Hit (4191) M-836

Nevruz Bayramının Kökenleri

Yazar Adı : İlim Dalı : Araştırma
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-05 Güncelleyen : /0000-00-00

Nevrûz Bayramının Kökenleri

Nevrûz'un Anadolu Kökeni: "Kübele Kültü"

Eski Çağ Anadolu'sunda Frikya'da yayılmış olan Kübele (ya da Kibele, Sibele) Kültü, elimizdeki ilk kanıtları M.Ö. VIII. binyıla dayanan Büyük Ana ya da Büyük Tanrıça kültünün Anadolu iklimine uyarlanmış şekli olarak ortaya çıkmıştı. Bereket tanrıçası olan Kübele bir yandan vahşî hayatın melîkesi olduğuna, diğer yandan da hem beşerin ve hem de hayvanların huzurunu ve sağlığını sağladığına, müminlerini de savaşlarda koruduğuna inanılan bir tanrıça idi. Kübele'nin anısına yapılan âyinlerde ise, Doğa'nın bereketini arttırmak için bir çeşit büyü kabîlinden, histerik karakterli kollektif cinsel özgürlüğün her şekli icrâ edilmekteydi. Bu kültün sâlikleri, gerek bu türden âyinlerde gerekse bundan farklı olan diğer Kübele âyinlerinde, bilinçlerini ta'tîl ederek vahşî bir vecd ve istiğraka dalmayı ön plânda tutmaktaydılar.

Bu kültün kanıtları eski yerleşim yerlerinde yapılan kazılarda ortaya çıkan ve hâmile kadın morfolojisini sergileyen heykelcikler, resimler ve kabartmalardır. Büyük Tanrıça heykelciği ise en çok Anadolu'da ve: Çatal Höyük, Hacılar, Çukurkent, Erbaba, Suberde ve Can Hasan gibi eski yerleşim yerlerinde ortaya çıkarılmıştır.

Bu kült, İkinci Pön Harbi sırasında, M.Ö. 204 yılında Roma'ya da taşınmıştır. Bu münâsebetle, bugünkü Sivrihisar'ın yakınlarındaki Ballıhisar köyünün yerindeki "Pessinus" (ya da Pessinonte) kentinde muhâfaza edilmekte olan ve Kübele'yi simgeleyen siyah (ve büyük bir olasılıkla da meteorit kökenli) kutsal bir heykelcik de törenle Roma'ya götürülmüştür.

Özellikle Roma aristokrasisi nezdinde i'tibâr kazanan Kübele Kültü'ne kentin Palatino Tepesi'nde M.Ö. 191 yılından i'tibâren bir mâbed tahsis edilmişti. İmparator Augustus bu kültü resmen korumuş, imparator Claudius zamanında yapılan bir reform ile de Kübele Kültü'nün umûma açık şekli düzenlenmişti.

Kübele Kültü Anadolu'da yerleşmeden ve oradan da Roma'ya intikāl etmeden önce pekçok ülkede buna benzer bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu: Hititlerdeki Kubaba, Sümer'deki Nintu, Elâm'daki Anbinini, Girit'deki Rhea, Eski Mısır'daki İsis, Suriye'de Aştarte (İştar), İngiltere'de ise Eostre kültünün aynı kapsamdaki modeli idi. Roma'ya intikālinden sonra bu kült Magna Mater (Büyük Ana) ya da Magna Divum (Büyük Tanrıça) kültü isimlerini almıştır.

Bütün ayrıntılarıyla zabtedilmiş olması hasebiye, Kübele Kültü'nün bu Roma döneminin: 1) hem kültün Avrupa'nın diğer yörelerine de taşınmış olması, ve 2) hem de bu kültün bugün pekçok ülkenin folkloruna bırakmış olduğu pagan izlerin teşhisi bakımından büyük önemi vardır.

Kübele Kültü'nde en büyük dinî bayram, 21-22 Mart'daki Gündönümü'nü de kapsayan ve 15 ilâ 27 Mart'a kadar süren "İlkbahar bayramı" idi. Bu bayram ölümden sonra dirilmeyi ve toprağın bereketlenmesini simgeleyen girift bir sembolizme sâhipti.

Roma döneminde Kübele Bayramı'nın İlkbahar Gündönümü'nden 1 Mayıs târihine kaymış olduğu gözlenmektedir. Bu kayma, büyük bir olasılıkla, Papa II. Giulio'nun takvimde yaptığı reformdan önceki târihler ile bugün uyguladığımız târihler arasında vuku bulan bir karışıklık ya da hesap hatâsından ileri gelmektedir.

Eski Kübele bayramlarında Frikyalılar'ın tanrılarından Attis'in hâtırasının anılması önemli bir yer tutuyordu. Mitolojiye göre Attis akarsular tanrısının bâkire kızı olan Nana'nın, olgun bir bâdemi kendi rahmine ithâl etmesi sonucu hâmile kalarak(!) doğurduğu oğluydu. Attis büyüyünce çoban olmuş ve Kübele de ona bu kisvesi altında âşık olmuştu. Attis, bir rivâyete göre bir yaban domuzu tarafından süsülüp öldürülmüştü. Ama başka bir rivâyet ise onun kendi kendini hadım etmesi sonucu kan kaybından öldüğünü, ve ölümünden sonra da çam ağacına dönüşmüş olduğunu yaymaktaydı. Bu sonuncu rivâyet, Kübele Kültü'nün Roma döneminde, daha baskın çıkmıştır.

Kübele-Attis çifti aslında çok eski çağlarda aynı kapsamda biribirine yakıştırılmış olan "tanrıça-tanrı" çiftlerinin bir başka vechesidir. Eski Sümer'de İştar-Temmuz, eski Yunan'da Afrodit-Adonis, eski Mısır'da ise İsis-Osiris çiftleri kapsam ve işlev bakımından aynı bir îtikādî realitenin farklı isimleri gibi görünmektedirler.

Roma döneminden önce, Kübele kültüne özgü ilkbahar bayramı esnâsında davulların ve zurnaların kulakları sağır eden gürültülerinin eşliğinde "Gallos"lar (ya da, tanrı Attis'e benzemek için kendi kendilerini hadım etmiş olan Attis Râhipleri) şeytanî bir vecd içinde biribirlerini kırbaçlar ve kan revân içinde kalırlardı. Bu hareketlerin hâsıl ettiği kollektif histeriye kapılan pekçok delikanlı da büyük bir vecd içinde cinsel organlarını keserek sokaklarda koşar bu kanlı parçaları teşhir eder ve bunları evlerin içine atarlardı. Buna karşılık onlara kadın kıyâfetleri hediye edilirdi. Bu bayram çoğu kez büyük bir cinsel saldırganlığa da dönüşür ve, ensest dâhil, hiç bir sınır tanımıyan cinsel özgürlüğün doruğa ulaştığı kollektif bir bereket(!) âyini olurdu.

Daha sonra Roma döneminde "Hilaria" (yâni neş'e) bayramları denilen bu bayramlarda Baş Gallos, tanrı Attis'in kendini hadım etmesi ve delikanlıların da ona benzemek için bu bayramlarda kendilerini alenen hadım etmeleri fiilini anımsatmak için yalnızca kollarını kesip kanatmakla ve altı yaşındaki bir boğayı kurban edip kanında abdest almakla iktifâ etmeğe başlamıştır. Bu arada diğer Galloslar da kendilerini döve döve akıttıkları kanlarla Büyük Tanrıça'nın Attis'in ölümünden duyduğu yasa iştirâk ederlerdi. Ayrıca Palatino Tepesi'ndeki Kübele mabedine de, törenle, Attis'in kanından doğduğuna inanılan mor menekşelerle süslenmiş bir çam ağacı götürülürdü. Bu çam ağacının tanrı Attis'in yeniden doğuşunun ve ölümsüzlüğün bir simgesi olduğuna inanılırdı.

Hıristiyanlığın zuhûruyla bu pagan bayramları birdenbire ortadan kalkamadı. Kilisenin bunları M.S. IV. yüzyılda yasaklamayı akletmesine kadar bunlar halkın örf ve âdetlerinde zâten derin bir kök salmış bulunuyorlardı. Kilisenin koyduğu yasak bunların kökünü kazıyamadı. Ama bu bayramlar gitgide histerik ve delice unsurlarından soyutlanarak yumuşak bir biçimde, Hıristiyanlık şartlarına adapte oldular. Meselâ 25 Mart, Hazret-i Cebrâil'in Bâkire Meryem'e İsâ isminde bir oğlunun doğacağını haber verdiği gün olarak Kilise tarafından M.S. VII. yüzyıldan i'tibâren "Anonsiyasyon Yortusu" diye kabûl edildi.

Kezâ Hazret-i İsâ'nın çarmıhdan sonra dirilişini simgeleyen "Paskalya Yortusu" da M.S. IV. yüzyıldan i'tibâren 21 ilâ 25 Mart arasına tesâdüf eden ama her yıl değişen bir günde kutlanmaktadır.

XI. yüzyılda Kübele Bayramları'nın ayrıntılarından artık yalnızca, kendini hadım etmiş Attis'i simgeleyen çam ağacının törenle taşınıp dikilmesi âdeti kalmıştı. Eskiden bu çam ağacı yünden şeritlerle sarılırdı. Bugün dahî İngiltere'de bu "Mayıs Ağacı" (ya da "Mayıs Direği") uzun ve renkli rübanlarla süslenir. Ve Avrupa'da bâzı yerlerde de genç kızlar ve delikanlılar geceleyin Mayıs Ağacı'nın etrafında delicesine dans ettikten sonra ormana dalarak eski orjilerdeki ibâhayı tatbik mevkiine koyarlar. Hattâ bu konuda püriten bir İngiliz yazarı olan Phillip Stubbes Anatomy of Abuses isimli 1583 târihli Londra baskılı kitabında, bu pagan kalıntısı âdetleri şiddetle eleştirir ve Mayıs Direği eğlencelerinden sonra her üç kızdan ikisinin evlerine kirletilmiş olarak dönmekte olduğunu söyleyerek bu ahlâkî çöküntüden şiddetle yakınır.

Nasıl ki Hıristiyanlığın zuhûruyla Hıristiyan Âlemi'nde Kübele Kültü'ne ait uygulamalar ortadan kalkamamış ise İslâm'ın zuhûruyla da İslâm'ın yayıldığı alanda da söz konusu uygulamalar birdenbire ortadan kalkamamıştır. Orta Doğu ülkelerinin bâzılarında, Hindistan'da, Bali'de ve Okyanusya'da bâzı çok kapalı topluluklarda hâlâ bu kabil orjiler yılda bir kez tatbik mevkiine konulmaktadır.

Anadolu'da halk arasında büyük bir nefretle anılan Mumsöndü Âyinleri de aslında gene Anadolu'da yeşermiş olan Kübele Kültü'nün bugün çok mahdud ve çok kapalı gruplar tarafından uygulanmakta olan menfûr kalıntılarından başka bir şey değildir.

Ancak, İslâm'dan etkilenmiş olan ve Anadolu Alevîleri gibi yüksek bir edebe sâhib bâzı toplulukların icrâ ettikleri Âyîn-i Cem ya da Görgü Âyini gibi âyinlerinde ise, bir bakıma, Kübele Bayramları'ndaki Baş Gallos'un yerini tutan Dede'lerin, yere yatırdıkları iki musâhib ile herbirinin ayak ucuna diz çöküp kapanan zevcelerine elindeki tarik denen kayın ağacından kesilmiş bir sopa ile dokunduğu bilinmektedir. Bu sopanın Attis'i simgeleyen çam ağacı yerine geçmiş, ve karı-kocaların da toprağın bereketini arttırmak üzere icrâ edilen orji yerine edeble ikāme edilmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Alevî geleneği ile içiçe gelişmiş olan Bektaşî geleneğinde ise mücerred (yâni cinsî münâsebette bulunmamaya yeminli ve hiç evlenmeyen) Bektaşî Babaları'nın ise kendini hadım etmiş olan Attis Râhipleri ile paralelliği de ilgi çekicidir.

Nevrûz'un İran Ve Şiî Kökeni

Nevrûz'un Anadolu'da yeşeren ve buradan yayılan Kübele Kültü'nün kalıntılarıyla donanmış olarak kutlanmasının yanısıra görünüşte bu kültle ilgili olmaksızın da gelişmiş olan bir Nevrûz kavramına da eski İran'da Ahemenîler hânedanı (M.Ö. 550-330) zamanında rastlanılmaktadır. Eski İran'da da Nevrûz, Güneş'in Koç Burcuna girdiği 21-22 Mart günü kutlanmaktadır. Nevrûz, zâten, farsçada "yeni gün" demektir.

Selçuklu Sultânı Celâleddin Melikşah'ın emriyle Ömer Hayyâm'ın başkanlığında Ebu-l Muzaffer İsfizârî, Meymûn bin Necib el-Vâsıtî, Abdurrahmân Hâris ve Muhammed Hâzin'den oluşan bir astronomlar heyeti 1079 yılında tertib ettikleri, şemsî bir takvim olan Celâli Takvimi'nde yılbaşı olarak, Güneş'in Koç burcuna girdiği gün olan 21 Mart'ı, yâni Nevrûz'u kabûl etmişlerdir.

Türklerde ve özellikle de Mâverâünnehir'deki ve doğusundaki Türk kavimlerinde Nevrûz'un bu kapsamda bir bayram havasıyla kutlanması Celâli Takvimi'nin uygulanmasından sonradır. Daha önce Orta Asya Türklerinde, Şaman töresinin bir öğesi olarak, ilkbahar kutlanmaktaydı ama bu bugünkü takvime göre 9 Mayıs'a tesâdüf eden günde kutlanırdı. Daha sonra Nevrûz'un Türklerin Ergenekon'dan çıkış günü olarak telâkki edilmesinin ise yalnızca bir yakıştırma olması muhtemeldir.

Bâzı Alevî toplulukları için Nevrûz Hazret-i Alî'nin doğum günüdür; bâzıları için Hazret-i Fâtıma ile evlendiği gündür; diğer bâzıları için de onun halîfe olduğu gündür; ya da Hazret-i Hüseyin'in doğum günüdür. Nevrûz'un Hazret-i Âdem'in yaratıldığı gün olduğunu ya da Hazret-i Nûh'un gemisinin karaya oturduğu gün olduğunu iddia edenler de vardır.

Sonuç

Bugünkü araştırmaların ışığında İlkbahar Gündönümü'nde kutlanan bayramın, ismi ne olursa olsun, biribirlerinden bağımsız gibi görünen iki ayrı kökeni olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birinin Kübele Kültü olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ise İran kökenlidir. Zaman içinde çeşitli topluluklarda bunların kökenine ait bilgiler unutulmuş ve ortada, bir olgu olarak, yalnızca İlkbahar Gündönümü'nde kutlanan ilkbahar bayramı kalmıştır. Bununla ilgili örf ve âdetler de hem Hıristiyanlığın ve hem de İslâmiyetin etkisiyle köklü değişikliklere uğramıştır. Ayrıca bu bayramın halâ geçerli olduğu yörelerde yaşamakta olan topluluklara has yeni örf ve âdetler de bunlara eklenmiş bulunmaktadır. Bu durumda Nevrûz bayramının hem hıristiyan ve hem de müslüman toplulukları için kendi dinlerinden doğan dinî bir kökeni yoktur. Bu hem hıristiyanlık ve hem de İslâm için dindışı bir bid'attir.

Ayrıca Nevrûz'un Türklerin Ergenekon'dan çıkışları dolayısıyla kutladıkları millî bir bayram olduğu iddiası da bir yakıştırma gibi görünmektedir. Kutlandığı târih dolayısıyla Şaman geleneğindeki ilkbahar bayramının ise Kübele Kültü ile İran kökenli Nevrûz'dan tamamen bağımsız bir gelenek olması kuvvetle muhtemeldir.

Kaynakça

* İslâm Ansiklopedisi; MEB Yayınları, Kızılbaş ve Nevrûz maddeleri.

* Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Yayınları, Nevrûz maddesi.

* Abdülkadir İnan, Târihte ve Bugün Şamanizm, Materyeller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yay./1954.

* Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1975.

* Mehmet Eröz, Türkiye'de Alevîlik Ve Bektaşîlik, Kültür Bakan¬lığı Yay., l990.

* Serge Hutin, Dictionnaire deş Religions, Presses Univemtaires de France, Paris, 1954.

* E.O.James, Le Culte de la Déesse-Mère Dans L'Histoire des Religions, Payot, Paris, 1960.

* Paul Chalus, L'Homme et la Religion, Albin Michel, Paris, 1963.

* Mircea Eliade, Traité d'Histoire des Religions, Payot, Paris, 1968.

* G. van der Leeuw, La Religion Dans Son Essence Et Ses Manifestations, Payot, Paris, 1970.

* Dictionnaire des Religions, ed. Paul Pouppard; Presses Universitaires de France, Paris, 1984.

Yayınlandığı Kaynak : 2005-03-14
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=113&Itemid=57
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort