Hit (4371) M-1848

İbadet Estetiği Genel Özellikleri İle Cami Musikisi

Yazar Adı : İlim Dalı : Mûsikî
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-01-13 Güncelleyen : /0000-00-00

İbadet Estetiği: Genel Özellikleri İle Câmi Mûsikîsi

Reading the Kur’an within the general qualities of mosque music

GİRİŞ

Türk insanı İslâm Dinini kabul ettikten sonra bu dinin estetik boyutunu hiçbir zaman ihmal etmemiş, mimâriden mûsikîye her sahada ibadetine ayrı bir güzellik katma gayreti içinde olmuştur. Bu kültür içinde ‘İslâm Sanatları’ adıyla yeni bir bilim-sanat dalı oluşturularak tarihimize büyük eserler kazandırılmıştır. Bu sanat dallarının başta gelenlerinden biri de mûsikî ve mûsikînin ibâdet alanındaki önemidir

Türk Din Mûsikîsinin ilk ve en önemli bölümünü oluşturan bir tür olan Câmi Mûsikîsi, Câmide ibadet öncesi, ibadet sırasında ve ibadetten sonra icra edilen ses mûsikîsinden ibarettir. Câmi içerisinde cehri olarak (yüksek sesle) müezzin, imam ve cemaatin de iştiraki ile seslendirilen, ezan, kamet, Kur’an kıraati, müezzinlik, salâ, tekbîr gibi pek çok icra câmi mûsikîsi içinde yer alır.

Câmi kavramı, genel anlamıyla Müslümanların ibadet ve benzeri amaçlarla bir araya geldikleri mekanlar olarak tanımlanır. Câmi ve mescit kavramları Arapça ‘Cem’ kökünden türeyen ‘toplayan, bir araya getiren’ anlamındaki ‘el-mescidü´l-Câmî’ (Cemaati toplayan Mescit) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Kur’ân-ı Kerîm, Hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında câmî karşılığında mescit kelimesi geçmektedir. Osmanlılar döneminde padişahlar tarafından inşa ettirilen büyük câmilere ‘Selâtîn Câmileri’, vezirler ve diğer devlet ricâli tarafından orta büyüklükteki câmilere, bânîsinin adına izâfeten sadece câmî, küçük olanlara da mescit denilmiştir.[1]

Mûsikî ise; ‘bazı duygu ve düşünceleri seslerle ifade etmek maksadı ile, seslerin, ritimli veya ritimsiz olarak belli kurallar çerçevesinde düzenlenmesidir.’ şeklinde tanımlayabiliriz. Bu açıklama çerçevesinde öne çıkan iki önemli husus ses ve ölçü’dür. Mûsikî ilmi çerçevesinde asıl olan, sesleri ölçülü ve âhenkli bir şekilde düzenlemektir. Dolayısıyla her ses mûsikî olmaz. İnsanları rahatsız eden, düzensiz ve âhenksiz sesler gürültüden başka bir anlam ifade etmez. Bu doğrultuda dînî duyguları da ifade etmenin en önemli vasıtalarından biri olan mûsikînin, cemaat üzerinde etkili bir gücü, önemli bir rolü vardır. Câmide yapılan icralarda mûsikî, ibadetlere ayrı bir güzellik katmak, ibadetleri daha duygulu ve etkili bir hâle getirmek için önemli bir işlevi yerine getirir.

İslâm dininin gönderilmesinden sonra oluşan ve zaman içinde olgunlaşarak gelişen sanat ve estetik değerler arasında, câmi mûsikîsinin ilk temellerini Peygamber Efendimizin yaşadığı dönemde bulmak mümkündür. Onun Kur’an’ı güzel sesle okumayı teşvik etmesi, ezânın güzel okunması gerektiğini anlatarak sesi güzel olan Bilâl’e okutması gibi bazı davranışları dînî mûsikînin ilk temellerini oluşturmuştur.

Türklerin İslâm dinini kabul etmesiyle birlikte, zaman içerisinde belli aşamalar kaydeden İslâm’ın kültür ve medeniyet yapısı, pek çok estetik değeri de bünyesine katmıştır. Dînî mesajların daha etkili bir şekilde iletilebilmesi amacıyla din ve estetik kavramlarını kaynaştırarak, İslâm Sanatları başlığı altında mîmârîden mûsikîye pek çok sanat dalının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Peygamber Efendimizin; ‘Allah güzeldir güzeli sever’[2] mealinde ve bu doğrultuda söylenmiş diğer hadisler, İslâm sanatlarının gelişmesine bir teşvik unsuru olmuş, dînî inançlar ile güzellik kavramının kaynaşmasını sağlayarak dikkâtleri sanat ve estetiğe çekmiştir. Dolayısıyla İslâm düşüncesi meşru çerçevede sanatla meşguliyete müsaade etmiş, pek-çok sanat dalının gelişip benimsenmesi İslâm’a rağmen değil, İslâm dininin teşvikinden dolayı olmuştur. Özellikle İslâm düşüncesinin genişleyip olgunlaşmasına paralel olarak mîmârî, hat, tezhip gibi sanat dalları büyük ilgi, teşvik ve iltifat görmüş, neticesinde Türk kültür hayatına ölümsüz eserler kazandırılmıştır.

Mûsikî de bu çerçevede kabul ve teşvik görerek gelişme sağlamış, dinin samimiyeti ile sanatın samimiyetini bir araya getirerek dinin mesajlarını daha etkili bir şekilde iletebilmek için mûsikîden âzamî derecede istifade edilmiştir. Özellikle dînî hayatın daha etkili ve duygulu hâle gelmesinde mûsikîden istifade etmenin yanı sıra, mûsikî savaştan eğlenceye ve hüzne kadar günlük hayatın önemli bir parçası olmuştur.

Özellikle Kur’an ve ezân okumada güzel sesin fevkalâde gücünü herkes bilir. Kur’an ve ezânın böyle güzel okunmasının dinleyicide sadece kulağa zevk vermekle kalmamakta, ruha hitap edip, mûsikîye ait intibalar uyandırdığından ilâhî mesajın da iletilmesinde âhenk sağlamaktadır.[3] Bu âhenk cemaat üzerinde önemli etkiler yaratmış, ibadetlerin daha duygulu ve daha istekli yapılmasında etkili olmuştur.

Türk Din Mûsikîsinin gelişip din ve kültür hayatımızda önemli, saygın bir yer almasının sebeplerinden biri de, Kur’an’da mûsikîyi yasaklayan hiçbir âyetin bulunmamasının yanı sıra, Peygamber Efendimizin mûsikîyi teşvik eden pek çok hadisinin bulunmasıdır. Bu hadisler mûsikîye olan ilgiyi artırarak önemli bir teşvik unsuru olmuştur. Bu anlamda aşağıda verilen hadisler konuyu daha anlaşılır kılması ve örneklemesi bakımından önemlidir:

‘Kur’an’ı sesinizle süsleyiniz’[4]

‘Cenâb-ı Hak cehren ve tegannî ile Kur’an okuyan bir peygambere kulak verdiği gibi hiçbir şeye kulak vermemiştir.’[5]

Peygamberimizin güzel ses ile Kur’an okunmasını teşvik eden hadislerinin yanı sıra, onun kendi sesinin de çok güzel olduğu belirtilmektedir. Hz. Berâe’den nakledilen bir olay şöyledir:

‘Bir akşam Rasulullah (SAV)’i Tîn Suresini okurken dinlemiştim. Sesi (veya kıraati) ondan daha güzel birini görmedim.’ Yine Ümmü Ma’bed: ‘...Hz. Peygamberin sesi açık seçik, nağmesi ise güzel idi’[6] demektedir. Hz. Peygamberin Kur’an’ı Çârgâh makamı ile okuduğunu söyleyen hâfızlar vardır.[7]

Hz. Peygamberin Kur’an’ı güzel ses ile okumaları için ümmetini teşvik etmesi, Müslümanların Kur’an’ı güzel ses ve hoş nağme ile okumalarına ve böyle okunan kırâatlere ilgi göstermelerine sebep olmuştur. Aslında her insanda fıtraten mevcut olan güzele ve güzel sese alâka duyma istidâdı dînî bir teşvik ile birleşince, Müslümanlar nazmı ve mânâsı güzel olan Kur’an’ı ona lâyık bir ses güzelliği ile okumayı kendilerine dînî bir ideal bilmişler ve bu ideali gerçekleştirmek için bütün gayretlerini seferber eylemişlerdir.[8]

Osmanlı medeniyeti özellikle ezanın ve Kur’an’ın çok güzel okunması hususunda ayrı bir titizlik göstermiş, özel eğitimlerle hâfızlar ve müezzinler yetiştirmiştir. Osmanlı medeniyeti Kur’an okumak gibi bir ibadeti dahi sanatın ince zevk ve estetik imbiğinden geçirerek ayrı inancı paylaşanlar tarafından dahi kabul edilebilir bir sanat yüceliğine ulaşmıştır.[9] Kur’an’ın çok güzel okunması hususundaki bu anlayış hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Türk mûsikîsi makamları çerçevesinde, İstanbul ağzı denilen bir üslûpla yapılan kırâat, kültürümüzün en muteber kabul ettiği bir tarzdır.

Kur’an kıraatinin yanı sıra, salâvatlarla, salâlarla, ilâhilerle, tekbir ve duâlarla ibâdetlere apayrı güzellikler katılmış, Türk kültür hayatında ibadetlerin dînî bir vecîbe olmasının yanı sıra güzel ses ve mûsikîden istifade ile bir de zevk ve sanat boyutu ortaya çıkmıştır.

Genel Özellikleri İle Câmi Mûsikîsi:

Genelde, Câmi ve Tasavvuf (Tekke) mûsikîsi olarak iki ana gurupta incelenen Türk Din mûsikîsi formları içinde Câmi mûsikîsi ilk ve en önemli bölümü oluşturan bir türdür. Dînî duyguları daha etkili bir şekilde ifade etmenin yanı sıra, ibadetlerin daha coşkulu bir şekilde yapılması ve cemaatin kolektif heyecanını ifade etmesi bakımından da ayrı bir özelliğe sahiptir.

Câmi mûsikîsi kendi içerisinde belli kurallara bağlı olarak icra edilir Dolayısıyla da diğer müzik türlerinden farklı olarak, kendisine has birtakım özellikler arz eder. Dikkâtle vurgulanması gereken konu şudur: Câmi mûsikîsi diğer müzik türleri gibi düşünülmemeli, gösteri ve şov anlayışından uzak, ibadet amaçlı yapıldığı ve Allah’ın huzurunda bulunulduğu unutulmamalıdır. Bu tür, bir gösteri sanatı değil, bir ibadet estetiğidir. Asıl amaç, ibadetlere ayrı bir güzellik katmaktır.

Câmi mûsikîsinde ses ön plândadır. Dolayısıyla bu türün icrasında herhangi bir enstrüman (saz) kullanılmaz. Türk-İslâm kültürü içinde geçmiş tecrübelere bakıldığı zaman hiçbir saz[10] camiye (zikir veya farklı amaçlarla) sokulmamış, câmi içinde herhangi bir enstrüman eşliğinde icra yapılmamıştır. Bu prensibin kendi içinde haklı gerekçeleri vardır. İslâm dininin ibadet ve kültür hayatında câmiler bütün Müslümanların ortak kullandığı müşterek mekânlardır. Hiçbir şahsın, zümrenin, gurubun, cemaatin veya tarikatın şahsî malı olamaz. Şayet bir cemaat, tarikat veya gurup sahiplenirse o zaman câmiler bütün Müslümanların ortak mekânı olmaktan çıkar. Bu anlamda bir cemaat tarikat veya gurup, (dînî duyguların ifadesi amacıyla bile olsa) ‘Ben câmide ney üfleyeceğim, bendir veya kudüm vurarak zikir çekeceğim veya âyin yapacağım’ şeklinde bir istekte bulunursa, aynı hakkı bir başka guruba ya da şahsa da verir. Dolayısıyla Müslüman kimliğini öne süren bir başka kişi veya gurup da çıkıp ‘Ben de bağlama, keman, piyano...ile câmide ilâhi çalacağım, âyin yapacağım’ şeklinde bir istekte bulunursa hiçbir itiraz veya karşı koyma hakkına sahip olmadığımız gibi, emsal teşkil etmiş oluruz. Çünkü, mûsikî açısından teknik anlamda bakıldığı zaman şu enstrüman dînîdir, şu enstrüman din dışıdır şeklinde bir tasnif yapamayacağımız gibi, benim yaptığım dînîdir, senin yaptığın ise din dışıdır, şeklinde bir ayırımı da yapabilmemiz oldukça güçtür.

Nitekim yukarıda izah edilmeye çalışılan konunun en güzel örneği yakın geçmişte yaşanmıştır. Acz-i Mendî tarikatına mensup bir gurup, ellerinde def ve bendirlerle Ankara Kocatepe Câmi’ne kadar gelerek ‘Biz camide zikir çekeceğiz’ anlamında bir talepte bulunmuşlardı. Çok yerinde ve doğru bir kararla bu gurubun camiye girmesine müsaade edilmemişti. Nitekim böyle bir izin alınarak gurup camiye girmiş ve orada zikir çekmiş olsaydı, aynı hak bir başka kişi, gurup veya tarikata da doğacaktı. Sonuçta da Müslüman kimliğini öne çıkaran herkes, kendi bildiği gibi birtakım hareketler ortaya koyacak ve câmi asıl işlevinin tamamen dışına çıkarak çok farklı boyutlar kazanacaktı. İslâm tasavvufunda cehrî (yüksek sesli) zikir bir kolektiflik arz eder ve belli disiplinlere bağlıdır. Bu anlamda zikrin yeri câmiler değil, tekkeler, dergâhlar veya Mevlevîhanelerdir.

Ayrıca, câmi mûsikîsinde enstrüman kullanılmaması ile ilgili olarak, Kur’an, ezan ve müezzinlik icrasını bir saz eşliğinde yapma isteği de bu mûsikî türünün benimsemediği bir tarzdır. Bir müzik âletinden istifade ile yapılacak eğitim câmi dışında olmalı, mûsikînin icap ettiği kurallar öğrenilmeli ve bu eğitimin neticesi sazsız olarak ses ile ve güzel bir üslûpla camide icra edilmelidir. Yoksa kişinin, ‘Ben Kur’an veya ezan okurken, müezzinlik yaparken bir saz bana eşlik etsin ses versin, hem makamı daha iyi yakalarım, hem detone (ses perdesini kaybetme) olmam...’anlamlarında bir talepte bulunması bu türün kabul edeceği bir tarz değildir. Bu talepler ibadet haricinde, câmi dışında yapılmalıdır. Yoksa okunan Kur’an, sazdan ses alarak, taksimle karışık gazel veya kaside üslubuna benzer ki, kıraatte böyle bir usul yanlıştır, geçmişte de bunun bir örneği yoktur.

Câmi mûsikîsinin ikinci önemli özelliği de Kur’an, ezan ve kâmet gibi namazı ilgilendiren bölümlerin bestelenmeden irticâlen okunmasıdır. Bestelemek, güfteyi bir usul kalıbına uydurup, belli ritimlerle icradır. Kur’an, ezan gibi metinleri bestelenecek bir güfte gibi algılamak yanlıştır. Türk Din Mûsikîsinde bestelenmeden icra edilen bu türler, kırâatin teknik kurallarına uygun, Türk mûsikîsi makamları çerçevesinde irticâlen yapılır. İrticâlî icrada, icracının ses güzelliği ve mûsikî bilgisi ön plana çıkar. Öncelikle göz önünde tutulması gereken husus şudur: Kur’an’ı güzel ve mûsikî ile okumak adına kıraatin teknik kurallarının dışına çıkmak (mahreç ‘Arap harflerinin ağızdan çıkışı’ ve tecvit kurallarını bilmemek veya ihmal etmek) Kur’an üslubuna ters olduğu gibi, böyle bilinçsizce yapılan bir icra, büyük bir hatadır. Kırâatte asıl olan önce doğru okumaktır. Kur’an’ı doğru okumayı öğrendikten sonra güzel okumak için çalışılmalıdır. Bu anlamda Kur’an’ı yüksek sesle, başkalarına da dinletmek amacı ile okumak, belli bir eğitim gerektirir. Bu eğitimi aldıktan sonra onu daha güzel şekilde okuyabilmek için iyi bir mûsikî eğitimi gündeme gelir. Nitekim kültürümüzde, hâfızlık müessesesi içinde iyi bir mûsikî eğitimine de ayrı bir yer verilerek Kur’an’ın en güzel bir şekilde okunması ideal bilinmiştir.

Son dönemlerde özellikle medyada bazı ses sanatçılarının Ramazan ayında ezan okuma, zaman zaman Kur’an’dan ayetler okuma gibi teşebbüslerinin olduğu görülmektedir. Tabiî ki ezan ve Kur’an, kimsenin tekelinde değildir. Ancak her işi ehlinin yapması gerektiği prensibi unutulmamalıdır. Hele hele yapılan iş toplumu ilgilendiriyorsa bu prensip daha da farklı bir önem kazanır. Çok güzel sesi olan veya şarkı söyleyen birinin güzel Kur’an okuyacağı gibi bir anlayışın doğru olamayacağı gibi, güzel Kur’an okuyan her kişinin de güzel şarkı veya türkü söyleyebileceğini düşünmek yanlıştır. Her ne kadar sâfiyâne duygularla ve art niyetsiz olarak yapılmış bile olsa yanlışı tasvip etmek hatadır. Yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı gibi bu türlü icraların kendi içinde belli kuralları ve disiplinleri vardır. Bilinçsizce yapılan bu icralar neticesinde ortaya estetikten uzak ve hatalarla dolu bir görüntü çıkmaktadır.

Konunun dikkât çekici diğer bir boyutu da yeni gelişmeye başlayan bazı anlayışlardır. Kur’an ile ilgili yeni bazı çalışmalar yapmak veya onu daha güzel okumak adına Kur’an’ı bestelemek gibi bazı düşüncelerin veya çalışmaların oluştuğu duyulmaktadır. Bestelemek, belli makam kuralları ve özellikle de bir usul kalıbı çerçevesinde yapılır. Halbuki Kur’an icrası yukarıda da izah edildiği gibi irticâlen yapılır, usulsüz okunur. Kur’an âyetlerini bestelenecek güfte (söz) gibi düşünmek yanlıştır. Gelenekte de böyle bir çalışma yapılmamıştır. Âyetlerin bestelenmesi durumunda Kur’an, bir ilâhi veya şarkı gibi okunmaya başlanacak, irticâlî icranın hiçbir özelliği ve önemi kalmayacaktır. Ayrıca kırâat esnasında Kur’an’ın bazı teknik kurallarını (İhfa, idğam gibi) besteye uyarlamak veya besteli okumak büyük yanlışlıkları da beraberinde getirecektir.

Nitekim Kur’an’ın şarkı ve gazellere benzetilerek okunması hususunda günümüze aktarılan önemli bilgiler vardır. Süleyman Uludağ, melodi (elhan) ile Kur’an okuma işinin ilk defa Tâbiîn döneminde çıktığından bahsetmektedir. Aradan zaman geçtikçe çeşitli bölge ve şehirlerdeki güzel sesli okuyucular Kur’an kırâatini mahallî melodiler ile karıştırarak âhengi bozmuşlar, kırâati âdeta şarkı ve gazellere benzetmişlerdir. İslâm dini bu türlü kıraate asla cevaz vermemiştir. Meselâ, el-Haytam el-Allaf; ‘Emme’s-sefînetü fekânet...’[11]âyetini dönemin malum bir şarkısının melodisi ile okuyan ilk kişi idi. el-Haytam’dan başka Aban b. Tâlip, İbn A’yun ve diğer bazı kimseler, Kur’an kırâatini profan şarkı melodileri ile karıştırmışlardır. Bunlar arasında bilhassa Muhammet b. Sa’d et-Tirmizî şarkıların melodilerini olduğu gibi Kur’an kırâatine tatbik etmişlerdir.[12]

Bu anlamda İslâm düşüncesinde oluşan tedirginlik, Kur’an’ın şarkı ve türkü nağmelerine benzetilerek yüce lâfzının bozulması korkusundandır. Kur’an makam ile okunur gerekçesiyle olabilecek hataları müsamaha ile karşılamak doğru değildir. Asıl olan önce doğru, sonra güzel okumaktır. Kur’an’ın şarkı, türkü veya gazellere benzetilmesine de hiçbir şekilde izin verilemez.

Kur’an okumanın nasıl olması gerektiği ile ilgili cevabı bizâtihî Kur’an kendisi cevaplar. Yüce Allah şöyle buyurur:

‘Kur’an’ı tertîl ile oku’[13]

‘Onu (Kur’an’ı) tertîl ile okuduk’[14]

Bu âyetlerde geçen tertîl kelimesi, sözü yerli yerinde, uygun ve güzel bir şekilde söylemek anlamlarına gelir. Kur’an’ın tertîli, her harfinin edâsının, tertibinin, mânâsının hakkını doyura doyura vererek okunmasıdır. Bir söz aslında ne kadar güzel olursa olsun, gereği gibi güzel okunmayınca güzelliği kalmaz. Güzel okumasını bilmeyenler güzel sözleri berbat ederler.[15] Bu anlamda mûsikî, Kur’an’ın güzel okunması ifadesinin dışında kalamaz. Kur’an’ı sesli okumaya başlayınca okuyucu bilse de bilmese de, istese de istemese de, okuyuşundaki ses ölçüleri ve sesindeki perdeler, nağme ve sair makamların hepsi mûsikî ile başlar ve devam eder. Mûsikîsiz tilâvet mümkün değildir, yapılamaz, hatta tasarlanamaz. Tilâvet ile mûsikî lâzım-melzum (lüzumlu kılınış) kabilindendir. Bu bakımdan tecvîd ve tertîl üzere sesli Kur’an okuyan kimsenin bu okuyuşu ne kadar düz ve sade olursa olsun mutlaka mûsikî ve makamın dışında kalamaz, şu veya bu makama dahil olur.[16] Burada anlatılan asıl konu kırâati mûsikîsiz yapmak değil, onu şarkı ve gazellere benzetmeden, mûsikîden istifade ile irticâlen, güzel bir üslupla kırâattir.

Câmi mûsikîsi icrasının önemli diğer bir özelliği de zâhidâne bir üslup arz etmesidir. ‘Zâhidâne’ kavramının kökü ‘Züht’ kelimesine dayanır. Züht; 'soğuk ve ilgisiz davranmak, rağbet etmemek, yüz çevirmek, Hakk’a yönelmek için dünyadan da, âhiretten de yüz çevirmek...’[17] gibi anlamlara gelir. Buna göre zâhidâne üslup, icracının mânevi duygular içinde, Hakk’a yönelerek, Allah'ın huzurunda bulunulduğunun bilincinde olarak, insanın acziyetini, yakarışını ve duayı ön plâna çıkaran bir tavır sergilemesidir. Yoksa tıpkı bir sahne sanatçısı edasıyla, gösteri yaparcasına okumak, nefsî duygulara kapılıp kibirlenmek veya büyüklenmek gibi davranışlar ve bu doğrultuda icra edilen kırâatler câmi mûsikîsi âdâbına yakışmaz. Bu mûsikî türünde kullanılan güftelerin bir kısmı Arapça’dır ve bu güftelerde Allah’ın yüceliği, züht, takva, dua gibi duygular ön plândadır.

Türk Din Mûsikîsi açısından önemli diğer bir husus da câmi mûsikîsi icrasında Türk mûsikîsi makamlarının kullanılmasıdır. Kur’an kırâati gibi kutsal bir işin en güzel şekilde yapılabilmesi ve onun şânına lâyık bir şekilde okunabilmesi için tarih içinde büyük çalışmalar yapılmış, ibadetin yanı sıra kırâat bir sanat dalı haline getirilmiştir. Bu yapılan işin bilincinde olarak, meselenin bir kültür, sanat ve estetik boyutunun bulunduğunu unutmamak gerekir. Kur’an’ı nerede okuduğumuz ve kime hitap ettiğiniz çok önemlidir. Türk insanın yaşadığı bir coğrafyada isek, özellikle de orada bulunan insanların duygularına ve kültürüne hitap edilmesi gerektiği bilincinde olunması gerekir. Son zamanlarda Arap melodileri ile taklîdî kırâatlerin ilgi görmeye başladığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Bilinçsizce yapılan bu taklidin kendi kültür ve sanat anlayışımıza büyük bir yara açtığı muhakkaktır. Türk insanının âşinâ olduğu, benimsediği ve kulağında yer eden uşşak, hicaz, rast, hüseynî, segâh, sabâ, hüzzam... gibi Türk Mûsikîsi makamları tercih edilmelidir. Bu tercih hitap edilen insanların dînî duygularını ifade etmelerinde ve hissetmelerinde önemli bir sebeptir. Bu kültürün insanları, sevincinden hüznüne her duygusunu kendi mûsikîsi ile ifade etmiştir. Türk insanı türküsünden oyun havasına, ağıtından mersiyesine, ezanından Kur’an kırâatine kadar yaptığı her türlü sesli icrada kendi mûsikîsini hep ön plânda tutmuştur. Bunun ihmali bir kültürün ve sanatın yok olması demektir. Bu anlayış çerçevesinde Kur’an eğitimi veren kurumların bu eğitime paralel olarak, ciddi bir mûsikî eğitimi, ses terbiyesi gibi hususları da göz önünde tutmaları gerekmektedir. Dînî hayatta bir kültür ve sanat değerinin bulunduğuna inandığımız bu konunun büyük önem ve aciliyet arz ettiği âşikardır.

Dipnotlar

[1] ‘Câmi’ Maddesi, T.D.V.İ.A, İstanbul 1993, c.VII, s.46 vd.

[2] el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, Beyrut 1982, c.V, s.132-133.

[3] M.M.Şerif, İslâm Düşüncesi Tarihi, İnsan Yay. İstanbul 1991, c.III, s.347.

[4] El-Heysemî, a.g.e, c.VII, s.770.

[5] Buhârî ,İsmail b. İbrahim, Sahîhu’l-Buhârî, I-VIII, İstanbul tsz; Tevhîd, 52; Müslim Ebu’l-Huseyn el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, Thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, I-IV+Fihrist, Beyrut 1983, Salâtü’l-Müsafirîn, 232-233; Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sünen-i Nesâî, Mektebu Tahkîki’t-Turâsi’l-Arabî, I-VIII+Fihrist, Beyrut 1992, İftitâh, 83.

[6] Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ’, Uludağ Yay, Bursa 1992, s. 113.

[7] Kadı Iyaz, Şifa-i Şerîf, (Ter.) Naim Erdoğan, Hüseyin S Erdoğan, Çile Yay, İstanbul 1397/1977, s.81-82.

[8] Süleyman Uludağ, a.g.e, s.210.

[9] Ömer Tuğrul İnançer, ‘Osmanlılarda Mûsikî’, Mûsikî Mecmuası, İstanbul Haziran 1999, Sayı. 465, s.13

[10] Makale içinde kullanılan ‘Saz’ kelimesi ile enstrümanların genel adı kast edilmektedir.

[11] El-Kehf, 9.

[12] Uludağ, a.g.e, s. 211-212.

[13] Müzemmil, 4.

[14] Furkan, 32.

[15] Abdurrahman Çetin, ‘Kur’an Kıraatinde Mûsikînin Yeri’ Uludağ Ünv. İlâhiyat Fak. Dergisi, c.7, Sayı 7, 1998, s.119.

[16] A.g.m, s.129.

[17] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Mârifet Yay. İstanbul 1996, s. 593.

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://erdoganates.net/ibadetestetigi.html
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort