Hit (10744) F-1160

Allah Bütün Günahları Bağışlar mı?

İlim Dalı : Fıkıh Konusu : Günah İşlemek
Soruyu Soran : Cevaplayan : Önder Nar
Cevaplayanın Mezhebi:
Ekleyen : /2017-06-13 Güncelleyen : /2017-06-13

Soru: Hocam işlemiş olduğumuz küçük günahları tevbe ettiğimizde Allah’ın bağışladığını biliyoruz. İşlemiş olduğumuz büyük günahlarda kumar yani şans oyunları, küfürlü konuşma, gıybet beddua etmek, hayat kadınıyla parayla cinsel münasebete girmek, kul hakkı yemek, bunları bırakıp helallik alıp tevbe edersek Allah günahları bağışlar mı? Günahlarda hangisi bağışlanır, hangisi bağışlanmaz? (Haziran/2017)

el Cevab:
Bütün günahların tevbesi vardır.
Yüce Allah istisnasız bütün günahlardan tevbe edilirse tevbenin kabul edileceğini vaad etmiştir.
Büyük günahlar işleyip tevbe etmeden ölen birisi şirk günahı işlemişse ve tevbe etmeden ölmüşse bunun affı söz konusu olmaz. Şirk dışındaki diğer bütün günahların sahipleri tevbe etmeden öldülerse Allah'ın onları affetmesi de ihtimal dahilindedir, affetmeyip cezalandırması da. 

1- İmanın Tarifi:
İmam Ebû Hanîfe’ye göre iman, kalbin tasdiki ve dilin ikrarından ibarettir. Tek başına ikrar, tasdik ve marifet imanın sahih olması için yeterli olmaz. Zira ikrarın yeterli olmasını kabul durumunda münafıkların, tasdikin yeterli olması durumunda imanı ikrar etmeyenlerin; marifetin yeterli olması durumuna da Şeytanın ve Ehl-i Kitabın imanlarının sahih olması gerekir. Halbuki bütün bu sayılanlar Kur’an ayetlerinin şehadetleriyle kafirdirler. 
Ona göre tek başına tasdikin yeterli olmayacağına ve ikrarın şart olduğuna Kur’an’dan pek çok delil getirmek mümkündür. Örneklenecek olursa Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Rasûle indirileni duyunca gözlerinin, bildikleri doğrular sebebiyle dolu dolu olduğunu görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz biz iman ettik... Allah da onları bu sözlerine karşılık altlarından ırmaklar aktığı cennetlerle mükafatlandırır. Bu ayete göre Allah, insanlara marifet ve ikrara binaen cenneti vadetmektedir. 
Yine “Allah’a ve bize indirilene iman ettik deyin” ve “Allah onlara takva kelimesini farz kılmıştır” “Onlar sözlerin en güzeline hidayet olundular” “Allah iman edenleri dünya ve ahirette sabit söz üzerine sebat ettirir” “Onlar sizin imanınız gibi iman ederlerse kurtulurlar” buyurmuştur. Allah teala mezkur ayetleride imanı: “Sabit Söz”, “Takva kelimesi” “Sözlerin En Güzeli” şeklinde nitelemiş ve “İman ettik deyin” şeklinde ikrarı emretmiştir. Sonradan gelecek mü’minlerin de ifade edilen şekilde iman etmeleri durumunda kurtuluşa ereceklerini haber vermiştir. Bütün bunlardan imanın sıhhati için tek başına tasdikin yeterli olmadığı ortaya çıkar. 
Tasdik ve ikrar olmaksızın tek başına marifet de yeterli değildir. Ebû Hanîfe buna delil olarak İblis, kafirler ve Ehl-i Kitabın imanlarının sahih olmadığını ifade eden ayetleri göstermiştir. 
İblis Allah’I tanımaktadır. “Ey Rabbim beni dalalete düşürdün...” “Bana onların tekrar dirileceği güne kadar mühlet ver” “Beni ateşten onu topraktan yarattın” dediği sabittir. Bütün bu ayetlerin de ifade ettiği gibi İblis rabbini tanımakta onun yaratıcısı olduğunu itiraf etmektedir. Ama buna rağmen Kur’an onun kafir olduğunu haber vermektedir. Tek başına marifet yeterli olmuş olsaydı İblis’in kafir olmaması gerekirdi. 
Yüce Allah kafirleri hakkında “Onu tanımalarına rağmen bile bile inkar etirler” “Allah’ın nimetlerini bilirler, sonrada inkar ederler, onların çoğu kafirlerdir.” “Onlara, sizlere göklerde ve yerlerde kim rızık veriyor denildiğinde; Allah derler... Onlara öyleyse Allah’tan hiç korkmaz mısınız de.” buyurmaktadır. Ayetlerde de açıkça ifade edildiği gibi kafirlerin bir kısmı Allah’ı bilmelerine rağmen küfürle vasfedilmişlerdir. Yani tek başına Allah’ın tanınması imanın sıhhati için yeterli değildir. 
Ehl-i Kitap için de durum aynıdır. Onlar Allah Rasûlünün hak peygamber olduğunu bilmelerine rağmen ona iman etmemişlerdir. Bu sebeple haklarında “Onlar onu çocuklarını bildikleri gibi bilirler” buyurulmuştur. Tek başına bilmek yeterli olmuş olsaydı Ehl-i Kitabın imanlarının sahih olması gerekirdi. 
Ebû Hanîfe “İmanın tasdik ve ikrar oluşuna” Kur’an’ın yanı sıra sünnetten de delil getirmiştir. Ona göre Allah Rasûlü’nün “Lâ ilâhe illallâh deyin kurtulun” sözü ile, müşrikleri imana davet ederken onları Allah’ın var, bir ve ortağının olmadığına, kendisinin de, Allah’ın katından getirdiklerinin hak oluşuna şehadet ve bunu ikrar etmeye davet edişi de imanın tasdik ve ikrar olduğuna delalet etmektedir. Müşriklerden şehadet ve ikrarı istemesi ve bunarı kabul etmeyenleri kafir sayması göz önünde bulundurulursa ikrarın imanın rükunlarından olduğu şüpheye yer kalmayacak ölçüde anlaşılacaktır. 
İşte Ebû Hanîfe bütün bu örneklerden hareketle İmanı; kalbin marifeti ve tasdiki, ilin de bunları ikrarı olarak tarif etmiştir. Lugavi ve Kur’anî kullanım esas alınarak yapılmış olduğu söyleyebileceğimiz bu iman tarifi onun itikatla alakalı eserlerinde ve menakıp kitaplarındaki konu ile ilgili metinlerde bu şekilde geçmektedir. Bununla birlikte Hanefi kelam ulemasından bazıları “İman kalbin tasdikidir, dil ile ikrar ise İslâm hükümlerinin tatbiki için şart koşulmuştur” şeklindeki görüşü imama izafe etmişlerdir. Bütün bu delil ve delillendirmelerle de ortaya çıktığı gibi bu görüşün Ebû HanÎfe’ye nispeti hatalıdır. 
Ebû Hanîfe imanın mahiyeti hakkındaki eserlerinde değişik tanımlamalar getirir. Bütün tarifler bir araya getirildiğinde ortaya şu tarif çıkmaktadır: “İman: Allah’ın var, bir ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna, ortağının olmadığına, Kur’ân’a ve Kur’ân’ın getirdiği bütün hükümlere, Hz. Peygamber ve onun getirdiği her şeye, meleklere, kitaplara, peygamberlere, Cennet ve Cehenneme, kıyamet gününe, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, her mahlukun bir kaderinin olduğuna ve niçin yaratıldıysa neticede ona ulaşacağına, şehadet etmek, bunları kalben tasdik edip dil ile ikrar etmek ve Kur’an ve Sünnetle sabit hiçbirşeyi inkar etmemektir.”

2-İmanın Erkanı:
Ebû Hanîfe bir insanın imanının sahih olabilmesi için aşağıdaki esasların doğruluğunu kalben tasdik edilip dil ile ikrarını şart koşmuştur. 
Allah’ın var, bir ve ortaktan münezzeh olduğuna ve Kur’an ve Sünnette gelen Zâti fiilÎ ve bilâkeyf sıfatlarına iman. Meleklerine iman. Kitaplarına iman. Peygamberlerine iman. Öldükten sonra dirilişe iman. Kazâ ve Kaderin hak olduğuna, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman. Hesab’a, mizân’a, Cennet ve Cehennem’e îman .

3- Îman-Amel İlişkisi
a- Îman Amel Farklılığı ve Amelin İmandan Bir Cüz Olup Olmaması:
Ebû HanÎfe imanı tarifine uygun olarak; amelin imandan bir cüz olmadığını söylemiştir. “Mürcietu’s Sünne” ’den sayılmasına sebep olan bu görüşünü, Kur’Aan ve Sünnet’ten delillere dayandırdığı bir takım genel kaidelerle desteklemiştir. Farzların teşriinden önceki dönemde imanın, amelÎ emirlerden mücerretliği, büyük günah ve özür sahiplerinin imanlarının Kur’ân’la subutu, Kur’ân’da “dalâlet” ve “hata”nın küfürle eş anlamlı olarak kullanılmaması ve Sahabe-i Kiramın amel ve tavırları buların başlıcalarıdır. 
İslâma giriş: Allah’ın var, bir ve ortağının olmadığına şehadetle olmuş, ameller ancak İslâm şehadetinde bulunulduktan sonra farz kılınmıştır. Allah teala Kur’ân’da imanla ameli birbirinden ayırmıştır. “Kim Allah’a iman eder ve salih amel işlerse” ve “İman edenler, salih amel işleyenler” ayetleri bunu açıkça ifade etmektedir. 
Amelin imandan bir cüz sayılması durumunda; hayızlı ve nifaslı bir kadına namaz kılmamasını emreden ayetlerin onları imandan men ediyor olmaları gerekecektir. Bu ise caiz değildir. Aynı şekilde fakirlere “zekat vermeyin” demek caiz değildir, ama onlara “iman etmeyin” ya da “sizin üzerinize iman farz değil” demek caiz değildir. 
Kur’an’da yanlış amel işleyenler, ya da hata edenler hakkında pekçok ayet vardır. Ama bunlarda hatalar ve yanlış ameller küfürle eş anlamlı kullanılmamışlardır. Oğulları Yakub (a.s.)’a: “Sen hala eski dalaletin üzerindesin” demişlerdir. Amelin imandan bir parça sayılması halinde bu ayetin manası “Sen hala eski küfrün üzerindesin” şeklinde olacaktır ki bunun da yanlışlığı açıktır. 
Allah tala: “Allah sizlere sapmamanız için doğruları açıklıyor” ve “Birisi saparsa diğeri doğruyu hatırlatsın.” buyurmuştur. Kurân’da bir peygamberin hatasını itirafı “Ben onu bir hata olarak yaptım” şeklinde geçmektedir. Amel imandan bir parça olmuş olsaydı; bu ayetlerdeki sapma, hata vs. amel ve sözlerden sahiplerinin kafir olmaları gerekirdi. Allah teala bu amelleri küfür olarak nitelememiştir. Kaldı ki küfür olduğu iddia edilirse bundan peygamberlerin de kafir olmaları gerekir. Bunun ise yanlışlığı ortadadır.
Büyük günah işleyenler de Kur’an’da küfürle vasfedilmemektedir. “Eğer iki mü’min topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bulun, birisi bir diğerine haksız yere saldırırsa Allah’ın emrine uyuncaya kadar hak üzere olan grupla birlikte olup diğer gruba karşı savaşın” buyurulmuştur. Ayette “Bağiler” de, “hak üzere olan grup” da imanla vasfedilmektedir. Bu ise büyük günahın mü’mini iman dairesinden çıkarmadığını gayet açık bir şekilde göstermektedir. Amel imandan bir parça olmuş olsaydı, bu imana aykırı amelin sahibini dinden çıkarması gerekirdi. 
Sahabe-i Kiram raşid halifeleri “Mü’minlerin Emirleri” olarak vasfediyorlarıdı. Halbuki tebealarında hatalı ameller işleyenler de vardı. Alî (r.a.) “Şam ordusunu” anlaşma metninde “Mü’min” olarak vasfetmişti. Amel imandan bir parça olmuş olsaydı, halifeler ancak hatasızların emiri olur, Şam ordusunun da iman dairesinden çıkmaları gerekirdi.

Îmân ve Büyük Günah:
Ebû Hanîfe günahları üç gruba ayırmıştır. Bunlardan birincisi “Şirk”tir. İslâm ümmeti bu günahın sahibinin iman dairesinden çıkacağında ittifak etmişlerdir. İkincisi şirkten başka diğer büyük günahlardır. Bunara “Kebâir” ismini vermektedir. Üçüncüsü de büyük günahların dışında kalan diğer günahlardır. Bunlara “Sağâir” ismini vermiştir. 
Büyük günah işlemek helal kabul edilmedikçe sahibini dinden çıkarmaz. Böyleleri mü’minlerdirler ama günahları sebebiyle fasık mü’minlerdirler. Bir kimse İslâma girdiği yerden çıkmadıkça yani İslâm akdini bozmadıkça kafir olmaz. Kebira sahibinin dünyadaki hükmü budur.
Ahiretteki hükmü ise; tevbe ederek ölenler ve tevbe etmeksizin ölenler olmak üzere iki grupta müteala edilir. Ebû Hanîfe tevbe edenlerin hükümlerin kaydetmemiş, tevbe etmeden ölenlerin affedilip affedilmemesinin Allah’a havale edilmesin tercih etmiştir. Çünkü Allah: “Nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, diğer günahlarınızı affederiz.” buyurmuştur. Büyük günahların hepsi bilinmediğinden Allah şunları affeder, şunları affetmez demek doğru olmaz. Ayette: “Allah şirkten başka bütün günahları diledikleri hakkında affedecektir.” denilmektedir. Buna göre belki de şirk dışındaki büyün günahları affedecek, sahiplerini de direkt olarak cennetine sokacaktır. Belki de onları önce günahlarına karşılık azap edecek, sonrasında cennetine sokacaktır. Bu sebeple tevbe etmeden ölen büyük günah sahiplerinin affedilip affedilmemesi hakkında kesin bir hükme varmak doğru olmayacaktır. 
Ebû Hanîfe kebîra sahiplerini işledikleri günahı helal kabul etmedikleri müddetçe tekfir etmemektedir. “Ehl-i Kıble”nin de tekfir edilmeyeceğini genel bir kaide olarak eserlerinde zikretmektedir. Bununla birlikte eserlerinde yirmiüç meselede Ehl-i Kıbleyi tekfir etmiştir. Bu durum bizi Ebû Hanîfe’nin kebire sahipleriyle Ehl-i Kıble kavramını farklı farklı manalarda kullandığı neticesine götürmektedir. O, Ehl-i Kıble kavramını bidatlere düşmeyen kebira sahipleri için de, bid’at sahibi kebira sahipleri için de kullanırken, kebira sahipleri kavramını yalnızca bid’ati olmayan büyük günah sahipleri hakkında kullanmaktadır. Yani ona göre Ehl-i Kıble’den olan kebira sahipleri tekfir edilmez, ama bidatı olan kebira sahipleri bid’atları küfrü gerektiriyorsa tekfir edilebilirler, denilmesi mümkündür. 
Ebû Hanîfe kebira sahiplerinin iman dairesinden çıkmayacağı itikadını Kur’an, sünnet, sahabenin nakil ve uygulamaları ve ma’kulden delillerle ispat etmiştir. 
Kur’an’da Zu’n Nûn (a.s) kendisinin zalim bir mü’min olduğunu itiraf etmiştir. Ama kendisini küfürle ve nifakla vasfetmemiştir. Günah işlemesine rağmen kafir olmadığına göre, bu ayet günah sahibinin imandan çıkmadığına delalet etmektedir. 
Ya’kup (a.s)’ın oğulları “Ey babamız bizim günahlarımız için Allah’a istiğfar et... Bizler yaptıklarımızda hatalıydık.” demişler ama hatalarına rağmen kafir olmamışlardır. 
Ayette:”Allah senin bütün geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin diye...” denilmiş, günahlar küfür olarak nitelenmemiştir. Günah işlemek küfür olmuş olsaydı “küfrünü affetsin”denilmesi gerekirdi. 
Musa (a.s) bir insan öldürmüştür. Öldürmesi sebebiyle hata ettiği ifade edilmiş ama bu hatası sebebiyle kafir olmamıştır. 
“Nehyolunduğunuz büyük günahlardan kaçınırsanız, diğerlerini affederiz” ve “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez ama bunun dışındaki günahları diledikleri hakkında affeder” buyurulmuştur. Şirkin affedilmemesinin sebebi küfür olmasıdır. Zira küfrün affedilmesi tevbe edilmesi hariç sözkonusu değildir. Diğer günahların affedilmesinecevaz verildiğine göre büyük günahların işlenmesi küfür değildir. 
“Zina eden kadın ve erkek” ve “Sizden (zina edenler) bunu yapanlar” denilmiştir. “Sizden”ifadesi zina edenlerin iman dairesinden çıkmadıklarını gayet sarih bir şekilde ifade etmektedir.
Savaşan iki grubun da “Mü’minlerden iki topluluk” şeklinde nitelenmesi de birbirleriyle savaşmalarının mü’minleri iman dairesinden çıkarmadığına sarih bir şekilde delalet etmektedir. 
Yine “Onlar salih ameller ve kötü işleri birbirine kattılar, herhalde Allah onların günahlarını affedecektir”buyurulmuştur. Buna göre günahlarla birlikte salih ameller işleyenlerin günahların affedileceği bildirilmiş olmaktadır. Günah işlemek küfür olmuş olsa Allah’ın onları affetmesi sözkonusu olmazdı. 
Ebû Hanîfe bu meselede Sünnet’ten de delil getirmektedir. “Kim Allah’a şirk koşmaksızın ölürse cennete girecektir,zina etse de hırsızlık etse de” ve “kim Allah’tan başka ilah olmadığına, benimde onun rasûlu olduğuma şehadet ederse cennet ona vacip olur,zina etse de hırsızlık etse de” hadisleriyle kebiranın, sahibini dinden çıkarmadığına delil getirmiştir. Yine Ebû Saîd el- Hudrî’nin; bu ümmette şirkten başka sahibini küfre sokacak günah var mıdır diye Allah Rasûlu (s.a.v)’e sorduğunu, Allah Rasûlununde: “Hayır, yalnız şirk var” cevabını verdiğini müsnedlerinde rivayet etmiştir. 
Bu hususta sahabenin nakil ve uygulamalarından da istifade etmiştir. Ona göre Alî (r.a.)’ın Şam ordusunu mü’min olarak nütelemesi İbnu Ömer (r.a.)’ın kebira sahiplerini tekfir etmemesi Muaz b. Cebel’in kebira sahiplerini tekfir etmeyip “Allah dilerse affeder dilerse de cezalandırır” sözleri bu inancın aynı zamanda sahabenin de inancı olduğuna dalalet etmektedir. 
İman ve amel farklı farklı olgulardır. Buna göre amelin yokluğundan veya yanlışlığından imanın bozulması gerekmez. Büyük günahlar, amel çizgisindeki yanlışlık ve hatalar olduğuna göre bunların işlenilmeleriyle iman bozulmaz, büyük günah sahibi dairesinden dışına çıkmaz.

 

Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort