Hit (3270) M-1681

Tercümanın Hissesi

Yazar Adı : İlim Dalı : Genel
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-10-28 Güncelleyen : /0000-00-00

Tercümanın Hissesi

Sikke-yi Tasdik-i Gaybi'nin Birinci Şua'sının İkinci Sual'i şöyledir:

"Şiddetle ve amirane denildi ki: 'Sen Risale-i Nur'un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (ra) ve Gavs-ı Azam (ra) gibi zatların kasidelerinden şahitler gösteriyorsun. Halbuki asıl söz sahibi Kuran'dır. Risale-i Nur, Kuran'ın hakiki bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes'elelerinin bir bürhanıdır. Kuran ise, sair kelamlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususi ve cüz'i değildir. Belki Kuran, umum işaratiyle ve eczasiyle ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzuli, lüzumsuz maddeleri yoktur. Alem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?"

Üstad'ın cevabına geçmeden önce, sualdeki hususlara biraz yakından bakalım.

İlk cümlenin girişinden de anlaşılacağı üzre, sahabi, alim ve ariflerin birçoğu, eserlerinde Risale-i Nur'u ve Üstad'ı müjdelemişlerdir. Sikke-yi Tasdik-i Gaybi'de Üstad hazretleri, özellikle Hazret-i Ali'nin (ra) bu husustaki işaretlerini ayrıntılarıyla ortaya koyar. Burada adı geçen Gavs-ı Azam (ra)'dan da Risale-i Nur'un birçok yerinde söz eder. Abdulkadir-i Geylani için, 'kutsi mürşidim ve üstadım' der. İbn Arabi hazretleri, Gavs-ı Azam'ın halifesinin halifesidir ve O'nun hırkasını giymiştir. Oniki büyük tarikin en gürbüz damarı Hazret-i Gavs üzerinden gelir. Kendisi Seyyittir. O'nun Fütuhu'l-Gayb'ının Yeni Said'e geçiş sürecinde önemli bir tesiri söz konusudur. Bir gün Fütuhu'l-Gayb'ı açar ve kendisine hitabeden bir cümleyi okur. Burada Üstad'ın okuduğu metin, Gavs-ı Azam'ın (ra) Fethü'r-Rabbani adlı kıymetli eseriyle birlikte neşredilmiş olan Fütuhu'l-Gayb'dır. Kitapta Üstad'ın sözünü ettiği bahis dışında çok sayıda işaret ve ima vardır. Risale-i Nur'u sadece Hz. Ali ve Gavs-ı Azam müjdelememektedir. Başta İbn Arabi hazretleri olmak üzere (Füsus'ta Risale-i Nur'la ve Üstad'la ilgili çok sayıda ihbar yer alır) İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam, Şah-ı Nakşibend (ra) hazeratı gibi pek çok imamın, arif ve alimin eserlerinde bu türden ihbarata rastlamak mümkündür ve bu son derece olağandır. İmamlar, Efendimiz'in (sav) kamil varisleridir ve kendi zamanlarının veted'idirler (sütun, çoğulu evtad.). Kuran-ı Kerim'de geçen veted tabiri (göklerin direksiz çatılmış olmasıyla ilgili haberde olduğu gibi) Allah Resulü'nün kamil varisleri için de kullanılır. Onlar Cenab-ı Hakk'ın yarattığı arzda manevi nizamı yüklenmiş, onu tutan manevi sütunlardır. Ki onlara insan-ı kamil ve insan-ı kadim de denir. İnsan-ı kamilden kasıt yeryüzünün halifesidir. Onun prototipi Efendimiz'dir. O, dünyanın kozmik aklıdır. Kainatın minyatür halidir. Alemde ne varsa onda bulunur. O, alemi temsil eder ve alemin tesbihat ve ibadatını kendi ubudiyyetinde toplar. Onun sürekli makamı 'ubudet'tir. Ubudet, kulda kulluğun (ubudiyyetin) süreklilik kazanmasıdır. Kesintisiz ubudiyyet haline, yani kulda ubudiyyet halinin sürekli galebesine ubudet denir.) Allah'ın Müdebbir sıfatıyla sıfatlanmıştır. Mülkü korur, mülkle melekutu şahsında birleştirir. Bundan kinaye Efendimiz ve kamil varisleri için 'Berzah' tabiri de kullanılır. Gayb ile şehadet arasında bir geçit. İnsan-ı kadim'den maksat ise, insanın annesinden doğduğu andaki gibi saf kalmasıdır. Buna arifler 'ebedi çocukluk' hali de derler. O saflığı, yani insanın asli doğasındaki(fıtrat) saffeti koruyarak yaşaması...İnsan-ı kamil ve kadim niteliğine sahip imamlar, aynı nurani meclisin insanlarıdır. Aralarındaki zaman ve mekan farkı görüşmelerine mani olmaz. Birbirleriyle ilgili ifadeleri ve kullandıkları dil, aynı mecliste olmanın gerektirdiği gibidir. Üstad Bediüzzaman'ı ve Risale-i Nur'u, kendisi gibi Efendimiz'in (dolayısıyla diğer ulu'l-azm peygamberlerin) kamil varisi olan bütün imamlar müjdelemişlerdir.

Üstad, Ayetü'l-Kübra'ya adını Hz. Ali'nin verdiğini söyler. Ayetü'l-Kübra'nın İkinci Makamı'nda geçen bu husus son derece önemlidir.

Sualde geçen ve üzerinde durulması gereken bir başka kelime, 'şahit'tir.

Şahit, şuhuda mazhar olan demektir. Müşahade ve meşhed kelimesi aynı köktendir. Müşahade, İlahi Hakikat'in bir boyutunu bizatihi idrak anlamındadır. Meşhed, şuhud yeri demektir. İlahi Meşhed, Cenab-ı Hakk'ın bir ismiyle veya sıfatıyla tecelli ettiği yer/varlık manasına gelir. Müşahade bu anlamda, Cenab-ı Hakk'ın bir İsminin tedbiri altındayken O İsmin hakikatlerinden bir hakikati idrak etmektir. Bu şuhuda mazhar olana şahit veya müşahit denir.

Yine sualde geçen bir başka önemli ıstılah, 'tercüman'dır.

Üstad, kendisini Risale-i Nur'un tercümanı olarak niteler. Bunu Külliyat'ta sık sık görürüz. Kimi zaman Kuran'ın tercümanı der.

Tercüman da irfani bir ıstılahtır ve inisyasyon sözlüğünde sıkça geçer.

Istılahı çokça kullananlardan biri İbn Arabi hazretleridir. Teracim adlı bir eseri de olan ve mana dünyası bu ıstılah üzerine oturan Şeyh-i Ekber'in yine burada geçen bir kavramla ilgili başka bir eseri de vardır : Kitabu'ş-Şahit. Michel Chodkiewicz'in değerli çalışması Sahilsiz Bir Umman'ın bir bölümü bu hususa ayrılmıştır. Chodkiewicz, 'Ufuklarda ve Kendi Nefislerinde' başlıklı bölümde, İbn Arabi'nin 'şahit' ıstılahını gerek Fütuhat'ta gerekse Kitabu'ş-Şahit'te aynı manada kullandığını belirtir : 'Şahit : Müşahade edilenin suretinin müşahade edendeki kalıcılığı. Veya, müşahade makamından ayrılmasından sonra kulun kalbinde kalan'dır Tercüme ise, geniş manasıyla, Allah'ın kelamını ihtiva eden iki kitap hükmündeki Kuran ve alemin te'viline vakıf olan insan-ı kamilin işlevidir. Üstad da tıpkı İbn Arabi hazretleri gibi, kendi ifa ettiği vazifeyi bu kelimeyle (tercüme-tercüman) tanımlar. İbn Arabi hazretlerinin Kitabu'-Teracim'indeki hususi kullanım itibariyle, kelime, her türlü nazariyyattan arınarak tasaffi etmiş bir aklın muhtelif derecelerde muttali olduğu İlahi isimlerden aldığı sırların tercümesini ifade etmektedir. Zaten Kitabu't-Teracim ile faslu'l-Münazelat arasında yakın bir ilişki bulunduğu, risalenin hemen başında ima edilmektedir : 'Ey kardeşlerim, yüksek bir himmete sahip olanlar arasında, yüce derecelere çıkanlara rasında bulunan sizler (zira ancak size sesleniyor ve öğretmek değil, ama hatırlatmak namına konuşuyorum) bilmelisiniz ki, İlahi isimlerin hakikatleriyle insan-ı kamilin şahsındaki insani hakikatler arasında gerçekleşen yarı yol karşılaşmaları (münazelat), tıpkı (kalpten Allah'a doğru) yönelimler ve İlahi isimler gibi sayısızdır.' Biraz aşağıda ise şu cümleyi okuruz: 'Münazelat, ancak ve ancak şeriata en mükemmel surette riayetle elde edilebilir.

İbn Arabi hazretleri yine bir başka kitabında, Kitabu'l-İsra'sında, metnin başından sonuna kadar, farklı 'Abdullah'ların ağzından kendisi konuşur ve kendisini, 'velayetin sayısız şekillerinin mütercimi' olarak niteler. Burada mütercim'den kasıt, velayetin tüm dillerini bilendir. Teracim dışında, örneğin Tercümanu'l-Eşvak'la da kendisini İlahi Hakikatlerin bir tercümanı olarak takdim etmektedir. Bediüzzaman hazretleri de kendisinin vazifesinin mütercimlik olduğunu beyan eder eserlerinde. Demek ki O da, velayet dillerinin tümünü bilmektedir ve tercümanlık yapmaktadır. Sualin sondan bir önceki cümlesinde ise Kuran, 'alem-i gaybın tercümanı' olarak nitelenir. Bu yönüyle Kuran da berzahtır. Mülk ile melekutu birleştirendir. İnsan-ı kamil için Kuran'ın kardeşi veya bizatihi Kuran ifadesi de kullanılmıştır bazı arifler tarafından. İbn Arabi hazretleri bunu izah ederken Hz. Aişe (ra) validemizin Efendimiz'e ilişkin bir soruya verdiği cevabı hatırlatır : 'Onun ahlakı Kuran'dı.' Bu manada Efendimiz, Kuran'ın kardeşidir hatta Kuran'dır. Kuran'ın hakikatleri nefsinde tahakkuk etmiştir. Kuran'la getirdiği İlahi hakikatler, O'nun hayatının bütününe sirayet etmiş ve mütecelli olmuştur. Kuran nasıl ki gayb aleminin tercümanıdır, Efendimiz de (sav) onun mütercimidir. Efendimiz'in (sav) kamil varisleri olan alimler ve arifler de Kuran'ın tercümanıdırlar. Üstad'ın burada kullandığı tercüman kelimesinin ıstılahi bir manası vardır.

Şimdi cevaba bakalım :

"Risale-i Nur, doğrudan doğruya Kuran'ın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem'a-yı i'caz-ı manevisi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm- hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-yi maneviyyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kuran'ın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur'un meziyetini beyan etmekliği Hak iktiza eder ve Hakikat ister, Kur'an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür."

Cevabın devamında Üstad iki ihtarda bulunur ve Kuran'da Risale-i Nur'a ve müellifine ilişkin çeşitli işaretleri ortaya koyar.

Risale-i Nur bürhandır ama Kuran'dan te'yid edilmiş, 'gücü'nü Kuran'dan alan bir bürhandır, Kuran'a güç veren bir bürhan değildir. Şerefi, Kuran'dan söz etmesindendir. Kuran'a tercümanlığındandır. Bu anlamda bahir bir bürhandır.

Risale-i Nur, bir tefsirdir. Hem bir ilim olarak tefsir ilmine dahil bir tefsirdir hem de 'tevil' düzeyine ulaşmış yani Zatiiyyun olan bir İmam'ın te'vilidir. Kuran'ın bilgilerle ve zihni bir çabayla 'tefris'i yapılabilir, akli veya nakli tefsiri söz konusu olabilir ama Kuran'ın sonsuz olan anlam hazinelerini en tesirli, en derinlikli ve irşad edici biçimde tefsirinin yapılabilmesi için te'vil düzeyine erişmiş olmak gerekir. Bu müfessirin manevi mertebe ve makamına göre değişir.

Risale-i Nur, Kuran'ın manevi i'cazının parıltısıdır.

Kuran'ın nurunun ve Allah'ın en-Nur isminin tecelli ve feyzine mazhar bir tefsiridir.

Üstad burada 'güneş' ıstılahını da kullanır. Güneş, İlahi Hakikat'in sembolüdür. Kuran için de kullanılır. Risale-i Nur, Kuran güneşinin, İlahi Hakikat'in bir nurudur. O'ndan yansıyan bir nurdur. Bu manada Risale-i Nur, Allah'ın en-Nur ismine mahzardır. Hakikat ilminin kaynağından ilhamdır. Ve yine tercüme ıstılahı karşımıza çıkar : '...ve feyzinden gelen bir tercüme-yi maneviyyesi...' Tercüme kelimesi burada da ıstılahi manasıyla kullanılmaktadır.

Bu kullanımı doğrulayan sonraki cümle : 'Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür.'

Nitekim Üstad hazretleri, kendisini Risale-i Nur'un birinci talebesi olarak niteler birçok yerde.

Talebelerinin hatıralarından da öğreniyoruz ki, Risale dersi okunduğunda dinlerken mübarek yanaklarından yaşlar süzülürmüş.

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort