Hit (4866) M-222

Kuran ve Alevi (Nazmi N. Sakallıoğlunun Kuran İsimli Derleme Çevirisinin Eleştirisi)

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 Güncelleyen : /0000-00-00

Kur'ân Ve Alevî (Nazmi N. Sakallıoğlu'nun Kur'an İsimli Derleme Çevirisinin Eleştirisi)

İşin doğrusu şudur: Diğer farklı mezhepler gibi şiî gelenek de başlangıçtan beri, aynı Kur'ân metnine iman etmiştir. Fakat bazı âyetleri farklı yorumlamıştır. Şiî gelenek o farklı yorumlarla, Kur'ân'ın kendi görüşlerine işaret ettiğini düşünmüştür. Bundan ötürü, Kur'ân'ın aslı kaybolduğu gibi gülünç iddialara giderek kendilerini İslâm dışına çıkaracak hale getirmemişlerdir.

Yakınlarda yayınlanmış olan bir Kur'ân meali Türk toplumunda gürültü kopardı. Şuursuz bir şekilde bu kitabın bazı yayın organlarında "Alternatif Kur'ân" diye tanıtılması ortalığı daha da karıştırdı. Bazıları buna "Alevîlerin Kur'ân'ı" adını yakıştırdı. Oysa bütün dünyada Kur'ân-ı Kerim metni hep aynıdır. Sünnîsi, Şiîsi, Alevîsi, Haricîsi ile bütün İslâm dünyasında, bir kelimesi bile değişmeksizin aynı Kur'ân mevcuttur. Nitekim bu iddialara rağmen bu kitapta da, Kur'ân için ufacık dahi olsa bir metin farkı ileri sürülememiştir. Kitap şu unsurlardan meydana gelmektedir:

1- Kur'ân-ı Kerim'in Arapça aslı:

Bu metin gerek Türkiye'de gerek dünyanın bütün bölgelerinde yayılmış olan metnin aynısıdır.

2- Arapça Kur'ân metninin Latin harfleriyle yazılmış transkripsiyonu.

3- Ayetlerin Türkçe anlamları:

Bu anlamlar piyasada bulunan bazı Kur'ân meallerinden alınmıştır. Yeniden bir anlam verme, tercüme ve tefsir etme söz konusu değildir.

4- 6200 küsur âyetten sadece üç yüze yakın âyet mealinin peşinden getirilen çok kısa dipnotlar. Bu notlar aslında not olma, tefsir etme yerine genellikle bir kaç kelimeden ibaret olan cümlelerdir. İlmî veya gayr-i ilmî, hiç bir esere başvurulmamıştır. Yapılan şey sadece, iyi olan bazı müphem (genel) ifadeleri Ehl-i Beyt, bazı kötü vasıfları ise onların muarızı, olan insanlara yakıştırmaktır. Âyet meallerine karıştırılmayıp kısa birer cümle olarak dipnotlara yerleştirilen bu teviller için naklî veya aklî hiç bir delil getirilmemiştir. Hiç tereddüt etmeksizin söyleyebilirim ki bu notların hepsini koymak, insanın yarım gününü bile almaz.

Kitapla ilgili eleştirilerimi şu noktada toplamak istiyorum:

1- Kitabın dış kapağında "Kur'ân" yazılması yanlıştır.(*) "Kur'ân Meali" veya "Kur'ân'ın Türkçe Anlamı" demek gerekirdi. Yine orada yazar olarak "Alevî Dedeleri" denilmiş ki bu da Alevî dedelerinden Nazmi N. Sakallıoğlu adlı birisi olup kendisine Dabbetülarz Profesör 1400 lakabını vermiştir.

2- Kitabın tek farklı yönü olan ve bazı âyet meallerinin peşine yerleştirilen kısa dipnotların çoğu, rasgele tahmin ve yakıştırmalardan başka bir şey değildir. Bazı örnekler verelim: Hicr, 87 âyetinde "Seb-i mesanî" tabiri geçmektedir. Manası "tekrarlanan yedi âyet" olup, Hz. Peygamber (as) bir hadîsinde, Fatiha sûresi olarak açıklamıştır. Bu kitap ise bu âyetlerin, "imamlar" olduğunu iddia eder. Ona göre: Taha, 126 âyetinde unutulduğu bildirilen âyetler Ehl-i Beyt'tir. Hicr, 99 âyetindeki ibadet kavramı, Ehl-i Beyti anmaktır. Al-i İmran, 49 âyeti, Hz. Ali'nin velâyetini bildirmektedir. Bakara 30'daki "halife" Ehl-i Beyt imamlarıdır. Halbuki bunlar genel ifadelerdir. Ehl-i Beyt imamları bu kavramlar içine öncelikle girmekle beraber, daha başka müminler de girebilir. Buna mukabil, ona göre Bakara, 6 âyetinde gözleri perdelenenler, Ehl-i Beyte uymayanlardır. Bakara, 12'deki bozguncular ise Ehl-i Beyti hasıraltı edenlerdir; Bakara 18'de hakkı söylemeyenler Ehl-i Beyt emanetini topluma haber vermeyenlerdir.

3- Bazı yerlerde, dil bilimine göre asla mümkün olmayan ve dinde de yeri bulunmayan hükümler çıkarılmıştır. Bunların en bâtıl olanı: "Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kâdir olmaz mı ? Elbette kâdirdir. O, Hallâk-ı Alimdir" (Yasin, 81) mealindeki âyetten Hz. Ali'nin uluhiyetini çıkarmaktır. Anlaşılan, bu saçma iddiayı âyetin sonundaki Hallâk-ı Alîm'den çıkarıyor. Zira "Alîm" kelimesi bölünürse ilk kısmı, Ali kalmaktadır. Halbuki "Alîm" ilm kökünden sıfat olup "Çok iyi bilen" demektir ve Ali ismi ile hiçbir ilgisi yoktur. Dil ilminde yeri olmayan bu yakıştırmalarla, olsa olsa psikiyatri klinikleri meşgul olabilir.

Mü'minleri bölmek ve İslâm'ın aleyhinde bir merkez olarak kullanmak üzere Hz. Peygamber (as) döneminde yapılan Mescid-i Dırar'dan bahseden Tevbe, 107. âyet mealinden sonra şöyle bir not konulmuş: "camilerin yıkılması hakkında". Bundan maksat iyi anlaşılmıyor. Ümit ederim, camilerin yıkılmasına dair bir hüküm çıkarma cihetine gitmiyordur. Diğer taraftan âyetlerde geçen mescid tabirini "cem evi" diye tevil ediyor. Halbuki mescid: Secde edilen yer, namaz kılınan yer demektir. Cem evi Sünnîlerdeki tekke işlevini yerine getiren bir Alevî kurumudur. Yoksa caminin alternatifi değildir. Dünyanın her tarafında Sünnî olsun, Şiî olsun bütün Müslümanlar ibadetlerini camide yaparlar.

Sarhoşluk veren içkinin haram kılınmasına zemin hazırlayıp da açıkça yasaklamayan Nahl, 87. âyetinin mealinden sonra şöyle bir not konulmuş: "Ehline helal, naehline haram." Oysa âyetin hükmünde böyle indî bir ayrım yoktur. Fakat içkiyi kesin olarak haram kılan Maide, 90-91 âyetlerinin anlamı doğru verilmiş ve başka bir not konulmamıştır. Kadın erkek münasebetlerinden bahseden Nur, 61 âyeti ile ilgili olarak: "Mahremiyet ahlaken sapık olanların ölçüsüdür" diye tuhaf, muğlâk bir izah yapılmış. Umarız ki mahremiyet hükmünü bozuk ahlaklı olanlara mahsus kılma cihetine gitmiyordur. Bir iki yerde (Ahzab 30 ve Hucurat, 2 âyetleri vesilesiyle) Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (ra) karalanır. Bütün bunlar delilsiz olarak dipnotlarda yapılmıştır. Bir de, ilk defa işitilen bir terimle karşılaşıyoruz. Âyet var. Hadis var. Fakat âyet-hadîse ilk defa Al-i ümran, 150 âyetinin mealinden sonra şöyle rastlıyoruz: "Men küntü mevlah" (Ben kimin Efendisi isem, Ali de onun efendisidir.) âyet-hadisine işarettir.

4- Kitabın önsözünde yazar, Kur'ân'dan 400 kadar âyetin çıkarıldığını iddia ediyor. Hatta biraz ileride (s. 4) kendi kendisiyle çelişkiye düşerek eksilen âyet sayısının üç bine bile çıkacağını söyler. Bu tahrif işinin ilk Halife seçilen Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde başlatıldığını iddia eder. Bu batıl bir iddiadır. Kur'ân tahrif edilseydi hiç kimse karşı çıkmasaydı bile Hz. Ali gibi bir kahraman karşı çıkmaz mıydı? Haydi o zaman gücü yetmedi, ya Halife seçilip devletin başına geçtiği zaman, doğru şeklini ortaya çıkarmaz olur muydu? Oysa, Şiîler arasında bile Hz. Ali'den böyle bir rivâyet yer almaz. Bilakis O, Kur'ân'a hizmetleri sebebiyle Hz. Osman'ı övmüştür. Bundan ötürü Ebu Cafer et-Tusî, Tabersî, Tabatabâî gibi en meşhur Şiî müfessirler, Kur'ân metninin, ne noksanlık ne de fazlalık şeklinde en ufak bir değişiklik olmadan Cebrail'in getirdiği şekliyle korunduğunu kesin dille ilan ederler.

Yazar N. N. Sakallıoğlu'na kalsa 1400 senedir Kur'ân'ın aslı yok edilmiş. Ve diyor ki "Biz Alevî dedeleri, gerekli ilavelerle meali, âyetleri aslına uygun hale getirdik." (Önsöz, s. 8)

Halbuki mealine esas aldığı Kur'ân metni, bütün dünyada mevcut metin olduğu gibi, meal de bazı Sünnîlerin hazırladığı mealden alınmıştır. Yazar hiç bir yerde çıkıp da: "Buradan bir âyet çıkarılmıştı. İşte şimdi ben onu yerine yerleştiriyorum" diyememiştir. Bu anlamda en ufak hiç bir şey yapmadan, nasıl olur da "meali, âyetleri aslına uygun hale getirdik" diyebiliyor, anlamak mümkün değildir. Daha önce de söylediğimiz gibi, o sadece bazı dipnotlarla kendisine göre yorumlarda bulunmuştur. Fakat yorum farkı ayrıdır. Asıl metnin değiştirildiğini iddia edip, -uydurma bile olsa- metin farkı ileri sürememek ayrıdır.

Oysa tarihî gerçek şudur: Allah Teala Hicr, 9 âyetinde yaptığı vaadi yerine getirmiş, Kur'ân metnini olduğu gibi korumuştur. Kur'ân'ın değiştirildiğini iddia eden, haşa Allah'ın yalan söylediğini iddia etmiş olur.

Tarihen sabittir ki Hz. Peygamber (as)'in ahirete irtihalinden hemen sonra Müslümanlar arasında farklı görüşler, mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu farklı mezhepler ilmî olduğu gibi, siyasî de olmuştur. Sünnî, Şiî, haricî, mütezilî, cebrî vs. görüşler çıkmıştır. Bütün bu ihtilaflarda başlıca geçerli delil Kur'ân âyetleri idi. Zira âyet herkesi bağlıyordu. İşte şayet metin farkı olsaydı, farklı görüşte olan Müslüman, onu ileri sürerek iddiasını ispatlar, başka hiç bir delile, gayrete mecbur olmazdı. Halbuki rakipler hiç bir zaman farklı bir âyet ileri sürmüş değillerdir. Bakıyoruz ki hepsinin yaptığı, bazı âyetleri sadece farklı yorumlamadan ibaret olmuştur. Buna mukabil hadisler âyetler gibi kesin olmadığından, o hususlarda mezhepler arasında farklı rivâyetler olabilmiştir.

Öte yandan "Kur'ân metni 1400 senedir ortadan kaldırıldı" diyen kimse, Hz. Hüseyin (ra)’den sonraki 9 büyük imamın da gerçek Kur'ân'dan mahrum kaldıklarını iddia etmiş olur. Halbuki onların hiçbirisi farklı bir âyet ileri sürmemiş, hep aynı âyetleri okuyup açıklamışlardır.

Bu imamların bile yapamadığını yapmak 1400 sene sonraki Dabbetularz profesöre mi kalmış?

İşin doğrusu şudur: Diğer farklı mezhepler gibi Şiî gelenek de başlangıçtan beri, aynı Kur'ân metnine iman etmiştir. Fakat bazı âyetleri farklı yorumlamıştır. Şiî gelenek o farklı yorumlarla, Kur'ân'ın kendi görüşlerine işaret ettiğini düşünmüştür. Bundan ötürü, Kur'ân'ın aslı kaybolduğu gibi gülünç iddialara giderek kendilerini İslâm dışına çıkaracak hale getirmemişlerdir.

Kaldı ki elimizde mevcut Kur'ân'da; Ehl-i Bey'tin sevilmesini isteyen (Şûra, 23) ve onların tertemiz olduğunu bildiren (Ahzab, 33) âyetler vardır. Bunlar, onların faziletlerinin, Allah tarafından ebediyyen tescil edilmesi demektir.

Ehl-i Beyt sevgisine dair âyetler çıkarıldı ise öyleyse bunlar neden bırakıldı?

Yazar gerek önsözde, gerek birçok dipnotta Sünnîleri Ehl-i Beyt aleyhtarı gösteriyor. Bu kesin yalandır. Sünnîler gerek kitaplarında, gerek konuşmalarında Ehl-i Beyt'i, özellikle on iki imamı hürmetle anarlar. Çocuklarına onların isimlerini verirler. Camilerde, hutbelerde Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'in isimleri eksilmez. Buna mukabil Ehl-i Beyt'le içtihat farkından ileri gelen bir ihtilafa düşen Muaviye (ra) gibi bir sahabenin bile ismini vermezler. Hele Yezid adı, onlar nezdinde, en büyük hakaret manasına gelir. Böyle iken nasıl olur da; "Hocalar, ömürlerinde bir kere olsun Ehl-i Beyt'i anmıyorlar" veya: "Sünnîler Peygamber neslinin kanına girenleri hazret haline çıkardılar" (önsözde) denilebilir? Bu kesinlikle doğru değildir.

Sayın yazar kendisine Alevî dedesi süsü verse de asla Alevileri temsil edemez. Bu ifadeler kin dolu, cehalet dolu ifadelerdir. Onun içindir ki çeşitli televizyon kanallarında bu kitapla ilgili görüş belirten birçok Alevî dedesi ve Alevî vatandaş, yazarı şiddetle kınamışlardır.

Hele Malatya'dan, Hasan Meşeli adlı bir Alevî dedesinin 14.07.1995 gecesi Samanyolu TV'de gerçekleştirilen Perspektif programında söylediği şu sözler, pek yüksek bir şuur ve ciddiyet örneği durumundadır. Şöyle demişti, "Alevîlerin elinden Kur'ân'ı almak, onların din sahibi olma hakkını elinden almak demektir. Alevî, âyetlere dayanır. Kur'ân giderse, Alevî de kalmaz, Alevîler de buna razı olmaz."

Zannımca yazar ve yayıncı, farklı hiç bir emek ortaya koymadan, bir iki dipnot ilavesiyle, değiştirildiğini iddia ettiği Kur'ân ve mealini tekrar yayınlayarak ticaret yapmak ve ün kazanmak istemişlerdir. Fakat akıllı insana düşen iyi bir nam bırakmaya vesile olan işler yapmasıdır.

* Ankara, Ayyıldız Yay, 1995.


 

Yakınlarda yayınlanmış olan bir Kur'ân meali Türk toplumunda gürültü kopardı. Şuursuz bir şekilde bu kitabın bazı yayın organlarında "Alternatif Kur'ân" diye tanıtılması ortalığı daha da karıştırdı. Bazıları buna "Alevîlerin Kur'ân'ı" adını yakıştırdı. Oysa bütün dünyada Kur'ân-ı Kerim metni hep aynıdır. Sünnîsi, Şiîsi, Alevîsi, Haricîsi ile bütün İslâm dünyasında, bir kelimesi bile değişmeksizin aynı Kur'ân mevcuttur. ...6200 küsur âyetten sadece üç yüze yakın âyet mealinin peşinden getirilen çok kısa dipnotlar. Bu notlar aslında not olma, tefsir etme yerine genellikle bir kaç kelimeden ibaret olan cümlelerdir. İlmî veya gayr-i ilmî, hiç bir esere başvurulmamıştır. Yapılan şey sadece, iyi olan bazı müphem (genel) ifadeleri Ehl-i Beyt, bazı kötü vasıfları ise onların muarızı, olan insanlara yakıştırmaktır. Âyet meallerine karıştırılmayıp kısa birer cümle olarak dipnotlara yerleştirilen bu teviller için naklî veya aklî hiç bir delil getirilmemiştir. Hiç tereddüt etmeksizin söyleyebilirim ki bu notların hepsini koymak, insanın yarım gününü bile almaz.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort