Hit (4124) M-1556

Mevlanaya Göre İnsan ve İnsanın Kurtuluşu II

Yazar Adı : İlim Dalı : Tasavvuf
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-08 Güncelleyen : /0000-00-00

Mevlana’ya Göre İnsan ve İnsan’ın Kurtuluşu II

Mevlâna'ya göre insanı, insanlıktan alıkoyan iki kor­kunç düşman vardır:

Bunlar­dan birisi şehvet, birisi de hid­dettir.

Yine Mesnevi'de:

«Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanıltmıştır.»

Hışmü şehvet merdra ahvel küned Zisti kamet rahra mübdel küned

Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar, ruhu doğruluktan ayırır.

İnsanlar orta derecede yaratılmışdır.Yukardamelekler, aşağıda hay­vanlar vardır, insanlar akıl ve ilim yoluyla meleklere yakındır, hiddetveşehvetle hay­vanlara yakındır.

Mevlâna'ya göre bizim kurtulmamız için önce kendi içimize eğilecek, kendi kusurları­mızı görecek, kendi kendimizimeydanage­tirmeyeçalışacak,yıkılanyerlerimizi tamir edeceğiz.

Gönül evini kirli hayallerden temizleye­ceğiz. Orayı bir mabet gibi temiz tutacağız.

Bizim, başkalarının ayıbını görmemiz, kendi kusurlarını görmek demektir.

Mevlâna, Mesnevi'nin ikinci cildinin 3034 No.lu beyit­lerinde :

«Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını gö­rür. Kim ki başkasının ayıbını görürse, o ayıbı kendisinde bulmuş olur. O ayıp gördüğü kimsede kendini görmüş olur, onun ayıbını kendisi yüklenmiş olur.»

Mevlâna bizi şaşırtacak, fena yollara dü­şürecek, tabiatları, huylarımıza uymıyan kişi­lerden uzak durmamızı tavsiye eder:

«Kim seni Haktan, hakikattan soğutursa, bil ki şeytan o adamın derisinin altına gizlenmiştir. Böyle bir adamın içine girip, onun şekline bürünüp seni aldatmazsa, hayalîne girer de seni, o hayalle kötülü­ğe sevkeder.»

Bizim başımız yukarlarda olacak bize hayvanlığımızı değil, insanlığımızı hatırlatan, bizi kendimize getiren seslere kulak verecegiz.

Mesnevi'nin ikinci cildin 1958 No.lu be­yitleri şöyle başlar:

«Seni yücelere çeken her sese bil ki yüce­lerden gelmektedir.

Sana hırs veren, ar­zularını arttıran şehvetini uyandıran her sesi seni parçalayacak azgın bir kurt bil.

Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al.

Gök­lerin üstünden gelen güzel sesleri duy.

Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki kâinatın coşkunluğunu, cuş u buruşunu duyasın.

Ümitsizliğe sakın düşme, ümitlere doğru git,

karanlığa varma: Güneşlere var.

Gönül seni gönül ehlinin diyarına ten de seni su ve çamur hapsine çeker.»

İçimizdeki satır hayvanlıktan kurtulma­mız için Mevlâna bazı yollar gösterdi:

önce şehvetten, hiddetten, öfkeden kaçınmamızı söyledi. Sonra gönül havuzunda kirlenmiş tenimizi yıkamamız lâzım geldiğini hatırlattı.

Bu sembolik ifadelerden anlaşılan mana şu­dur ki:

Maddi varlığımızın, tenimizin bizi sürük­lediği hayvanî arzulardan kurtulmamız için gönül havuzunda aşkla yıkanmamız ve insan olduğumuzu idrak ederek, tanrının başka var­lıklara vermeyip bize verdiği emaneti, ilâhî cevheri bulmamız onun varlığını kendimizde hissetmemiz lâzımdır. Biz topraktan yaratıldık ve bu toprak üzerinde yaşıyoruz. Bedenimiz­le toprağa bağlıyız. Hayvanlar gibi yiyoruz, içiyoruz, fakat başımız gökdedir. Fizikî yapı­mızla, tenimizle hayvan, bizde bulunan ilâhî cevherle insanız. Vücudumuzu besleyen gıda topraktan geliyor, fakat ruhumuzun gıdası yukarlarda, göklerdedir.

Bizim ruhumuzun, insanlığımızın gıdası gökleri ve yerleri dolduran tanrı nurudur.

Mesnevi'nin ikinci cildinin 1083-1085 be­yitleri şöyledir:

«İnsanın asıl gıdası Tanrı nurudur. Ona hayvan gıdası lâyık değildir. Fakat has­talık yüzünden, bu gıdaya düşmüştür. Gece gündüz bu suyu içmekte ve bu top­rağın gıdalarıyla beslenmektedir. Bu gı­dayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır, aya­ğı tutmaz, kalbi helecana uğrar. Nerde göklerin gıdası? Nerde yerin gıdası? O gıda, ağızsız dişsiz yenir. Ey insanlar (Rızkınız gökyüzündedir) âye­tini duymadınız mı, neden bu kirli yere saplanıp kaldınız?»

Böylece Mevlâna insan olarak, maddî varlığımız ve tabiatımız icabı içimizde gizlen­miş bulunan fena tabiatları, hayvanî duygu­ları mağlûp etmemiz için bizim, semavî gı­dalarla beslenmemizi ve bizde bulunan cevhe­ri, emaneti keşfetmemizi tavsiye eder.

Gönül gözümüzün açılarak, hayvanlıktan sıyrılıp, insanlığa ulaşmamız için daha doğru­su maddî bakımdan hayvanlara benziyen şu vücudumuzda gizlenmiş bulunan iyi huyları­mızı, insanlığımızı bulup çıkarmamız için kâinatı yaratan bütün varlıkların sahibi bulu­nan Allah'ı düşünmemizi ve onun nuruyla aydınlanmamızı ister.

Mesnevi'nin bir yerinde:

Ademî çün nûrgired ez Huda

Hest mcscud-i melaik zictiba

İnsan, Tanrıdan nurlanırsa seçilir de meleklerin secde ettikleri bir varlık olur, der.

İnsan, Tanrının lütfettiği vasıfları, hay­vanlarda bulunmayan manevî üstünlükleri ha­rekete geçirince maddî alanda bile akıllara hayret verecek şeyler başarıyor ve kâinatın efendisi oluyor.

Son zamanlarda insan kâinatın yolunu, gökleri ayakları ile arşınlamadı mı? Yalnız kanatlanıp uçmadılar. Astronotlar havada yü­rüdüler bile.

Mesnevi'nin bir yerinde aynen şöyle deni­yor :

«Allah, hükmedicidir. Dilediğini yapar. O isterse derdi deva yapar. Havayı ve ate­şi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır. Fakat topraktan ve sudan ya­ratılmış insanı ulvileştirirse insan kâina­tın yolunu ayakları ile arşınlar, yürür.»

Fakat Mevlâna'nın bahsettiği kâinat baş­ka bir kâinattır. O mânâ âleminin de gökleri ve güneşleri var. Bizim, mânâ âleminin gökle­rinde uçmamız lâzım. Yoksa maddî göklerde uçmak, yürümek bizi insan şeklinde birer me­denî hayvan olmaktan kurtaramaz.

Mesnevi'nin ikinci cildinin 1614 numaralı beyti ile başlayan bölümde şöyle deniyor:

«Bir avuç toprak, onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önü­ne baş koyar. Âdem'in toprağı, Tanrı­dan nurlanırsa, Tanrı melekleri o topra­ğın önünde secde ederler. Allah diledi­ğini aziz eder, yüceltir. Topraktan yara­tılan insana, kanatlarını aç, yüksel, der. Ateşten yaratılan şeytana da (yürü, iblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et) der. Ey topraktan yaratılan insan, sen de göklerde yürü, Süha yıldızını bile geç. Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin di­bine in, der.»

İçimizdeki şeytanı, benliğimizin en derin köşelerine iterek hapsetmemiz gerekir. Hay­vanî tabiatımızın esiri olan insanlığımızı kur­tarmamız için, bizim ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi anlamamız lâzım.

Mesnevi'de bize ne olduğumuzu, bizde nasıl bir incinin bulunduğunu anlatan şu be­yitler enteresandır:

Mesnevi'nin ikinci cildinin 1170-1187 be­yitleri aynen şöyledir:

«Ben, Padişah cinsinden değilim, haşa bu­nu iddia etmiyorum. Ancak onun tecellisi ile onun nuruna sahibim. Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir, su, bitkiler de toprağın cinsinden sayılır. Cinsimiz padişah cinsinden olmadığı için, varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.

Bu can da bedenle birleşmiştir, fakat hiç can, bedene benzer mi? Bu alâkalar, keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği anlamakta aciz kalır. Külli can, cüzi canla ilgilendi. Can, on­dan bir inci alıp koynuna koydu. Meryem, nasıl gönüller alan Mesih'e ha­mile kaldı ise, can da onun gibi, koynu­na koyduğu o inciden hamile kaldı. Fa­kat o Mesih, kuru ve yaş üstünde yeryü­zünde seyahat eden Mesih değildir. O Me­sih'in şanı seyahattan yücedir. Böylece, can canlar canından hamile kaldı, işte cihan böyle candan hamile kaldı. Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer doğurur.»

İnsan, böylece kendi cevherini idrak edin­ce, o cevhere lâyık bir varlık olmaya çalışa­cak ve insanlığını bulacaktır.

Mevlâna'ya göre gerçek insanlık insanlı­ğımızı idrak ederek bizde bulunan cevheri se­zerek bizi yaratan ve topraktan gelen tene can verene karşı duyacağımız sevgi, ilâhî aşk biz­deki bütün kötü huyları yok edecek, bizdeki hayvani tarafları ortadan kaldıracak, bize lâ­yık olduğumuz mevkii, insanlık mevkiini vere­cektir.

Mevlâna'nın bahsettiği aşkla, fizikî aşkı, şehveti, birbirine karıştırmamamız lâzım.

Bu konuyu büyük Mevlâna, Mesnevi'de şöyle açıklar:

«Güneşin ışığı duvara vurdu. Duvar ken­dinden olmıyan bir ışıkla parladı. Ey te­miz ve saf kişi, neden topraktan yaratıl­mış varlığa gönül veriyorsun? Sonsuz olan aslını iste, yok olmıyacak güzelliği ara. İnsanlardaki güzellik, maddî görüntü al­tın yaldızdır, öyle olmasaydı nasıl olur­du da sevgili diye gönül verdiğin varlık, kartlaşır ve çirkinleşirdi?»

Büyük mutasavvıf şairlerden İbni-Farıd da aynı konuya temas ederek der ki:

«Gördüğümüz bütün güzellikler Cenabı Hakkın güzelliğindendir. Bütün güzellik­lere Allah güzelliğini muvakkaten ver­miştir.»

Ebedî olan, sonsuz olan güzelliği hisset­mek, sevmek, bizi, maddî olan, hayvanî olan her şeyden uzaklaştıracak, bizi Mevlâna'nın ta­rif ettiği, anlattığı gerçek insan yapacaktır.

Yayınlandığı Kaynak : 1973-03-01
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort