Hit (4495) M-147

Osmanlı Toplumunda Mehdilik Hareketleri

Yazar Adı : İlim Dalı : Tarih
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-02-25 Güncelleyen : /0000-00-00

Osmanlı Toplumunda Mehdîlik Hareketleri

Hidayete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş kişi anlamına gelen “Mehdî”, ıstılah olarak Ahir Zaman’da kıyamete yakın bir dönemde zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir devirde gelip, yeryüzünü adaletle dolduracağına inanılan kişi olarak kullanılır. Gerçekten, temel itikadî bir mesele olmamakla beraber Ehl-i Sünnet inancına göre Kütüb-i Sitte’de mevcut bazı hadislere dayanılarak Mehdî’nin Ahir Zaman’da geleceği, bozuk dünyayı düzelteceği, Hz. İsa’nın gökten inerek kendisine tabi olacağı ve birlikte Deccal’ı öldürecekleri inancı her devirde var olmuştur.1 İslâm tarihinin daha başlarında Emevi Devleti’nin kurucusu Muaviye’nin 680 yılında ölümünden sonra ortaya çıkan fitneler ve iç savaşlar sırasında, idareyi ele alarak âlemi ıslah edecek birinin beklentisi başladı. Başta Ömer b. Abdülaziz olmak üzere bazı Emevî halifelerine Mehdî gözüyle bakıldı. Hilafeti Emevîlerden devralan Abbasîler de aynı inanç ve beklenti ile kuruluşları arefesinde çıkan ihtilâli desteklediler. Bazı Abbasî halifelerinin adı da Mehdî idi. Zaman ilerledikçe Müslümanlar arasında Mehdî inancı hiç kaybolmamış, karşı karşıya kalınan en zor durumlarda hep bir kurtarıcı beklenmiştir. Ancak çoğu zaman bu inanç bazı kişiler tarafından kötüye kullanılmış, büyük iç karışıklıkların ve kanlı kavgaların ortaya çıkmasına yol açmıştır.2 Özellikle İslam dünyasında mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkmış kişilerin, büyük siyasî buhranlar, istilalar ve anarşi dönemlerinde görülmeleri de tesadüfî olmamıştır.

12 imamlı Şiîlik inancında ise Mehdî düşüncesi daha yaygın olup, beklenen son ve gizli imamdır. Şiada farklı gruplar içinde farklı şahıslar Mehdi olarak beklenmektedir. Nitekim bir gruba göre kendisine “Mehdî-i Muntazar” denilir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra ortaya çıkan bu düşünce Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiye’nin ölmeyip günün birinde Mehdî olarak geri döneceği inancını benimser. Şiîliğin farklı şubelerinde farklı şekilde gelişen mehdîlik inancı hep var olmuştur. Onlara göre gizli imam geri geldiğinde bizzat idareyi ele alacak ve sapkınlıkları ortadan kaldıracaktır.

Zaman zaman İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkan kişiler görülmüş, çevresine toplanan kalabalık taraftar kitlesi ile bunlar hükümetleri zor durumda bırakmışlardır. Mesela Horasan’da Emevîlere karşı başlatılan muhalefetin liderlerinden Hâris b. Süreyc ile Abbasî ihtilâlinin lideri Ebû Müslim-i Horasanî mehdi olarak algılanmışlardır. Aynı durum daha sonraki asırlarda Kuzey Afrika, Hindistan, Sudan ve Nijerya’da da söz konusu olmuş, özellikle Avrupa sömürgeciliğine karşı ortaya çıkan liderler genellikle mehdîlik iddiasında bulunmuşlardır.3

Selçuklular döneminde 1240 yılında ortaya çıkan Babaîler İsyanı, Şiîliğin İsmailiyye koluna mensup propagandacıların faaliyetleri sonucunda patlak vermiştir. Anadolu’da konar-göçer Türkmenleri kullanarak heterodoks cereyanların ilk örgütlü temelini atan Türkmen şeyhi Baba İlyas-ı Horasanî ve onun adına isyanı başlatan ve yöneten Baba İshak’ın amacı Anadolu Selçuklu Devleti’nin idaresini ele geçirmekti. Karizmatik bir kişiliğe sahip Baba İlyas-ı Horasanî, Resul, Velî ve Mehdî sıfatlarıyla da anılıyordu. Bir yandan Moğol istilası, diğer yandan taht kavgalarının hüküm sürdüğü çok buhranlı bir dönemde ortaya çıkan ve kendisini maddî, manevî bir gücün sahibi gösteren Baba İlyas, mehdi kimliğiyle harekete geçti.4 Baba İshak tarafından başlatılan isyan günümüz Adıyaman dolaylarında gelişti ve kısa sürede Orta Anadolu’ya sıçradı. Amasya’da yakalanan Baba İlyas’ın ve ardından Baba İshak’ın öldürülmesinden sonra bastırılabildi. Daha sonra sıkı bir dayanışma içine giren Babaîler, liderleri Baba İlyas’ın efsaneleşen şahsında farklı dinî-tasavvufî bir hareketin adı oldu ve zamanla Kızılbaşlığın ve Bektaşîliğin bünyesinde varlığını sürdürdü.5 Onların eşler hariç her çeşit mal ve servetin ortaklığına dair düşünceleri Osmanlı döneminde kısmen Bedreddinîler’de devam etmiştir.6

Osmanlı Devlet-i Aliyyesinde Mehdilik İddia Edenler
Gazâ devleti olarak XIV. yüzyıl başlarında ortaya çıkan Osmanlı Beyliği, bulunduğu mevkiin askerî ve stratejik durumunu gayet iyi değerlendirerek kısa sürede güçlü bir devlet olmuş, asrın sonlarında ise kendisine bağlı (vasal/teba’) devletlerle çok uluslu imparatorluğa dönüşmüştür. Özellikle Balkanlarda kurduğu siyasî otorite, sağlamış olduğu sosyal, ekonomik ve dinî dengeler, varlığının en garantili unsurları olmuştur. Burada attığı sağlam temellerden sonra Anadolu Türk birliğini de kuran Osmanlı hükümdarları, XV. yüzyıl başlarında Yıldırım Bayezid zamanında doğudan gelen kalabalık Timur kuvvetlerine yenilmiş, böylece devlet çok ciddî bir sarsıntı geçirmiştir. Anadolu’daki Türkmen beylikleri tekrar eski yarı bağımsız otoritelerini kurarlarken, Osmanlı da Timur’a bağlı bir devlet konumuna düşmüştür. 1402-1413 yılları arası, kardeş kavgaları içinde geçerken, dahilî bazı isyan hareketlerinin tohumları da bu dönemde atılmıştır.

Şeyh Bedreddin
Dinî ve siyasî nitelikli bu olayların ilki Simavnalı Şeyh Bedreddin önderliğinde farklı yerlerde çıkan ayaklanmalardır. Yanlışlıkla Bedreddin-i Simavî diye de anılan bu kişi, Edirne civarında olup günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Simavna (Samona)’da XIV. yüzyıl ortalarında doğmuştur. Torunu Halil’in Menâkıbnâme’sine göre babası Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’un (ö. 1279) torunu, annesi ise Rum kökenli iken müslüman olan Melek Hatun’dur. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar, soyunu Selçuklu hanedanına bağlayan bu rivayetin siyasî amaçla uydurulduğunu ve bununla mehdici kimliğinin güçlendirilmek istendiğini göstermektedir.7 Babası bulunduğu yerin kadısı olduğundan “Simavna Kadısı oğlu” diye tanınmış, bu da zamanla “Simavî” şekline dönüşmüştür.

Bedreddin, Bursa’da, Konya’da, Şam’da, Kudüs’te seçkin müderrislerden naklî ve aklî ilimlerde dersler aldı. Kahire’de Seyyid Şerif-i Cürcanî ile birlikte Felsefe ve Mantık hocası Mübarek Şah’ın gözde talebelerinden oldu. Hocası ile birlikte hac için Mekke’ye, oradan da Medine’ye geçen Bedreddin, Seyyid Şerif ’in daveti üzerine tekrar Kahire’ye döndü. Burada Memlük Sultanı Berkuk’un (ö. 1399) oğlu Ferec’in hocalığını yaptı. Zaman zaman Berkuk’un sarayında düzenlenen ilmî toplantılara katıldı ve başarılarından dolayı Sultan’ın takdirlerini kazandı. Burada kendisinin mehdî olduğuna inanan Şeyh Hüseyin-i Ahlatî ile tanışarak onun etkisi altına girdi ve müridi oldu. Hastalandığı için şeyhi tarafından seyahate çıkması tavsiye edilince 1400’lü yılların başında Tebriz’e gitti ve buranın ulemasıyla yaptığı münazaralarda Timur’un da takdirini kazandı. Bir ara Kazvin’e de giden Bedreddin’in burada Bâtınî fikirlerle dolduğu anlaşılmaktadır. Timur’un kalma teklifine rağmen Kahire’ye dönen Bedreddin, şeyhi Ahlatî’nin ölümü üzerine onun postnişîni oldu. Fakat Kahire’deki diğer şeyhlerle arası açılınca Edirne’ye dönmeye karar verdi. Bir süre Konya’da kaldı ve oradan Tire’ye geçti. Burada ilerideki isyan hareketinin temsilcilerinden olup “Dede Sultan” diye anılan Börklüce Mustafa ile tanıştı. Daha sonra Sakız adasının Hıristiyan idarecisinin daveti üzerine buraya gitti ve onun İslâm’a geçmesine vesile oldu.8 Buradan İzmiroğlu Cüneyd’in daveti üzerine İzmir’e ve oradan da Kütahya’ya geçen Bedreddin bu sırada ilerideki isyanın ikinci elebaşısı Torlak Kemal’le tanıştı. Bursa ve Gelibolu üzerinden Edirne’ye döndü. Daha sonra tekrar Bursa ve Aydın taraflarına gittiyse de geri dönerek Edirne’de 7 yıl kadar inzivaya çekildi.9

O sırada Osmanlı Devleti’nde tam bir fetret hüküm sürüyordu. 1402 Ankara Savaşı sonrasında Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında kıyasıya taht mücadeleleri yapılıyordu. Musa Çelebi’nin, ağabeyi Emir Süleyman’ı ortadan kaldırıp Edirne’ye hâkim olmasıyla yıldızı parlayan Bedreddin onun tarafından kazaskerliğe, yani şer’î ve hukukî otoritenin başına getirildi. Böylece siyasî hayatı başlayan Şeyh Bedreddin, Musa’nın, kardeşi Çelebi Mehmed tarafından bertaraf edilmesinden sonra İznik’te mecburî ikamete tâbi tutuldu. Bu sırada kendisine 1000 akçe maaş bağlandı. Ancak burada rahat durmayan Bedreddin zahiren dinî/tasavvufî, gerçekte siyasî anlamda teşkilâtlanmaya başladı. Bu sırada Anadolu’da ve Rumeli’de yoğun bir propaganda faaliyetine girişerek kısa sürede çevresine kalabalık bir mürid ve sempatizan kitlesi toplamayı başardı. Tire’de tanıştığı, daha sonra da zaman zaman görüştüğü Börklüce Mustafa’yı Aydın ve Karaburun taraflarında faaliyet göstermekle görevlendirdi. Yine evvelce tanıştığı ve bağlantısını sürdürdüğü Torlak Kemal’e de Manisa ve dolaylarındaki faaliyetlerin başına getirdi. Her iki adamı bulundukları yörelerde binlerce taraftar ve sempatizan topladılar. Bu arada Bedreddin bir yolunu bularak İznik’ten kaçtı ve Kastamonu’da Candaroğlu İsfendiyar Bey’e sığındı. Amacı Kırım tarafına geçmekti. Ancak bunu başaramayınca Sinop’tan gemiyle Zağra, Silistre, Dobruca10 üzerinden Deliorman’a gitti ve burayı faaliyetlerinin üssü yaptı. Her tarafa gönderdiği adamlarıyla Balkanlar’da da geniş bir propaganda faaliyeti başlattı. Zamanın mehdîsi olduğuna inanan biri olarak Bedreddin ve halifeleri, toplumsal sıkıntıları gidermek için iktidara talip oldu ve ayaklandı. Özellikle Çelebi Mehmed tarafından timarları ellerinden alınan gayrimemnunlar ile, kendilerine yeni timarlar verilen memnun kesimin ve mahallî Hıristiyanların da katılımıyla büyük bir isyan patlak verdi. Bir süre önce müridleri Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’in başlattığı isyanları bastırtan Çelebi Mehmed, Şeyh Bedreddin’in üzerine de asker sevk etti. Veziriazam Bayezid Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri kısa sürede Bedreddin’in isyanını bastırmaya ve kendisini yakalamaya muvaffak oldular. Serez’de bulunan Sultan Mehmed’in huzuruna götürülen Bedreddin, ulemadan olması sebebiyle hemen öldürülmedi. Zira Osmanlı’da ulemaya ölüm cezası pek verilmezdi. Padişahın huzurunda ulema meclisinde ilmi olarak ilzam edilip, kendi hatasını itiraf ettikten sonra cezalandırılırdı. Padişahın emriyle oluşturulan heyet tarafından sorgulanan Bedreddin, faaliyetlerinin dinî yönü olmayıp doğrudan “hurûc ale’s-sultân” suçuna girdiği kanaatiyle örfî hukuk gereği Serez çarşısında idam edildi. Bir rivayette bizzat Şeyh’in de kararın isabetli olduğunu kabul ettiği belirtilir.

Şeyh Bedreddin’in Bazı Görüşleri

Özellikle fıkıh ve felsefede derin bilgisi olduğu nakledilen Bedreddin’in, Vâridât adlı eseri meşhurdur. Şeyh Bedreddin, bu eserinde monist olduğunu açıkça ortaya koyar. O, “Varlıkta yalnız birlik vardır. Âlem Cenâb-ı Hakk’ın zuhurundan ibarettir. Bu sebeple âlem yaratılmamıştır.” diyerek tıpkı materyalistler gibi maddenin ezelî ve kadim olduğuna inanmaktadır.

Şeyh Bedreddin, bedenî haşre karşı çıkması, cennet-cehennem, melek-şeytan gibi konularda ileri sürdüğü görüşleriyle dikkati çekmiş ve büyük eleştiri almıştır. Özellikle ahiret ve haşirle ilgili görüşleri yüzünden mülhidlikle suçlanırken,11 bazı ulema tarafından da övülmüştür. Başta Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal olmak üzere bazı müridlerinin özel mülkiyeti reddedip ibâhîliği savunmaları yüzünden eleştirilen Bedreddin, Marksistler tarafından bayraklaştırılmış ve Komünizm’in ilk temsilcisi gibi gösterilmiştir. Ölümünden sonra sempatizanları “Bedreddin Sûfîleri” veya “Bedredinîler” diye anılmış, bunlar da zamanla Alevî-Kızılbaş zümreleri arasında eriyip gitmiştir. Bazı araştırmacılara göre, bu zümre içerisinde geliştirilen “Bedreddin Ocağı”na göre, Şeyh bir gün dönecek ve âlemi düzene kavuşturacaktır. Aslında Şeyh’in, “Bedenle birlikte ruh da ölür.” düşüncesine aykırı olan bu inanış, Bedreddin’i ve faaliyetlerini mehdîlik anlayışı içerisine dahil etmektedir. Nitekim, eserini II. Bayezid’in emriyle yazan İdris-i Bitlisî Heşt Bihişt’nde, “Şeyh’in gaipten aldığı haberlerle harekete geçtiğini, idareyi ele aldıktan sonra nizamı sağlayacağı ve bazı haramları helal kılacağını” belirtir. 12 Amacının siyasî ve iktidarı ele geçirmek olduğunda şüphe bulunmayan Bedreddin, taraftarlarına eşitlikçi dünya ve cennet vaat etmiştir. Zira yukarıda denildiği gibi o sırada dirlikleri ellerinden alınmış sipahilerin sayısı oldukça kabarıktı ve bunlar onun baş destekçileri idi. Kendisine isnad olunan bedenî haşri inkârı, ilk üç halifeyi reddi, mum söndülü işret âlemlerini teşviki vs. gibi fikirleri ile XVI. yüzyılda Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi (ö. 1574), Sofyalı Bâli Efendi (ö. 1553) ve XVII. yüzyılda Aziz Mahmud Hüdayî (ö. 1628) gibi âlim ve mutasavvıflar tarafından mülhidlik ve Râfızîlikle itham edilmiştir. Ancak Bedreddin’in fikirleri bazı kesimlerce hâlâ benimsenmektedir.13
***
Sultan II. Bayezid devrinde (1481-1512) bir İranlı’nın “mehdinin çavuşları”ndan olduğunu ilan etmesiyle bir kargaşa çıkmıştır. Meselenin ulema arasında görüşülmesinden sonra 8 kişi tarafından “zındık” suçlamasıyla, anılan kişi katledilmiştir.14

Şah Kulu

İran’da Şiîlik esaslarına dayanarak kurulan Safevî Devleti’nin başındaki Şah İsmail’in Anadolu’daki propaganda faaliyetleri meyvelerini vermeye başlamıştı. Teke yöresindeki Kara Bıyık oğlu Hasan (Şah Kulu Baba Tekeli) adında olup Osmanlı kaynaklarında Şeytan Kulu unvanıyla anılan Safevî dâisi, İran’a giderek bâtınî akidelerle dolu olarak Anadolu’ya dönmüştür. Antalya yöresinde bir mağarada inzivaya çekilmiş, hatta II. Bayezid tarafından kendisine her yıl in’âmlar gönderilmiştir. Baba Tekeli, etrafına topladığı alevî konar-göçer aşiretleri kullanarak 1511 yılında “ülke bizimdir. Bana erenlerden işâret olmuştur. Hâlâ ortaya çıkmış olan Şâh İsmail’in halîfesiyim” diyerek ayaklanmış ve bir süre devleti ciddî anlamda meşgul etmiştir. İnsan kaynağı olarak yine sosyal ve ekonomik sıkıntı içindeki halkı, özellikle de tımarları kesilen sipahileri kullanmıştır. Ayaklanmayı Şiîlerce kutsal sayılan 10 Muharrem günü başlatması tesadüfî olmamıştır. O sırada II. Bayezid’in şehzadeleri arasında kıyasıya saltanat mücadelelerinin bulunması, Antalya yöresini idaresi altında bulunduran Şehzade Korkut’un İstanbul’a hareketinin burada bıraktığı idarî boşluk, Şahkulu’na beklediği fırsatı vermişti. İsyanın zamanlaması ve bir iç karışıklığa denk getirilmesi, Bedreddin hareketini hatırlatmaktadır. Amacı Osmanlı Devleti’ndeki kargaşadan yararlanarak Anadolu’yu ele geçirmek olan Şahkulu, kalabalık bir kuvvetle Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya’ya yürüyerek hükümet kuvvetlerini dağıtmış, ele geçirdiği Karagöz Paşa’yı kazığa oturtarak katletmiştir. Bu vahim durum karşısında Veziriâzam Atik Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı merkez kuvvetleri sevk edilmiş ve isyan sona erdirilmiştir.15 Şah Kulu, tarihçi Müneccimbaşı Ahmed Dede tarafından mülhid, zındık, Râfızî ve Kızılbaş olarak nitelenir.

Nur (Nureddin) Ali Halife
II. Bayezid döneminde Şah İsmail adına ayaklanan bir başka âsi Rumiyeli Nur (Nureddin) Ali Halife’dir. Yine şehzadeler arasında saltanat mücadelelerinin kızıştığı bir zamanda 1512 yılında 20, 30 bin kişilik bir kuvvetle ayaklanan Nur Ali Halife üzerine gönderilen devlet kuvvetlerini yenmiş, Amasya, Tokat, Niksar ve Şarkî Karahisar taraflarını yağmalamıştır. Osmanlı kaynaklarında Kızılbaş, geniş meşrebli ve Şah İsmail’in dâîsi olarak nitelenen16 Nur Ali Halife 1514 Çaldıran Meydan Muharebesi’nde taraftarlarıyla birlikte Şah İsmail’in yanında savaşa katılmıştır. Bu savaştan sonra Şah İsmail’in Anadolu’daki faaliyetleri bir süre azalmıştır.
***
Keza Sultan II. Bayezid döneminde 1493 yılında bugün Makedonya sınırları içinde bulunan Manastır’da kulağı küpeli, boynu tokalı haydarî kılıklı bir kişi, kebesini çıkarıp, yalın kılıç “mehdî benim” diyerek öldürme amacıyla padişahın üzerine yürümüş, hatta çavuşları aşıp iyice yaklaştığı bir sırada İskender Paşa’nın uzaktan bozdoğan veya gürzünü fırlatıp yere yıkmasıyla bertaraf edilebilmiştir.17

Bozoklu Celal

Anadolu isyanlarına adını veren Bozoklu Celal’in mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkması Yavuz Sultan Selim (1512-1520) dönemindedir.18 Solakzâde tarafından mülhid ve zındıklar listesinin başı olarak nitelenen Celal, Bozok’tan Tokat’a gelmiş; “meczûb-ı ilâhîdir” denilerek halkın gözdesi olmuştur. 1519 yılında Turhal taraflarında bir mağarada yaşayan ve çevresine, “yakında mehdînin geleceğini ve bu mağaradan çıkacağını” söyleyen Celal, bir süre sonra onları hazır hale getirince kendisini mehdî ilân etmiş ve “Şah Veli” unvanıyla dünya saltanatını ele geçirmeye çalışmıştır. Münzevî yaşantısıyla etrafına çok sayıda taraftar toplayan Celal, Şah İsmail’e güvenerek 20 bin kadar süvari ve piyadeden oluşan bir kuvvetle ayaklanmış, bu arada civardaki Osmanlı beyleri ve görevlileri de ister istemez maiyetine girmiştir. Olay Dulkadirli Beyi Şehsuvar oğlu Ali Bey tarafından büyümeden bastırılarak19 Celal’in başı kesilmiştir. Ancak adı Anadolu isyanlarının sembolü haline gelmiş, hatta II. Bayezid dönemi isyanları bile bu kategoride ele alınmıştır.

Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman döneminde (1520- 1566) de aynı mahiyette isyanlar çıkmış, fakat hepsi fazla büyümeden bastırılmıştır. Bunların başlıcaları Bozok, Tokat, Amasya, Maraş, Adana ve İçel taraflarına yayılan Süklün Oğlu (Süklün Koca) ve Zünnûn Oğlu (Baba Zünnun), Adana taraflarında Domuz Oğlan ve Yekçe (Yenice) Bey, Yozgat taraflarında Atmaca, Orta Anadolu’da çıkıp etkisi büyük olan Kalender Oğlu (Kalender Çelebi), Adana civarında Seydi Bey ve İncir Yemez gibi, liderlerinin adlarıyla anılanlardır.20 Osmanlı kaynaklarında râfızî ve mülhid diye nitelenen bu kişilerin ayaklanma sebebi zahiren vergi meselesi gibi görünse de, Osmanlı Devleti’nin Macaristan ile yaptığı savaş sırasında ortaya çıkmaları tesadüfî olmamıştır. Özellikle Abdal ve Işık taifesini etrafına toplayarak zamanın mehdisi olma iddiasında bulunan ve soyunu Hacı Bektaş-ı Velî’ye bağlayan Kalender Şah isyanı güçlükle bastırılabilmiştir.
***
XVI. yüzyılda Anadolu dışında da aynı mahiyette ayaklanmalar çıkmıştır. Ezcümle, II. Selim döneminde (1566-1574) Yemen’de mehdîlik iddiasıyla bir sapkın kişi, bazı zihni karışık kişileri yoldan çıkarıp, yanına adam toplayıp fesat ve kıtalde bulununca Vezir Koca Sinan Paşa kendisini ve adamlarını ortadan kaldırıp kellelerini İstanbul’a göndermiştir.21 Yine bu padişah döneminde Rum eyaletinde “mehdi gelmesi yakındır” diye ortaya çıkan bir kişi tutuklanmış ve merkeze gönderilerek kürek cezasına çarptırılması istenmiştir.22

III. Murad zamanında (1574-1595) Trablusgarp’ta Yahya bin Yahya adlı Hâricî “halîfe-i mehdî” olma davasıyla ayaklanmış, 60 bin kadar askerle kaleye saldırmış, Güzelce Ali Paşa’nın babası Tunus valisi Kaya Paşa’yı öldürmüştür.23 Yine bu padişah döneminde Anadolu’da Düzmece Şah İsmail hareketleri görülmüş; asrın sonlarına doğru ünlü ozan Pîr Sultan Abdal beklenen mehdi adına başkaldırmış, hatta Kanunî’nin Bağdat fethi münasebetiyle kederinden bir de ağıt yakmıştır.

III. Mehmed zamanında (1595-1603) mehdi adıyla biri peyda olmuş, etrafına pek çok kişi toplanmıştır. Hapsedilmiş, fakat İstanbul kahvehanelerinde halkın diline düşmüştür. Bu gelişmeler üzerine Sadrazam Damat İbrahim Paşa kazaskerleri çağırmış, yapılan soruşturmada kişi inkâr edip, “iyidür ki, sizin bu fikr ü amelinize göre her ayda bir iki mehdî zuhur eylemez. Hiç bilir misiz ne yolda ne kârdasız” diye idareyi ve gidişatı eleştirince, Balıkpazarı siyâsetgâhında asılmıştır24. Keza 1600 yılında Yemen’de imam ve mehdilik iddiasıyla bir müfsit ortaya çıkmıştır.25

Hicrî ikinci bin yıl (millennium) inancının da eklenmesiyle XVII. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’da büyük çaplı isyanlar çıkmıştır. Yine Celâlî isyanları adıyla anılan bu ayaklanmaların zahirî sebepleri de sosyo-ekonomik ağırlıklıdır. Özellikle Osmanlı-Avusturya savaşlarının yoğun olarak görüldüğü zamanlarda çıkan bu ayaklanmaların en önemlileri Karayazıcı Abdülhalim, Deli Hasan, Canbulatoğlu ve Kalenderoğlu Mehmed gibi liderlerinin adlarıyla anılır. Bu isyanlar Sadrazam Kuyucu Murad Paşa tarafından sert ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Bazı araştırıcılara göre, sadece Anadolu’yu ele geçirmek amacında olan Şahkulu, Nur Ali, Bozoklu Celal ve Kalenderoğlu isyanlarının mehdici bir yanı söz konusu değildir. Ancak diğer bazı araştırıcılara göre ise, bu ayaklanmalarda Mesih’le ilgili bir ideoloji vardır ve buradaki mehdî kavramı İran Safevî devletiyle bağlantılı olup ihtilâlci bir karakter arz eder. Zira Safevî anlayışına göre Osmanlı Yezid’dir ve mutlaka devrilmelidir. Kendileri de beklenen mehdidir ve amaçları Yezid’in mülkünü ele geçirmektir.

Sultan I. Ahmed’in saltanatının sonlarında 1616 yılında Ali Paşa’nın Budin valiliği esnasında Boçkay Emîri denilen ve sâdâttan olduğunu söyleyen bir kimse, “mehdî-i sâhib-i zuhûr” iddiasıyla o şehri ve askerî taifesini teshir ederek gûyâ, “düşmanın hücûmu ihtimâli vardır” diye orduyu ovada toplatıp, meşveret için gün belirlemiştir. Fakat asıl amacı paşayı ve asker ileri gelenlerini öldürtüp kendisini vali yapmak idi. O sırada Dârülkurra Şeyhi Mehmed Efendi meşverete dahil olup sert bir konuşma yapmış ve herkesi fasık ve sapkın ilân etmiştir. Yakalanan Emîr, kalede hapsedilerek büyük bir fitnenin önü alınmıştır.26

Sultan II. Osman döneminde Tunus’ta Kadirî Şeyhi Ebülgays divanelik belirtileri gösterip zaman zaman “imâm-ı sâhibü’z- zaman, mehdilik ve gaybdan haberler aldığı” iddiasında bulunmuştur. Belde ileri gelenleri durumu Tunus Beylerbeyi Ramazan Paşa’ya bildirmişler, Şer’-i şerîf üzere yapılan muhakemede davasından men edilmiş ve uyarılmıştır. İddiasından vaz geçen Ebülgays bir süre divane gibi dolaşmış, bu arada cami, tekke, köprü ve medreseler yaptırmış ve bunlara geliri yüksek vakıflar tayin etmiştir.27

IV. Murad zamanında Eskişehir’de mehdilik iddiasıyla ortaya çıkanlar olmuş ve ayaklanmışlardır.28 Yine bu dönemde “Sakarya Şeyhi” adıyla tanınan Şeyh Ahmed de mehdilik iddiasıyla ayaklanmış; Eskişehir halkına gönderdiği, “Şehr-i Atîk ahâlîsi, şöyle malûm ola ki, kâğıd size vusûl buldukta, yüz yirmi yılluk haracınuzu bi’t-temâm gönderüp ve kendünüz içün bir ayluk zahîre alıkoyup ziyâdesini bilcümle gönderesiz. Ve illâ taallül ederseniz üzerinize âdem gönderüp katl olunmanız mukarrerdir” şeklindeki tehdit dolu yazısında imzasını “İsa Rûhullah” diye atmış, fakat yakalanarak öldürülmüştür.29 Yine IV. Murad zamanında Rumiye Şeyhi denilen kişi de aynı iddiayla zuhur etmiş ve hakkından gelinmiştir.30

XVII. yüzyıl sonlarında 1694 yılında sâdâttan olduğunu iddia eden bir kimse Edirne Eski Cami’de alenen, “Ben mehdîyim, hâlâ (şimdi) zuhûr ettim” deyince, kaymakamın huzuruna celp edilmiş, yapılan sorgulamada, “Fakra mübtelâ, füls-i ahmere muhtâc olduğumdan bana cünûn galebe etmekle, bu gûne kelâma tasaddî eyledim. Yoksa benim gibi âdem niçe mehdî olabilir ve bu iddiayı niçe edebilir” diye akıllıca cevap vermekle, kaymakam tarafından kendisine bol atiye verilip salıverilmiştir. Ancak meczup olmakla, nasihat kâr etmeyip birkaç gün sonra yine Eski Cami’de ve Selimiye Camii’nde münasebetsiz sözler söyleyip insanların kafasını karıştırınca çavuşlar tarafından Bozcaada’da mecburî ikamete tâbi tutulmuştur.31 Keza aynı yıllarda Arap Müneccim adlı biri Edirne’de, “Hz. Muhammed’in zuhuru”nu ilan etmiş, siyasî vaazlar vermiş, Tuna’ya atılarak cezalandırılmıştır.

Öte yandan bu yüzyılda Bayramî Melâmîleri arasında da mehdici görüşlerin varlığı bilinmektedir. Zîra bu tarikatta “kutub” un yalnız manevî değil, dünyevî otoriteyi de ele alarak adaleti tesis edecek düşüncesi mehdîlik inancıyla birleştirilmiştir. Dolayısıyla Bayramî Melâmîleri gayrimeşru gördükleri Osmanlı iktidarına muhalefet etmişler, fakat XVI ve XVII. yüzyıllarda birçoğu siyaseten katledilmiştir.32

XVII. yüzyılda mesihlik iddiasında bulunan ve etkisi hâlâ günümüzde devam eden isim Sabatay Sevi (ö. 1676)’dir. Kendisini Allah’ın oğlu ve İsrail’in kurtarıcısı olarak kabul eden bu kişi 1666’da İzmir’de Mesihliğini ilan etmiştir. Polonya kökenli bir haham tarafından şikâyet edilmesi üzerine Edirne’ye getirilerek sorgulanmıştır. Ölümden kurtulmak için müslüman olduğunu söyleyince Mehmed Aziz adını almış ve kendisine kapı ortası tekaütlüğü maaşı bağlanmıştır. Taraftarları Osmanlı saltanatını ele geçirmesini çok beklemişlerse de bu gerçekleşmemiştir. Daha sonra “Dönme”33 mezhebinin ortaya çıkmasıyla, Sabataistler faaliyetlerini daha örtülü olarak sürdürmüşlerdir. Ortodoks Yahudiler tarafından sahte Mesih olarak kabul edilen Sabatay Sevi taraftarları, en yoğun faaliyetlerini açtıkları okulla Selanik’te sürdürmüşlerdir.34

Celâlî ayaklanmalarının had safhaya vardığı, her türlü tayin ve tevcihlerin rüşvetle yapılmaya başlandığı bu yüzyılın ortalarında sadrazamlığa getirilen İpşir Mustafa Paşa’nın (ö. 1655) hemen görevinin başına gelmeyip, Anadolu’daki karışıklıkları düzeltmek amacıyla aylarca oralarda oyalanması, bazı tarihçiler tarafından “mehdilik” iddiasında bulunma şeklinde ele alınmıştır. Nitekim Vak’anüvis Naîmâ, İpşir Paşa’nın “Bu dünya ma’- mûr olursa bizim elimizde olur. Ve devlete nizâm verirsek biz veririz.” sözlerini, “Lisân-ı hâlle mehdî-i âhir-zamân ise biziz.” demek istediği şeklinde yorumlamaktadır.35

XVIII. yüzyılda Batı örnek alınarak yapılan yenilik hareketlerine karşı çıkan ayaklanmalar da bazı araştırıcılar tarafından mehdici nitelikte gösterilirse de, bunların sosyoekonomik adaletsizlik ve düzen bozukluğuna karşı bir tepki niteliğinde olması daha doğru olsa gerektir.36 Bu asrın sonlarında 1789 senesinde Dağıstan taraflarından Osman adlı birinin mehdilik iddiasıyla ayaklandığı ve çok sayıda kimsenin kendisine tâbi olduğu Soğucak valisi tarafından merkeze bildirilmiştir.37

Sonuç olarak, temel meselelerden olmamakla birlikte, İslâm toplumunun baskı altına girdiği dönemlerde mehdi beklentisi hep olmuş, hatta hadîs-i şeriflerde her asır başında geleceği ve teferruatta dini yenileyeceği bildirilen müceddidlere, maneviyat büyüklerine -onlar böyle bir iddiada bulunmadıkları halde- mehdi gözüyle bakıldığı olmuştur. Ele almaya çalıştığımız üzere, Osmanlı döneminde incelemeye çalıştığımız “mehdilik” meselesini suiistimal ederek belli bir iktidar ve güç elde etmek için ortaya çıkanlar da olmuştur.


Dipnotlar:
1. Yusuf Şevki Yavuz, “Mehdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), XXVIII, 371; Zeki Sarıtoprak, “Deccâl”, DİA, 69 vd.
2. Hasting’s, Encyclopedia of Religion and Ethics, VIII, 336-340.
3. Mustafa Öz, “Mehdîlik”, DİA, XXVIII, 384-386.
4. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı – Alevîliğin Tarihsel Altyapısı yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996.
5. aynı müellif (a. mlf.), “Babaîlik”, DİA, IV, 373-374.
6. a. mlf., Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul 1998, s. 172-173, 196.
7. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1995, I, 361; Orhan Şaik Gökyay, “Şeyh Bedreddin’in Babası Kadı mı?”, Tarih ve Toplum, sayı 2 (1984) s. 16-18.
8. Mecdî Mehmed , Hadâiku’ş-Şakaik (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 72.
9. Bilal Dindar, “Bedreddin Simâvî”, DİA, V, 331 vd.
10. Buradaki Sarı Saltuk tekkesinde hazırlıklar yaptığı bilinir (Ocak, Osmanlı Toplumunda …, s. 169).
11. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1972, s. 193.
12. Heşt Bihişt’ten naklen M.Şerefeddin Yaltkaya, “Bedreddin Simâvî”, İA, İstanbul 1970, II, 446.
13. Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud s. 193; Müfid Yüksel, “Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin I”, Tezkire, sayı 7-8 (1996, Bahar-Yaz), s. 57 vd.
14. Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Heterodoksi Tarihinde Zındık, Hâricî, Mülhid, ve Ehl-i Bid’at terimlerine dair bazı düşünceler”, İÜ Ed. Fak. Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı 12, s. 510.
15. M.C. Şehabeddin Tekindağ, “Şah Kulu Baba Tekeli İsyanı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi I/3 (Aralık 1967), s. 34-39; I/4 (Ocak 1968), s. 54-59.
16. Solak-zâde Mehmed Hemdemî Çelebi, Solak-zâde Tarihi (haz. Vahid Çabuk), Ankara 1989, I, 461- 462; Ali Coşkun, s. 363.
17. Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese- haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 130; Anonim Osmanlı Kroniği (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 2000, s. 137; Edirneli Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi (haz. Atsız), İstanbul [1972], s. 140-141; Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (trc. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, II, 243.
18. İdrîs-i Bitlîsî, Selim Şah-nâme (nşr. Hicabi Kırlangıç), Ankara 2001, s. 387.
19. Solak-zâde, Tarih, II, 88.
20. Mücteba İlgürel, “Celâlî İsyanları”, DİA, VII, 252-256; İlyas Üzüm, “Kızılbaş”, DİA, XXV, 546 vd.
21. Hasan Beyzade Ahmed Paşa, Hasan Bey-zâde Târihi (haz. Şevki Nezihi Aykut), Ankara 2004, II, 215.
22. Baki Öz, Alevîlikle İlgili Osmanlı Belgeleri, İstanbul 1996, s. 52.
23. Nev’îzâde Atâî, Hadâiku’l-hakaik (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 379, 657.
24. Selânikî Mustafa Efendi, Târîh-i Selânikî (nşr. Mehmet İpşirli), II, 703-704.
25. Naîmâ, Târih, İstanbul 1281, I, 234.
26. Nev’îzâde Atâî, Zeyl-i Şakaik, s. 607.
27. aynı eser, s. 652-653.
28. Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadri) Efendi Târihi (haz. Ziya Yılmazer), Ankara 2003, II, 1082.
29. Abdurrahman Hibrî’den naklen İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1972, III, 372; Naîmâ, Târih, III, 335-338.
30. Ali Coşkun, Mehdilik Fenomeni, İstanbul 2003, s. 441-442.
31. Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 500-501.
32. A. Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda …, s. 258 vd.; a. mlf., Ayaş ve Bünyamin-i Ayaşî, Ankara 1993, s. 17 vd.
33. Abdurrahman Küçük, “Dönme”, DİA, IX, 518-520.
34. Ilgaz Zorlu, Selanikliler ve Şişli Terakki Yolsuzluğu, İstanbul 2000, s. 4 vd.; Ali Coşkun, s. 435 vd.
35. Naîmâ Mustafa Efendi, Târih, İstanbul 1283, VI, 9-10.
36. Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devletler, İstanbul 1984, s. 203 vd.; Ali Coşkun, s. 445-446.
37. Taylasânîzâde Hâfız Abdullah Efendi Tarihi, İstanbul’un Uzun Dört Yılı (nşr. Feridun Emecen), İstanbul 2003, I, 419.

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi : Yeni Ümit Dergisi
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.yeniumit.com.tr/yazdir.php?konu_id=713
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort