Hit (4620) M-879

Modernist Akım İçinde Kuran Tefsirleri

Yazar Adı : İlim Dalı : Tefsir
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-05 Güncelleyen : /0000-00-00

Modernist Akım İçinde Kur'ân Tefsirleri1

Modernist Akımın Mâhiyeti

İslâm Âlemi'nde geçen yüzyılda ortaya çıkmış olan '"Modernist Akım" içinde Kur'ân'ın tefsiri çok önemli bir yer tutmaktadır. "Modernist İslâmcılar" denilen kesim bu alandaki gayretinin, Kur'ân'ın "çağdaş" ve "ilmî" yorumunu yapmağa ve dolayısıyla da İslâm dinine yeni bir anlayış ve canlılık getirmeğe yönelik olduğunu savunmaktadır. Bununla beraber gerek bu akım gerekse "Kur'ân'ın Çağdaş ve İlmî Tefsiri" İslâm Âlemi'nde, yaklaşık 120 yıldır, bir takım şüphelere, çatışmalara, ithâmlara ve hiç kuşkusuz birtakım da nifâklara yol açmıştır. Bu konuda yapılanların Kur'ân ve Sünnet'e uygunluğunu isâbetle teşhis ve tesbit etmek ise bütün bu nakîselerin izâlesi için zarûrîdir.

"Modern" ya da "çağdaş" kelimelerine medya ve enteller tarafından yıllardır "dışarlayıcı ve olumsuz" anlamlar yüklenilmektedir. Aslında bu kelimeler, etimolojik olarak: "içinde yaşadığımız çağa ait" anlamındadır. Fakat medya ve enteller bu kelimelere, dâimâ, izâfe edildikleri nesne ya da kavramları yücelten ve bunun dışında kalanları da aşağılayıp horlayan bir anlam yüklemiştir. Meselâ "modern düşünce" dediniz miydi bu, medyanın ve entellerin dilinde: "tek geçerli ve de doğru olan düşünce budur; bundan öncekilerin hepsi beş para etmez" demektir; "modern yorum" dediniz miydi bu da: "tek geçerli ve de isâbetli olan yorum budur; bundan öncekilerin hepsi palavradır" demektir; "çağdaş davranış biçimleri" dediniz miydi bu: "tek uygun ve de fazîletli davranış biçimleri bunlardır; bunlardan öncekilerin hepsi de gülünç, saçma ve çağ-dışıdır" demektir. Yâni bu bağlamda insan sürekli modern ya da çağdaş olmak, ve bunun gereği olarak da içinde yaşadığı çağdan önce teessüs etmiş olan ne kadar müessese, inanç, ilim, ahlâk anlayışı, düşünce, prensip, kural, kānûn, davranış biçimi, örf, âdet varsa bunları mutlakā horlamak, aşağılamak ve reddetmek mecbûriyetindedir. Bu ise nihilist ve anarşist bir telâkkiden başka bir şey değildir.

İslâm Âlemi'nde sonradan Modernizm diye isimlendirilmiş olan hareket ise hep İngiliz sömürge idâreleri altındaki İslâm ülkelerinde filizlenmiştir. Bu hareketin bellibaşlı öncüleri Afganistan'da Cemâleddin Afganî (1839-1897); Mısır'da Muhammed Abduh (1849-1905) ile Reşîd Rızâ (1865-1935); Hindistan'da Sir Seyyid Ahmed Han (1817-1898), Şiblî Nûmânî (1857-1914) ve Muhammed İkbâl (1877-1938) olmuştur.

Bu zevât, bir sömürge idâresi altında olmanın kendilerine verdiği eziklik içinde, bu şartlara tâbi' tutulmuş olmanın yegâne nihaî sebebinin: "İslâm'ın topluluk tarafından yanlış yorumlanıp yanlış yaşanması olduğu" husûsunda hemfikirdirler. Bunlara göre: 1) İslâm, zamanla, Asr-ı Saadet'deki sâfiyetinden uzaklaşmış, 2) bid'atlerin ve bâtıl i'tikādların istilâsına uğramıştır; 3) İslâm'ı eski sâfiyetine döndürmek çok zor bir iştir; İslâm Âlemi 4) içinde bulunduğu ağır şartlardan ancak aklı, din dâhil, her işte ön plâna almakla, ve 5) İslâm'ı modern şartlara adapte etmekle, yâni 6) İslâm'da değil fakat islâmî yaşayışda bir "reform" yapmakla kurtulabilecektir.

Buna göre İslâm'da Modernizm aslında, bu dinin uygulamalarını, üzerilerine birikmiş olan fuzûlî yüklerden arındırmağa yönelik bir İhyâ Hareketi olarak başlamıştır. Fakat daha sonra bu hareket, Kur'ân ve Sünnet'in emrinde olması gerekir iken aklın, Sünnet'in de Kur'ân âyetlerinin de üstünde ve onları sorgulayabilen bir konumda tutulduğu düpedüz bir Dinde Reform Hareketi'ne dönüşmüştür. Bu i'tibârla da eğer akıl ve mantık Kur'ân ve Sünnet ile çelişik duruma düşerse, aklın bu harekete göre yegâne kıstas olması hasebiyle, Kur'ân'ın ve (reddedilmediği zaman) Sünnet'in de akla uygun hâle sokulması(!) hareketin ana stratejisi olarak tecellî etmiştir.

Bu tutum, Modernizm'i başlatanların bir kısmı fakat buna karşılık onları izleyenlerin de çoğunluğu tarafından, hareketi hızla ifrâta yöneltmiştir. Bu hareket: 1) Sünnet'in (yâni hadîslerin) hemen hemen tümünün reddine, 2) peygamberlerin mûcizelerine yakıştırılan sözde akla yatkın, ama çoğu kere zannedildiği kadar bilimsel tabana oturtulamamış olan gerçek dışı zoraki açıklamalara, 3) Kur'ân'da sözü edilen âhiret hayâtının ve bâzı mânevî varlıkların maddî şeylerle izahına çalışılmasına, ve 4) akāid ile muamelâtın aşırı basitleştirilmesine yönelik bir takım gayretlerle gitgide çok reaksiyoner bir veche kazanmıştır.

Hattâ Modernizm'in böylece ortaya koyduğu bu yeni anlayış, bu hareketi tenkid edenlerin bir bölümü tarafından, Cenâb-ı Peygamber'in gerçek ve saf İslâm'ı olarak değil fakat islâmımsı (yâni islâmî görünümlü) yeni bir din olarak telâkki edilmiştir.

Modernizm'in hep İngiliz sömürgelerinde filizlenmiş olmasına bakarak bu hareketin öncülerinin ingilizlerin hesabına hareket eden paralı ajanlar oldukları hakkında da pekçok iddia ileri sürülmüş ve bu zevât pekçok mahfelde tekfir edilmiştir. Ancak İslâm'da hüküm, bilindiği gibi, zâhire bakılarak verilir. İspatlanmamış iddialar temel alınarak vehme ve suizanna yönelik olarak adâlet tecellî edemez. Sözü edilen zevâtın hepsinin de İslâm'ın ibâdet, erkân ve âdabına bağlı ittikā sâhibi olduklarına dair pekçok şehâdet vardır. Buna göre, bunları alelıtlak tekfir etmek hiç bir meseleyi halletmediği gibi isâbetli ve de âdil bir tutum da değildir.

Ancak bu zevatın, içinde yaşadıkları cemiyetlerde geçerli olan ingilizvârî bir dünyâ görüşü ve hayat tarzının etkisinde kalmış olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Ama bu durum da onların "İngiliz ajanları" olduğuna hükmetmek için yeterli bir sebeb olamaz. Benim bu konudaki kanaatim bunların İslâm'ı, Kur'ân'ı ve Sünnet'i yorumlarken isâbetle tesbit etmiş oldukları bâzı olgular yanında yaptıkları hatâların, bililtizâm yapılmış bir takım hınzırlıkları değil de samimî ama isâbetsiz kanaatlerini sergilemekte oldukları şeklindedir.

Hiç kuşkusuz Modernist Akım'ın Türkiye üzerinde de etkisi olmuştur. Gerek Cemâleddin Afganî, gerekse Muhammed Abduh'un düşünceleri, onlarla çağdaş olan pekçok Türk aydınını etkilemiştir. Bunlar arasında en azından Mehmet Âkif Ersoy'u ve Ziyâ Gökalp'i sayabiliriz; kezâ, Ömer Rızâ Doğrul ile Ömer Nasûhi Bilmen de böyledir. Bugünkü Türkiye'de ise İslâm'ı Sünnet'den soyutlamak isteyen, dini son derece basit birkaç ibâdet tarzıyla sınırlandırmayı (hattâ bâzı ibâdetleri bile ortadan kaldırmayı) amaçlayan, Kur'ân'ı da sanki bir fizik kitabı imiş gibi yorumlamağa kalkışan bir zümre, yaptıklarının bilincinde olsalar da olmasalar da, hâlâ bu modernist ve reformcu hareketin uzantısında faaliyet göstermektedir.

Bunlara göre:

"Din, yeniden yorumlanmalı ve bâzı mükellefiyetler ortadan kaldırılmak sûretiyle kolaylaştırılmalı",

"İslâm, içine saplanmış olduğu Ortaçağ bataklığından(!) kurtarılmalı" (sanki bütün âlemlere rahmet olan Cenâb-ı Peygamber (s.a.) ve Kur'ân Ortaçağ'da zuhur etmedi!), ve

"Kur'ân da çağdaş ilmin gereklerine uygun olarak çağdaş bir biçimde ve aklın önderliğinde yorumlanmalıdır".

(Bu bağlamda bir sâbık cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılıp uzatılmıyacağı tartışmaları sürerken birdenbire, 240 kadar Kur'ân âyetinin hükmünü kaybetmiş olduğunu ve bunların yerine pozitif hukūk kurallarının konulmasının zarûrî olduğunu televizyonlardan ilân edecek kadar da ileri gitmişti).

Dini yorumlamada akla verdiği olağanüstü öneme bakılırsa Modernizm, Halîfe Me'mûn zamanında Abbasî Devletinin resmî mezhebi kılınmış olan Mû'tezile mezhebinin adetâ yeniden ihyâsı gibidir.

Modernist islâmcıların Sünnet'e, yâni hadîslere, bakış açısı daha çok karamsar ve de agnostik'dir. Çoğu hadîslerin otantik, yâni bunların Hazret-i Peygamber'in gerçek sözleri ya da davranışları olduğuna inanmamakta ya da en azından bunların gerçekliğini garanti etmenin mümkün olmadığını ve bu sebebden ötürü de dikkate alınmamaları gerektiğini savunmakta ve hadîsleri, aralarında objektif bir ayıklama metodu ihdâs etmekden âciz oldukları için de, külliyen reddetmek eğilimindedirler.

Muhammed Abduh ise hadîslerin Kur'ân ile uygun olmaları kriterine değer vermez de hadîslerin yalnızca akla uygun olmasını kriter olarak kabûl eder. Aynı endîşe onun peygamberlere ait mûcizelere yakıştırdığı akılcı fakat zorlama ve bilimsel olarak te'yidi mümkün olmayan açıklamalarında da ortaya çıkmaktadır.

Tefsir Ve Te'vîl

Kendisi hakkındaki bilgimizin tam ve kâmil olmadığı bir nesneye, daha iyi tanıdığımıza inandığımız bir başka nesneyi tekābül ettirerek, gerçek ile bağdaşan bilgi üretmenin tarzına metod denir. Meselâ bir hocanın kendi dersindeki öğrencilere yaptığı sınavlarda aldıkları notları tekābül ettirmesi, öğrencilerin başarı düzeylerini ortaya koymağa yönelik bir metod, bir yol-yordamdır

Hakkındaki bilgimizin tam olmadığı nesne bir cisim, bir olay, bir kavram, unsurları arasında bir takım ilişkiler bulunan bir sistem ve hattâ başka bir metod dahî olabilir. Aslında metod, çeşitli adımlardan oluşan bir reçete'dir. Sağlıklı, yâni çelişkinden ârî gerçeğe uygun bilgi üretmek için bu adımların sırası genellikle önemlidir.

Bilgi üretmenin metodu, ne yazık ki, tek ve evrensel değildir. Her meselenin bünyesine ve mâhiyetine uygun metodlar vadır. Meselâ bir çarpımın sağlayını yaparken izlenen metod, iki üçgenin eşit olduklarının ispatında izlenenden hem yapı ve hem de mâhiyet i'tibâriyle farklıdır. Gerçekle bağdaşan bilgi kazanmak için, seçilmiş olan metodun: 1) isâbetli olması, ve 2) isâbetli olduğunun da kanıtlanmış olması gereklidir. Aksi hâlde metodun da, bu metod aracılığıyla elde edilen bilgilerin de objektif (yâni metodu uygulayanın hevâ ve hevesinden, vehminden, marazî ve süjektif saplantılarından ârî) olduğu savunulamaz.

Tefsir (yâni yorum) dahî, bu bağlamda, bir bilgi üretimidir. Onun da, her mesele için kendine özgü bir metodu, yolu-yordamı vardır. Tefsirde kullanılan metod da gene, hakkındaki bilgimizin tam ve kâmil olmadığı bir nesneye daha iyi tanıdığımıza inandığımız bir başka nesneyi tekābül ettirmekden ibârettir. Eğer bu tekābüliyet isâbetli değilse tefsir, konunun uzmanlarını da sağduyu sâhibi kimseleri de bıyık altından güldüren cafcaflı bir lâf salatasından öteye geçemez. Meselâ Osmanlı İmparatorluğu târihinin marksist metoda göre tefsir edilmesi işte böylesine isâbetsiz bir yakıştırma ve gerçekten uzak bir lâf salatasıdır.

Çoğu kere tefsir ile karıştırılan ve eşanlamlı sanılan bir kavram daha vardır; o da te'vildir. Tefsir arapça "fesr" kelimesinden türetilmiştir. Fesr, örtülü bir nesnenin örtüsünü açmak, keşfetmek, ortaya çıkarmaktır. Tefsir eden kimseye de "müfessir" denir. "Te'vil" ise rücû' anlamındaki "evl" kelimesinden, ya da bir diğer görüşe göre "evvel" kelimesinden türetilmiştir. Muhyiddin İbn Arabî'ye göre "bir şeyi te'vil etmek", onu Allāh'ın ilminde mahfûz olan ilk anlamına rücû' ettirmek demektir. Zâten

Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinde, meâlen:

Sana Kitâb'ı indiren O'dur. Ondan bir kısmı muhkem (hüküm ifâde eden, mânâsı açık ve yorum gerektirmeyen) âyetlerdir; bunlar Kitâb'ın anasıdır (temelidir). Diğer kısmıysa müteşâbih (bir olguyu bir başka olguya benzetim yoluyla ifâde eden, ve dolayısıyla da gerçeği açık bir biçim ifâde etmeyen) âyetlerdir. Kalplerinde (doğruluktan) inhirâf bulunanlar fitne çıkarmak ve (kendi çıkarlarına uygun bir biçimde) te'vil etmek için O'ndaki (Kitâb'daki) müteşâbih âyetlere uyarlar. Oysa bunların gerçek te'vilini ancak Allāh ve ilimde râsih (yâni ilmi derinliğine ve sağlam bir biçimde kavramış vukuf sâhibi) olanlar bilir. Onlar: "Biz O'na inandık, hepsi de Rabbimizin katındandır" derler. Bunu ise ancak aklını isâbet ve dirayetle kullanabilenler (ulü-l elbâb) akledip düşünebilir" (III/7) denilmektedir.

Kur'ân'ın her düzeyden insana hitâb eden en doğru ve en hayırlı tefsiri, hiç şüphesiz ki, Hazret-i Muhammed'in (s.a.) Sahîh Sünneti'dir. Asr-ı Saa-det'den sonra derlenen tefsir kitapları ise yalnızca âyetleri açıklayan hadîsleri değil, âyetin dilbilgisi (sarf ve nahiv) bakımından yapısını, içindeki kelimelerin lûgavî nüanslarını, âyetlerin nüzûl sebeblerini de göz önünde tutarak kendine özgü bir tefsir metodunun gelişmesine yol açmıştır.

Müteşâbih Âyetlerin Te'vilindeki Takiyye

Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinin, aynı zamanda, Kur'ân-ı Kerîm'i tek başına idrâk husûsunda reşîd (yâni akıllı, doğru yol tutan, ergin) müslümanların riâyet etmeleri gereken sınırlara da ışık tutmakta olduğu gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktadır. Buna göre, râsih olmayan bir müslümanın müteşâbih âyetleri te'vile kalkışması büyük hatâdır. Zirâ bunların te'vilini ancak Allāh ve ilimde râsih olanlar bilir. Nifak çıkarmak gibi kötü bir niyetle yapılmamış olsa dahî, râsih olmayan bir kimsenin te'vili nifâka ve fesâda yol açabilecektir.

Böyle bir kimsenin, hem te'vilin nasıl yapılması gerektiği husûsunda ve hem de yaptığı te'vilin isâbetliliğini sınamak husûsunda sağlam yöntemlerle donatılmış olmamasından ötürü, te'vilinin ilme değil yalnızca vehmine ve hayâline dayanmış olması kaçınılmazdır. Binâenaleyh, râsih olmayan bir müslümanın müteşâbih âyetlerin te'vilinde isâbetli olması da isâbetliliğinin derecesini idrâk ve temyiz etmesi de mümkün değildir. Te'vilin isâbetliliğinin idrâk ve temyizi de ancak ve ancak ilimde râsih olanlara has bir haslettir.

İlimde râsih olanlar ise müteşâbih âyetlerin te'villerini de, bu te'villere varmak için yararlanmış oldukları yöntemleri de râsih olmayanlara açıklayamazlar. Bu konuda kesin bir takıyye'ye uymalıdırlar. Zirâ eğer Allāh bunların herkes tarafından idrâk edilmesini murâd etmiş olsaydı Kur'ân'da bunları tıpkı muhkem âyetler gibi açıklar ve bunların idrâkini de, fark gözetmeksizin, herkese lûtfedebilirdi. Müteşâbih âyetlerin te'villerinin ilimde rüsûh sâhibi olanların dışındaki kimselerin idrâkinden gizli tutulmasının şüphesiz ki Allāh katında derin bir hikmeti vardır. Bu hikmetin edebine de herkes riâyet etmelidir. Anlaşılmaktadır ki muhkem âyetler herkes ve özellikle de avâm için, müteşâbih âyetler de ilimde rüsûh sâhibi olan havass içindir.

Bu husûsun önemine Hz. Peygamber (s.a.) de: "İlim kazanmak her müslümana farzdır; fakat ehil olmayana bir şey öğreten kimse mücevherleri, incileri, altınları domuzların boyunlarına takan kişeye benzer"2 diyerek işâret etmiştir.

Bâzı müfessirler ile, kendilerini hem müfessir ve hem de her türlü ilimde rüsûh sâhibi olduklarını vehmeden bâzı kimseler ise Kur'ân'ın kendi zamanlarındaki ilimlerin sonuçlarına göre tefsirini ve hattâ müteşâbih âyetlere de dokunarak te'vilini yapmaya kādir oldukları zehâbıyla başkalarının nezdinde büyük ve âllâme görünmek, kendi kendini ta'zîz etmek, bir makāma gelmek ya da işgāl ettiği bir makāmı muhâfaza etmek endîşesiyle yâni (ilim, idrâk, fehâmet, temyiz, temkin ve itidâlin değil de) nefislerinin hevâ ve hevesinin kendilerini nasıl güttüğünün farkında bile olmaksızın ne fahiş hatâlar yapmış ve ne nifâklara sebeb olmuşlardır!

Bugünün ilmî realiteleri dahî sürekli bir değişim içindedir; ve pozitif ilimler de âlemle ilgili, değişmez ve nihaî sonuçlara ulaşabilmiş değildirler. Bu i'tibârla çağın ilminin izafî sonuçlarını Kur'ân tefsirlerine dayanak kılmak da, tefsirlere karıştırmak da isâbetli, temkinli ve objektif bir tutum değildir. Aksine, böyle bir tutum tehlikelidir de!

Tefsir İhtiyâcı

Kur'ân'ı okumak sevaptır; ama Kur'ân anlaşılmak, öğüt ve ibret alınmak için indirilmiştir. Bu husûsda bizzat Kur'ân müminleri uyarmaktadır:

"Andolsun ki Biz size içinde sizlere öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ mı akıllanmazsınız?" (XXI/10)

"Andolsun ki Biz Kur'ân'ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alacak kimse yok mu?" (LIV/32)

"Andolsun ki Biz bu Kur'ân'da insanlara (üzerinde) düşünüp öğüt alsınlar diye her türlü misâli verdik" (XXXIX/27)

Şu hâlde Kur'ân'ın anlaşılması için düşünmek, akletmek, ibret almak lâzımdır. İşte tefsir bu ihtiyaçdan doğmuştur. Daha önce de ifâde edildiği gibi, Kur'ân'ın her düzeyden insana hitâb eden en doğru ve en hayırlı tefsiri Hazret-i Muhammed'in Sahîh Sünnet'idir. Mü'minler Peygamber'in Sahîh Sünnet'i sâyesinde İslâm'ın ibâdet ve sosyal hayatıyla ilgili muamelâtını ayrıntılarıyla öğrenmişlerdir. Çünkü Kur'ân bütün muamelâtı ihtivâ eden bir ilmihâl de değildir, bir elkitabı da değildir. Böylece Sahîh Sünnet, Kur'ân âyetlerinin üzerindeki örtüyü kaldıran ve onların şümûlünü idrâklere yerleştiren bir tefsir olmuştur. Sahîh Sünnet, bir bakıma, Allāh'ça olan Kur'ân'ın mü'minlerin idrâkine sunulan bir tercümesi gibidir.

Zîrâ, Kur'ânı anlamak gerekir ama her mü'minin idrâki Kur'ân'ın aynı derecede anlaşılmasına müsâit değildir. Ashâb dahî âyetler indikçe Cenâb-ı Peygamber'den hem anlamadıkları kelimelerin anlamını sorarlar ve hem de âyetin tümü hakkında bilgi alırlardı. Çünkü Kur'ân yeni ifâdeler, yeni mânâlar ve yeni deyimler getirmişti. Bunların hepsinin, farklı bilgi düzeylerindeki Ashâb tarafından bilinmesi mümkün değildi. Onun içindir ki ilk müfessir gene Hazret-i Muhammed olmuştur. Tefsir bakımından Peygamber'den feyz alan Ashâb'ın ilim düzeyi de farklı idi. Ashâb'dan bu konuda en bilgili kimseler başta Hazret-i Alî olmak üzere Hulefâ-i Râşidîn ile İbn-i Abbas, İbn-i Mes'ud, Übey Bin Kaab, Zeyd Bin Sâbit, Mûsâ el-Eş'arî ve Abdullah İbn-i Zübeyr idi. Bunlardan bilhassa Hazret-i Alî, ayrıca, Kur'ân'daki bütün âyetlerin nüzûl sebeblerini de bilmekteydi.

Asr-ı Saadet'den sonra derlenen tefsir kitaplarının önemli bir bölümünde, yukarıda da sözünü etmiş olduğumuz gibi, yalnızca âyetleri açıklayan hadîslerin değil aynı zamanda âyetin dilbilgisi bakımından yapılarının, içindeki kelimelerin lûgat anlamlarının, âyetlerin nüzûl sebeblerine ilişkin bilgi ve tahminlerin de yer almağa başladığını görüyo¬ruz.

Fakat daha sonraları bâzı kimseler mânâ ve gāye ile ilgisi bulunmayan pekçok husûsa ve hikâyeye de yer vermeğe başlayarak, bu tefsir konusunda, sübjektif yanı ağır basan bir moda ihdâs etmişlerdir. Muharref olmalarına rağmen Tevrat ve İncîller'deki bir çok ayrıntının bâzı tefsirlerde yer alması işte bu yüzden olmuştur. Kur'ân'ı ve tefsirini hiç ilgilendirmeyen bu ayrıntılara, tefsir edebiyatında, İsrâiliyyât adı verilmektedir. Sanki bu yetmezmiş gibi bir takım hikâyeler de Zenâdıka, Karamıta, Hâriciyye, Bâtıniyye, Hurûfiyye ve Mû'tezile gibi İslâm'ın rûhuna aykırı i'tikād ve davranış sâhibi fırkaların mensûbları tarafından genellikle hep siyâsî amaçlarla uydurulup, yerli yersiz, tefsirlere katılmıştır. Ayrıca bu fırkalar kendi sapık mezheblerini te'yid etmek için âyetleri de istedikleri yöne çekiştirerek tefsir ve te'vil etmişlerdir. Bütün bunlar mûteber olmayan, dalâlete sürükleyen sözde-tefsirlerdir.

"Bilimsel Tefsir"(!) Ve Modern Müfessirler

"Bilimsel Tefsir" modası, bilhassa, İslâm'da zuhur etmiş olan bu Modernist Akım'dan sonra revaç bulmuştur. Pozitif bilimler adına yalapşap birşeyler bilen nice kimse âlim görünmek gāyesiyle Kur'ân'ı bu pozitif bilimlerin çerçevesiyle kayıtlandırarak nice saçmalıklar yapmış, nice zırvayı ilim diye yutturmağa kalkışmıştır. Modernist hareket içinde bunun başını, Mısır'da, Muhammed Abduh'un manevî patronajı altında Reşîd Rıza'nın Menâr Tefsiri3 çekmiştir.

Filvaki Kur'ân'ın yaklaşık 1/8 kadarı, yâni 750 kadar âyet, mümin¬leri okumağa, akıllarını kullanmağa, düşünmeğe, yeri göğü incelemeğe ve bu incelemeden sonuç çıkarıp öğüt ve ibret almağa dâvet etmektedir ama Kur'ân'ın gāyesi insanlara hidâyet ve rahmettir (XVI/64). Kur'ân tabîat bilimlerine ancak bu bağlamda değinir. Yoksa Kur'ân ne bir fizik, ne bir biyoloji, ne bir kimya, ne bir jeoloji ve ne de bir astronomi kitabıdır. İlle de bütün bilimsel gerçekleri O'nda aramak ya da bütün âyetlerin bugünkü tabîat bilimleri aracılığıyla ve o çerçevede açıklanabileceğini vehmetmek, bütün ibâdetlerin muamelâtını ve ayrıntılarını Kur'ân'da aramak kadar muhâldir. Fakat ne yazıktır ki Kur'ân'ın bugünkü modern(!) yorumcuları, sözünü ettikleri tabîat bilimlerinden hiç birin

Yayınlandığı Kaynak : 2005-03-16
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=117&Itemid=57
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort