Hit (1069) Y-4581

el Biruni Muhammed b. Ahmed Ebur Reyhan

Künyesi : Lakabı :
Tabakası : E-Posta :
D.Yeri : Kâs D.Tarihi : 973
Görevi : İlim Adamı Uzm.Alanı : Astronomi,Coğrafya Bilgini,Dinler Tarihi,Fizik,Tarih
Görev Aldığı Kurumlar : Mezuniyet :
Bildiği Diller : Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak :
Ekleyen : /2014-07-23 Güncelleyen : /0000-00-00

el Biruni Muhammed b. Ahmed Ebur Reyhan
(ö. 453/1061 [?])

Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli alanlarda önemli eserler veren, Türk-İslâm ve dünya tarihinin en tanınmış ilim adamlarındanbiri.
3 Zilhicce 362 (4 Eylül 973) tarihinde Hârizm'in merkezi Kâs'ta doğdu. Ceyhun nehrinin aşağı kısmında yer alan bu şe­hir o dönemde Hârizm adıyla da anıldı­ğından Bîrûnî el-Hârizmî nisbesiyle de bilinmektedir. Ancak kendisinden önce yaşamış olan ünlü matematikçi Hârizmî (Muhammed b. Mûsâ) ile karıştırılmaması için kaynaklarda Hârizmî nisbesinden önce mutlaka Bîrûnî nisbesi de zikredil­miştir.
Bîrûnî nisbesinin menşei, anlamı ve okunuşuyla ilgili olarak farklı görüşler vardır. Bîrûnî'nin eserlerinden olup Gazanfer-i Tebrîzî'nin hattıyla yazılmış olan Leiden'deki Fihrist nüshasında ve müs- tensihin "el-Müşşâte" başlığıyla yazdığı ekte, özellikle Bîrûnî hayatta iken (10251 yazılmış olan ve müellif hattı olup olma­dığı tartışmalı bulunanTahdîdü nihâ- yâti'l-emâkin'in iç kapağında kelimenin "el-Beyrûnî" şeklinde harekelenmiş ol­ması, bazı araştırmacıların bu şekli ter­cih etmelerine yol açmıştır (meselâ bk. Sayılı, Beyru.ni ye Armağan,s. 6). İranlı ta­nınmış edebiyatçı Muhammed Muîn ise her iki telaffuzun aynı anlama geldiği görüşündedir (bk. Tebrîzî, Burhân-ı Kâ­tı*[Muhammed Muîn'in notu], I, 336). An­cak bu kelime tarih ve biyografi kitap­larında, ansiklopedi mahiyetindeki kla­sik kaynakların çoğunda "el-Bîrûnî" şek­linde verilmekte, menşei ve anlamına dair tartışmalar da genellikle bu oku­nuşa göre yapılmaktadır. Ayrıca modern araştırmaların büyük bölümünde bu okunuş tercih edilmiştir (bk. bibi.). Bey- hakî, Bîrûn'u bir şehir ismi olarak zikre­derse de (Tetimme,s. 62) Hârizm'de böy­le bir şehrin mevcudiyetinden klasik kay­naklarda söz edilmemektedir. Farsça'da "dış" anlamına gelen bîrûn kelimesin­den hareket eden bazı müellifler, "Bîrû- nî" nisbesinin "dışarıdan gelen, taşralı, yabancı" anlamında kullanıldığı görüşün­dedirler (Yâküt, VI, 308; Sem anî, s. 392). Ancak Kâs'ta doğduğu kesin olan ve Hâ- rizm'den "vatanım" şeklinde söz eden Bîrûnî'nin (Tahdîd,s. 81) taşralılığını yi­ne Hârizm sınırları içinde düşünmek ge­rekir. Dolayısıyla onun Hârizm'in mer­kezî bölümlerinde değil civar semtlerin­den birinde doğduğunu kabul etmek ak­la uygundur. Nitekim bu nisbe proble­mini çözmek maksadıyla Berlin'den Bu- hara'ya giden E. Sachau, burada insan­ların "şehrin içinden" veya "dışından" di­ye nitelendirildiğini tesbit etmiştir. Bî­rûnî doğmadan önce ailesinin başka bir yerden gelerek Kâs'a yerleşmiş olması dolayısıyla da ona "taşralı" anlamında Bîrûnî denmiş olabilir.
Bîrûnî'nin ailesine dair bilgi yoktur. Kendisi de bir şiirinde dedesi ve sülâle­si hakkında bilgisi olmadığını, hatta ba­basını bile tanımadığını belirtmektedir. Aynı şiirde babası hakkında "Ebû Leheb", annesi hakkında da "hammâletü'l-ha- tab" gibi garip tabirler kullanan Bîrûnî'- nin bunlarla neyi kastettiği açık değil­dir. Bîrûnî'nin söz konusu imalarıyla soy sop veya övgü ve yerginin önemli olma­dığını vurgulamak istediği ileri sürül­müş ya da bu konuda yorumdan kaçı­nılmıştır. Bîrûnî'nin mevcut eserlerinin hiçbirinde kendi milliyeti hakkında her­hangi bir açıklamaya rastlanmamakta- dır. Hârizm bölgesinde Fars, Türk ve Soğd unsurların birlikte bulunması bu konuda tahminde bulunmayı güçleştir­mekle birlikte yapılan araştırmalar Türk olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Her şeyden önce Bîrûnî'yi, Arap veya Fars ırkı hakkında yazdıklarından her­hangi birine dayanarak Arap veya İranlı yahut daha da öteye giderek İran milli­yetçisi sayan görüşler mesnetsizdir. Çün­kü Bîrûnî'nin her iki ırk için de lehte ve aleyhte değerlendirmeleri vardır (bk. Tah­dîd,s. 11; el-Âşârü'l-bâkıye,s. 52; Tem- hîdü'l-müstakar,s. 13-17; el-Kânûnul- Mes^ûdî,III, 1469; el-Cemâhir,s. 23; Tah- kiku mâ li'l-Hind,s. 367). Ayrıca Arapça ve Farsça'nın kendi ana dili olmadığını belirtmektedir (Kitâbü's-Saydele[mukad­dime], s. 31). Ana dilinin Soğdca olması ihtimali de zayıftır; çünkü araştırmalar Soğdca'nın o dönemde bir kültür ve me­deniyet dili olduğunu ortaya koymuştur. Halbuki Bîrûnî kendi ana dilinin bir ilim dili olmadığını hayıflanarak söylemekte­dir (bk. a.y.). Eserlerindeki Arapça'nın kullanımında rastlanan gariplikler Pe- çenekçe'nin tesirine bağlanabileceği gi­bi sık sık Peçenek söyleyişiyle Türkçe ke­limeler kullanılması da Türk asıllı oldu­ğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bun­dan başka Bîrûnî'nin henüz çocukken Kâs'ta saraya ilâç getiren ihtiyar bir Türkmen'le karşılaştığını bildirmesi [el- Cemâhir,s. 205-206), ilk rasatlarını Türk- ler'le meskûn bölgelerde yapması, Kıtay Han'ın elçilerine sorular sorması, kendi­sine yağmur taşı getiren bir Türk'le ko­nuşması (Tahdîd,s. 80; el-Cemâhir, s. 219), onun Türkçe bildiğinin ve Türk ol­duğunun önemli işaretleridir. Sonuç ola­rak Bîrûnî'nin, bizzat kendi ifadesiyle "aslî Hârizmliler"den olmayıp (el-Âşârü'l- bâkıye,s. 39) Kâs şehrinin "bîrûn''undan yahut dışarıdan bu şehre göç etmiş bir Türk ailesine mensup olduğu söylenebi­lir. Zira Bîrûnî'nin doğumundan önce bu yörelere Türkler göç etmişti ve Hârizm'in yerlileriyle Türkler arasında derin mü­nasebetler vardı.
Bîrûnî'nin ailesi, soyu ve milliyeti hak- kındaki belirsizliğe karşılık onun çocuk­luğundan beri araştırmacı bir ruha sa­hip olduğu, çeşitli konuları öğrenmek için aşırı bir istek duyduğu bilinmekte­dir (Kitâbü's-Saydele[mukaddimel, s. 34). Esasen bu bilgin ailesi, soyu ve milliyeti hakkında fazla açıklamada bulunmayı gereksiz görmüş, ancak kendi şahsî ha­yatı ve entellektüel serüveniyle ilgili ay­rıntılardan sık sık söz etmiştir.
Bîrûnî'nin "gölgelerinde nimetlendiğini" söylediği Afrigoğulları'ndan Hârizm- şahlar'ın himayesine ne şekilde girdiği bilinmemektedir. Ancak kendisinin, da­ha çocukken saraya ilâç getiren bir Türk­men'in başına gelenlere bizzat şahit ol­duğuna dair ifadeleri (el-Cemâhir,s. 205- 206), küçük denebilecek bir yaşta Hârizmşahlar'ın himayesine girdiğini ve sa­ray terbiyesiyle yetiştiğini göstermek­tedir. Özellikle bu sülâleden tanınmış âlim ve matematikçi Ebû Nasr İbn Irak, onun İlmî hayata iyi bir başlangıç yap­masını temin eden önemli bir simadır. Başkası için kullanmadığı "üstadım" sö­zünü bu hocası için kullanan Bîrûnî, on­dan Öklit geometrisiyle Batlamyus astro­nomisini okudu. İrak ailesinin ve bu aile­ye mensup Mansûr'un Bîrûnî'nin eğiti­mine özel bir ihtimam gösterdiği ve onun yetişmesi için çeşitli imkânları seferber ettiği anlaşılmaktadır. İbn Irak dışında Abdüssamed b. Abdüssamed el-Hakîm'- den de dersler alan Bîrûnî'nin uzun sü­reli bir öğrenim hayatı olmadığı, daha çok kendi kendini yetiştirdiği bilinmek­tedir. Bu husus, onun sahip olduğu araş­tırma ruhu ve ilmî tecessüsün yanı sıra erken yaşlarda eser vermiş olmasından da çıkarılabilir. Nitekim ilk rasadını 380'- de (990) yaptığına göre (Tahdîd,s. 234) daha on yedi yaşında iken İlmî çalışma­sını verimli bir noktaya ulaştırabilmiş demektir. Bu rasatlar sırasında güneşe bakmaktan gözlerinin rahatsızlanması ve rasatlarını güneşin sudaki aksine ba­karak sürdürmesinden de sahip olduğu azim ve hırsın derecesini anlamak müm­kündür (a.g.e., s. 135-136). Yine aynı yaş­larda yarım derecelik bölümlere ayrıl­mış bir çember ile Kâs boylamından gü­neşin yüksekliğini ölçerek şehrin enlem derecesini hesaplamıştır. Yirmi iki yaşın­da iken de bir gözlemler ve ölçmeler di­zisi planlamış, diğer bazı gereçlerin yanı sıra çapı 8 m. olan bir astronomik çem­ber hazırlamıştır.
Fakat Bîrûnî'nin bu huzurlu devresi uzun sürmemiştir. Yirmi iki yaşına he­nüz girmiş ve Hârizm sarayında mevki sahibi olmuş bu genç ilim adamı için si­yasî iktidarın el değiştirmesiyle sıkıntılı bir dönem başlayacaktır. 995 yılında Ceyhun nehrinin öte yakasında bulunan Me'mûnîler'in Kâs'a saldırıp Hârizmşah- lar'ı tarihten silmeleri ve Hârizm idare­sinin Gürgenç merkezli yeni bir siyasî iktidara bağlanması üzerine Bîrûnî Kâs'ı terketti. Bundan sonra nereye gittiği konusunda kesin bilgi yoktur. Ancak bir süre Rey'de kaldığı ve bir yoksulluk dö­nemi yaşadığı bilinmektedir (el-Âşârü'l- bâkıye, s. 338). Ayrıca Bîrûnî Rey'de sür­dürülen rasat çalışmalarından da bah­setmektedir. O dönemde Büveyhîler'in idaresinde bulunan Rey'de hükümdar Fahrüddevle'nin emriyle Ebû Mahmûd el-Hucendî (ö. 390/1000) tarafından bü­yük bir sekstant yapılmış ve güneşin o boylama girişlerini gözetlemekte kulla­nılmıştı. Bîrûnî, adını hükümdardan alan Fahrî Sekstantı'nı tarif etmiş ve bizzat Hucendî'den elde ettiği bilgilere daya­narak yapılan rasatları Hikâyetü'l-âle- ti'l-müsemmât bi's-südsi'l-Fahrî adlı risalesinde ayrıntılarıyla kaydetmiştir. Bî­rûnî Kâs'ı 995'te terkettiğine ve Hucen- dî 1000 yılında öldüğüne göre ikisinin Rey'de görüşmeleri herhalde şehri terkediş tarihinden fazla uzak değildir. Onun 997 yılında Kâs'a geri döndüğü kesin­dir. Nitekim Bîrûnî, 24 Mayıs 997 tari­hinde daha önce kararlaştırılmış bir ran­devu ile burada büyük İslâm matema­tikçisi ve astronomu Ebü'l-Vefâ el-Bûz- cânî ile buluşmuş ve ikisi birlikte ay tu­tulmasını gözlemlemişlerdir (Tahdîd, s. 236). Bu arada Gîlân şehrine de gitmiş olma ihtimali mevcuttur. Zira Kitâbü Makâlîdi cilmi'l-hey'e adlı eserini bu şehrin hükümdarı ya da valisi olan Mer- zübân b. Rüstem'e ithaf ettiği bilinmek­tedir. Ayrıca Bîrûnî 1000 yılında bitirdiği el-Âsârü'l-bâkıye adlı eserinde Gîlân ispehbedinin huzurunda bulunduğundan bahsetmektedir (Kennedy, DSB, II, 149).
Aynı yıl Bîrûnî'nin Buhara'da da bulun­duğu bilinmektedir. Kendisi, 997 yılında Sâmânîler'in tahtına geçen ve saltanatı yalnızca iki yıl süren II. Mansûr'un sara­yında himaye görmüştür. Hatta çok son­raları yazdığı bir şiirinde onun ilk hâmi­si olduğunu zikretmektedir (a.g.e., II, 148). Bu arada 155 yıl boyunca Cürcân, Gîlân, Taberistan ve Kuhistan gibi yer­leri hâkimiyetlerinde tutmuş olan Ziyâ- rîler'in hükümdarı Kâbûs b. Veşmgîr Cür- cân'dan sürülmüştü ve Horasan Emirli- ği'nin desteğiyle tahtına yeniden kavuş­mak istiyordu. 998'de Cürcân'a geri dön­düğünde beraberinde artık hizmetine girmiş olan Bîrûnî'yi de getirmişti. Bîrû­nî'nin yeni hâmisi Kâbûs b. Veşmgîr'den pek hoşlanmadığı, ancak ona karşı min­net duyguları beslediği bilinmektedir. Âlim ve edip bir kişi olan Kâbûs Bîrûnî'­nin çalışmalarını desteklemiş, o da el- Âsûrü'l-bâkıye adlı eserini bu hüküm­dara ithaf etmiştir. Eserinin çeşitli yer­lerinde Kâbûs'u övmüş ve lakap kabul etmediğinden ötürü onu takdir ettiğini belirtmiştir. Bîrûnî'nin İbn Sînâ ile soru­lu cevaplı tartışmaya bu dönemde gir­diği sanılmaktadır (Hamarneh, Hamdard Medicus, XXXI/ 2, s. 6).
Bîrûnî, Cürcân'da kendisine gösterdi­ği büyük ilgi ve tanıdığı imtiyazlara rağ­men katı kalpli bulduğu Kâbûs'u (Yâküt, VI, 312), Gürgenç'teki Me'mûnîler hâne- danından Ebü'l-Hasan Ali b. Me'mûn'un daveti üzerine 1009 yılında terketti. Bu tarihi 1003 olarak gösteren bir görüş de vardır. Zira Bîrûnî, 1003 yılının 19 Şubat ve 14 Ağustosunda Cürcân'da iki defa gerçekleştirdiği ay tutulmasıyla ilgili göz­lemlerinin üçüncüsünü ertesi yılın 4 Ha­ziranında Gürgenç'te tekrarlamıştır. Bu­na göre 1003'te Cürcân'ı terketmiş ve Gürgenç'e yerleşmiş olması gerekir (Ken­nedy, DSB, II, 149). Ancak onun üçüncü rasadını Gürgenç'te ikamete devam et­miş olmasının kesin delili saymak fazla iddialı olacaktır. Nitekim 997'de Kâs'a tekrar dönüp Ebü'l-Vefâ el-Bûzcânî ile ortak rasat faaliyetlerini gerçekleştirmiş (yk. bk.), fakat orada kalmamıştır.
Bîrûnî'nin Kâbûs'tan sonraki yeni hâmileri olan Me'münîler de gerçekte Sâmânîler'e vergi ödeyen bağımlı bir tah­tın temsilcileriydi. Onların yıkılmasından sonra Gazneliler'in hâkimiyeti alanına girmişler, ancak yine de yarı bağımsız ka­labilmişlerdir. Bu sülâleden Ebü'l-Hasan Ali'nin yakın desteğini kazanan ve ölü­münden sonra kardeşi Hârizmşah Ebü'l- Abbas Me'mûn b. Me'mûn'un himayesi­ne giren Bîrûnî, onun kendisini üne ve refaha kavuşturduğunu kaydetmekte­dir. Şahsı için Ebü'l-Abbas'ın sarayında bir daire tahsis edilen bilgin aynı zaman­da bir müşavir olarak da çalıştı. Kendi­sine sağlanan siyasî ve İlmî imkânlar sa­yesinde araştırmalarını Cürcân'da oldu­ğundan daha verimli olarak sürdürme imkânı buldu. Onun bizzat yaptığı ve "Şa­hın Çemberi" adını verdiği astronomi ale­tini Ebü'l-Abbas'a ithaf etmesi, hüküm­dara karşı duyduğu minnet duygusunun bir ifadesidir (el Kânunu l-Mescûdî, II, 612). Bu İlmî çalışmaları sırasında ünlü hekim Ebû Sehl îsâ el-Mesîhî ile de ve­rimli münasebetler kurmuştur.
Bîrûnî'nin Gürgenç'i bir ikametgâh ola­rak samimiyetle benimsediği anlaşılmak­tadır. Nitekim kendisi bu şehirden "va­tanım" diye bahsetmekte, ancak üstlen­mek zorunda kaldığı idari ve siyasî gö­revlerin İlmî faaliyetlerini bir ölçüde en­gellediğini vurgulamaktadır (Tahdîd, s. 81). Doğum yeri ve asıl vatanı olan Kâs'ın artık Gürgenç'e bağlı olmasından ötürü de bu sözü sarfetmiş olabilir. Öyle anla­şılıyor ki Bîrûnî, Hârizmşah Ebü'l-Abbâs Me'mûn'un önüne getirdiği siyasî ve İda­rî meseleleri çözüme kavuşturmada ol­dukça başarılı idi. Özellikle Hârizm'in Gazneliler ve Karahanlılar'la münasebe­tinde önemli roller üstlenmiştir. 1014 yı­lında Gazneli Mahmud'un Hârizm'de doğrudan hâkimiyet sağlama girişimin­de bulunmasıyla gerginleşen siyasî or­tam, Ebü'l-Abbas Me'mûn'un Gazneli otoritesini kabul etmesine rağmen or­dunun ve diğer emirlerin buna yanaşma- masıyla tam bir kargaşaya dönüşmüş­tü. İsyan eden ordu Mahmud'un enişte­si olan Me'mûn'u öldürünce Mahmud bunu fırsat bilip Hârizm'i ülkesine kat­mıştı. Bu gelişmeler Bîrûnî'nin hayatın­da yepyeni bir dönemin başlangıcını oluş­turdu. Çünkü Mahmud geri dönerken Bî­rûnî ve hocaları Ebû Nasr İbn Irak Man- sûr, Abdüssamed ve yine Gürgenç'te İl­mî münasebet kurduğu Ebü'l-Hayr el- Hammâr'ı da Gazne'ye götürmüştü. Bu sırada Bîrûnî kırk dört yaşındaydı.
Bîrûnî için Hârizm devresinin bitip Gaz- ne devresinin başlaması sıkıntılı olmuş­tur. Daha önceki siyasî durumu sebebiy­le Nandana Kalesi'nde bir süre göz hap­sinde tutulan Bîrûnî, bu mahrumiyet günlerinde bile İlmî çalışmalardan uzak kalmadı ve orada sağlayabildiği aletler­le çeşitli astronomik gözlem ve hesap­lamalar yaptı (1018). Gazneli Mahmud'- la önceleri yakın ilişki kuramamasına rağmen kendisine resmen yardımda bu­lunulduğu da bilinmektedir. Bu iki meş­hur simanın birbirine yaklaşmasında Hint tapınaklarından alınan bir değerli taşın rolü olmuştur. Bîrûnî'nin söz konusu sı­kıntılı dönemi herhalde yalnızca kendi psikolojik durumundan kaynaklanmıyor­du. Gazne'de araştırma ruhuna sahip bilginlerin varlığına pek tahammül gös­teremeyen ve onları sapıklık ve zındık­lıkla suçlayan bir zihniyet hâkimdi (Tah­dîd, s. 3-4). Nitekim Bîrûnî'nin hocası Ab­düssamed dinsizlik ve Karmatîlik'le it­ham edilerek öldürüldü. Aynı suçlama­lar BîrûnFye de yöneltildi, fakat etkili olmadı. Çünkü Bîrûnî, henüz yirmi yedi yaşında iken Karmatîler hakkında Kitâb fî ahbâri'l-mübeyyida ve'l-Karâmita adlı bir eser yazıp tehlikeye dikkatleri çekmiş biri olarak kendisini rahatlıkla temize çıkarma imkânına sahipti (e/-Aşâ- rü'l-bâkıye, s. 211, 213). Dinsizlik suçla­masını haklı çıkaracak bir delil de yok­tu. Sonuç olarak Bîrûnî bu suçlamalar­dan İlmî seviyesinin de yardımıyla kur­tuldu. Bîrûnî ile Gazneli Mahmud ara­sında başlangıçta hüküm süren soğuk­luğun sebeplerinden biri de Mahmud'un veziri ve danışmanı MeymendFdir. Fir- devsî de onun yüzünden ünlü hicviyesi­ni yazıp ülkeden kaçmıştı. Ancak Bîrûnî sıkıntılara sabır ve metanetle göğüs ger­miş, bu tavrı Mahmud ile aralarında de­rin ve samimi bir münasebetin oluşma­sına zemin hazırlamıştır. Nitekim yazı­larında Mahmud'un kendisinden hiçbir nimeti esirgemediğini, Gazne'deki ilmî çevrelerin Mahmud'a büyük itibar gös­terip peşinden koştuklarını, onun izzet otağı ve devletin dayanağı olduğunu, "Doğu'nun başşehri" diye andığı Gazne' nin de ikinci vatanı olacağını kaydetmiş­tir. Bîrûnî'nin Mahmud zamanında İs­lâm âleminin genişlemesinden büyük bir sevinç duyduğu anlaşılmaktadır (el-Kâ- ndnul-Mescûdî, II, 688; ayrıca bk. Tah­dîd, S. 35, 213, 214).
Bîrûnî'nin, ölümünün ardından "âle­min aslanı", "zamanın yegânesi" diye söz ettiği Gazneli Mahmud (Tahkiku mâ li'l- Hind, s. 342) sarayını edip, şair ve bil­ginlere daima açık tutmuş, bu arada Ker- râmîler'i, Karmatîler'i ve Şiîler'i takip et­tirmiştir. Gereksiz tartışma çıkaran ba­zı kitapları da yaktırmıştır. Bu ortamda Bîrûnî Gazne'ye gelişinden itibaren ilk on yıl içinde oldukça verimli bir ilmî fa­aliyet imkânı bulmuş, astronomi, mate­matik ve fizikle ilgili çalışmalarını derin­leştirmiştir. Hindistan'ı konu alan ünlü Tahkiku mâ li'l-Hind adlı eseri de bu dönemin bir ürünüdür.
Sultan Mahmud 1002-1026 yılları ara­sında Hint kıtasında tedricî bir fetih ha­reketi sürdürmüş ve sonunda İndus hav­zası ve Ganj vadisinin önemli bir bölü­mü ile güneyde Hint Okyanusu'na kadar uzanan toprakları ele geçirmiştir. Bîrû­nî İslâm âleminin önünde açılan bu yeni coğrafyaya büyük ilgi duymuş ve içinde yaşadığı geniş imparatorluğun sağladı­ğı imkânlardan faydalanarak Hindistan'ı tanımak istemiştir. VIII. yüzyıldan itiba­ren Hint kültürünün astronomi, mate­matik, tıp ve edebiyat ürünlerini tercü­meler yoluyla tanımış olan İslâm dün­yası için bu kıta her zaman cazibesini korumuştur.
Çeşitli vesilelerle Hindistan'ı ziyaret eden Bîrûnî oraya ilk giden müslüman âlim değildi. Daha önce birçok kimse Sind'e, Sind'in güney kıyılarına, Hindis­tan'a gitmiş ve bu yerlerle ilgili kitaplar yazmıştı. Ancak Bîrûnî'nin gezileri çok hazırlıklı ve dolayısıyla verimli oldu. Da­ha önce kendisi gibi Gazne'ye getirilen Hintli bilginlerle tanışmış ve onlardan Sanskritçe'yi bir ölçüde öğrenmişti. Bu bilginlerle konuştukça Hindistan'a dair ilgisi artmış ve önemli bilgiler edinmiş­ti. Bîrûnî'nin Hindistan'a kaç defa ve hangi tarihlerde gittiği kesin olarak bi­linmemektedir. Bununla birlikte Sûme- nât ve Mültan seferlerine katıldığı, Ku­zey Hindistan, Keşmir ve Pencap bölge­lerini gezip gördüğü kesindir. Pencap'- ta Hint bilginleriyle temas kurmuş, on­larla Sanskritçe konuşulan ilmî meclis­lerde tartışarak takdirlerini kazanmış­tır. Öyle anlaşılıyor ki Bîrûnî Hintli bilgin­ler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyan­dıran bir etkiye sahip olmuştur (Tahkik, s. 14-18).
Öklid'in Unsurlar adlı eseriyle Batlamyus'un el-Metisti' sini Sanskritçe'ye (Ziauddin Ahmad, IC, V 119311, s. 348), Patanjali ve Samkhya'y da Arapça'ya çe­virdiğine bakılırsa Bîrûnî giderek Sans­kritçe'ye iyice hâkim olmuştur. Onun Arapça'ya tercümesini yetersiz bulduğu Pançatantra masallarını da Arapça'ya çevirmeye teşebbüs ettiği bilinmekte­dir. Ancak bu çalışmalarının en önemli meyvesinin Tahkiku mâ li'l-Hind adlı eseri olduğu belirtilmelidir. Gazne'de ge­çirdiği uzun yıllar boyunca yaptığı ta­biat araştırmaları, astronomi gözlemle­ri, matematik çalışmaları yanında dev­let ricaliyle olan yakınlığının sağladığı çeşitli kültürlerle münasebet imkânını da daima değerlendirmesini bilmiştir. Meselâ Volga boylarındaki Türk hakanı­nın 1024 yılında elçi olarak gönderdiği heyetle görüşerek bilgisini artırmaya ça­lışmıştır. Kutup ülkeleriyle temas ha­linde iken güneşin günlerce batmadığı­nı söyleyen bir heyet üyesi Sultan Mah­mud'un dinî gayret ve öfkesini hareke­te geçirmiş, ancak Bîrûnî'nin araya gi­rip bunun tabii olduğunu belirtmesiyle sultan ikna olmuştur (Yâküt, VI, 310). Yi­ne Gazne'ye 1027 yılında gelen bir Çin ve Uygur Türk elçilik heyetinden Uzakdo­ğu ile ilgili bilgiler edinmiştir (Minorsky, s. 234).
Gazneli Mahmud'un 1030 yılındaki ölü­münden sonra tahta geçen oğlu Mesud da (1030-1041) bilginlere itibar eden bir kişiliğe sahipti. Bîrûnî bu dönemde sa­raydaki danışmanlık görevinin yanı sıra ilmî araştırmalarını yine sürdürdü. Tah­dîdü nihâyâti'l-emâkin, Makale fi'stih- râti'l-evtâr fi'd-dâ'ire, Tahkiku mâ li'l-Hind gibi Gazne döneminin önemli eserlerine el - Kanûnü'l - Mes cûdî adlı eserini de ekleyerek ilmî hayatının zir­vesine ulaştı. Sultan Mesud'a ithaf edil­diği için bu ismi alan ve Ortaçağ astrono­misi için çok önemli sonuçlar ihtiva eden bu kitap Batlamyus sistemiyle önemli farklılıklar arzediyordu. Özellikle devrin­de arzı merkez kabul eden anlayışa kar­şı dünyanın güneş etrafında dönmesi durumunun astronomik olguları değiş­tirmeyeceği görüşünü savundu. Sultan Mesud bu ithafa bir fil yükü gümüş pa­ra ile mukabele ettiyse de Bîrûnî bu ar­mağanı geri çevirdi (Yâküt, VI, 310-311). Bîrûnî'nin Sultan Mesud zamanında va­tanını ziyaret ettiği ve bu vesile ile Cend'- de kırk yıl boyunca aradığı Mani'nin bir kitabını elde ettiği kaydedilmektedir (Fih­rist, s. 33).
Uzun süredir kendisini etkileyen ciddi bir hastalığı altmış iki yaşlarında iken 1035 yılında atlattığını belirten Bîrûni nin (a.g.e., s. 35) aynı yıl Ebû Bekir er- RâzFnin eserlerine ait geniş bir katalog hazırladığı bilinmektedir. İlerlemiş yaşı­na rağmen İlmî faaliyetlerine ara verme­yen Bîrûnî, Sultan Mesud'dan sonra oğ­lu Mevdûd'a da (1041-1049) el-Cemâhir fî macrileti'l-cevâhir ve el-Kitâbul- Mucanven bi'd-Destûı adlı iki kitabını ithaf etti. Görme ve işitmede güçlük çek­meye başlayınca öğrencilerinin en seç­kinlerinden olan Ebû Hâmid Ahmed b. Muhammed en-NehşeFyi yardımcı edin­di, ayrıca kendisine yardım eden bir Rum araştırmacı ile birlikte çalıştı. Bîrûnî son eseri olan Kitâbü'ş-Şaydele fi't-tıbb'ı yazdığında seksen yaşını geçmişti. Böy- lece tıpla ilgili olarak başlayan telif ha­yatı tıbbî bir eserle sona erdi. Ölümün­den az önce kendisini ziyarete gelen es­ki bir dostuyla yaptığı ferâiz hesapla­maları onun son teorik çalışmasını oluş­turmuştur. Gazne'de ölen Bîrûnî'nin ve­fat tarihi konusunda tek ve kesin bir ka­yıt mevcut değildir. Kendisi seksen ya­şını geçtiğinden bahsettiğine göre daha önce yaygın kabul gören 440 (1048) ta­rihi geçersiz olmaktadır. Buna göre Bî- rûnrnin 443 (1051) yılını idrak ettiği ke­sindir. Yâküt'un verdiği tarih olan 403 (1012) istinsah hatası kabul edilip 453 olarak değiştirilirse ölüm tarihi milâdî 1061 olmaktadır (Yâküt, VI, 638; krş. Sa­yılı, Beyruntye Armağan, s. 6).
İlmî ve Dinî Şahsiyeti. Bîrûnî'nin İlmî yönünü belirleyen en önemli özellikler­den biri, onun çok çeşitli alanlarda ba­şarılı eserler verebilmiş olmasıdır. Ço­cukluğundan beri kendisinde mevcut olan araştırma tutkusu, çağının İlmî ve felsefî birikimini yeniden üretici tarzda değerlendirme başarısıyla birleşince dö­neminin zirveye ulaşan isimlerinden biri olmuştur. Nitekim Sarton onun yaşadı­ğı döneme "Bîrûnî asrf demekte tered­düt etmemiştir. Yine Sarton onu "bütün zamanların en büyük bilginlerinden biri" (Introduction, I, 707), Barthold ise "İslâm âleminin en büyük bilgini" (İslâm Mede­niyeti Tarihi, s. 52) şeklinde niteler. Bî­rûnî'nin özellikle tabii ve matematik ilim­lerdeki başarısı ve orijinalliği göz alıcı­dır. Aynı başarıyı gösterdiği beşerî ilim­ler ve dinler tarihi sahası da onun ilmî tavrında objektiflik ilkesinin belirgin tarz­da kendini gösterdiği alanlardır. Bu ge­nel ilmî çerçeve içinde astronomi, arit- metik.geometri, fizik, kimya, tıp, ecza­cılık, tarih, coğrafya, filoloji ve etnoloji­den jeodezi, botanik, mineraloji, dinler ve mezhepler tarihine kadar otuza yakın bilim dalında çalışmalar, buluşlar gerçek­leştirmiş olan Bîrûnî, yoğun ilmî faaliye­tinin yanı sıra dinî hassasiyetini daima korumasını bilen bir şahsiyettir. Onun tükenmek bilmeyen araştırma gayreti­ni, taviz vermez objektiflik endişesini ve çok samimi dinî duyguları kendi şahsın­da başarıyla dengelediği öncelikle belir­tilmelidir.
Bîrûnî'nin yaşadığı dönemde zirveye ulaşan öteki şahsiyetin İbn Sînâ oluşu, onun İslâm medeniyetinin en üretken dönemlerinde varlık gösterdiğinin baş­ka bir göstergesidir, eş-Şifâ3 gibi dev bir aklî ilimler ansiklopedisinin, el-İşâ- rât ve't-tenbîhât gibi veciz bir felsefe şaheserinin yazarı olan İbn Sînâ'nın tıp­taki efsanevî şöhreti yanında metafizik ve psikolojideki derinliğiyle de çağdaş­larından ayrı değerlendirilmesi gerekir; ancak buna karşılık çağdaşı olan Bîrû­nî'nin matematik, astronomi ve fizikte gösterdiği başarı İbn Sînâ'ya nisbetle ile­ri bir adım sayılmalıdır. Her ikisi de an- siklopedist olan bu iki büyük âlimi ayı­ran özellik, İbn Sînâ'nın psikoloji üzeri­ne temellendirilmiş bir metafiziği öne çıkarması, Bîrûnî'nin ise matematik ve fizik ilimlere çok fazla önem verip me­tafiziğin akla dayalı spekülatif kanıtla­ma metoduna İbn Sînâ kadar fazla ilgi duymamasıdır. Buna karşılık gözlem ve deneyi matematik diliyle açıklamaya ver­diği önem ve ilmî metodoloji titizliği Bî- rûnFyi Ortaçağ'ın öteki üstadından da­ha fazla modern ilim adamı tipine yak­laştırmıştır. Belki bu eğilimlerinin de et­kisiyle Aristocu felsefeyi fizik ve meta­fizik yönleriyle yer yer eleştirmiş ve Ebû Bekir er-RâzFnin klinik gözlem ve de­neye dayalı tecrübî yaklaşımını kendisi­ne daha yakın bulmuştur.
İbn Sînâ ile gerçekleştirdiği yazışma­larda onun bu tavrı, yahut ikisi arasın­daki fark belirgin şekilde kendisini gös­termektedir. Bîrûnî'nin yirmi dört yaş­larında iken Buhara'da henüz on yedi yaşında bir genç olan İbn Sînâ ile tanış­tığı anlaşılmaktadır. Bîrûnî'nin "fâzıl de­likanlı" olarak zikrettiği (el-Âşârü'l-bâkı- ye, s. 257) bu gençle daha sonra sorulu cevaplı yazışmalarda bulunmasında her­halde bu tanışmanın da rolü olmuştur. Hatta bu diyalogların yazıya döküldüğü metinlerdeki anlatımdan, söz konusu sorulu cevaplı tartışmaların hem yazış­ma yoiuyla hem de yüzyüze gerçekleşti­ği intibaı uyanmaktadır. Bu metinlerden Ecvibe can caşri mesâ 'il başlığını taşı­yan risâlenin İbn Sînâ tarafından kale­me alınmakla birlikte Bîrûnî'ye cevap olarak yazılmadığı ileri sürülmüştür. Ri­sâlenin Bîrûnî'ye karşı yazılmış olduğu fikri. İbn Sînâ'nın peşpeşe gelen iki ri­salesinden ilkine ait olan ve Bîrûnî'ye ce­vaben yazıldığını belirten son ifadenin İkincisine ait sanılmasından kaynaklan­mıştır (Küyel, s. 83-87). Bîrûnî'nin Hâ- rizm'den gönderdiği sorulara İbn Sînâ'- nın verdiği karşılıklarla bu karşılıklara Bîrûnî'nin yönelttiği itirazları içine alan ve Muhammed Tancî tarafından neşre­dilen risale ise aynı konuya tahsis edil­miş bir başkasıyla birlikte (Beyrunî'ye Armağan, s. 260-301) Bîrûnî ile İbn Sînâ arasındaki metodolojik farklılığın alabil­diğine yansıdığı bir belgedir.
Bu farklılık tabiatıyla Bîrûnî'nin sade­ce bir "bilim adamı" tipi çizip felsefe ile uğraşmadığı anlamına gelmez. Felsefî eserlerinden neredeyse hiçbiri günümü­ze ulaşmamasına rağmen onun derin şekilde felsefe çalıştığı ve özellikle Ebû Bekir er-Râzî gibi filozofların Aristocu­luk aleyhtarı felsefesiyle ilgilendiği bilin­mektedir. Bu ilgi, ona Râzî'nin Sırrul- esrâr adlı eserini kırk yıl ısrarla arata­cak kadar yoğundur. Ancak Bîrûnî, da­ha sonra birçok bölümünü anlamsız bul­duğu bu esere bir eleştiri yazmaktan da geri durmamıştır (Nasr, An Introduction to Islamic Cosmological Doctrines, s. 109).
Bîrûnî'nin ilmî şahsiyetini belirlerken gözlem ve deneye verdiği önemin özel olarak vurgulanması gerekir. Ancak onun bütün ilmî metodu deneycilikten ibaret değildir. Ona göre tabiatı anlamak için sadece tek bir yol yoktur. Gözlem ve de­ney kadar tefekkür ve akıl yürütme, bu­nun da ötesinde İlâhî vahyin işaretleri de bilgi kaynağıdır. Hatta Bîrûnî, gözlem ve deneyle bulunan gerçeklerin İslâm bakış açısının genel çerçevesi içinde bir anlam taşıdığını söyler. Bununla birlikte astronomi, jeoloji, coğrafya, kimya ve biyoloji sahalarında gözlemin önemini kavramada çağdaşlarından çok ileride­dir. Onun bu gözlemciliği en çok Aristo kozmolojisine yönelttiği eleştirilerde ken­dini gösterir. Bir hipotezin deneyle test edilmesi fikri yanında ölçmeye verdiği değer, Bîrûnî'yi fizik ve matematiğin mo­dern kavranışına çok yaklaştırmıştır. Bu tavrıyla neredeyse bir Ortaçağ'lı olma­dığı izlenimini uyandırır. Felsefî anlam­da Pisagorcu olmamasına rağmen ma­tematiği tabiatın sayısal yapısını çözüm­lemeye yarayan bir disiplin olarak gör­müştür. Onun yerin çevresini ölçmek için geliştirdiği metotlar, nesnelerin özgül ağırlıklarını ölçmek için uyguladığı ori­jinal teknikler bu anlayışının göz alıcı te­zahürleridir (Nasr, a.g.e., s. 125-131). Bî- rûnî'nin niceliği esas almayan Aristocu kavram sisteminden bu yönüyle uzak­laştığı söylenebilir. Meselâ onun şimdi­ki piknometrenin ilkel bir şekli olan ve kendisinin "konik alet" diye adlandırdı­ğı bir aleti kullanarak özgül ağırlıkları ölçme deneyleri, hem Aristocu tabii ağır­lık kavramından hem de Aristocu ilim anlayışından bir uzaklaşmayı temsil eder (Sayılı, Beyrunî'ye Armağan, s. 23-24).
Bîrûnî'nin en çok temayüz ettiği saha hiç şüphesiz astronomidir. Bunun yanı sıra modern araştırmacıların pek fazla yönelmediği astroloji incelemeleri de vardır. Bîrûnî'nin kozmolojisi ana hatları itibariyle çağının arz merkezli anlayışı­na uygundur. En dışta sabit yıldızlar fe­leği olmak üzere en içteki ay feleğine kadar iç içe geçmiş sekiz küreden olu­şan gökler, dairevî bir hareketle merkez­de duran arza tesir etmektedirler. Ma­tematik açıklamaya verdiği öneme rağ­men Bîrûnî birçok Yunanlı astronomun aksine felekleri yalnızca bu açıdan ele almaz; çünkü onların fizikî mevcudiyet­lerine inanır ve meseleyi bu yönden de değerlendirir. Ayrıca felekler sistemine bir dokuzuncusunu ekleyen müslüman astronomların bu tercihi için ilmî bir ge­rekçenin bulunmadığı fikrindedir. Bîrû­nî'nin alternatif kâinat modelleri üze­rinde düşünmesi ve güneş merkezli bir sistemin farzedilmesiyle astronomi araş­tırmalarının matematik yönden etkilen­meyeceğini belirtmesi ilgi çekicidir; zira bu tavrı çağındaki yaygın anlayışın dışı­na çıkma denemelerinden biridir. Ken­disi böyle bir sistemi matematik açıdan daima mümkün görmüş ve hatta arzın döndüğü fikrine dayalı olarak imal edil­miş usturlaplarla çalışmış, ancak bu dö­nüşün kabulüyle doğacak fiziğe dair problemlerin çözülmesinin zor olduğu­nu belirtmiştir. Bîrûnî iki rakip kâinat modelinden arz merkezli olanı, yaygın anlayışa teslim olarak değil öteki model üzerinde objektif incelemeler yaptıktan sonra tercih etmiştir; arzın dönüşünden doğan hızı hesaplamış, böyle muazzam bir hızın arzın öteki fizikî fenomenleriy­le bağdaşmayacağını düşünmüştür (Nasr, An Introduction to Islamic Cosmological Doctrines, s. 133-136).
Astrolojiye karşı sergilediği tutum da Bîrûnî'nin ilmî kişiliği hakkında yeterli fikir vermektedir. Özellikle Kitâbü't-Tef- hîm adlı eseri onun astrolojinin teknik yönü hususunda tam bir uzman oldu­ğunun delilidir. Ancak Bîrûnî'nin Herme- tik geleneğe bağlı simyanın (el-kîmiyâ) yanı sıra astrolojiye de bir tür sahte bi­lim gözüyle baktığı anlaşılmaktadır. Tıp­kı Fârâbî ve İbn Sînâ gibi o da göklerin arz üzerinde fizikî tesirler oluşturduğu fikrini kabul etmiştir; ancak gökleri bir kader haritası gibi incelemek ona pek inandırıcı gelmemiştir. Zira farklı astro­logların yıldızlardan çıkardığı birbirini tutmayan hükümler, ilmî zihniyeti bakı­mından hiç de tatmin edici değildir (Bî­rûnî, Fihrist, s. 47). Âlem ve onun parça­larını tam bir organik bütünlük içinde görme imkânı verdiği için bazı müslü­man astronomlara ilgi çekici gelen astro­loji, belki Bîrûnî'yi yalnızca bu perspek­tifi bakımından ilgilendirmiştir. Ancak ona göre sihir, kehanet ve fal dünyası­na girildiğinde ilmî sınırların dışına çı­kılmış olur. Kaldı ki Bîrûnî simya, sihir, efsun, ölümsüzlük ilâcı gibi iddiaların arkasında ihtirasların yattığı düşünce­sindedir (el-Cemâhir; s. 247; Tahkik, s. 148; Tahdîd, s. 8).
Ay altı âlemle yani arz ve ay feleği arasındaki değişmelerle ilgili gözlemle­rini esas itibariyle Aristocu dört unsur kavramıyla ifade eden Bîrûnî, toprak, su, hava ve ateş unsurlarını

Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort