Hit (4392) M-404

Said Nursinin Eserinde Esir Kavramı

Yazar Adı : İlim Dalı : Kitap Hakkında
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-03-06 Güncelleyen : /0000-00-00

Said Nursî'nin Eserinde "Esîr" Kavramı

Özet

Risâle-i Nûr isimli teolojik eserinde Said Nursî (1877-1960) zamanındaki geçerli bilgileri, sırası geldikçe, açıklama ve yorumlarının bilimsel temeli olarak da kullanmaktadır. 1866'da J. Clark Maxwell (1831-1879) tarafından ithâl edilmiş olan ve elektromagnetik dalgaların yayılmaları için gerekli görülen farazî bir elâstik ortam olarak "Esîr" kavramı Said Nursî tarafından gerçek bir ortam olarak telâkki edilmiş ve Kâinâtın hilkati ile ilgili bazı Kur'ân âyetlerinin yorumunda kullanılmıştır. Onun yorumunda Maxwell'in "Esîr" kavramı daha çok Aristo-vârî bir "Heyulâ" rolü oynamaktadır.

Fakat, yalnızca Maxwell-vârî "Esîr"i ortaya koymak için yapılan bütün girişimler başarısız olmakla kalmamış, fizikçiler bu kavramın Fiziksel Realite açısından bizâtihî tutarsız olduğunu da keşfettiklerinden "Esîr" varsayımı 1905'den îtibâren ilim adamları tarafından bizâtihî çelişkili ve tutarsız bir kavram olduğu için terk edilmiştir. Bu sübût etmiş sonuç Said Nursî'nin "Esîr" kavramı üzerindeki spekülâsyonlarının tümünü geçersiz kılmaya yeter. Bununla beraber Türk üniversitelerinde hâlâ Said Nursî'nin "Esîr" kavramının Büyük Patlama Teorisi denilen senaryoda başlangıçtaki Temel Tânecikler Çorbası'nı olduğu kadar kuvantum alanlarını da açıklayabildiğine inanan bilim adamları bulunmaktadır.

"Nurculuk"

Said Nursî (1877-1960) bir yüzyıldır Türkiye'de farklı izler bırakmış, fakat derinliğine ve objektif bir biçimde henüz incelenmemiş, eleştirilmemiş bir mütefekkirdir. Onun tavrını benimsemiş olan ve Nûr Talebeleri adı altında anılmakta olan gruplardan böyle bir objektif tetkik ve eleştiri beklemek ise muhâldir. Zîrâ çilekeş ve mazlûm bir zât olan Said Nursî'nin şahsiyeti etrafında teessüs etmiş olan aşırı perestiş ve efsâne hâlesi, onun her sözünün hikmet ve mûcize olarak telâkki edilmesine ve hattâ eserlerinin ezbere hıfzedilmesine kadar bir takım aşırılıklara da yol açmış bulunmaktadır. Bu durum, ne yazıktır ki, pekçok Nûr Talebesi nezdinde: 1) Said Nursî'nin "hatâ etmez", ve 2) sözlerinin ve tavırlarının da "tartışma konusu olmaz" olarak kabûl edilmesi sonucunu doğurmuştur.

Said Nursî'nin ve onu izleyenlerin muttakî kimseler, Risâle-i Nûr'un dilinin ağır ve Türkçe gramer hatâlarıyla dolu, ayrıca uslûbunun da fevkalâde girift olması her çeşit dinî tezâhüre tiksinti ile bakanların öfkesini elbette ki celbetmiş ve vehimlerini de kabartmıştır. Kendisi Nakşîyye'nin tesiri altında kalmış bir zât olmakla beraber kimseye şeyhlik etmemiş olan Said Nursî'ye ve etrafındakilere lâiklik adına pekçok zulûm yapılmış ve Basın'ın ve Polis'in "Nurculuk" diye nitelendirmiş olduğu bu akım, sanki aşağılayıcı bir vasıfmış gibi, bir tarîkat olarak algılanagelmiştir.

Bir hareketin târikat vasfıyla mevcûd olabilmesi için bir takım deliller gerekir. Oysa:

1. "Nurculuk"da Hz Peygamber'e dayanan bir tarîkat silsilesi yoktur: "Nurculuk" Hz Peygamber ile değil Said Nursî ile başlamıştır.

2. Said Nursî "Nurculuk" hareketini sürdürecek halîfe'ler nasbetmiş değildir.

3. "Nurculuk"da hurde-i tarîk, yâni tarîkatlara mahsûs bey'at merâsimi, hırka giydirmek, halvete girmek, toplu zikretmek, semâ etmek vs... gibi teşrîfat ve ritüel yoktur.

4. "Nurculuk"da: tâc, post, sancak, hırka, icâzet, hilâfetnâme, vs... gibi maddî alâmetler de yoktur.

Bu bakımdan Nurculuk akımının bir tarîkat olarak algılanması câhilce bir tutumdur. Bu bir tarîkat değil, Âlem'e daha irfânî olmaya gayret eden farklı bir bakış açısıyla bakmaya ve Âlem'i bu kapsamda idrâk etmeye çalışan bir tavırdır, o kadar! Bu tavrın özeti: Âlem'i Cenâb-ı Hakk'ın âsârının, ef'alinin ve esmâ'sının matla'ı olarak fehm ve idrâk etmeye yönelik bir ahlâk sâhibi olabilmektir.

Said Nursî'nin kendi çağının bilimsel kavramlarından da yararlanmağa ve bunları kendi "Âlem görüşü" içine mezcetmeğe, bazı âyetleri maddî ilimlerin sonuçları aracılığıyla yorumlamağa çalışan ilginç bir entelektüel yanı da vardır.

Oysa:

1. Madde ile ilgili ilimlerde yed-i tûlâ sâhibi olmadan,

2. Bu ilimlerin geçerlilik sınırlarını bilmeden ve

3. Sonuçlarını tenkîd edebilme yeteneğine sâhib olmadan,

4. Yalnızca kulakdan dolma birkaç bilgi ile

âyetlere yapılan yakıştırmalar dedikodudan öteye geçemeyen "geçersiz spekülâsyonlar" olarak unutulmaya mahkûmdur. Bu bağlamda, maalesef bâzı vehimlerini hâzâ ilim imiş gibi beyân etmiş ve fevkalâde isâbetsiz yakıştırmalar yapmış olan ("Nurculuk" akımı ile de hiçbir ilgisi bulunmayan) rahmetli Halûk Nûr Bâkî, Hans von Aiberg müstear ismini kullanan kimse ve Ahmet Hulûsî son zamanlarda bu tavrı sürdüren ilk birkaç kişi olarak temâyüz etmiştir.

Said Nursî'de Esîr Kavramı

Said Nursî'nin eserlerinde Esîr kavramı önemli bir yer tutmaktadır1. Aslında Esîr kavramı 1866 yılında James Clark Maxwell (1831-1879) tarafından müellifi olduğu Elektromagnetizma Teorisi münâsebetiyle ortaya atılmıştır. Maxwell'in bu teorisi elektromagnetik dalgaların uzayda ışık hızıyle yayıldıklarını öngörmekteydi. Nasıl ki ses dalgaları (hava, su ya da demir gibi) elâstik ortamlarda yayılıyorlarsa, elektromagnetik dalgaların da uzayda yayılmaları için mutlaka- elâstik bir ortama ihtiyâç duyacakları varsayımından hareketle bütün uzayın her noktasına nüfûz eden elâstik bir ortamın var olması gerektiği iddia edilmiş; ve böyle bir farazî ortama da "Esîr" adı verilmişti. Esîr'in: 1) kütlesinin olmadığı, 2) tamâmen saydam olduğu, 3) sürtünmesiz olduğu, 4) kimyasal olarak tesbit edilmesinin mümkün olmadığı, 5) içindeki cisimlerin hareketine de asla- engel olmadığı kabûl edilmekteydi.

Fakat bu niteliklere sâhip elâstik ortamın, içinde elektromagnetik dalgaların saniyede 299.776 km'lik ışık hızıyla yayılabilmesi için, geçerli fizik kanûnlarına göre: 1) hem son derece katı, ve hem de 2) sonsuz kütlesi olması gerektiği gösterilince bu çelişkili durum Esîr kavramının fizikî realitesi olmayan isâbetsiz bir kavram olduğunu ortaya koymuştu.

Ayrıca, 1881 yılından 1920'li yıllara kadar, Güneş'in etrâfında ortalama 27 km/san'lik bir hızla yol alan Arz'ın Esîr içindeki hızını ölçmeye yönelik müteaddid deneyler ve ölçümler yapılmıştır (Michelson ve Morley Deneyleri). Fakat Esîr faraziyesi üzerine inşâ edilen bu deneyler ve ölçümler sonuç olarak Esîr diye bir ortamın mevcûd olmadığını te'yid etmiştir. Albert Einstein'ın (1879-1955) 1905 senesinde yayınladığı Özel Rölâtivite Teorisi'nin fizikçilerin nezdinde kabûl görmesinden îtibâren de Esîr fikri: 1) fiziksel realiteye aykırı, ve 2) kendi içinde çelişkili olduğundan tamâmen terkedilmiştir.

Said Nursî'nin Esîr diye bir ortamın bütün Fezâ'yı doldurmakta olduğuna dair 1866 târihli iddiadan haberi vardır ama Esîr faraziyesinin o târihden sonraki dönemde geçirmiş olduğu istihâlelerden de bu kavramın, bilimsel kanıtlara dayanılarak, terk edilmiş olduğundan da haberi yoktur. Said Nursî, Esîr'den ne anlamakta olduğunu On İkinci Lem'a ile İşâretü-l İ'câz'da açıklamıştır. Buna göre:

1. "[Fezâ denilen] Şu geniş boşluğun Esîr ile dolu olduğu fennen ve hikmeten sâbittir"2.

2. "Fennen ve aklen, belki3 müşâhedeten sâbittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının râbıtası ve ziyâ ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezâyı dolduran bir madde mevcuttur"4.

3. Esîr'i oluşturan madde tıpkı suyun buhar ve buz kılığına girebilmesi gibi, aslı değişmeksizin, farklı şekillere bürünebilir. Esîr maddesinden yedi katmanın var olması akla mâni' de değildir, bu hususta bir îtirâza da sebeb olmaz5.

4. Esîr maddesi materyalistleri boğduran zerrelerin maddesinden daha lâtiftir... Bu sınırsız bir biçimde cüzlere ve kısımlara ayrışabilen iletme ve etki altında kalma nitelikleriyle ve göreviyle donatılmış olan bu maddeye, hattâ o maddenin zerreden fevkalâde daha küçük olan zerrelerine her şeyde her şeyi görecek, bilecek, idâre edecek bir hür irâde ve bir kudret ile vücûd bulan fiilleri ve eserleri isnâd etmek, Esîr'in zerrelerinin sayısının büyüklüğü kadar yanlıştır6.

5. Allah yedi kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da içine ekmiştir7.

6. Güneş sistemi önce basit bir cevher imiş. Sonra bir nevi buhara dönüşmüş. Sonra o buhardan ateşten bir sıvı oluşmuş. Sonra da bu ateşten sıvı soğuyarak katılaşmış ve daha sonra da hareketinin şiddetiyle fırlatmış olduğu bâzı parçalar gezegenlere dönüşmüş. İşte Arz da onlardan biridir... Güneş sistemi ile Arz Allah'ın kudret elinin Esîr denilen maddeden yoğurduğu bir hamur imiş. Esîr, mevcûdata göre akıcı bir su gibi mevcûdatın aralarına girmiş bir su gibidir. Hûd sûresinin 7. âyetindeki "Ve kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesi Esîr'e işâret etmektedir ki Cenâb-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan bu Esîr üzerinde imiş. Esîr yaratıldıktan sonra, Allah'ın ilk îcadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yâni Allah Esîr'i halk ettikten sonra, ferdî cevherlere dönüştürmüş, sonra bir kısmını yoğun kılmıştır ve bu yoğun kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardan biridir8.

Said Nursî'deki Esîr kavramının menşe'inin J.C. Maxwell'in vaz etmiş olduğu Esîr kavramından mülhem olduğu "bu maddenin ışığın, ısının ve elektriğin yayılmasını sağladığı"na dair yukarıdaki beyânından9 âşikâr olmaktadır. Ama Fezâ denilen geniş boşluğun cismânî olmayan zerrelerden oluşan Esîr ile dolu olduğunun fennen ve hikmeten sâbit olduğu iddiası hakîkati yansıtmayan bir vehimden ibârettir. Çünkü Esîrin var olduğu fennen asla- ispatlanamamış olduğu gibi, yukarıda açıklandığı gibi, fen bunun fiziksel realiteyle hiçbir ilgisi olmayan isâbetsiz ve geçersiz boş bir faraziye olduğunu da göstermiştir.

Ayrıca, Fizik'te gök cisimlerinin tâbi' olduğu kanûnlar ve bunların matematiksel ifâdeleri Esîr'den de, onun yerini tutabilecek herhangi bir ortamdan da bağımsız olarak istidlâl ve te'sis olunabilmektedirler. Dolayısıyla Esîr'in gök cisimlerinin kanûnlarının râbıtasını (nizâmını, usûlünü, kâidesini, tertibini, düzenini, tarzını, uslûbunu ya da şeklini) sağlayan bir ortam olduğu iddiası da hiçbir kanıtı olmayan bir başka vehimden ibârettir.

Said Nursî, Aristo'nun Heyûlâ (Hyle, Materia Prima) fikrinden hoşlanmasa bile10, "Allah'ın yedi kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da içine ekmiş; Güneş ile Arz'ın da Allah'ın Esîr'den yoğurduğu hamur" olduğunu beyân ederek Esîr'e, gene de, kadîm Felsefe'nin Heyûlâ'sının rolünü yüklemekte olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu durumda farklı olan: mâhiyet değil, yalnızca isim değişikliğidir. Said Nursî bu bağlamda: İbn Rüşd'ün, El Kındî'nin, Fârâbî'nin, İbn Sinâ'nın, Kaşânî'nin, Mâtüridî'nin, Abdülkahir el Bağdâdî'nin, Gazzâlî'nin, Fahreddin Râzî'nin, Seyyid Şerif Cürcânî'nin ve daha birçok İslâm filozofunun "Heyûlâ" hakkındaki tefekkür ve mütâlealarından da haberdâr görünmemektedir.

Hûd sûresinin 7. âyetindeki "Ve kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesindeki "mâi" yâni "su" lâfzının Esîr'e işâret ettiği ise sâdece, mesnedi bulunmayan bir yakıştırmadır.

Kur'ân'da âlemin kozmogonisi muhkem değil, müteşâbih âyetlerde yer almaktadır. Dolayısıyla, zâten bu konu aklın ihâtâ ve cerh edemeyeceği bir mevkidedir. Bunu maddî âlemin elemanlarıyla aklî olarak açıklamaya yönelik, müelliflerine akla-yatkınmış gibi görünen ama hiç de aklî ve de ilmî olmayan, pekçok kısır teşebbüs olmuştur. Said Nursî'ninki de böyle bir teşebbüstür. Aynı zamanda, kendisinin Astronomi hakkındaki bilgilerinin de, ne yazık ki, Ortaçağ'daki spekülâsyonlardan öteye geçememiş olduğu gözükmektedir. Bunun içindir ki Said Nursî'nin kozmogonik spekülâsyonları, epistemolojik ve epistemik kıstaslar açısından, Teoloji'de de Pozitif İlimde de objektif bir ilgi ve de bilgi odağı olabilecek bir konumda değildir.

Bununla beraber üniversitelerimizde, Said Nursî'nin çizgisinde ve ondan ilhâm alarak, Esîr'i (tıpkı Büyük Patlama Teorisi(!) çerçevesi içinde başlangıçtaki Temel Tânecikler Çorbası gibi) Kâinat'taki her şeyin aslı gibi gören11, ve hattâ kuvantum alanlarının Esîr'e tekâbül etmekte olduğunu îmâ eden12 biyolog ve kimyâger öğretim üyelerinin bulunmakta oluşu da üzerinde düşünülmesi gereken bir vâkıadır.

Dipnotlar

[1]Bk. Kaynaklı, İndeksli, Lügatlı Risale-i Nur Külliyatı 2 cild olarak yayınlayan Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996; s. 193, 226, 227, 258, 277, 323, 571, 616-617, 819, 820, 824, 1261, 1262, 1344.

[2]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz", s. 1262, "Birinci Mukaddime"

[3]Belki: hattâ anlamında kullanılmaktadır.

[4]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "İkinci Kâide".

[5]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "Dördüncü Kâide".

[6]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a", s. 819.

[7]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 617, "Elhâsıl".

[8]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz", s. 1261.

[9]A.g.e., "On İkinci Lem'a", s. 616, "İkinci Kâide".

[10]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a", s. 819.

[11]Bk. Prof.Dr. Âdem Tatlı, Günümüzde İslâm Tefekkürünün Temsilcisi Bediüzzaman Said Nursî'nin Fen ve Teknik Meselelere Yaklaşım Tarzı, 1. Uluslararası Bediüzzaman Said Nursî Semposyumu'na sunulan Tebliğ, İstanbul 16 Mart 1991.

[12]Bk.Prof.Dr. Osman Çakmak, Boşluğun Anlamı ve "Esîr Maddesi", Sızıntı dergisi, Aralık 2002.

Risâle-i Nûr isimli teolojik eserinde Said Nursî (1877-1960) zamanındaki geçerli bilgileri, sırası geldikçe, açıklama ve yorumlarının bilimsel temeli olarak da kullanmaktadır. 1866'da J. Clark Maxwell (1831-1879) tarafından ithâl edilmiş olan ve elektromagnetik dalgaların yayılmaları için gerekli görülen farazî bir elâstik ortam olarak "Esîr" kavramı Said Nursî tarafından gerçek bir ortam olarak telâkki edilmiş ve Kâinâtın hilkati ile ilgili bazı Kur'ân âyetlerinin yorumunda kullanılmıştır. Onun yorumunda Maxwell'in "Esîr" kavramı daha çok Aristo-vârî bir "Heyulâ" rolü oynamaktadır.

Fakat, yalnızca Maxwell-vârî "Esîr"i ortaya koymak için yapılan bütün girişimler başarısız olmakla kalmamış, fizikçiler bu kavramın Fiziksel Realite açısından bizâtihî tutarsız olduğunu da keşfettiklerinden "Esîr" varsayımı 1905'den îtibâren ilim adamları tarafından bizâtihî çelişkili ve tutarsız bir kavram olduğu için terk edilmiştir. Bu sübût etmiş sonuç Said Nursî'nin "Esîr" kavramı üzerindeki spekülâsyonlarının tümünü geçersiz kılmaya yeter. Bununla beraber Türk üniversitelerinde hâlâ Said Nursî'nin "Esîr" kavramının Büyük Patlama Teorisi denilen senaryoda başlangıçtaki Temel Tânecikler Çorbası'nı olduğu kadar kuvantum alanlarını da açıklayabildiğine inanan bilim adamları bulunmaktadır.
Yayınlandığı Kaynak : 2005-01-18
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=110&Itemid=57
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort