Künyesi : Ord. Prof. Dr | Lakabı : |
Tabakası : 20.Yüzyıl | E-Posta : |
D.Yeri : İstanbul | D.Tarihi : 1886 |
Ö.Yeri : | Ö.Tarihi : 17.Oca.58 |
Görevi : Akademisyen,Araştırmacı,Öğretim Üyesi,Yazar | Uzm.Alanı : Psikoloji |
Görev Aldığı Kurumlar : | Mezuniyet : |
Bildiği Diller : İngilizce, Osmanlıca | Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak : |
Ekleyen : Serkan Boztilki/2008-02-13 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Mustafa Sekip Tunç
Halep ve Manastır rüştiyeleri ve Vefa İdadisini bitirdi. Mülkiye Mektebinden mezun olduğu 1908'de Balıkesir Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başladı. Devlet tarafından gönderildiği İsviçre'de psikoloji ve pedagoji öğrenimi gördü (1910–14).
Cenevre'deki J. J. Rousseau Pedagoji Enstitüsünden diploma ve psikoloji derslerinden sertifika aldı.
İstanbul'a dönüşünde İstanbul Kız Öğretmen Okulunda psikoloji ve pedagoji dersleri okuttu. Aynı yıl İstanbul Edebiyat Fakültesinde yeni oluşturulan Pedagoji Bölümü doçentliğine getirildi, burada profesörlüğe (1919) ve ordinaryüs profesörlüğe yükselerek uzun yıllar çalıştı.
İlahiyat Fakültesinde bir süre din felsefesi derslerini verdi. 1951 yılında emekliye ayrıldı.
Psikoloji alanında telif ve çeviri birçok eser ve ders kitabı yazmış olan Mustafa Sekip Tunç, Türk Tarih Cemiyeti üyeliğine, Türk Felsefe Derneği Başkanlığı ve Belgrat'ta kurulan Uluslararası Felsefe Derneği üyeliğine seçildi. Makalelerini Dergâh, İnsan, Ağaç, Çığır, Türk Düşüncesi, Cumhuriyet vd. dergi ve gazetelerde yayımlandı.
ESERLERİ:
Bu eserlerin dışında ayrıca basılı tercüme eserleri vardır.
MUSTAFA SEKİP TUNÇ
Peyami Safa
Tam kırkbir yıldan beri dostumdu. Onu 1917'de, Raif Oğan'ın Vaniköy'ünde Serasker Rıza Paşa sarayında tesis ettiği "Rehber-i İttihad" Lisesinde tanıdım. 18 yaşında, ilk sınıflara ders veren genç bir öğretmendim. Sekip İsviçre'de tahsilini bitirmiş, İstanbul'a henüz gelmişti. Aynı lisenin yüksek sınıflarında dersleri vardı. Hemen, zekâsıyla kalbi arasında yuva yaptığını hissettiğim ruhunun sıcak derinliğine sokuldum. Aklımı sersemleten problemler hakkında bilgilerini ve düşüncelerini soruyordum. Yalnız talebesine değil, bana da hocalık ediyordu.
Kısa fasılalarla kırkbir yıl süren ve bütün bir ömrün sonuna kadar derinliklerden derinliklere intikal eden kardeşçe bir dostluktan sonra, dün sabah, telefonda aziz arkadaşımız Doktor Recep Doksat'ın sesi felâketi bana haber verdi. Gureba'daki odasına gitmiş, onu koltukta, uyuklar vaziyette ikinci defa görmüş, fakat rengini beğenmemiş, hemen muayene etmiş, âna kadar yanındakilerin ve hastabakıcıların bile farkına varmadıkları ölümü tespit edince, eşi Rânâ Tunç'u odadan başka bir odaya nakletmiş.
Şekip'çiğim, benimle hemen aynı günlerde geçirdiği aynı hastalıktan, bir bronşitten sonra, kalbinde hissettiği bir zaaf üzerine Gureba hastanesine götürülmüştü. Kalp yetmezliğinden muzdaripti. Son dört beş geceyi koltukta, uykusuz, ecel terleri döktüren bir nefes alma zorluğu içinde geçirmiş. "Bana bir tabanca verin, kendimi öldüreyim" diyormuş. Kalbindeki anoksemiyi azaltmak için verilen oksijen bombasını kullanmak istememiş ve dün sabah, âdeta kendi arzusuyla, ruhu bir anda buhar haline gelivermiş gibi sessiz ve belirtisiz, gidivermiş.
En büyük talihsizliklerimden biri de, onun evinde hasta olduğu ve hastanede bulunduğu zamanlarda benim de hasta oluşum ve hâlâ sol kalçamda, her adımda beni kıvrandıran siyatik ağrıları yüzünden onu son defa görmek imkânından mahrum kalışımdır.
Mustafa Sekip, kendisini, yakın bir ruh mesafesinden değil, resmî veya uzak plânlarda tanıyanlara göz kamaştırıcı iç parıltılarını ve tatlı sıcaklığını gizleyen kapah bir mizaçtı. Onu memlekete getirdiği yeni dünya felsefe ve psikoloji hareketlerinden, Bergson, William James ve Freııd tercümelerinden, gazete ve dergilerdeki makalelerinden, ruh ve cemiyet meseleleri üzerindeki incelemelerinden tanıyanlar, kalbindeki büyük sevgi, müsamaha ve şefkat hazîneleriyle doğrudan doğruya teması olmayanlardır.
Sekip'imin bitmez tükenmez vasıflanın, son satırlarına yaklaştığım bu yazıya sığdırmak zorluğu, sabahtan beri ona ait hâtıraların karmakarışık baskısı altında kederden bunalan ruhumun takatsizliğine de karışınca, imkânsız bir hâle geliyor. Fakat onu burada sık sık anma fırsatını bulacağımdan eminim.
{Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar, 1976)