Hit (3864) M-485

Hadislerin Sıhhati Meselesine Objektif Bir Metodoloji Çerçevesinde Bakış

Yazar Adı : İlim Dalı : Hadis
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-06 Güncelleyen : /0000-00-00

"Hadîslerin Sıhhati" Meselesine "Objektif Bir Metodoloji" Çerçevesinde Bakış

Hadîs Neye Denir?

1) Hz Muhammed'in (Kur'ân-ı Kerîm'de tesbit edilmiş olan vahyin dışında) söylemiş olduğu rivâyet edilen sözlere, 2) O'nun yazdırmış olduğu mektuplara ve evrâka, 3) kendisinin vasıflarını haber veren rivâyetlere, 4) O'nun bir olay karşısında izhâr ettiği tutumunu ve tavrını anlatan rivâyetlere, ya da 5) Peygamber'in hâl-i hayâtında vuku bulmuş bir olaya şâhid olanların rivâyetlerine ve hattâ bâzen, 6) Mâlik bin Enes'in (712-795) Muvattâ isimli hadîs külliyâtında yer almış olduğu gibi, Sahâbe ve Tabiîn'in şahsî görüş ve fetvâlarına dair rivâyetlere dahî hadîs denilmektedir1. Eğer Peygamber, sözlerinde, doğrudan doğruya Allāh'ın (Kur'ân'da bulunmayan) kelâmını dile getirmekteyse buna da hadîs-i kudsî denilmektedir.

Pekçok hadîs külliyâtı bulunmaktadır. Bunların en tanınmış ve de mûteber addedilenleri ise Buhârî'nin2 (810-870), Müslim'in3 (819-875), Ebû Dâvûd'un4 (817-889), Tirmizî'nin (824-892), Neseî'nin (830-915) ve İbni Mâce'nin (824-886) hadîs külliyâtlarıdır. Bu altı hadîsçinin külliyâtlarının tümüne Kütüb-i Sitte (Altı Kitap) denilmektedir. Kütüb-i Sitte, bir kısmı mükerrer, yaklaşık 31.000 kadar rivâyet ihtivâ etmektedir5. Bunları ve diğer hadîs kitaplarını6: A) önyargısız ve B) ciddî bir biçimde inceleyen biraz idrâk ve temyîz sâhibi bir müslüman: 1) Kur'ân'a, 2) Cenâb-ı Peygamber'in bizzât Kur'ân'ın övdüğü yüce ahlâkına, 3) Cenâb-ı Hakk'ın mîzân üzere vaz edip hıfzetmekte olduğu Tabîat kānûnlarına, 4) müşâhedeye - mantığa - sağduyuya muhâlif, ya da 5) biribiriyle çelişik pekçok rivâyeti [yâni Kur'ân'ın menşe' ve mâhiyet i'tibâriyle lâ rayba fîh (II/2) olmasına karşılık, bu hadîs külliyâtlarının çok şüpheli ve şâibeli rivâyetleri de] barındırması karşısında, ister istemez, hadîs adı altında toplanmış bulunan bu rivâyetlerin sıhhati meselesiyle dramatik bir biçimde karşı karşıya kalmaktadır.

Özellikle Emevî ve Abbâsî dönemlerinde pekçok hadîs uydurulmuş olmasından sonra yapılmış olan ayıklama ameliyelerine rağmen nasıl olup da bir kısmı çok mûteber addedilen hadîs kitaplarında hâlâ bu kabil rivâyetlerin kalmış olması anlaşılabilir bir keyfiyet değildir.

Bu durumda, mûteber addedilen bu kitaplardaki ve diğerlerindeki rivâyetler her ne olursa olsun: 1) gene de her türlü şüpheden-hâtâdan uzak, ve 2) aslā sorgulanamaz (lâyüs'el) sahîh hadîs olarak mı kabûl edilecektir?7 Yoksa, bunların daha objektif kıstaslar çerçevesi içinde yeniden incelenip dikkatli bir elemeye tâbi' tutulmaları mı gerekecektir? Bu bakımdan hadîslerin sıhhati meselesi, eninde sonunda, sahîh rivâyeti sahîh olmayandan ayırabilen objektif bir metodoloji meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ancak, şimdiye kadar bu konu, bildiğim kadarıyla, aslā objektif bir metodoloji meselesi olarak idrâk ve temyîz edilmiş değildir. Bütün bu hadîslerin sahîh olduğunu iddia edenler, bunların sıhhatine delîl olarak, bunları sahîh olarak kabûl eden başka müellifleri göstermekle meseleyi hallettiklerini vehmetmektedirler. Bunun aksine, rivâyetlerdeki bu tutarsızlıkları müşâhede ve tesbit etmiş bulunanların bir kısmı ise, işin kolayına kaçmakta ve, ya hadîslerin tümünü reddetmek ya da hadîslerin dinî hayata yön verme fonksiyonunu minimuma indirmek gibi olumsuz bir tutum takınmaktadırlar. Bu tavırların her ikisi de ilmî ve de objektif bir metodolojiyle ilgisi olmayan sübjektif vehimlerden başka bir şey değildir.

İnen Vahy İle Hz Peygamber'in Ümmetine Vahy-dışı Hitâbı Arasındaki Mâhiyet Farkı

Kur'ân vahyin mâhiyetini, aşağıdaki âyette de görüldüğü vechile, iki kısma ayırmaktadır:

Sana Kitâb'ı indiren O'dur. Ondan bir kısmı muhkem (hüküm ifâde eden, mânâsı açık ve te'vil-yorum gerektirmeyen) âyetlerdir.Bunlar Kitâb'ın anasıdır (temelidir). Diğer kısmıysa müteşâbih (bir olguyu bir başka olguya benzetim yoluyla ifâde eden, ve dolayısıyla da gerçeği açık bir biçimde ifâde etmeyen) âyetlerdir. Kalplerinde (doğrulukdan) inhirâf bulunanlar fitne çıkarmak ve (kendi çıkarlarına uygun bir biçimde) te'vil etmek için O'ndaki müteşâbih âyetlere uyar. Oysa onların te'vîlini ancak Allāh ve ilimde râsih olanlar bilir. Onlar: "Biz O'na inandık, hepsi de Rabb'imizin katındandır" derler. Bunu ise ancak ûlü-l elbâb (akıllarını dirâyet ve isâbetle kullanabilenler) akledip düşünebilir. (III/7)

Buna göre: 1) Kur'ân âyetleri muhkem ve müteşâbih olmak üzere iki türlüdür; 2) muhkem âyetler Kur'ân'ın temelidir; 3) müteşâbih âyetler te'vîle muhtaçtır; 4) ancak, müteşâbih âyetlerin te'vîlini yalnızca Allāh ve ilimde rüsûh sâhibi olanlar bilir (yâni muhkem âyetlerin herkesin fehâmetine açık olmasının tersine müteşâbih âyetler herkesin fehâmet ve idrâkine açık değildir8; 5) bu âyetler muhkem âyetler gibi hem inanmayı ve hem de bunlarla amel etmeyi gerektiren âyetler değil, yalnızca inanmayı gerektiren âyetlerdir; 6) kalplerinde doğrulukdan inhiraf bulunanlar fitne çıkarmak ve/veyâ, ilimde rüsûh sâhibi olmamalarına rağmen ille de te'vil etmek gâyesiyle, müteşâbih âyetlere başvururlar.

Buna karşılık Hz. Peygamber'in ümmete hitâbında Cenâb-ı Hakk, O'na, mesajını açık ve net bir şekilde duyurmasını (XXIV/54); Rabb'in yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırmasını, ne insanlarla en inandırıcı yöntemlerle tartışmasını (XVI/125) emretmiştir. Ayrıca Cenâb-ı Hakk: "Nitekim size, mesajlarımı iletmesi, sizi arındırması, vahiy ve hikmeti bildirmesi ve bilmediklerinizi öğretmesi için içinizden bir resûl gönderdik" (II/151) demektedir.

Resûllullāh'ın bütün bunlardan, ve hele hele öğreticilik (muallimlik) ve mürebbi'lik görevlerinden, ictinâb etmesi aslā mümkün değildir. Kur'ân'ın övdüğü yüce ahlâkı dolayısıyla Cenâb-ı Peygamber'in peygamberliğinin gereği olan öğüt vermede eksik ve kusurlu davranması da muhâldir. O mutlakā efrâdını câmi' ve ağyârını mâni', açık ve de seçik kelâm etmelidir. Yâni Hz Peygamber'in sözleri, beşerî açıdan, te'vîl gerektirecek kadar esrarlı ve muğlāk olamaz. Aksi hâlde bu, Resûlullāh için büyük bir nâkısa olurdu. Zâten İslâm fıkhına göre ancak zâhire göre hüküm verilir. Bir kimse Hz Peygamber'e atfedilen bir rivâyetteki nâkısaları te'vîl etmeğe tevessül edip de bu sözlerin ardında bulacağını umduğu mânâyı bizzât kendisi üretmeye kalkışacak olursa bu yalnızca, onun, elindeki metnin zâhirini tahrîf etmesi ve kendi nefsinin sübjektif semeresini Hz Peygamber'e izâfe etmesi demektir.

Şu hâlde, bir kimse kalkar da Resûlullāh'dan yapılan rivâyetlerin bâzılarının hem sahîh ve hem de tıpkı müteşâbih âyetlerde olduğu gibi te'vîl edilmesi gerekliliğini savunursa bu, Resûlullāh'ın (XXIV/54) âyetinin emrine uymamış olduğu hakkında zımnî ve vahîm bir ithâm olurdu. Yok eğer söz konusu rivâyet konusunda en ufak bir şekil, mânâ, delâlet ve mâhiyet şüphesi varsa, zâten sırf bu yüzden, o rivâyetin sahîh hadîs olarak kabûlü muhâldir.

Kur'ân'a Göre Hz Peygamber'in Nitelikleri

Hakkında: "O hâlde Sen Allāh'a tevekkül et! Muhakkak ki Sen apaçık hakka uymaktasın" (XXVII/79)9; "Muhakkak ki Sen en yüce ahlâka uymaktasın" (LXVIII/ 4)10; "Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (XXI/107); "Kim Resûl'e itaat ederse Allāh'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, Biz Sen'i onların başına koruyucu olarak göndermedik" (IV/80)11; "Allāh'a ve Resûl'üne îmân edin..." (XLVIII/9, LVII/7); "Allāh'a ve Resûl'e itaat edin ki merhamet edilmişlerden olasınız!" (III/132); "... Resûl size neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan çekinin" (LIX/7); "Ey îmân edenler! Allāh'a ve Resûl'e ihânet etmeyin..." (VIII/27); "Eğer O [Resûl] Bize bâzı sözler isnâd etmeğe kalkışsaydı Biz O'nun kuvvetini-kudretini alır, can damarını keserdik de buna sizden kimse engel olamazdı" (LXIX/44-47)12 âyetleri bulunan Cenâb-ı Peygamber'e, bu âyetler kapsamında, tâbi' olmak bakımından mü'minler büyük bir sorumluluk altında bulunmaktadırlar.

Unutulmamalıdır ki Kur'ân'daki âyetlerden bir tânesini reddetmek dahî kişiyi İslâm'ın dışında bırakır. Kur'ân ise tümüyle her türlü şüphenin ötesindedir (II/2); ve Kur'ân'ın her türlü şüphenin ötesinde olduğu da her müslüman tarafından dâima zinde tutulan kesin bir idrâk ile idrâk edilmelidir.

Yukarıdaki âyetlerin içeriği, her müslümanı, Cenâb-ı Peygamber'in yaptığını yapmak ve yapmakdan çekinmiş olduğundan da çekinmek yolunda Peygamber'in ahlâkını örnek almayı (XXX/21) bir hayat tarzı olarak idrâk etmekle mükellef kılmaktadır. Bu bakımdan günümüze kadar intikāl etmiş olan hadîslerin: 1) sıhhatinden emîn olabilmek de, 2) sıhhatli olanlarına uymak da, Hz Peygamber'i örnek almak isteyen "idrâk ve iz'an sâhibi her müslüman için", olağanüstü bir öneme sâhiptir.

Yukarıda zikredilmiş olan âyetler, müslümanlar için, Resûlullāh'ın da her türlü şüphenin ötesinde tutulması gerektiğinin tartışılmaz dayanaklarıdır. Buna karşılık vahyin, indiği zaman tesbit edilmiş (yâni hemen sahâbe tarafından ezberlenmiş ve vahiy kâtipleri tarafından da yazıya geçirilmiş) olması hasebiyle zaman içinde değişikliğe uğratılmasının (tahrîf edilmesinin) önüne geçilmiş olmasına karşılık Resûlullāh'ın: 1) günlük yaşantısı, 2) çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözleri, ve 3) çeşitli olaylar karşısında takınmış olduğu tutum ve tavırları hakkındaki bilgilerimiz yalnızca O'nun vefâtından seneler sonra yazıya dökülmüş olan rivâyetlere dayanmaktadır.

Bu durumda müslümanlar, kendisine hakkıyla tâbi' olabilmek için, Resûlullāh hakkında edilen rivâyetlerin sıhhatinden nasıl emîn olabileceklerdir?

Hadîslerin Sıhhati'nin Olmazsa Olmaz İlk Şartı

Hadîslerin sıhhatinden emîn olmak, râvîler zincirinin güvenilirliği ya da râvîlerin biribirleriyle ilişkilerinin sıhhati gibi bugün için tahkik edilmesi mümkün olmayan sübjektif temellere değil, bunlardan tümüyle bağımsız objektif bir temele dayandırılmalıdır.

İlk hadîs toplayıcıları rivâyetlerin sıhhatinden emîn olmanın kıstası olarak râvîler zincirinin13 güvenilir kimselerden oluşmuş olmasını prensip ittihâz etmişlerdir. Oysa içtimaî hayatta bâzı hatâları görülmüş olsa bile bir kişinin Hz Peygamber'den bir hadîs rivâyet ettiğinde de muhakkak hatâlı olacağını peşînen kabûl etmek gerçeği yansıtmayabileceği gibi bu tutum ahlâken (XLIX/12) âyetine14 de aykırıdır. Öte yandan güvenilir olduklarına inanılan râvîlerin hepsinin de hâfızalarının zâfiyet göstermemiş ve dillerinin sürçmemiş olduğunu kim garanti edebilir15? Ortadan kaldırılması mümkün olmayan bu şüpheler dolayısıyla, râvîler zincirinin kendi-başına-rivâyetin-sıhhatinin-garantisi olarak addedilmesi epistemolojik açıdan tatminkâr ve objektif bir kıstas değildir. Çünkü hem Emevîler ve hem de Abbâsîler döneminde, uydurulmuş bir hadîsin altına güvenilir olduğuna inanılmış bir râvîler zinciri ekleyerek sayısız uydurma hadîsin imâl edilmiş olduğu bilinen bir olgudur.

Bugün hadîs ile meşgûl olan pekçok kimsedeki yaygın kanaat isnâd konusunun günümüz için de geçerli, ve her hadîs rivâyetini doğru olarak kabûl etmenin saflık olduğudur. Bu zevât asl olanın: her hadîsi araştırmak, doğruluğunu veyâ yanlışlığını ortaya koymak olduğunda hemfikirdirler. Ancak isnâd sisteminin bugün hadîsler için geçerli olmadığı, onun yerine kaynakların geçerli olduğunu savunmakta ve "Kimden duydun?" değil de "Hangi kaynaktan aldın?" sorusuna verilen cevâbın, hadîsin sıhhatini garanti eden, yeterli bir cevap olacağını kabûl etmektedirler16.

Burada da objektif bir metodoloji yerine sübjektif bir otoriteye rücû'un17 ağır basmakta olduğu gözlenmektedir.

Gene yukarıda zikredilmiş olan âyetlerden ötürü kesin olan bir şey varsa o da Cenâb-ı Peygamber'in âyetlerin nüzûlünden sonra bunlara (yâni Kur'ân'a) muhâlif hiçbir sözünün ya da hareketinin olamayacağıdır. Bu i'tibârla, şu ya da bu şekilde Kur'ân'a muhâlif olduğu ortaya konan bir rivâyet hakkında verilebilecek tek hüküm bu rivâyetin sahîh bir hadîs sayılamıyacağıdır.

(1) Şu hâlde, râvîlerinin kim olduklarına bakılmaksızın, bir rivâyetin sahîh sünnetten sayılabilmesi için "birinci objektif18 kıstas" onun Kur'ân'a muhâlif bir muhtevâsı olmamasıdır. Yâni Sünnet'in sahîh olmasının olmazsa olmaz ilk şartı, rivâyetinin Kur'ân'a muhâlif olmamasıdır. Zâten bu konuda Cenâb-ı Peygamber de:

"Benim sözlerimi Allāh'ın kitabının ölçülerine vurunuz. Şâyet uygun düşerse o bendendir ve onu ben söylemişimdir"19

diyerek bu olmazsa olmaz şarta mü'minlerin dikkatini çekmiş bulunmaktadır.

Şimdi bir misâl olarak Müslim ve Tirmizî'de bulunan şu hadîsi göz önüne alalım20:

"... Asıl müflis, kıyâmet günü namazı ile, orucu ve zekâtı ile gelir. Öte yandan, şuna buna hakāret etmiş, iftirâ atmış, birinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış ve falanı dövmüş olarak gelir. Yaptığı iyilik ve sevapları işte böylece ona buna dağıtılacaktır. Borcu ödenmeden sevapları biterse, bu defa onların günahlarını kendisi yüklenecek ve sonra da cehenneme atılacaktır."

Bu rivâyet, en azından son cümlesi açısından, Hz Resûl'ün söylemesi imkân dışı olan uydurma bir rivâyettir; çünkü "kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceği" hakkındaki Kur'ân'ın (VI/ 164, XVII/15, XXXV/18, XXXIX/7 ve LIII/38) âyetlerine muhâliftir.

Hakkında Âyet Nâzil Olmazdan Önceki Nebevî Uygulamaların Sahîh Sünnet'den Sayılmayacağı Hakkında

Bununla beraber, burada bir ihtimâlin daha vârid olduğuna dikkati çekmek gerekmektedir. O da Cenâb-ı Peygamber'in bu sözlerinin mezkûr âyetlerden daha hiç biri nâzil olmadan söylemiş olması ihtimâlidir. Peygamber aslā bir âyeti nakzedemez ve neshedemez ama âyet pekālâ Peygamber'in (beşerî vasfıyla söylemiş olduğu) sözlerini hem nakzedebilir ve hem de neshedebilir. Hz Peygamber ileride yanlış anlama ve uygulamalara yol açmasın diye ve yüksek bir idrâk ve hikmetle, ağzından Kur'ân hâricinde çıkmış olan sözlerin kayda geçirilmesine herhâlde sırf bu yüzden izin vermemiştir.

Buna benzer bir durum da zinâ suçu işleyenlere recm (yâni taşlayarak öldürme) cezâsının uygulanmış olduğuna dair rivâyetler için de vâriddir. Kur'ân'da: "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şâhit getirin. Eğer şâhitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yâhut Allāh onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" (IV/15), "İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa cezâ verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara cezâ verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allāh tevbeleri kabûl eden ve çok esirgeyendir" (IV/16) ve "Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine yüz sopa vurunuz; Allāh'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allāh'ın dininde (hükümleri uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya şâhit olsun" (XXIV/2) denilmektedir.

Buna rağmen bâzı hadîslerde Cenâb-ı Peygamber'in zinâ suçu sâbit olan birkaç kişiyi recmettirmiş olduğu rivâyet edilmektedir21. Hz Peygamber'in Kur'ân'ın (XXIV/2) âyetindeki açık hükmü çiğneyerek zinâya uygulanan cezâyı nefsânî olarak arttırması Kur'ân'ın O'nun yüce ahlâkı hakkındaki tavsifi ve Peygamber'e yüklemiş olduğu mükellefiyetler (IV/105, V/48-49, XIV/11, XVIII/27) ile bağdaşmadığından: 1) ya bu hadîsler uydurma hadîslerdir, 2) ya da bu recm uygulaması henüz (IV/15, IV/16 ve XXIV/2) âyetleri nüzûl etmeden vuku bulmuş olan, o zamanki yaygın örfe uygun bir uygulamadır.

Ne gariptir ki Türkiye Diyânet Vakfı'nca bir heyete hazırlattırılarak yayınlanmış olan Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli'nin Ankara 1993 târihli 2. baskısının 79. sayfasında (IV/16) âyetine eklenmiş olan açıklayıcı not aynen şöyledir:

"Bu iki âyet fuhuş denilen çirkin fiil ile ilgilidir. Müfessirlerin çoğuna göre her ikisi de zinâ denilen fuhşa ait olup, birincisi evlilerin zinâsı, ikincisi ise bekârların zinâsı hakkında ilk devirlerde tatbik edilen cezâyı açıklamaktadır. Daha sonra gelen âyet (Nûr 24/2) ve hadîsler ile Hz. Peygamberin tatbikātına göre bu âyetler neshedilmiş, bekârların zinâsı için belli sayıda sopa, evlilerin zinâsı için ise "recm" cezâsı getirilmiştir..."

Aynı Meâl'in 349. sayfasında Nûr sûresinin 2. âyetine eklenmiş olan açıklayıcı not da aynen şöyledir:

İslâm hukuku dilinde bu cezâlandırma şekline "had" denir. Âyette emredilen bu uygulama yalnız bekâr olup da zinâ eden içindir. Eğer evli bir erkek ve kadın zinâ etmişlerse buna "recm" cezâsı verilir.

Görüldüğü gibi söz konusu müellifler Hz Peygamber'in Kur'ân'ın bir hükmünü ortadan kaldırabileceğini (neshedebileceğini) ve onun yerine kendisinin uygun gördüğü (dolayısıyla İlâhî/Kur'ân'î değil de nefsânî) bir uygulamayı vaz edebileceğini söylemektedirler. Kanaatimce bu, Hz Peygamber'in yazımızın başına dercetmiş olduğumuz Kur'ân âyetleriyle müsellem olan yüce ahlâkını tekzîb eden ve O'nu Kur'ân'ın (yâni Allāh kelâmının) üstünde bir mevkie yerleştiren olağanüstü vahim bir hatâ, bir vehim ve bir idrâk eksikliğidir.

Bundan çok daha vahim bir hatâ da recm cezâsıyla ilgili olarak Hz Ayşe'ye izâfe edilen bir başka uydurma rivâyettir:

Âişe (radyallāhü anhâ)'dan: Şöyle demiştir:

Andolsun ki recm etme âyeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikâhlanmanın haramlığı) âyeti indi ve andolsun ki bu âyetler tahtımın altındaki bir yaprakta (yazılı) idi. Resûlullāh (sallallāhü aleyhi ve sellem) vefât edip biz O'nun ölümü ile meşgûl olunca, evde beslenen bir koyun (veyâ bir keçi) girip o yaprağı yedi"22

Bu rivâyet Kütüb-i Sitte'de yalnızca İbn Mâce'nin Sünen'inde bulunmaktadır. Ayrıca, Kütüb-i Sitte'nin hepsinde de yer almış olan olan bir başka rivâyette de şöyle denilmektedir:

..... (Abdullah) bin Abbâs (radiyallāhü anhümâ) dan rivâyet edildiğine göre:

Ömer bin el-Hattâb (radiyallāhü anh) (halîfe iken Medîne-i Münev-vere'deki Mescîd-i Nebevî'de bir Cumâ hutbesinde) şöyle demiştir:

(Ey Müslümanlar) Şüphesiz ben şundan korkarım: Halkın üzerinden uzun bir zaman geçer de nihâyet bir adam: Ben Allāh'ın kitabında (zinâ eden evliyi) recmetme (hükmünü) bulmuyorum, der ve bu yüzden halk Allāh'ın farîzalarından birini terketmekle dalâlete giderler. Bilmiş olun ki (zinâ eden) kişi muhsan (evlenmiş) olup beyyine (dört erkek şâhid), veyâ gebelik, ya da itirâf olduğu zaman şüphesiz recmetmek haktır. Şüphesiz ben recm âyetini okudum. Âyet şudur: "Şeyh ve şeyhâ (yâni muhsan erkek ve kadın) zinâ ettikleri zaman onları muhakkak recmediniz".Resûlullāh (sallallāhü aleyhi ve sellem) recmetti ve O'ndan sonra da biz recmettik23.

Bu son iki rivâyetin uydurma oldukları şuradan bellidir ki bunlar "Kur'ân'ı muhakkak ki Biz indirdik ve muhakkak ki O'nun koruyucusu da Biz'iz" (XV/9) âyetinin kesin hükmüne muhâlif iddialar içermektedirler. Zîrâ bu âyet Cenâb-ı Hakk'ın kelâmı ile, idrâk ve iz'an sâhiplerine: 1) Kur'ân'ın bizzât Kendisi'nin koruması altında olduğunu, ve bundan dolayı da ebediyyen 1) herhangi bir eksikliğe uğramaksızın, 2) herhangi bir ek ile tahrîf edilmeksizin Hz Cebrâil'in Hz Muhammed'e tebliğ ettiği şekliyle muhâfaza edileceğini vaad ve ilân etmektedir. Sözde-recim-âyeti'nin bugünkü Mushaf'da bulunmadığının iddiası ise Cenâb-ı Hakk'a yalan ve vaadini tutmamak isnâdları değil midir?

Bu durumda, söz konusu iki rivâyetin hem Hz. Ayşe'nin ve hem de Hz. Ömer'in imajlarını tahrif etmeğe yönelik bir propagandanın eseri olması da muhtemeldir.

Anakronik24 Unsurlar İhtivâ Eden Rivâyetler Uydurmadır

Hadîs olarak telâkki edilen bâzı rivâyetler anakronik unsurlar ihtivâ etmektedir. Meselâ Tirmizî'de bulunan ve İbn Abbâs'dan neşet ettiği söylenen:

"Ümmetimden iki sınıf vardır ki, bunların İslâm'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiyye"25

rivâyeti uydurma bir rivâyettir; çünkü Cenâb-ı Peygamber'in zamanında Mürcie ve Kaderiyye fırkaları da bunların doktrinleri de teşekkül etmiş değildi. Mürcie "amele önem vermeyen ve îmânı yeterli gören" bir fırka ve Kaderiyye de VIII. yüzyılın ortalarında yâni Cenâb-ı Peygamber'in vefâtından yüz yıl kadar sonra ortaya çıkmış olan Mu'tezile fırkasının "herkesin kendi kaderini kendisinin yaratacağı" husûsundaki doktrinidir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Peygamber'e izâfe edilen bu sözler bizzât onun ağzından çıkmış sözler değil, vefâtından belki bir ya da iki yüzyıl sonra O'na izâfe edilmiş olan uydurma sözlerdir.

Kezâ Müslim'de Kitâbü-l Fazâilü-s Sahâbe bahsinde bulunan ve Ebû Sufyân'ın şu rivâyeti de muhteşem bir anakronizma örneğine dayanan uydurma bir rivâyettir:

Ebû Sufyân'dan: Resûl'e dedim ki: "Ey Allāh'ın Resûlü! Bana üç iyilikte bulun! Kızım Ümmü Habîbe'yle evlen! Oğlum Muâviye'yi kâtib yap! Ve müslümanlarla savaştığım gibi kâfirlerle savaşmam için bana emir ver!"

Yayınlandığı Kaynak : 2005-01-27
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=190&Itemid=57
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort