Hit (3971) M-239

Kuranı Kerimin Müteşabihan Mesani Özelliği

Yazar Adı : İlim Dalı : Tefsir
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 Güncelleyen : /0000-00-00

Kur'an-ı Kerim'in Müteşabihan Mesani Özelliği

Kur’an-ı Kerim müteşabih ayetlerden iki yerde bahs eder.

Bunlardan birincisi:
"Bu Kitabı sana indiren O’dur. Onun ayetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar kitabın esasıdır. Ayetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez (…)" ayetidir. (Al-i İmran 7) İki şeyin birbirine benzemesine teşabüh, birbirine benzeyen iki şeyden her birine de müteşabih denir. Birden fazla manaya muhtemel olduğundan, anlaşılması için başka bir delile ihtiyaç hissettiren, manası hakkında kesin hüküm verilemeyen ayet hakkında bu terim kullanılır.

Müteşabih teriminin varid olduğu ikinci ayet ise şudur:
"Allah sözlerin en güzelini müteşabih ve mesani özelliğine sahip bir kitap olarak indirdi. Rab’lerini tazim edenlerin onun etkisiyle tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar. (Zümer 23) Bu ayet Zümer suresindedir. Zümer suresinde pek dikkat çeken bir husus vardır. O da surenin ilk ayetinden itibaren ara ara Kur’anın üstün özelliklerinin vurgulanmasıdır. (Zümer 1: "Bu kitabın vahyolunup parça parça indirilmesi. Aziz ve hakim Allah tarafındandır."

Zümer 23 (meali az önce geçti) Zümer 27: "Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’anda her türlüsünden temsiller getirdik". Zümer 41: "Biz bu kitabı, insanların faydası için sana hak ve gerçek olarak indirdik (...).

Zümer 55: " (...) Rabbiniz tarafından size indirilen en güzel (kitaba) tabi olun!"

Zümer 59: "Hayır! Ayetlerim sana geldi de sen onları yalan saydın, onları kabul etmeyi kibrine yediremedin, büyüklük tasladın ve kafirler arasına girdin!") Kur’an’ın dikkat çeken bu özelliklerinin bu surede sık sık hatırlatılmak suretiyle muhatabın bu konuda uyanık tutulması sağlanmakta, sure içerisinde Kur’an hakkında önemli gerçeklerin hatırlatıldığı böylece çarpıcı olarak gösterilmektedir.

Makalemizde işte Kur’an’ın başlıca sıfatlarına vurgu yapan ve Kur’an’ın sadece bu pasajında yer alan bir hususiyet üzerinde durmak istiyorum. Bu konudaki ayetleri geniş bir tarzda tefsir eden nadir müfessirlerden M. Hamdi Yazır ile M. Tahir İbn Aşur’a dayanarak bu özellikler hakkında bilgi sunacağım. Önce Zümer Suresindeki ayeti tahlil edelim:
"Allahu nezzele ahsene’l-hadis” cümlesinin lafz-ı celal ile başlaması, O’nun indirdiği en güzel sözün şanını yüceltmeyi ve onu indirenin yüceler yücesi olduğunu ifade eder. Ayrıca hasr ve ihtisasa delalet edip: “Bu kitabı indirmek sadece Allah’a mahsustur, bu başkasının yapabileceği iş değildir!” manasını vurgular. (M. Tahir İbn Aşur, Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir, c.23, s. 384) Bu ayet-i kerime Kur’anı başlıca yedi vasıfla nitelendirir: 1- Ahsene’l-hadis (en güzel söz) 2- Kitaben 3- Müteşabihen 4- Mesani 5- Muhataplarının tüylerini ürpertir 6- Sonra hem derileri, hem de kalpleri yumuşatır 6- Zikrillah.

Birinci vasıf: Ahsene’l-hadis olup diğer vasıflar, Kur’anı en güzel kılma gayesini gerçekleştirme işlevini yerine getirirler. Onu Allah Tealanın indirdiğini açıkça belirtmek, olayları en güzel şekilde bilip ifade edenin Allah olduğunu vurgulamak içindir.


İkinci vasıf: “Kitab” dır. Kitap vasfı: okunması, tilavet edilmesi, kendisinden istifade edilen sözleri toplayan bir özelliğe sahip olmasını gösterir. Keza bu vasıf, onun aynı zamanda yazılması ve tam bir ihtimamla elden gelen bütün gayretlerle korunması gerektiğini gösterir.

Üçüncüsü: Müteşabihen, burada “onun cüzleri , lafızlarının fesahatinde ve manalarının üstünlüğünda birbirine benzer” demektir. Demek ki Kur’anın bütün lafızları şerefte, güzellikte birbirine denk olup tam bir ahenk içindedir, anlamındadır. Yani “Kur’anın manaları doğrulukta, hükümlerinde, sıdka ve hakka bina edilmesinde, delil olarak tam yerlerini bulmasında, muhaliflerini susturmada, insanlara faydalı ve onlara rehber oluşunda hep birbirine benzer, birbirine denktir. Lafızları da şerefte, fesahatte, hedefledikleri manalara isabet etmede hep aynı düzeydedir”.

Müteşabihen vasfında, Kur’anın bütün ayetlerinin, her bir ayetin iktiza ettiği duruma göre belagatta müsavi olduklarına işaret vardır. Birtakım özel durumlarda, ayetlerin birbirlerinden farklı olması, makamların farklılığına ve muktezaların değişikliğine tabidir. Çünkü kelamın belagati, muktezay-ı hale mutabık olmasındadır. Belagatın en ileri derecesi kelamın, halin gerektirdiği bütün durumlara mutabık olmasındadır. Şu halde Kur’an ayetleri, edebi zevk uzmanları nezdinde güzellikte birbirine müsavidir. Oysa diğer kelamlarda, bu çapta bir mutabakat bulunmaz. Mahir bir edibin sözü bile za’f noktalarından hali olmaz. Ediplerden herhangi birinin bütün sözleri aynı seviyede değildir. Aksine, güzellikte, belagatta ve mananın düzgünlüğünde farklı derecelerde pasajlar bulunur. İşte yaptığımız bu izahlardan anlaşılacağı üzere, bu ayette “müteşabih”in manası, az önce mealini verdiğimiz Al-i İmran 7 ayetindeki manadan başka bir manadır. (İbn Aşur, Tefsiru’t-Tahrir, 23, 386)

Dördüncü sıfat: “Mesani” olmasıdır. Bu kelime “tekrarlanan” anlamına müsenna’nın veya “ikişerli” anlamına mesna’nın çoğuludur. Esasen dikkat edilirse, tekrar manasının menşei de “ikileme”dir. İkilemeden başlanarak mutlak surette tekrar yapılır. Bu vasıf, Kur’anın çifte yönü olan, maksatları tekrarlanan, çok okunan bir metin olduğunu ifade eder. Mesani sıfatı kitabullahın maksatlarının vicdanlarda iyice yerleşmesi veya daha önce onu işitmeyenlerin dinleme fırsatı bulması yönünden Allah Tealanın nimetini hatırlatmaktadır. Diğer taraftan bunun, Kur’anın mucizevî özelliğine işaret etmesi anlamına geldiği de tefsirlerde yer almıştır. Çünkü bu kadar çok tekrarlanmasına rağmen insanlar ondan usanmamakta, maksatlarından hangisi tekrarlanırsa muhataplar nezdinde hep kabul görmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur’anı tavsif eden bir hadisinde “Ve la yahlukuhu kesretu’t-terdad” (çok tekrar edilmekle aşınmaz) buyurarak bu vasfını belirtmiştir.Böylece bu ayetteki mesani kavramının, ayetindeki manasından farklı bir anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Tekil olan kitaben kelimesinin sıfatı olduğu halde bu kelimenin çoğul kalıbından gelmesi, Kitabın surelerinin, cüzlerinin veya ayetlerinin kasd edilmesi itibariyle olabilir. Zira Kur’anın her bir maksadı tekrarlanmakla çoğul vasfı kazanırlar.


Beşinci sıfat: “Rab’lerinden korkanların tüylerini ürperten” özelliğidir. Bu, önceki sıfata yani Kur’anın mesani olmasına bina edilmektedir. Bu da onun, ikilenen, tekrarlanan olmasını ifade eder. Bundan maksat onu işitip anlamaktan ötürü ürperti duymaktır. Zira Kur’anın ilk nazil olduğu zaman yaşayan muhatapları Arap lisanına iyi vakıf olduklarından, işitme ile anlama birlikte cereyan ederdi. Derinin yani tüylerin ürpermesi, kalplerin korkmasından kinayedir.

Altıncı sıfat: Ürpermeden sonra müminlerin kalplerinin yumuşamasıdır. “Yumuşama” kabul ve sevincin ifadesidir. Terhib (korkutma) ifadelerinin arkasından rahmet ve ümit bildiren ayetlerin gelmesi bu sürura vesile olmaktadır. Bu ayet sadece ürperti ve yumuşama olgusuna değil, -sümme telinu cüluduhum ve kulubuhum ila zikrillah cümlesinde beraber zikr etmenin delaletiyle- ayrıca üçüncü bir durum olarak o iki halin neticesini de bildirmektedir. Bu üçüncü hal, iki zıt etkinin, yani terğib ve terhib tesirlerinin sentezinden hasıl olan ahenktir. Bu zıtların ahengi sayesinde müminler Rab’leriyle olan muamelelerinde yerine göre O’nun celal ve azametinin, yerine göre cemal ve rahmetinin gereklerine göre hareket ederler. Bu üçüncü hal, tasrih edilen ürperme ile yumuşama cihetlerini birleştirmenin semeresidir. Zira bu iki durumla nitelendirilenler aynı gruptur. Şu halde maksat, terhib ayetlerinden sonra terğib ayetleri geldiğinde onları, ürperme ve yumuşamayı aynı anda yaşamakla nitelendirmektir.

Fahreddin Razi der ki: “Tahkik ehli şöyle demişlerdir: Allah’a vasıl olma yolculuğunda ilerleyenler, celal alemine nazar ettiklerinde dehşete düşer, adeta kendilerini kaybederler, onlara cemal aleminden tecelliler gelince de hayata dönerler”.

Burada şuna dikkat etmek gerekir: Ayet-i kerime onların bu iki durumunun, mesani sıfatından ileri geldiğini vurgulamaktaıdır. Yoksa “....Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikr edilince kalpleri ürperir (...)” (Enfal 2) ayetinde olduğu gibi sadece “ürperme”den bahs ederdi. Buradaki (yani Zümer suresindeki) makam, müminlerin Kur’andan duydukları etkilenmeyi anlatma makamıdır. Orada (yani Enfal Sûresindeki;
.....ayetindeki makam ise Kur'an kıraati dışında Allah'a saygı dolu bir korku duyan müminleri nitelendiren bir makamdır. (İbn Aşur, Tefsiru't-Tahrir, 23, 390)

ayetindeki makam ise Kur’an kıraati dışında Allah’a saygı dolu bir korku duyan müminleri nitelendiren bir makamdır. (İbn Aşur, Tefsiru’t-Tahrir, 23, 390)

“Sümme telinu cüluduhum ve kulubuhum ila zikrillah” cümlesinde, işin bir tarafı ile yetinilmeyip hem derilerin hem de kalplerin zikredilmelerinde bir incelik vardır. Oysa az önce geçen tekşa’irru minhu cüludullezine yehşevne rabbehum cümlesinde sadece cilt ürpermesinden bahs etmekle yetinilmişti. Zira ciltlerin (tüylerin) ürpermesi ancak kalbin korkmasından hasıl olan ârızi bir durumdur. Dolayısıyla o korkuya “ürperme” kavramı ile kinaye edilmiştir. Ama ürpertinin peşinden derinin yumuşaması, onun ürpermeden önceki eski haline dönmesidir. Bu da unutma veya korkudan sonra bir başka işin araya girmesi gibi bir sebeple olabilir. Binaenaleyh derilerin yumuşamasına kalplerin yumuşaması da atf edilmiştir ki bunun kalplerin zikrullah ile itminan bulmasından hasıl olan hususi bir yumuşama olduğu bilinsin. Yoksa vaziyet sadece derinin, ürperme peşinden eski haline dönmesinden ibaret değildir. Bunun aksine sadece “kalplerin yumuşaması”nı zikretmekle yetinmeyip ayrıca derilerin yumuşamasını da zikretti. Zira maksat şunu anlatmaktır: “Yumuşama kalpleri öylesine kapladı ki onun eseri derilerin dışında bile kendisini gösterdi”.

Yedinci sıfat: Zikrullah olup bundan maksat ayetin başında geçen ahsene’l-hadis’tir. Yani sözlerin en güzeli olan Kur’andır. Söz uzayıp isim biraz geride kaldığı için ona zamir ile ileyhi (ona) diye işaret etmektense açık ismini kullanarak işaret etmek daha münasip olmuştur. Fakat bunu yaparken ahsene’l-hadis ismini tekrar kullanma yerine zikrillah ismi kullanılarak Kur’anın bir başka güzel vasfı gösterilmiştir. Zikrillah’dan maksat, Kur’anın ayetlerindeki rahmet ve müjdelerdir. Zira Kur’an anlattığı her ibretli hadisede, terhibden sonra mutlaka bir terğibe, bir müjdeye yer verir. Ayetteki “telinu” burada “tatmainnu” veya “teskunu” (ısınma, ünsiyet bulma) manasını ihtiva ettiği için, bu manaya uygun olan “ila” edatı kullanılmıştır.

İbn Kesir de bu ayeti tefsir ederken şöyle der: Bir kısım alimler Süfyan İbn Uyeyne’den nakl edilen şu tefsiri benimsemişlerdir: Müteşabihen mesani’nin manası şudur: Kur’anın siyakları bazen bir manaya yönelik olur, müteşabihen budur. Bazen ise bir şeyi zıddı ile birlikte zikr etmekle olur:müminlerden sonra kafirlerden, cennetin peşinden cehennemden ve benzer durumlardan bahs etmek gibi. Mesani de budur. Mesela İnfitar suresi 13-14. ayetlerde ebrar’ın peşinden füccar’ı, yahut Mutaffifin suresi 7-18 kısmında kitabe’l-füccar’ın peşinden kitabe’l-ebrar’ı, yahut Sad suresi 49-56 kısmında müttakilerden sonra tağin (azgınların) akıbetlerinden bahs etmesi gibi. İşte bunlar ve benzeri siyakların tamamı ise mesani’dir. Yani “iki manası, iki yönü olan” demektir. Siyakın hepsi aynı manaya yönelik olursa bunlar müteşabihen grubuna dahil olurlar. Buradaki müteşabih, Al-i İmran 7. ayetindeki müteşabih değildir. Zira orada başka bir mana söz konusudur.

İbn Kesir (Hicr 87); ....
ayetinde geçen seb'an mine'l-mesani hakkında önce es-seb'ut-tuvel, sonra Fatiha suresi şeklindeki iki tefsiri nakl ettikten sonra şöyle der: Bu hadis-i şerif Fatiha'nın Seb'ul-mesani ve Kur'an-ı azim olduğu konusunda nasdır. Fakat ayrıca es-seb'ut-tuvel’in (Zümer 23 tefsirinde) bu sıfatla nitelendirilmesine mani değildir. Çünkü o surelerde de mesanilik vasfı vardır.Hatta Kur'an-ı Kerim'in tamamını böyle nitelendirmeye mani yoktur. Nitekim Cenab-ı Allah “Allahu nezzele ahsene'l-hadisi kitaben müteşabihen mesani (…)” (Zümer 23) buyurmuştur. Şu halde Kur'an bir vecihten mesani, bir vecihten müteşabih, bir vecihten Kur'an-ı azimdir. Nitekim Hz Peygamber salla'llahu aleyhi ve sellem, "takva temeli üzerine bina edilen mescit hangisidir?" (Tevbe 108) diye sorulduğunda, Medinedeki Mescid-i nebevisi olduğunu söylemiştir. Halbuki bu ayet Kuba mescidi hakkında nazil olmuştu. Ama bunda bir münafat (birbirine aykırılık) yoktur. Çünkü herhangi bir sıfatta müştereklik varsa, o sıfatı bir şeye vermek, aynı sıfatı haiz olan bir başka şeye vermeye mani olmaz. (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Tevbe 108 tefsirinde) ayetinde geçen seb’an mine’l-mesani hakkında önce es-seb’ut-tuvel, sonra Fatiha suresi şeklindeki iki tefsiri nakl ettikten sonra şöyle der: Bu hadis-i şerif Fatiha’nın Seb’ul-mesani ve Kur’an-ı azim olduğu konusunda nasdır. Fakat ayrıca es-seb’ut-tuvel’in (Zümer 23 tefsirinde) bu sıfatla nitelendirilmesine mani değildir. Çünkü o surelerde de mesanilik vasfı vardır.Hatta Kur’an-ı Kerim’in tamamını böyle nitelendirmeye mani yoktur. Nitekim Cenab-ı Allah “Allahu nezzele ahsene’l-hadisi kitaben müteşabihen mesani (...)” (Zümer 23) buyurmuştur. Şu halde Kur’an bir vecihten mesani, bir vecihten müteşabih, bir vecihten Kur’an-ı azimdir. Nitekim Hz Peygamber salla’llahu aleyhi ve sellem, “takva temeli üzerine bina edilen mescit hangisidir?” (Tevbe 108) diye sorulduğunda, Medinedeki Mescid-i nebevisi olduğunu söylemiştir. Halbuki bu ayet Kuba mescidi hakkında nazil olmuştu. Ama bunda bir münafat (birbirine aykırılık) yoktur. Çünkü herhangi bir sıfatta müştereklik varsa, o sıfatı bir şeye vermek, aynı sıfatı haiz olan bir başka şeye vermeye mani olmaz. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Tevbe 108 tefsirinde)

Buraya kadar yapılan tefsirlerden şu iki husus kesin olarak anlaşılmış oluyor: 1- Bir itibarla Kur’anın tamamı müteşabihtir. Bu şu anlamdadır: Kur’anın ayetlerinin tamamı aynı durumdadır. Buradaki müteşabih, Al-i İmran 7 ayetindeki müteşabih manasına olmayıp, az önce anlatılan manadadır. 2- Kur’an mesanidir. Mesani ikilenen, ikişerli, iki cihetli, simetrik, tekrarlanan manalarına gelir. Mesani’nin buradaki manası da Hicr 87 ayetindeki manasından farklıdır. Bundan sonra Mesani hakkında pek mufassal ve nefis bir tefsir yapmış olan Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın yazdıklarına bakalım. Onun açıklamaları bu kavramın kapsamı gibi Türkçenin de imkanlarının ve merhum müfessirimizin bunlara vukufunun ne derece geniş olduğuna pek güzel bir nümune teşkil etmektedir:

“Mesna’nın veya mesnat’ın çoğulu olan mesani kelimesi çok anlamlı, çok kapsamlı bir kelimedir. Ki tesniye ve istisna maddesi olan seny’den de, sena’dan da türemiş olabilir. Bu örneklerden bükülmek, kıvrılmak veya katlanmak veya tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya diğer bir şeyin eklenmesiyle takviye veya çeşitlendirilen herhangi bir şeye mesna denilir ki ikişer, ikili, tekrarlanan, bükülü, pekiştirilmiş, muhkem, çifteli, büklüm, büklümlü, büklüm yeri, kat, katlı, kıvrım, kıvrımlı, kıvrak, cilveli manalarına gelir. Bu suretle herhangi bir şeyin kuvvelerine, katlarına, kıvrımlarına mesani denildiği gibi hayvanın dizlerine ve dirseklerine mesani’d-dabbe ve bir vadinin büküntülerine, dönemeçlerine mesani’l-vadi, aynı şekilde musikide ikinci tele veya çifte tellilere mesani denir. Mesna’l-eyadi bağış ve iyiliği tekrar etmek demektir. İbnu Cerir’in İbnu Abbas’dan yaptığı bir nakle göre mesani’de “istisna edilen” manası da vardır. Çünkü istisna da seny’den türemiştir. Bükülmüş ipe veya ipliğe mim harfinin üstünü veya esresi ile mesnat veya misnat denildiği gibi tekrarlama veya yineleme manası itibariyle coşku ve terennüme veya ikişerli manası ile mesnevi dediğimiz nazma da mesnat denilir. Bir de esna’dan mimin ötresi ile müsna’nın çoğulu olabilir ki “övgünün karar bulduğu yer” demek olur. Sonra Allahu nezzele ahsene’l-hadisi kitaben müteşabihen mesani (...) buyurulduğu üzere Kur’ana da mesani denilmiştir”. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Tevbe 108 tefsirinde. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Hicr 87 tefsirinde (sadeleştirme ile)

Müfessirimiz müteakiben bu ayette seb’an mine’l-mesani’nin “ilk yedi uzun sure” veya Fatiha suresi olarak tefsir edildiğini ayrıntılı olarak bildirdikten sonra şöyle devam eder: “Binaenaleyh seb’an mine’l-mesani’den maksadın Ümmü’l-Kur’an olan Fatiha suresinin olduğu ve bundan dolayı Fatiha’nın es-seb’ul-mesani ismini aldığı ve Kur’an-ı Azim’in bunun bir tefsiri olduğu bu hadislerle anlaşılmıştır. Demek ki seb’an mine’l-mesani’de min yalnız teb’iziyye (bir kısmı) manasına değil, aynı zamanda beyaniyye (açıklama) manasınadır. (Bilindiği gibi min’in beyaniyye manasına olmasının teb’iziyye manasına olmasını düşürmesi gerekmez. M.H.Yazır’ın haşiyesi) “Mesaniden yedi mesani” demektir. Yani Fatiha’yı oluşturan yedi ayet, mesaniden, Kur’andan olduğu gibi başlı başına yedi mesanidir. Ve bundan dolayı bütün Kur’anın bir niteliği olan mesani manası bunda müstesna bir şekilde katlanmıştır.

Her namazın her rek’atinde okunan, zamm-ı sure ile katlanan, Kur’anın her hatminde, duaların başında ve sonunda tekrar edilen, nun, mim fasılaları ile iki nağme (ahenk) üzerine akan, her ayeti çifte bir anlamı kapsayan ve genel yapısı ile iki cihanda kulları en büyük maksatlarına iletmekle Allah Tealaya hamd ve sena hakikatinde toplanan Ümmü’l-Kur’an, gerçekten her senaya layık, öyle mesna ve müstesna edilen bir nimet-i uzmadır (en büyük nimettir) ki ancak Hakikat-i Muhammediyyenin mazhariyet-i mümtaziyesinden (seçkin özelliklerdendir)”. (A.g.e. 5/221)

Kanaatimizce mesani kelimesi, kelimenin asli anlamlarından olan “ikişer, ikili, çifteli” anlamlarıyla “simetrik” manasını da kapsamaktadır. Osmanlı Türkçesi’nde mütenazır denilen, fakat şimdi unutulmasıyla, karşılığı bulunmaksızın kullanmaya mahkum olduğumuz bu yabancı simetri terimi şu demektir: “İki şey arasında konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğu”. Aralarında bu durum, yani simetri olan şeylere de “simetrik (symetrique)” denir. Türkçede bakışım ve bakışımlı kelimeleri karşılık olarak kullanılabilir. Öyle zannediyorum ki çağdaş muhataplara mesani özelliğini en iyi anlatan kavramların başında simetri kavramı gelmektedir ve konular, durumlar, kavramlar arasında bu simetri, bu bakışım Kur’an-ı Kerim’in dikkat çeken özelliklerinden biridir.

Buraya Kadar Yazdıklarımızdan Şu Sonuçlar Ortaya Çıkmaktadır:

1- Müteşabih ile mesani kavramları (Zümer 23) ayetinde özel bir anlamda kullanılmışlardır. Al-i İmran 7 ve Hicr 87 ayetlerindekinden farklı anlamlar söz konusudur.

2- Mesani kavramının yani Kur’anın başlıca özelliklerinden bu çok kapsamlı kavramın en bariz tarafı olan ikilenme, ikişerli özellik Kur’anın tamamında kendisini gösteren bir vasıftır.

3- Mesani, müteşabihen kavramına iktiran etmekle tek tek her birinde bulunan manaya ilaveten ek bir anlam kazanmakta, benzerliklerin ve tekrarların sırf tekrardan ibaret kalmayıp nüanslar ihtiva eden, kıvrımlı, katmanları olan, kıvrak, cilveli, pekiştirilmiş, muhkem, simetrik, bazen zıtların ahengiyle dengelenmiş bir özellik taşıdığını ifade etmektedir.

Bu kısa ve belli sonuçlar için bu kadar uzun söze ihtiyaç duymamızı yadırgayanlar olabilir. Bunlar açık gerçek ise zaten meseleyi uzatmaya hacet yoktur. Fakat bazen bilinen prensipler ya yeterince uygulanmamakta veya uygulanmasında değişik görüşler ortaya çıkabilmektedir. Kanaatimizce mesani vasfı böyle özelliklerdendir. Şimdiye kadar yazılan tefsir ve ulumu’l-Kur’an kitaplarının az bir kısmında mücmel tarzda yer verilmekle beraber bol örnekleriyle, değişik nevileriyle, ayrıntılı olarak bu i’caz vechinin inceleme konusu yapıldığını görebilmiş değilim. Görenler varsa ve bize bildirirlerse doğrusu çok memnun olurum. İşte bu bakir alana dalıp, kelimenin tam manasıyla orijinal olan bir çalışma gerçekleştiren bir kitaptan* (Kur’an’ın Müteşabihen Mesani Özelliği, İstanbul Güzel Sanatlar Matbaası, 2005) söz etmek istiyorum.

Erzurum Atatürk ve Samsun OMÜ İlahiyat Fakültelerinde görev yaptıktan sonra emekli olan öğretim üyesi Dr. Muzaffer Ecevit, Kur’an-ı Kerimin bu özelliği üzerinde yoğunlaşmış.

Onun mucizeliğinin diğer yönlerine birer kelime ile işaret ettikten sonra, Kur’an’ın sureleriyle, surelerdeki bölümleriyle, ayetleriyle, hatta kelimeleriyle akıllara durgunluk veren harika bir ikili sisteme sahip olduğunu söylüyor. “Bu harika sistem, Kur’an okuyanlara her zaman kendisini hissettirse de büyük bir dikkatle uzun süre sistem arayışına odaklanmayınca kendisini bütünüyle ele vermiyor. Tabiat ve kâinat da öyle değil midir? İç içe sayısız denge ve düzenlere sahip olan kâinat, tabiat hatta insan vücudu bütün intizamını, düzenlerini ve kanunlarını ilk bakışta herkese açar mı?” diyor. Sonra kâinatın ikili-simetrik yapısını açıklamaya başlıyor. Mesela bedenimizin simetrik bir yapısı var. Baş ve gövde ortada olmak üzere iki yanda iki kolumuz, iki ayağımız, başımızda iki gözümüz, iki kulağımız var. Bütün hayvanların vücut yapılarında da ikili, simetrik bir yapının esas alındığını görüyoruz. Hem yine vücudumuzda kalbimiz tek olsa da kalbin iki karıncığı, iki de kulakçığı var. Damarlarımız da atar ve toplar damarlar şeklinde görev yapıyorlar. İki parçalı akciğerimiz ve iki böbreğimiz var. Beynimiz bile sağ ve sol lop olmak üzere iki parçalı. Ayrıca bütün canlıların erkek ve dişiler olmak üzere çift yaratılmış olmaları da büyük bir gerçektir. İşte Yüce Allah’ın büyük kâinat kitabında kurduğu bu simetrik sistemin, Yüce kitabında da bulunması O’nun hikmetine uygundur.

Hayatta pek çok gerçeğin de iki yönü bulunur: Mesela insanın iç dünyası ve dış dünyası var; madesi var manası var. İyi-kötü, soğuk-sıcak, karanlık-aydınlık, kâr-zarar, hastalık-sağlık, gece-gündüz, âlem-i şehadet-âlem-i ğayb, celal-cemal, dünya-ahiret, hayat-ölüm, çekme-itme ve sayılamayacak kadar zıt ve birbirini tamamlayan ikili sistem tezahürleri vardır. Kur’an, Allah Teala’nın icraatında ve esmay-ı hüsnasında bile bu iki ayrı tarafın bulunduğunu bildirir: el-Evvel - el-Âhir, ez-Zâhir - el-Bâtın, Alîm-Kadir, Gafur-Halim, Aziz-Hakîm, Âlimu’l-ğayb ve’ş-şehade bu nev’in bazı örnekleridir.

Kur’an-ı Kerimde ana manayı, gövdeyi temsil eden tek ayetler ile ona bağlanan, ondan çıkan dalları oluşturan ikilenen ayetler bulunur. Tıpkı bir ağacın gövdesinden çıkan dallar veya ana caddelerden ayrılan sağlı sollu sokaklar gibi. “Her bir surenin içine giriniz: Surenin ayetlerinin simetrik gruplar halinde mesela beş-on ayetli simetrik fasılları, bölümlere ayrılmış olarak bulacaksınız. Sure içindeki bu manidar çift grupların arasında bir yerde, surenin ana ayeti Güneş gibi parlıyor, bütün gruplar ondan mana ışıkları alıyorlar, mana ipleri ile ona bağlanıyorlar. Şimdi de surenin simetrik gruplarının içine giriniz. İki iki duran, el ele tutuşan simetrik ayetler bulacaksınız. Bu bakışımlı ayetler arasında Güneş gibi parlayan o bölümün ana ayetiyle karşılaşacaksınız. Diğer ayetler onu açıklamakta, âdeta onun çevresinde ikişer gezegen gibi dönmektedirler. Şimdi de ayetin içine giriniz: Bazı uzun ayetlerin içinde Kur’anın bütününde gördüğümüz sistemin aynısını buluyoruz. Bu ayetin içinde bile cümleler bakışımlı gruplar oluşturuyorlar. O simetrik cümle veya cümleciklerin bağlı olduğu tek cümle, ana cümledir .

Değerli Muzaffer Ecevit bey, bu konuda
(Hud suresi 1) ayeti ile istidlal etmektedir. O bu ayete şöyle meal veriyor: “Elif -lam-ra, Bu öyle bir kitaptır ki önce kitabın muhkem (ana) ayetleri vaz ve tesbit edilmiş, sonra da hakîm ve habir olan Allah tarafından (simetrik ayetlerle ve simetrik fasıllarla) tafsil edilmiş ve açıklanmıştır”. Bu ayette varid olan ihkâm ve tafsil geniş tefsirlere imkân veren iki kavramdır. Yazar’ın bulduğu manaları da kapsadıklarında şüphe yoktur. Nitekim M. H.Yazır uhkimet hakkında “muhkem kılınmış, gayet sağlam ve muntazam, yüce hikmetler içeren, hikmet nizamı ile düzenlenmiş” anlamlarını verdikten sonra fussilet (tafsil) hakkında da şunları yazmaktadır: “Aslında bir şeyi fasıl fasıl bölmek, belli ve farklı bölümlere ayırmak, demektir.” Daha sonra tafsil’in öteki muhtemel anlamlarını da verdikten sonra: “Kur’an kelimeleri (...), fasıl fasıl, bölüm bölüm kılınmış, ince ilişkiler ve hoş geçişler ile konudan konuya, kıssadan kıssaya geçen sanatlı bir üslup üzerine kurulmuş (...) Böylesine ayrıntılı ve geniş serpiştirmelere rağmen gerek ayrıntılar, gerek ana konu sapasağlam ve muhkem olarak kalmıştır. Onun muhkemliğine ve metanetine asla halel gelmemiştir ki bu anlamda tafsil, inci dizisine fasıla geçirmek anlamından alınmıştır.” (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Ankara, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatı, 1936, Hud 1 tefsirinde, 3/513-514 - sadeleştirilmiş olarak)

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimi doğru ve kolay anlamamız için kolaylaştırmış, lutf edip hem surelerin, hem de sure içinde bölümlerin ana manalarını “muhkem (ana) ayetlerle bize bildirmiştir. Yazarımız bu durumu şöyle bir benzetme ile açıklıyor: “Bu durum, helikoptere binip bir şehri tepeden kuşbakışı seyr etmek veya hiç değilse şehrin krokisine, haritasına bakarak şehrin yerleşimi hakkında genel bilgi edinmek gibidir. Tanımadığımız bir şehri böyle ana hatlarıyla gördükten, tanıdıktan sonra o bütünlüğü sürekli göz önünde tutarak artık daha şuurlu olarak şehrin mahallelerinde, sokaklarında kaybolmadan dolaşabilirsiniz. Yürüdüğünüz sokak hangi caddeye bağlı ve o cadde hangi mahallededir, o mahalle hangi semtin neresindedir bunu bilirsiniz. İşte Kur’andaki simetrik özellik Kur’an şehrinin haritasını veriyor”.

Mufassal ayetler, Muhkem ayetleri dinleyen insanların adeta: “Rabbim, lutfen bu konuyu biraz açar mısın? Daha iyi anlayalım” şeklindeki mukadder sual ve duasına cevap olarak gelen ve ikişer ikişer açılan ayetlerdir. Müellifimiz bazen “ikiz ayet” veya “çift ayetler” adını verdiği bu kavramı bir de şöyle açıklıyor: “İkiz ayet: Anlamca birbiriyle uyumlu, hem anlam hem de şekilce birbirine benzeyen, birbirinin anlamını sürdüren, aynı konunun iki ayrı yanını ele alan ve birbirinin anlamını tamamlayan iki ayet demektir. Şekilce, üslupça hatta uzunluk ve kısalıkta birbirine benzeyen böyle ayetlere “Benzeşen ikizler” demek daha doğru olur. Zaten Kur’an da onlara “müteşabihen mesani” ismini veriyor. Çift ayetler, muhkem (tek) ayetlerin bildirdikleri hakikatleri örneklerle desteklerler. Muhkem ayetlerin dâva ettiği şeyi ispat ederler. Muhkem ayetlerin bahs ettiği şeylerin gerekçesini beyan ederler. Olayların oluş biçimlerini anlatırlar.

Yazarımız Kur’an surelerinin tamamına yakınını mesani açısından tahlil edip incelemiş ve şematik olarak göstermiştir.. Biz bu makalede bunlardan sadece birine yer verebileceğiz:

Mesela Ayete’l-Kürsi’yi inceleyelim. Ayet-i kerime sekiz cümleden oluşmaktadır. Bu cümleler rast gele olmayıp, bir müsbet, peşinden bir menfi cümle olarak simetrik tarzda sıralanmıştır. (Müsbet ve menfi terimlerini Nahiv ıstılahı olarak kullanıyorum.) İki sütun halinde yazmakla bu cümleler daha fazla dikkat çekmektedirler.


A-Mesani özelliğinin birincisi:

Asılda sağdaki sütunda bulunan 1,3,5 ve 7. cümleler müsbet, simetrikleri olan 2,4,6 ve 8. cümlele ise menfidir. (Türkçe mealde sütunlar yer değiştirdiğinden sol tarafta müsbet, sağda menfi cümleler yer almaktadır). Sırasıyla her müsbet cümle doğruyu söylüyor, her menfi cümle ise yanlışı düzeltiyor.

B-Mesani özelliğinin ikincisi:

Lütfen önce sırayla soldan sağa A1 ve A2 yi okuyunuz, sonra bir de sırayla yukarıdan aşağıya doğru A1 ve D1 karelerini okuyarak anlam bütünlüğünü görünüz.

A ve D muhkem bölümlerininin (uhkimet) tafsilatı (fussilet) durumunda, B ve C bölümleri vardır. Bu cümleler, ana manayı veren cümlelerin arasında parantez içi cümlelerdir. Fakat tam orada söylenmesi gereken iki önemli hakikati ifade etmek üzere tam yerlerini bulmuşlardır.

B-1 “O öyle bir Hükümdardır ki göklerde ve yerde ne varsa O’nundur” B-2 “O her şeyin sahibi iken izni olmadan kim O’nun huzurunda şefaatçi olabilir ki?” Bu tafsil bölümünde Ehl-i Kitabın batıl inançları ima edilerek düzeltiliyor.

C-1 “Yalnızca Allah, onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir”. C-2 “(Büyücüler, falcılar, kahinler, batıl inanç sahipleri) Allah dilemedikçe O’nun sonsuz ilminden hiçbir şey alamazlar. Bu tafsil bölümünde ise daha çok (kahinlere ve büyücülere) inanan Cahiliye müşrikleri gibi şirk gruplarının batıl inançları düzeltiliyor.

Böylece görüldüğü üzere Ayete’l-Kürsi’de:
1- İki ayrı müsbet ve menfi sütunlar arasında
2- Peşpeşe müsbet-menfi cümle sıralanışında
3- Dikey olarak ana cümle (muhkem) cümleler ile parantez içi (tafsil cümleleri) arasında çeşitli simetriler bulunmaktadır.

Kitapta bunlar ayrı ayrı renklerle, şematik şekilde basılmış olduğundan bu simetrileri somut olarak görmek mümkün olmakta, göz zevkinin yanısıra, meseleler ayrıca daha iyi ve kolay anlaşılmaktadır.

Makalemizin çerçevesi sınırlı olduğundan sadece bu örnekle yetinmek zorundayız. Az önce işaret ettiğimiz gibi yazarımız bu simetrik düzeni Kur’an-ı Hakimin sûrelerinin tamamına yakın bir kısmına uygulamaktadır.

Son olarak şu hususu hatırlamamızda fayda vardır: “Kur’an ilimleri” olarak adlandırılan bilimsel disiplinler netice itibariyle araştırmacıların Kur’an-ı Hakimdeki bir takım vakıaları açıklama çalışmalarıdır. Bunlar bir kısım ilim adamlarının ıstılahlarından, kabullenmelerinden ibarettir. Mümkün olan tek izah değildirler, başka ihtimaller de bulunabilir. Diğer taraftan, bu disiplinlerdeki genel tespitlerin her zaman istisnaları bulunmaktadır. Nasih-mensuh, tenasübu’l-ayat, huruf-i mukatta’a, muhkem-müteşabih, hakikat-mecaz, müşkilu’l-Kur’an, aksamu’l-Kur’an, hatta emsalu’l-Kuran, esbabu’n-nüzul disiplinlerinde genel hükümlerin yanında nice farklı izahlar, değişik bakış açıları, istisnalar bulunmaktadır. Ama bunlar, o alanların birer bilimsel disiplin sayılmasına mani sayılmamıştır.

Bunlardan biri olması itibariyle, Mesani alanında da bu kabil durumlar olabilir. Ama şunu söy

"Bu Kitabı sana indiren O’dur. Onun ayetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar kitabın esasıdır. Ayetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez (…)" ayetidir. (Al-i İmran 7) İki şeyin birbirine benzemesine teşabüh, birbirine benzeyen iki şeyden her birine de müteşabih denir. Birden fazla manaya muhtemel olduğundan, anlaşılması için başka bir delile ihtiyaç hissettiren, manası hakkında kesin hüküm verilemeyen ayet hakkında bu terim kullanılır.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort