalova’nın ismi yok? Yalovalılar tarih turizminin peşinde koşup, tarihin ticaretini yapıyorlar. Hiçbir endişemiz yok, tarih yeniden yazılamaz. 7 asırdır herkes biliyor ki, imparatorluğun kuruluş yeri Söğüt.”
Yalovalının, Osmanlı devletinin falan tarihte, Yalova da kurulmuş ya da kurulmamış gibi bir kaygısı yok. Haftalar öncesinden Yalova’nın yerel gazeteleri, Osmanlı Yalova da kurulması ve yapılan uluslar arası sempozyumla ilgili tanıtımlara ve haberlere geniş yer verdi. Reklam panolarında ki tanıtımlara, Kocaeli – Bursa, Bursa - Kocaeli yönündeki tüm üst geçitlerde halkın dikkati çekecek panolar asıldı.
“OSMANLI’NIN YALOVA DA KURULDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?”
“OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ TARİHİ SEMPOZYUM MU?”
“ŞU AN OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULDUĞU TOPRAKLARDAN GEÇİYORSUNUZ”
Yalovalılar bu yakın zaman da başka bir kıta’dan, ya da uzaydan gelmediler buraya. Onlarda bu ülkenin evlatları, vatandaşları. Bu devletin okullarında eğitim aldılar. Asırlardır kabul görmüş,biline gelen, Osmanlı devletinin kuruluş yeri ve yılının 1299, Söğüt olduğudur. Cumhuriyet öncesi Osmanlı Devlet yöneticileri ve daha sonra T.C.Devleti, kendi medarı iftiharı Büyük Devletinin kuruluş yılı ve yerini bilmiyor ve bunu, asırlardır milletine yanlış öğretmişse, bundan böyle bu devletin öğrettiği her bilgiye şüphe ile bakmak hakkına millet olarak sahibiz demektir. Milletimiz bir aşiret ve kabile topluluğu mudur ki, kendi devletinin kuruluş yılını ve yerini tespit edemesin, karıştırsın ve yanlış öğretmiş olsun?
Yalova’da ki sempozyum da Sayın Prof. İnalcık kendi ifadeleriyle;
“Fakat ben Osman Gazi’nin bir Bizans Ordusuna karşı zafer kazandığını, şöhretinin Anadolu’da yayıldığını bir çağdaş Bizans’ın kaynağına göre tespit ettiğimden Osmanlı Beyliğinin başlangıcını 1302 de kabul ettim”.
Sayın Prof. İnalcık’ın bu kendi şahsi görüşleri ne Devleti ve ne de diğer bilim adamlarını ve halkı bağlar. Varsın Sayın Profesör böyle inansın. O da onun kişisel görüşü. Osmanlı Devletinin Kuruluş yeri ve yılı diğer tarihçilerimiz, tarih araştırmacıları ve T.C. Devletinin yetkili mercileri ve Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerince kabul edilip Devlet okullarında okutulduğu tarih kitaplarında Sayın Prof. İnalcık’ın aksine Osmanlı Devletinin 1299 yılında Söğütte kurulduğu gerçeği asırlardır kabul görmüştür. Ancak Sayın İnalcık’ın birkaç yıl önce rastladığı Bizanslı tarihçisi Georgios Pachumeres’in, Osman Gazi’nin Bizans’ın, Anadolu’daki Bizans Tekfurlarını korumak içingönderdiği orduyu Hersek Ovasında (Yalak Ova) 27 Temmuz 1302 de Bapheus Savaşında yenerek kazandığı zaferle Anadolu da tanınmasını ileri süren tespitlerini Bizans tarihçisinin görüşlerine dayandırılması, Osmanlı’nın anlayışı, yaşayışı ve idealleriyle bağdaşır olmadığı aşikârdır. Varsın Sayın Prof. İnalcık böyle inansın. Bizim kendilerine diyeceğimiz yok. Bunu, şahsına özel bir farklı bakış diye kabul ederiz. Ancak, bu görüşünü kesin bilimsel kabul edip, kendisini paylaşmayan, kendisine katılmayanlara da “Kafasında yerleşmiş bir takım hurafelerle itiraz edenler” olarak görmesini hangi bilimsellikle bağdaştırdıklarını sorma hakkımızdır.
Kendilerini “tarafsız tarihçi” olarak nitelemeleri karşısında; Tarihçi taraf olabilir mi? diğer tarihçilerimiz taraf mı? Kendilerine sormak istiyoruz. Ayrıca Osman Bey, Bizans tarihçisinin iddiasınca ve Sayın İnalcık’ın tasvip ettikleri 1302 Bapheus Savaşı öncesi Anadolu da hiç mi tanınmıyordu? Osman Gazi gökten düşmüşçesine 1302 de birden bire mi ortaya çıktı? O tarihten sonra Anadolu da tanınmaya başlandı demek ne kadar mantıklı ve bilimseldir? Bizanslı tarihçi ve Sayın Prof. İnalcık’a göre tanınma bu tarihte başlamıştır. Oysa gerçeklerin hiç böyle olmadığını diğer tarihçilerimiz yer zaman, isim vererek tarihi süreci gözler önüne sermişler en detay noktaya kadar incelemişlerdir. O yüzden de Bizans tarihçisinin ve Sayın İnalcık’ın benimsedikleri Bapheus Savaşını o kadar önemsememişlerdir.
Osman Bey’in yönetiminde organize bir güç olan Osman oğulları, çevredeki Bizans Tekfurlarını birer birer yıkması, hâkimiyeti altına alması, disipline etmesi herhalde kendiliğinden gerçekleşmiyordu.
Dünyaya altı asır hükmetmiş, Hakikat Medeniyetini dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşımış, insanları zulümden, kölelikten kurtarmış, hak, adalet ve medeniyet götürerek hizmet vermiş olan “Hakikat Medeniyeti Devletini” hakkında ortaya atılan kuruluş yeri ve kuruluş tarihi sempozyumuna Yalovalı anlamlı bir gülümseyişle birbirlerine; bu da neyin nesi diye sormuş, yetkililerin onca reklamlarına rağmen toplumsal bir heyecan uyandırmamıştır.
Şu soru herkesin merak konusudur; Gerçekten Osmanlı Yalova’da mı kuruldu?
Osmanlı Yalova da kuruldu iddiasına sosyolojik açısından verilecek cevabın çok daha gerçekçi olacaktır.
Sayın Prof. İnalcık, Bizans tarihçisinden yola çıkarak, Osmanlı Devletinin Yalova da, 1302 tarihinde kuruldu görüşünün devlet ve milletçe doğru kabul edilip benimsenmesini istiyor. Bu kanıya varmadan önce Sayın İnalcık, Yalova da ki Osmanlı vakfiye eserlerine, halkın tarih, örf ve sosyokültürel hassasiyetlerini, Osmanlı bağlantılarını incelemişler midir? Bir elin parmakları sayısından az olan Yalova’daki Osmanlı eserlerine Yalovalı sahip çıkarak korumuş, onları yaşatmak için ne yapmışlardır?
Bu soruların cevabı Osmanlı Devletinin Yalova da kurulup kurulmadığının da cevabı olacaktır.
Şimdi Yalova’daki Osmanlı eserlerine bir göz atalım.
1 - Çeşitli depremlerle hasar gören Hersekzade Ahmed Paşanın vakfettiği külliyesi uzun yıllar bakımsızlıktan adeta tamamen yok olması için bekletildi. Nihayet Yalova Valisi Sayın Doç.Yusuf Erbay şahsi gayretleriyle restorasyon başmış, fakat bu hususta da gerekli hassasiyetin gösterilmediği gündeme gelmiştir. Geniş bahçesindeki ağaçların büyük kısmı yıllar içinde bakımsızlıktan kurumuş, bahçedeki hamam, medrese ve mezarlıklar yıkılmış, Hersekzade Ahmed Paşa’nın ilginç mezarı da maalesef hasarlı, bakıma muhtaç durumdadır.
Yalova Merkez Camii şeklinde bilinen ve gerçektende Yalova’nın merkezinde, mimarının Mimar Sinan olduğu söylenen, “Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi” tam anlamıyla içler acısıdır. Külliyeden eser kalmamıştır.
Caminin yanındaki ve camii ile aynı taş işlemeciliğinde yapılmış olan tarihi hamamın orijinal dış cephesi fayans örülerek kapatılmış, birkaç el değişimi ile özel kişilerin tapulu malı olarak işlevini sürdürmektedir. Tarihi caminin şadırvanı, etrafında ki bahçe duvarları yıkılmış, minaresi depremde hasar gördü gerekçesi ile kaidesi üzerinden yıkılarak camii minaresiz bırakılmıştır. Tarihi Rüstem Paşa Vakfiye Camiinin son cemaat mahfillerini bir tarafı kitap satışı, fotokopi çekimi yapılan bir ticarethaneye dönüştürülmüş, caminin duvarına minare yerine kocaman yukardan aşağı fotokopi yazısı yazılmış hali, (aşağıdaki resimde görüleceği gibi) bir vakfiyeye yapılabilinecek saygısızlığın sınır tanımazlığın göstergesi gibidir.
Son zamanlara kadar son cemaat yerinin diğer mahfili ise Kızılay kan alma merkezi olarak kullanılmaktayken şu an ki kapalı bir vaziyeti sanki farklı bir ihtiyaç için rezerv olarak tutulduğu intibasını veriyor. Camii avlusunda bulunan bazı tarihi mezarlar tamamen yok edilmiştir. Caminin kalan iç kısmı için kadınlar camisi tabelasını görmekteyiz. Camii bahçesi, yan tarafında bulunan küçük bir çay ocağının ön bahçesi işlevini görmektedir. Masalar, yağmurlu ve güneşli günlerde gölgelikler, camii duvarı dibinde kül tablaları ile bir ibadet hane bahçesine yakışmayan bir görünüm sergilendiği herkesin, her gün gördüğü bir manzaradır. Ve Yalovalılar bundan pek de rahatsız değillerdir. Böyle olunmasaydı, Milletinin hizmetine vakfedilmiş bu külliye, böylesi vakıf anlayışından uzaklaştırılıp mahzunlaştırılamazdı.
Aynı camii ile ilgili diğer bir üzücü yanı da Yalovalıların bu camii müze yapma istekleridir. Müze yapmış olsalarmış tarihi yapı korunur! ve bakınır olur muş!? İşte Yalovalıların Osmanlı ideal ve vakfiyelerine bakışı budur. Bu da bize gösteriyor ki Osmanlı Yalova da kurulmamıştır. Şayet böyle bir belirti olmuş olsaydı onca Osmanlı Padişahı mutlaka buraya ilgi gösterir, önemli vakfiyeler inşa eder, mamur eder, daha önemlisi Yalovalılar var olan birkaç Osmanlı vakfiyesini ve hatırasını gözü gibi bakardı. Son Osmanlı Padişahlarından Sultan Reşat Yalova’ya değil de Yalova’nın Güney köyüne (eski ismiyle Reşadiye) camii ve çeşme yaptırması manidar değil midir?
3- Yine Yalova’daki Osmanlı yapıtlarından, suyu Safran köyünden gelen, tarihi değirmenin yerinde artık yeller esiyor. Son zamanlara kadar tarihi değirmen, kesme taş duvarlarıyla, bahçesinde kocaman ağaçlar ve kısmen çatısıyla ayaktaydı. Ancak bu yapı, Osmanlı eseri olduğu göz ardı edilerek, Yalova da sanki başka verilecek yapı ya da Cem Evi yapılacak yer yokmuşçasına bu Osmanlı hatırsı değirmen Hacı Bektaş-ı Veli Derneğine verildi. Onlarda tamamen yıkarak yerine Cem evi yaptılar. Tarihi değirmenden geriye bir tek tarihi taş dahi kalmadı.
4- On yedi Ağustos Deprem Parkı karşısındaki bazı blok apartmanların yapıldığı alanların bir kısmı ve şehir içi Pazar yerinde Yalova’nın en eski tarihi mezarlıkları vardı. Birinde blok apartmanlar dikildi, diğeri düzlenip Pazar yeri yapıldı. Alışkanlık devam etti. Yine şehir merkezinde kocaman ağaçlarıyla bir buket gibi duran, diğerlerine göre nispeten 30-40 yıllık mezarlık top sahasına çevrildi. Şimdi sormak istiyorum; Yalova, Osmanlı Devletinin temellerinin atmış bir şehir olmuş olsaydı, Osmanlı geleneğinde olmayan, mezarlıklar yok edilir miydi? Bu sosyolojik gerçekler de Osmanlının Yalova da kurulmadığını adeta haykırıyor.
Atalarının vakıf eserlerini bile korumayan, onları gelecek kuşaklara taşımayan, yıkılışına, tarumar edilişini umursamayan, hiçbir Osmanlı Sultanının Atalarının kurulduğu iddia edilen mekâna hiçbir vakıf eser yapmamış olmaları da Osmanlının Yalova da kurulmadığının kanıtıdır.
Toplumun örf ve geleneklerini, süre gelen medeniyet anlayışını ve yaşayışını hesaba katmadan, göz önünde bulundurmadan Osman Gazi’in bir Bizans savaşını Yalova topraklarında kazanmış olmasını Osmanlı Devleti’nin Yalova’da kurulduğu şahsi görüşünü gerçek diye kabul edilmesini istemenin gerçekçi olmadığı aşikâr. Yukarıda dikkat çekilmeye çalışılan sosyal ve tarihi gerçekler göstermiştir ki Osmanlı Devleti Yalova da kurulmadığının toplumsal haykırışlarıdır. Bu görüntüler; gözleri olanların göreceği kadar net, bu haykırışlar, kulağı olanların duymasından ötedir.
Şu soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz; Tarih konusunda ülkemizde söz sahibi olan yalnız Sayın Prof. İnalcık mıdır? Diğer tarih Profesörlerinin ondan ne eksiklikleri vardır? Onların dediği önemsenmiyor da, Sayın İnalcık ne dediyse kabul edilişinin hikmeti nedir? Neredeyse bütün Osmanlı tarihçileri Ahmed Cevdet Paşa dahil olmak üzere 1299 tarihi kabul ediyorlarken ve Sayın inalcık’ın çağdaşı, bugünün tarihçilerinden İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Prof. Osman Turan, Yılmaz Öztuna, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve diğer pek çok konunun uzmanları Osmanlı’nın kuruluş yılı ve yeri konusunda Sayın Prof. İnalcık gibi düşünmedikleri bir gerçek. Ayrıca ciddi ansiklopedilerden Meydan Larus, Ana Bretanika, İslam Ansiklopedisi Sayın İnalcık’ın görüşünün aksini, yani Osmanlının kuruluş yılının 1299 ve kuruluş yerinin de Söğüt olduğu gerçeğini bir savaşa ve o savaşla tanınmıştan öte farklı gelişmelere bağladıkları aşikâr. Selçuklulardan süre gelen gelişmeleri, medeniyetimiz ve geleneğimiz perspektifinden değerlendirilerek onlarca ciltler dolusu eserler ortaya koyan diğer tarihçilerimiz Sayın İnalcık’ın kaynak olarak okuduklarını ve beklide henüz daha okumadıklarını da okuyarak, Osmanlı’nın kuruluşunun 1299 ve Söğüt olduğunu tespit etmişler ve asırlardır bu görüş Osmanlı ve T.C.Devletinin tasvip ettiği bir görüş olarak öğretile gelmiştir.
Sayın Prof. İnalcık’ın bahsettiği Bizans tarihçisi Georgios Pachymeres’in bahsettiği Hersek Ova da ki (Yalak ova) Bapheus Savaşı, “Tevarihi-i Ali Osman” adlı eserde tespit ettiğini, bu kaynakta verilen bilgilerle Bizans tarihçisinin anlattıkları noktası noktasına örtüşüyor ifadeleri de yine Sayın İnalcığa ait. Bu demektir ki Bizans tarihçisinin adlandırması ile “Bapheus” savaşını Osmanlı tarihi kaynaklarından; “Tevarih-i Ali Osman” isimli eserde anlatılmış ve diğer tarihçilerde bu kaynağı görmüş ve buna rağmen Osmanlı’nın kuruluşunun 1302 Yalova değil, 1299 Söğüt olduğunu tespit etmişlerdir.
En uzun, en verimli “Hakikat Medeniyeti Devletimizin” kesin kuruluş yılı ve yeri altı yüz yıl sonra ancak bugün biline biliyorsa! Doğrusu bu durum, milletimiz ve Devletimiz için yüz kızartıcı bir durumdur. Biz inanıyoruz ki, Milletimizin ve Devletimizin yüzü aktır. Yanılgıda olanlar başkaları ve yabancılardır.
Gençliğimizin ve ilgilenenlerin bilgi tazelenmesi açısından Osmanlı Devletinin Kuruluş öyküsünü “İslam Ansiklopedisi ve “Meydanlarus” un ilgili maddelerinden özet alıntılarla dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Osmanlı devletinin İstiklali 1299 da Osman Gazi ile başladı.
“Osman Bey, babası Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra, cesaret ve mertliği, ahlaki meziyetleri dolayısı ile aşiret, kavim ve kabileye baş olacak mevkide ve vasıfta görüldü, amcası Dündar Bey de dâhil olduğu halde herkes ona itaatini ve sadakatini arz etti. O, evvela babasının komşu Rum tekfurları ile hoş geçinmek siyasetine devam etti. Bunlardan Bilecik tekfuru en fazla emniyet edilen ve saygı gösterilen tekfur idi. Ertuğrul zamanından beri aşiret yaylaya çıkarken, nakli ağır eşyayı Bilecik’te emanet bırakmak ve dönüşte tekfura hediyeler göndermek suretiyle, bırakılan bu eşyayı teslim almak adet idi. Ancak bunların verilmesinin ve alınmasının kadınlar ile silah kullanmaya muktedir olmayan gençler marifeti ile yapılması şart idi. Bu şarta iki tarafça da tamamen riayet olunuyordu. Osman Bey’in hediyeleri, eskisi gibi, keçi postu, kilim, eğer takımı, peynir ve bal gibi şeylerdi. Tekfur da buna karşılık hediyeler gönderirdi. Hâlbuki İnegöl Rum tekfuru, Osman Bey aşiret ve oymaklarının yaylaya gidiş ve gelişinde çok defa yolunu keserek, bunlara zarar verdirmekten geri kalmıyor, bazen da bu yüzden çarpışmalar oluyordu. İne-Göl (Angelo Coma) tekfuru ise, Osman Bey’in kudret ve nüfusunun günden-güne arttığını ileri sürüyor, bu halin ileride kendileri için bir tehlike yaratacağını komşu tekfurlara bildiriyor, onları da Osman Bey aleyhine teşvik ediyordu. Bilecik tekfuru bu telkin ve teşviklerden Osman bey’i haberdar edince, o da, aşiretin ileri gelen gazileri Akçakoca, Abdurahman Gazi, Konur Alp, Aykut Alp, Turgut Alp ile müzakere etti ve netice de İne-Göl hisarının zaptı kararlaştırıldı. (683–1284). İnegöl tekfurunun olayı haber almasıyla Pazar köy civarında pusuya düşürülen Osman Bey çok kanlı geçen bir savaşta yeğeni Saru Yatı’nın oğlu Bay Koca şehit düşer. Bu savaştan birkaç gün sonra İne-Göl’e yakın bir mesafedeki Koçla kalesini basan Osman Bey ahalisini teslim alarak kaleyi zapt eder. Bu hadise İnegöl tekfurunun Karaca –Hisar tekfuru ile ittifakına yol açtı ve Tomaniç yakınında Erice denilen mevki de yeni bir çarpışma vuku buldu. Burada düşman bozularak kaçtı ise de Osman Bey’in kardeşi Saru Yatı (veya Saru Batı) da burada şehid düştü (1288). Saru Yatı’nın naşı Söğüt’e getirildi ve orada Ertuğrul Gazi türbesine defnolundu.
Selçuk hükümdarı Giyaş-al-Din Mas’ud umumi siyaseti cümlesinden olarak, uç beylerini taltif ettiği sırada, Osman Bey’e de bir ferman göndererek ona Söğüt’ü mülk olarak vermişti. O da sultana yararlığını ispat ve teşekkürlerini takdim için bir vesile olmak üzere, yeni bir gaza yapmaya karar verdi ve mühimce bir kuvvetle İne-Göl’e doğru hareket etti. Ansızın baskın yaptığı Bizanslar ile vuku bulan savaşta İne-Göl tekfuru Nikola ve birçok muhafızlar öldürüldü hayli ganimet ve esir alındı. Osman Bey bunlardan bir kısmını da Selçuklu sultanına takdim imkânını bulmuş oldu.
İne-Göl tekfurunun ölümü ile bu cihetten vuku bulan tecavüzlere ve tehditlere son verilmiş oldu. Karaca-Hisar tekfurundan başka diğerleri ile, Osman Bey bir müddet iyi geçindi, fakat bu hal çok sürmedi. Osman Bey’in uç beyliğini mütemadiyen genişletmeye Muaffak olması Bursa ve İznik gibi büyük ve ehemmiyetli kale ve şehirlerin tekfurlarını endişeye düşürdü. Bu genişleme İne-Göl, Yar-Hisar, (Yeni Şehir ile Osman İli arasında) Yeniş-Şehir gibi Bizanslılar elinde olan yerlere doğru güney doğu Eski-Şehir ve İn-Önü istikametinde uzanıyordu.
1289’da Selçuklu Sultanı Osman Bey’e Kara Balaban Çavuş vasıtası ile bir ferman daha gönderdi. Bununla birlikte tuğ, âlem, kılıç, gümüş takımlı at v.b. gibi hediyeler. Bu ferman da Söğüt ve Eski-Şehir’in ilhakı ile teşkil olunan sancağa Osman Bey’in tayin edildiği ve o sıralarda Selçuklu hükümetice alınan miri vergilerin hepsinden muaf olduğu bildiriliyordu. Beylik alametlerinden olan bu sancağın ak ve tabl-hanenin de mehteri ile birlikte bulunduğu nakledilmektedir. (Feridun Bey, Münşaat, I, 58; Hadidi’den naklen necip, asım_Mehmed Arif, Osmanlı Tarihi, I, 581) Osman Bey bu fermanı da hususi bir merasim ile okuttu ve cevabını Turgut Alp ile takdim ettikten sonra, gazileri ile birlikte, İznik üzerine yürüdü. Hisar alınmamakla beraber, bazı ganimetler elde edildi. Bu hareketlerin uzayıp gitmesi Bizansları endişeye düşürüyordu. Karaca-Hisar ve Yar-Hisar tekfurlarının elebaşlılığı ile Osman Bey aleyhinde bir ittifak akdine kalkıştılar. Bunun üzerine kendisi Karaca-Hisar’ın behemehal ve bir an önce zaptının gerekli olduğuna kani oldu ve bu maksatla Selçuklu Sultanından yardımcı kuvvet istemiş ve onunda bunu kabul etmiş olmasına rağmen ilhanlıların yeni bir taarruzu dolayısı ile, buna muktedir olamaması üzerine, bu işi yine sadece kendi imkanları ile bizzat başarmak kararını aldı, gazileri topladı ve fethini gayet ehemmiyetli telakki ettiği Karaca-Hisar üzerine yürüdü. Uzun bir muhasaradan ve kaledekilerin müteaddit dışarı çıkma hareketlerini kırdıktan sonra nihayet harben zapta Muaffak oldu.(1291) ve birçok ganimet ve esir aldı.
Osman Bey alınan ganimetlerin beşte birini kardeşinin oğlu Ak-Timur ile Konya’ya, sultana gönderdi, geri kalanları gazilere taksim etti ve Rumların evlerini de onlara mülk olarak verdi. Karaca-Hisar kalesinin kilisesi camiye dönüştürüldü ve burada ulemadan Tursun Fakih hutbede, ilk defa olarak, Osman Bey’in adını zikretti. Şer-i işleri görmek üzere, Karaca-Hisar’a bir de kadı tayin edildi. Bu başarılara Selçuklu hükümdarı da memnun oluyor ve Osman Bey’in başında bulunduğu bu uç beyliğinin bir hayatiyet kudretine sahip olduğu anlaşılıyordu. Osman Bey müteakiben Sakarya nehri kuzeyindeki yerlere akın yapmayı tasarladı (1292) ve bu hususu Köse Mihal ile de istişare etti. Onun tavsiyesini dinlediği gibi evvelce İnegöl taraflarındayken, bilahare Mudurnu taraflarına göç etmiş olan ve Ertuğrul Gazi’nin adamlarından bulunan Samsa Çavuş’a haber göndererek, onunda bu akına iştirakini temin etti. Bu akın esnasında Sorgan köyü, Göynük, Taraklı-Yenicesi ve Mudurnu tarafları yağma edilmiş, birçok mal elde edilerek dönülmüş idi. Bu vak’adan sonra 7 sene geçti ve bu müddet zarfında Osman Bey kuvvetlerini iyice tertip ve disipline etti, durumunu kuvvetlendirdi. Fakat civar kalelerdeki Bizans tekfurlarının da ona husumeti artıyordu. O zamana kadar her sene aşiretin kıymetli eşyasını kalede muhafaza etmiş olan Bilecik tekfuru bile Osman Bey’in düşmanları arasına girmişti. Köse Mihal kızının düğünü esnasında, bu düğüne davet edilen Rum beylerini Osman Gazi ile barıştırmak istedi ise de, Muaffak olamadı. Bilakis onlar, Köse Mihal’i de kendi taraflarına çekmek istediler ve Yar-Hisar tekfurunun kızı ile evlenecek olan Bilecik tekfurunun yaptığı bir düğünde Osman Bey’e bir suikast tertibini düşündüler. Bu tertiplerden Köse Mihal vasıtası ile haberdar olan Osman Bey ise, karşı tedbir alarak daveti kabul etti: düğün hediyesi olarak, bir